..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
"Bir kitabýn kaderi okuyanýn zekasýna baðlýdýr." -Latin Atasözü
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > Hüsrev Özel




29 Ekim 2002
Açý ve Usta  
Kazan

Hüsrev Özel


- Dur hele be moruk, bu adamda paranýn fabrikasý mý var, ne. Böylesi çýkar mý hiç karþýna bir daha? Sen fazla uzatma, biraz mangýr daha tosla bakalým babalýk.


:EEDE:
“AÇI VE USTA”
KAZAN
Arkasýnda cezaevinin cümle kapýsý gürültüyle kapanýp, bismillah diyerek, dýþarý çýktýðýnda, baþýnýn üstünde kara bulutlar dolaþýyor, her an bir fýrtýna patlamak üzereydi. Elinde siyah bir çanta, hýzla yola doðru yürürken, görünen taksiye iþaret etti. Önünde duran arabaya arka kapýdan binerek, keli görünen þoföre;
- Otogara sür! Dedi.
Hemen hareket eden taksi yoðun Ýstanbul trafiðine katýlýrken, adam düþünceliydi. Yaðmur baþlamýþ, damlalar aracýn tavanýný dövüp, görüþü engellenen þoför cam sileceklerini çalýþtýrsa da, kesif yaðmur ilerlemeði yavaþlatýp, taksi ister istemez yavaþlýyordu.
Fakat acelesi olan müþteri adam:
-Biraz hýzlan. Diyordu.
Müþterinin ses tonundaki saldýrganlýk þoförü tedirgin etmiþ, onu aldýðýna piþman olmuþ, lakin, esnaflýðý uyarýnca, yatýþtýrýcý bir tonla müþterisine cevaben;
-Anlýyorum, aceleniz olmalý, fakat yolun durumunu görüyorsunuz Aðabey.
-Ben onu bunu bilmem, paraný hak etmek istiyorsan söyleneni yap; sana hýzlan dedim! Þoförü bir telaþ sarýp, uzuvlarý zonklamaða, hatta uyuþmaða baþlýyordu.
Kendini zorlayarak;
-Hiç merak etmeyin beyefendi, zamanýnda otagara varýrýz.
Buna mukabil, diþlerinin arasýndan yýlan týslamasý gibi bir tonla seslenen adam:
-Bana maval okuyacaðýna, gaza bas!
Belanýn daniskasýna çatmýþ olduðuna artýk iyice inanan Þoför, içinden dualar okuyor, kazasýz belasýz evine, bekleyen çocuklarýna kavuþmayý diliyordu.
Bu arada, ister istemez gaza yüklenirken;
-Tamam efendim, lütfen sinirlenmeyin, hemen hýzlanýyorum.
Tam arkasýnda oturan, adamý dikiz aynasýnda inceleyen þoförün içine korkunun soðuk buðularý dolmaktaydý. Onu cehennemi kabuslara sevk eden uzun boylu, orta yaþlý, geniþ ve yüksek alýnlý, kýsa sakallý biriydi. Þakaðýnda eskiden kalan bir nedbe vardý. Kahverengi gözlerindeki öfke, çatacak birini aradýðýna gösterir gibiydi. Bereket versin, gidilecek yer þehir içiydi. Böyle bir yolcu ile uzun yola gitmek istemezdi.
Bir ara adam, yanýnda taþýdýðý siyah çantanýn fermuarýný açýp, namlu ucunda susturucu takýlý, 22mm’lik bir Shmit&Wesson çýkarmýþtý. Onu gören þoförünün gözleri korkudan fal taþý gibi açýlmýþ, dehþetle titremiþti… Adam þarjörü kontrol edip, onu yerine koymuþ ve az sonra bir baþka silah çýkmýþtý. Bu uzun namlulu bir 44lük Magnumdu. Onun mermi dolu topunu da kontrol edip, kemerine sokmuþtu.
Þoför bir yandan dili tutulmuþçasýna onu izlerken, öte yandan kaza yapmamak için azami dikkat sarf ediyordu. Az sonra, yaðmurun kesafeti azalmýþtý.
Adam ensesinden seslenerek:
-Þu ilerde, yandaki trafonun önünde dur. Ha, bu arada, borcum ne?
Þoför bunu duyunca çok sevinip, rahatlamýþtý olarak;
-Yok efendim, borcunuz falan yok. Ýçerden yeni çýktýnýz sanýrým, bu da bizden bir ikram olsun.
-Olmaz, miktarý söyle, gerisini kurcalama, tamam mý?
-Tamam aðabey, üç milyon verirsen yeter.
Adam elini ceketinin yan cebine uzatýp, oradan çýkardýðý bir deste para içinden üç milyonu þoföre uzatmýþtý. Bu arada istenen yere varýlýp, duran taksiden bir çýrpýda inen adam, az ilerde gri BMW 525i’ ye binmiþti. Bunun direksiyonunda oturan bayan hemen gaza basýp, otomobil harekete geçmiþti. Onu bir an izleyen Taksi þoförü bu olaydan sað selim kurtulduðuna inanmýyor, Tanrýsýna þükranlar sunuyordu…
Tam bu sýrada, ansýzýn yanýna sokulan kara pardösülü bir adam, arka kapýyý açarak içeriye girmiþ, cebinden çýkardýðý kimlik kartýný acele gösterip, geri sokarken de:
- Emniyet mensubuyum, giden arabayý hemen takibe geç! Diyordu.
Þoför duyduklarýna adeta inanamamýþ, þaþkýnlýðýn daniskasýnda, dikiz aynasýndan yeni binen adama bakýyordu.
Bunu fark eden adanma kýzarak:
-Býrak beni incelemeyi be adam, bak gözden kaybediyoruz onlarý, çabuk, takip et þu gri Ford’u! Diye yükleniyordu…
Alternatifsiz, gaza basan þoför, takibe baþlýyordu. Fakat önde giden araç çok seriydi. Ona yetiþmek kolay deðildi. Þoför yeni yolcusu olan emniyet mensubuna dönerek:
-Kimdir o, neden takip etmek istediðinizi sorabilir miyim memur bey?
- Hayýr, sen iþini yap, ona yetiþ ve gözden kaybetme, bu yeter.
-Bana kalýrsa tehlikeli birine benziyor.
-Sen kimden bahsediyorsun Tanrý aþkýna?
-Öndeki araca binen adamdan tabii ki, siz ne sandýnýz?
-Çattýk yav, ne adamý kardeþim, sen iþine bak, gerisini bana býrak dedim, fazla soru sorma ve yola dikkat et.
-Tamam aðabey, anladýk. Anlaþýlan, bu gün bizi adam yerine koyan çýkmayacak. Onu yitirdik sizi bulduk vallahi.
-Sahi sen, o, derken kimi kast ettin demin?
-Öndeki arabaya binmiþ olan çifte silahlý adamdan bahsediyorum.
Ajan mý, kaçak mý her neyse? onu takip etmemi emretmediniz mi az önce memur bey?
-Ne silahlýsý be adam, o dediðin içerden az önce çýktý, yani, eski bir mahkum.
-Sahi, onu cezaevinin önünden almýþtým lakin, üzerinde taþýdýðý mermi dolu silahlarý da gözümle gördüm..!?
-Deme yav, olmaz böyle þey. Sakýn yanýlmýþ olmayasýn?
-Yok efendim, eminim ne gördüðümden. Adam silahlarý bir çantada taþýyor. Biri toplu, diðeri þarjörlü. Üstelik ikisi de büyük kalibre.
-Peki, ya adam mahkum deðilse? Sonra eþkali nasýldý, onu tarif edebilir misin?
-Ondan emin deðilim tabii. Eþkaline gelince; uzun boylu, kara yaðýz, kývrak hareket eden, çevik biriydi…
- Bu tarife uyan binlerce adam var Ýstanbul’da. Onu teþhis edemez misin yani þimdi?
-Belki, ama bir þartla; þu senin oturduðun koltuða tekrar oturursa.
-Yani, sadece ayný pozisyonda görürsem tanýrým diyorsun, öyle mi?
-Aynen öyle!
-Anlaþýldý, anlaþýldý. Sen iþine bak.
Bu sýrada iki yüz metre kadar uzaklaþmýþ olan arabada oturan adam ve kadýn arkadan gelen taksinin farkýndaydýlar. Ama nedense telaþ ettikleri yoktu. Neþeli kadýn, þuh bir kahkahadan sonra:
-Seni hiç beklemiyorlar, karþýlarýnda görünce fena þaþýracaklar.
-Bu kadar emin olma, içerden çýkacaðýmý duymuþ olabilirler. Orada adamlarý olmadýðýný var sayamayýz.
-Doðru, ama bunu bilselerdi karþýlayan çýkmaz mýydý þimdiye kadar?
-Evet, eli boþ çýkmadýðýmý biliyor olmalýlar.
- Umarým, Cezmi taksicinin aðzýný yoklar, hakkýnda ne kaptýysa hafýzasýndan siler.
- Ýþinin ehlidir, bunda kuþku yok.
- Haklýsýn, bence de öyle…
- Þimdi hýzlan, bir zikzakla gözden kaybolup, Cezmi ile buluþacaðýmýz yere varalým.
Onlar hýzlanýp, gözden kaybolurken, takside bir telaþ baþlýyordu.
-Sana hýzlý git, Fordu gözden kaçýrma demiþtim. Hani, nereye kayboldu þimdi?! Diyen adam, þoförün dikkatini ölçmek için giden arabanýn markasýný kasten yanlýþ telaffuz etmiþti.
-Aðabey, bana kalýrsa bunlar saða dönüp, üst geçide çýkmýþ olmalýlar. Baksanýza, görünürde onlardan eser yok.
- Kaçýrdýk anlaþýlan. Ama neyse, boþ ver. Ben saðda, müsait bir yerde inip, az sonra gelecek olan ekibi bekleyim. Taksi ücretini uðrar, Asayiþ Bölge Amirliðinden alýrsýn, tamam mý?
- Yok yok, gerekmez. Artýk yakamý býrakýn, bu bana yeter.
- Benden söylemesi. Sonra, polis bana angarya iþ yaptýrdý, demeyesin ha!
-Yok yok, demem…
Cezmi saðda inmiþ, taksi tek yönlü yolda akan trafiðe karýþýp, gözden uzaklaþmýþtý.
Az sonra gelen gri BMW durup, onu almýþtý. Kara gözlüklü genç kadýnýn kullandýðý araba þimdi Fatih Sultan Mehmet Köprüsü istikametinde ilerliyor, erkekler konuþuyordu:
-O iþ tamam, þoför seni teþhis edecek durumda deðil. Artýk limana gidebiliriz.
-Umarým onlarý bir arada yakalayabiliriz.
-Gemide yatýp, kalkýyorlar. Bir aksilik olmazsa ordadýrlar, deðil mi Nurcan?
-Evet, ama Anita ile Frank þu sýra Hiltonda kalýyorlar. Onlarý bir arada yakalamanýn vakti kanýmca saat üç sularýdýr.
-O halde üçe kadar Çamlýca da, senin villada bekleyelim.
-Tamam, ben de bunu önerecektim. Cezmi, bu arada sen çýkar bir kolaçan edersin.
-Yok birader, en iyisi, köprüyü geçince ineyim. Sonra size telefonla durumu bildiririm.
-Tamam, anlaþtýk öyleyse.
Cezmi yolda inmiþ, Nurcan ve Kazan villaya ulaþmýþlardý. Burada kendi baþýna yaþayan Nurcan, Ýsviçre’de Arkeoloji okumuþ, lakin mesleki faaliyet olarak, armatör Kemal’in sekreterliði ile ara sýra mankenlik yapmak için yurt dýþý seyahatlere çýkýyordu. Nurcan, Cezmi’nin karýsý olan Serabýn çocukluk arkadaþý, Cezmi ise Kemalin tarihi eser kaçakçýlýðý yaptýðý iþ ortaðýydý.
Ellerinde bulunan deðerli antik eseri yurt dýþýna çýkaracaklarý sýrada, ansýzýn gemiye baskýn veren polis, mallara el koyup, az kalsýn onlarý da tevkif edeceklerdi. Bu iþi Kemal veadamlarýnýn tezgahladýðý anlaþýlmýþ, þimdi bu eserlerin geri alýnmasý gerekiyordu. Ayný kiþiler, Cezmi’nin çok yakýn arkadaþý olarak bildikleri Kazaný, sözde, gemiye sabotaj yapmak planýndan ötürü, ihbar edip, tutuklatmýþlardý.
Üç gündür içerde tutulan Kazan, Cezmi’nin avukatý tarafýndan yatýrýlan üç milyarlýk kefaletle serbest býrakýlmýþ ve yine onun tarafýndan baþ gardiyana teslim edilen mahut çantayla içerden çýkmýþtý.
Eve geldiklerinde elinde çanta banyoya giren Kazan, az sonra uzun saçlý ve sakallý olarak çýkmýþtý. Bu sýrada viski içen Nurcan, þöminenin karþýnda oturmuþ, elindeki kumandayla televizyon kanallarýný tarýyordu.
Yeni görünüþüyle onu fark edince, gülerek;
- Kazan bey, bu kýlýkta seni annenin tanýyacaðýna kuþku duyarým.
- Sahi mi? Buna sevindim. Böyle olmasaydý kýlýk deðiþtirmenin anlamý olmazdý. Ha, bu arada Cezmiden bir haber çýktý mý?
- Yok, henüz aramadý.
- Biliyor musun, kadýn olarak hayli cesursun. Seni kutlamak gerek. Baðýþla ama, bunun özel bir nedeni var mý, diye sormadan edemiyorum.
- Rica ederim. Bu sebepsiz deðil, çünkü Serabý kardeþim gibi severim.
- Serap mý?
- Evet, Serap Cezmi’nin eþidir, bilmiyor muydun yoksa? Onunla çocukluktan arkadaþýz.
- Hýmm... Ben, Cezmi ile daha özel bir baðýnýz var sanmýþtým.
- Hayýr. Dediðim gibi.
- Buna sevindim.
- Neden?
- Hiç, çünkü Cezmi’yi karýsýna sadýk biri olarak bildiðim halde bir an kuþku duymuþtum.
- Sahi, sence karý-koca arasýnda sadakat çok mu önemlidir?
- Eh, her halde. Yoksa neden evlenmiþ olsunlardý ki?
- Sence bunun asla bir baþka sebebi olamaz mý yani?
-Kim bilir, olabilir belki?
- Evlilik, kesin sadakat gerektiren bir kurum mu sence?
- Sence öyle deðil mi?
- Bilmem, düþünmedim. Zira evlenmeði düþünmedim.
- Eski patronun Kemal bey ile olan alakanýzýn düzeyi ne diye sorsam?
- O sadece ticari iþ paylaþtýðým biriydi.
- Ne yani, sana hiç mi teklif edip, yakýnlýk göstermedi?
- Hayýr. Belki buna ihtiyaç duymadý…
-Anlýyorum. Öte yandan, bence, evlilikte her þey gönüllülük esasýna göre olmalý. Sence?
- Bence de, ama kadýnlar çoðunlukla bu þekilde düþünmezler.
- Ben de erkekler için ayný þeyi söyleyecektim. Çünkü erkekler bir kadýna her þeyi ile ve daima sahip olmak isterler. Öyle ki, kadýn onlara göre, her hangi özel bir eþyalarý gibidir.
- Bu konuda haksýz olduðunuzu söylemek istemiyorum, çünkü kadýnlar da bence öyledir.
- Denemeden bir þeyi bilmek mümkün deðildir.
- Hah hah haaa! Doðru söze ne denir.
- Haklýsýn galiba.
- Bu bir yana, bir kadeh içki alabilir miydim?
- Teklife gerek yok. Ýstersen doldurayým?
Ondan beklemeden, kendi kendisine bir bardak buzlu viski dolduran Kazan, bir yudum alarak, Nurcan’ýn karþýsýndaki kanepeye oturmuþtu. Az sonra içkisini bitirip, yan taraftaki piyanonun baþýna geçen Nurcan, parmaklarý hýzla tuþlarýn üzerinde gezinirken, salonu hoþ bir melodi dolduruyordu. Kazan gülümseyerek içkisini yudumlarken telefon çalmaya baþlamýþtý. Nurcan ahizeyi kulaðýna kaldýrmýþ, kendisine yöneltilen soruya; “Bakar, duruma göre sana haber ederiz” demiþti. Karþýdaki ses; “Tamam. Dostum Kazana selam söyle” diyerek, bitirmiþti. Telefonu kapatan Nurcan, biraz kaygýlý, Kazana dönmüþtü.
Kazan merakla:
- Ne olmuþ, arayan Cezmi idi sanýrým?
- Evet. Gemide kimse yokmuþ. Bu nasýl iþ anlamadým.
- Adamlar bizden haber almýþ olmalý. Durup, hedef tahtasý olmak istemeyecekleri malum. Onlarý aramalý ve bulmalýyýz.
- Doðru ama nasýl, nerede?
- Sen de bilmiyorsan, iþimiz zor demektir.
- Evet, ben de bilmiyorum. Ama birkaç telefon numarasý çevirip, bir bakalým.
Nurcan bu kez cep telefonunu almýþ, hafýzayý tarayarak, Kemale ait cep numaralarýný sýrayla aramaya baþlamýþtý. Lakin açýk hat yok ve ilgili numaraya ulaþým kapalýydý. Bir süre konuþarak zaman geçirmiþ, sonra birlikte çýkmýþlardý.
Önce Harem’e gitmiþlerdi. Boðazdan araba vapuru ile karþýya geçip, otomobili Eminönü’de bir oto parka býrakmýþlardý. Sonra yemek için bir restorana girmiþlerdi. Akþam olmak üzereydi. Restoran temiz, intizamlý ve güzel döþenmiþ bir mekandý. Onlarý tanýyan kimse yoktu. Karþýlýklý oturup, balýk mönüsünden yemek seçmiþ, üstüne birer kadeh beyaz þarap, dýþarý çýkmýþ, otomobili parktan alýp, Peray’a sürmüþlerdi.
Nurcan, Kemalin mekanlarýndan birinin burada olduðunu biliyordu. Oraya yakýn bir yerde, tek yönlü yolun kenarýnda duran Nurcan, adresi Kazan’a tarif edip, kendisi arabada bekliyordu. Söz konusu yer Kemalin eðlence klüplerinden biriydi. Kürt Memet buranýn iþletme ortaðýydý. Kazan onu tanýyordu. Zemin katta, geniþ ve loþ mekan hayli kalabalýktý. Yuvarlak, alçak masalar kahkaha atan, dekolte kýzlar ve snop, hippi tipi adamlarla doluydu. Hard-rok müzik, dört köþeye yerleþtirilmiþ büyük hoparlörlerden bas aðýrlýklý çalýnýrken, o, kalabalýðý yararak barýn önüne gelmiþti. Sýradan bir müþteri gibi, bir duble viski-kola içmiþ, yan tarafta kurulu masada oturan þef garsona yaklaþarak;
- Kemal Bey’i görmek istiyordum.
- Ben bilemem, Memet aðbiye soralým. O da dýþarý çýktý ama, þimdi gelir. Siz þöyle buyurup, içkinizi içerek bekleyin.
- Vaktim yok. Ama beþ dakika bekleyelim.
Derken adamýn yanýnda boþ duran koltuða oturmuþ, arkasý duvara yönelikti. Þef garson uzun boylu, ince yapýlý orta yaþlý bir gençti. Kalýn kaþlarý ve kara gözleri ile doðulu olduðu izlenimi veriyordu. Kazanýn aðzýný yoklamak ister gibi, ona doðru eðilerek;
- Kemal beyi niçin aramýþtýnýz?
- Elimde onun ilgi alanýna girecek çok özel bir mal var, onun için.
- Nasýl yani, onun ilgi alaný dediðiniz hangisi, ne malý?
- Bilmezden gelmene gerek yok dostum. Tabii ki antika, eski eser demek istiyorum.
- Ya, neymiþ bu?
- Roma devrine ait bir heykel; som altýn.
- Olabilir, ama Kemal bey bu iþlere bakmýyor artýk.
- Emin misin?
- Evet, çünkü son zamanlarda bu iþler baþýný aðrýtmýþ. Muhtemelen þimdi yurt dýþýndadýr.
- Memet bey de gelmeyecek galiba, ben daha sonra yine uðrarým.
- Nasýl isterseniz.
Böylece Kazan oradan ayrýlmýþ, sonra Haydarpaþa yönüne sürmüþlerdi. Bu sýrada arkada, özel bölümünde oturan Kürt Memedin yanýna giden þef garson ondan bahsedip, dýþarý çýkarken. Kürt Memet cep telefonundan Kemali arýyordu. Baðlantý az sonra kurulmuþtu;
- Kemal Bey, ben Memo, az önce orta boylu, uzun saçlý ve sakallý bir adam seni sorup, elinde bir altýn heykel olduðundan bahsetti.
- Ýsim, adres, numara býraktý mý?
- Hayýr, tekrar uðrayacaðýný söyledi.
- Sonra da elini kolunu sallayarak çekip gitti deme sakýn. Takibine adam koymadýn mý ulan Kürdo?
- Yok aðabey, seni her soranýn ardýna adam mý koyacaðýz bundan böyle?
- Ulan anlamýyor musun, adam bizim ne iþle uðraþtýðýmýzý biliyor, her gelen bunu bilebilir mi, sen de hiç mi beyin yok?
- Anladým, ama onunla kendim konuþmamýþtým aðabey, kusura kalma, bundan sonra dikkat ederiz.
- Hemen birilerini çýkar, eþkale göre onu arasýn, rastlayýnca bana bildirin. Tamam mý?
- Olur aðabey, baþ üstüne.
Telefonu kapatan Memo, asýk suratla dýþarý çýkýp, þef garsonu bir iþaretle yanýna çaðýrmýþ, gereken emri veriyordu;
- Ulan hýrbo, senin yüzünden patrondan fýrça yedim. Neden sanki benimle görüþtürmedin o herifi. Haydi hemen çocuklardan ikisini onu aramaða gönder, derhal dýþarý çýkýp, bulunca haber iletsinler.
- Tamam aðabey, ne bileydim onun böyle birden önem kazanacaðýný.
Þef garson salonun içinde kuytu bir köþede oturmuþ, kafalarý çekip, sohbet etmekte olan iki kiþinin yanýna çökmüþtü;
- Selam, sohbetiniz bol olsun aðalar.
- Ooo, buyur Haso gardaþ, istersen sana da bir kadeh doldurayým.
- Yok, yok onun için gelmedim.
- O halde, hayrola, bir diyeceðin mi vardý. Buyurasýn babam, ne emrin varsa baþ-göz üstüne.
- Evet, size iþim düþtü.
- Buyur, her neyse canla, baþla. Gardaþým Hüso ile emrine amadeyik.
- Bak Hüso, az önce yanýma uzun saçlý, sakallý bir adam gelmiþti ya, eminim dikkat etmiþsindir.
- Evet, hem gri pardösüsü, siyah balýkçý kazaðý vardý, deðil mi?
- Hay sen yaþa be Fýrat. Ýþte onu acilen bulup, büyük patrona iletmemiz lazým.
- Tamam aðam, biz hemen kalkar, peþine düþerik.
- Çok iyi, bende iþte bunu diyecektim.
- Eyvallah, biz hemen kalkarýz. Ama koca Ýstanbul’da onu bulmamýz tamamen þansa kalmýþtýr, bilirsin.
- Olsun, siz yine de þöyle bir dolaþýn, tesadüf bile ancak araþtýrmakla olur.
Derken kalkýp, mekanýn önünde duran yerli bir arabaya binmiþlerdi. Sokaklarda dolaþarak, etrafa göz atacaklardý. Fýrat ile Hüseyin cezaevi arkadaþýydýlar. Uzun yýllar birlikte yatmýþ, feleðin çemberinden geçmiþlerdi. Yaþlarý otuzun üzerinde ve ikisi de henüz bekardý. Fýrat ortaokul ikiden terk, Hüseyin Mülkiye dördüncü sýnýftan ayrýlmak zorunda kalmýþtý. Birkaç ay daha okusa, belki bir kaymakam olacaktý. Fakat bir kýz yüzünden baþý derde girmiþ, bir okul arkadaþýnýn tahriki sonucu onu öldürüp, içeri girmiþti. Fýrat okulu terk ederek bu iþleri ta baþýndan seçmiþti. Kendi çapýnda bir kabadayý ve bu alemin kurdu olmuþtu. Hüso ile içerde baþlayan dostluklarý sürmüþ, o, nispeten kýsa yatarak önce çýktýðýndan, Hüso’ya, yanýna gelmesini söylemiþti. Fýrat kýsa boylu, Hüso nispeten uzun ve geniþ omuzluydu. Okul yýllarý boyunca spor yapmýþ, atletik bir bedeni vardý. Derken Sirkecide arabadan inmiþ, kaldýrýmda yürüyorlardý.
Birden duran Fýrat:
- Bak ne geldi aklýma Hüso, bu adam Kemal beyi aradýðýna ve onu tanýdýðýna göre, bana kalýrsa þimdi Haydarpaþa tarafýnda bir yerlerde olabilir. Çünkü malum, armatör Kemalin görkemli yatý “Deniz Kýzý” orada bir yerde demir atardý.
- Doðru, o halde hemen oraya geçelim.
Artýk karanlýk basmýþ, cadde boyu neonlar ve sokak lambalarý yanmýþtý. Megapol Ýstanbul’un karýþýk yollarý her zaman ki gibi kalabalýk, insan seli bir o yana, bir bu yana akarken, iþportacýlar yüksek sesle müþteri çekmeðe çalýþýyordu. Hüso ile Fýrat Galata köprüsünü geçmiþ, Haydarpaþa Garýnýn arkasýnda bir parkta arabadan çýkmýþlardý. Ýleri doðru yürüyorlardý. Rýhtýma vardýklarý sýrada kýyýya yaklaþan, nispeten küçük bir tekne görmüþ ve bunun bordasýnda, ayakta duran adamý seçmiþlerdi.
Fýrat hemen atýlarak;
- Þuraya bak Hüso, bu bizim Kemal bey iþte. Yani patronun patronu. Bu adamda zibil gibi para var ha. Onunla mümkün olsa da yakýndan tanýþabilsek.
- Evet, ama nasýl?
- Belki bir yolunu buluruz. Sanýrým bu ara baþý dertte. Ayaðýna batan bir diken olmalý. Yani senin anlayacaðýn, adama ihtiyacý var, hem de bizim gibilerine…
- Baksana, yanýnda üç adamý zaten var. Her halde bir orduyla karþý karþýya deðildir.
- Bazen tek bir adam, ordudan bile daha iyi ve o nispette tehlikelidir.
- Yok caným, yokturdur öylesi. Çünkü böyle biri varsa onu biz de kurtaramayýz, deðil mi ama?
- Evet, ama böylesi milyonda bir ancak çýkar, o da bize tesadüf edecek deðil ya?
- Evet, her neyse, bak adamlar rýhtýma atlýyor. Bildiðin bir numara varsa yap, tanýþalým þu herifle.
- Bence en iyisi, onlarý þimdilik uzaktan takip etmek.
- Tamam, nasýl istersen. Ama bizim yaptýðýmýzý görenler kim bilir ne der. Çünkü ne yapacaktýk, ne yapýyoruz, deðil mi?
- Yo yoo, Hüso gardaþ, sen bu iþleri pek bilmezsin. Avcý aramakla bulunmaz. Onu bulmanýn yolu avý bulmak ve onu pusuda beklemektir. Anlýyorsun deðil mi?
- Evet, gerçekten doðru bu dediðin.
Hüso ile kurnaz Fýrat hissedilmeyen bir mesafeden Kemal ve adamlarýný izliyorlardý. Kýrk adým ara ile rýhtým boyunca yürüyorlardý. Bu sýrada yanda ki asfaltta ilerlemekte olan bir araba biraz ilerde ansýzýn durmuþ ve ondan inen bir adam rýhtýma geçip, dört kiþilik gruba karþý yürüyordu. Aralarýnda on metre kalýnca birden durup, silaha davranýrken:
- Kimse kýpýrdamasýn, yoksa yakarým! Diyordu.
Bu tehdidi ciddiye almayan Kemal’in adamlarý hemen silaha davranmýþtý. Bunun üzerine silahýný ateþleyen adam, ýskalamayýp, üçüne bel altýndan isabet ettirmiþ, onlar yere serilince hemen ileri atýlýp, namluyu Kemale dayamýþ ve soðuk bir tonla;
- Sakýn bir þeye kalkýþma ve yürü!
Kemal panikleyerek;
- Ateþ etme, beni býrak, ne istersen veririm.
- Çok konuþma, yürü, yoksa basýyorum tetiðe.
- Tamam, tamam, anlaþýldý.
Derken yürümüþ ve ilerde bekleyen arabaya arka kapýdan binmiþlerdi. Bu 525i BMW’den baþkasý deðildi. Az sonra harekete geçen araba, devir gücü yüksek motora gaz verilince asfaltta patinaj yapýp, kara dumanlar çýkaran lastiklerle oradan uzaklaþmýþtý.
Bizimkiler gördüklerine inanamamýþ, þaþkýnlýk içinde yerlerinden bile kýpýrdayamamýþlardý. Kemali kaçýran Kazan ile Nurcan, yolda Cezmi’yi arayýp,onu nereye getireceklerini öðrenmiþlerdi. Adres Çaðlayanda, Cezmi’ye ait bir aparmanýn bodrumu idi. Bodrum katýn muhkem demir kapýsýný arkadan kilitleyip, içeri girdiklerinde saat gecenin dokuzuydu. Kemali iplebir sandalyeye baðlamýþ, aðzýný da bantlamýþ, Cezminin gelmesini beklemiþlerdi. Nitekim, yarým saat sonra Cezmi gelip, Kemalin aðzýný kapatan bandý sökmüþ ve sorgulamaya baþlamýþtý.
- Evet Kemal bey, sanýrým bunu hiç beklemiyordun…?
- Bütün bunlarý býrak ve benden ne istediðini söyle Cezmi? Neden yapýyorsun bana bunu?
-Böyle konuþup, tepemi attýrýrsan cehenneme postalayacaðým seni sefil herif. Hemen itiraf et iþlediðin suçu?
-Peki peki. Evet, yaptýðýma piþmaným. Gerçekten. Ama merak etme, her þeyi misliyle tazmin ve telafi ederim.
- Pekala. Önce, benden çaldýðýnýz eserleri geri istiyorum.
-Onlarý isteme, zira bu artýk imkansýz. Dýþarý satýlýp, çoktan gittiler. Ama aldýðým parayý faiziyle sana ödemeðe hazýrým. Lütfen çözün þu ellerimi, tazmin çeklerini hemen yazayým.
-Ýyi. Ama sakýn ola bir þeye kalkýþma. Sakallý dostumun þakasý olmadýðýný hatýrlatýrým.
- Tamam, tamam biliyorum.
Kemal ellerini baðlayan band sökülüp, ayaða kalkarken ceket cebinden çýkardýðý çek defterinden üç yapraða meblað yazýp, imzalamýþtý. Beþ yüzer bin Franklýk çekler bir Ýsviçre bankasýna aitti. Ona düþen çeki cebine koyan Cezmi, oradan ayrýlmýþtý. Kazan ve Nurcan kýlýk deðiþtirmiþ olduklarý için Kemale iki yabancý gibiydiler. Kemal, serbest býrakýlmasý karþýlýðýnda bütün servetini býrakmaða razý olduðunu söylüyordu. Hayatý Kazan ve Nurcan’ýn vereceði ortak karara baðlýydý. Bunu anladýðý için yalvarýyordu. Gerçi Kazan onu öldürmek istemiyordu, adamlarýný da bilerek ölümcül yerlerinden vurmamýþtý. Fakat onun boþ durmayacaðýný, en azýndan Cezmi’ye zarar vermek isteyeceðini düþünüyordu.
Nitekim onu karþýsýna oturtan Kazan;
-Bak Kemal efendi, seni sað býrakmak isterdim, lakin tahminim o ki, istesen bile bu iþin arkasýný býrakamayacaksýn. Kimi dostlarýn seni zorlar, ya da kendini zorlanmýþ hissedersin ilerde ve sonra …?
-Hayýr, bunu asla yapmayacaðým, lütfen inanýn bana.
-Kemal Bey, kendini benim yerime koy ve düþün. Yerimde olsaydýn ne yapardýn? Ýnanýr mýydýn namlunun ucunda duran, size hasýmlýk etmiþ ama sonra onuru incinmiþ birinin sözlerine?
-!?
- Ben inanmak isterdim, lakin, biliyorsun ki, bu çok farklý durum, birini kendine inandýrmanýn olduðu kadar, kendisine inanýlmanýn temel düsturuna da zýttýr.
-!?
- Yani, bu durumda böyle konuþmaða elin mahkum. Söylediðinin aksini yapmak durumunda deðil, aksine, mutlak acizsin. Bu durumda ki bir adam, takdir etmelisin ki, artýk bitmiþ demektir. Bilmem anlatabiliyor muyum.
-Haklýsýnýz. Ýnanýlmaz denli ifrati bir mantýðý izliyor, hayat ve ölüm üzerinde hüküm verme durumunda bulunuyorsunuz. Tamam, beni ölmeðe, hatta çoktan ölmüþ bulunduðuma ikna ettiniz ama, bari lütfen çekin þu tetiði bitsin bu artýk iþ. Kaderin tecellisine razýyým.
- Þak! Þak! Þak! Bravo! Evet gerçekten bravo size bayým.
- ?!
- Çünkü, hayatýn temel kuralý malum; ölüme hazýr olmayana yaþamak haramdýr.
- ?!
-Madem ki sen bunu kabul edip, ölmeðe de hazýrsýn, o halde yaþamayý hak ettin demektir. En azýndan yüce Tanrýnýn biçtiði o meçhul ferdaya kadar bizden sana bir kötülük gelmeyecektir.
-Bayým, niyetiniz her ne ise bilmem, ama lütfen benimle oynamayýn. Çaresiz, savunmasýz birine manevi iþkence yapmak insana yakýþmaz, velev ki o bunu hak etmiþ bile olsa. Basýn artýk þu tetiðe ve vurun, bitsin bu iþkence!
-Müsterih ol Kemal bey, sizi vuracak deðilim. Çünkü çok nadir bir feragat örneði gösterip, onca varlýðýnýza raðmen, hayattan vazgeçmeði göze alabildiniz. Tavrýnýz blöf deðildi. Çünkü buna ne mahal, ne de imkanýnýz yoktu. Ayrýca, daha önemlisi, güttüðüm mantýðýn ne denli haklý olduðunu anlayýp, bunu, hayatýnýzý kaybetmek pahasýna bile olsa, onayladýnýz. Bu durumda, insan ve kaderi yaratan yüce varlýðýn size yardým ihsan ettiði ortadadýr. Sanýrým hayata yeni bir sayfa açarak, bambaþka bir mantýk ve anlayýþ düsturu ile yaklaþmaða hazýrsýnýz. Ayrýca, hayatta kalmanýzýn bizden gelen bir lütuf olmayýp, onu bizzat hak ettiðinizi bilmenizi istiyor, bunun için sizi tebrik ediyorum.
- Öyle ise yüce Tanrý’ya hamt, size de teþekkür ediyorum.
- Artýk sizi istediðiniz yere götürebiliriz. Buyurun, çýkalým.
- Tamam. Beni aldýðýnýz yerde býrakmanýz ve bundan sonra yine izlemeniz son ricamdýr. Zira, hakkýmda yanýlmadýðýnýzý görmenizi isterim.
- Tamam. Þimdiden size inanmaktayýz Kemal Bey. Bundan emin olabilirsiniz.
Derken, onu aldýklarý yere yüz metre mesafede býrakarak, Çamlýca’ya dönmüþlerdi. Olay akabinde gelen polis yaralýlarý hastaneye götürmüþ, gerekli týbbi müdahale yapýlmýþtý. Hüso ile Fýrat olan biten karþýsýnda þoke olmuþ, halen oralarda dolaþýrken, Kemal bey motorun baðlý bulunduðu babalarýn baþýnda durmuþtu. Bu sýrada rýhtým duvarýnýn üstüne oturmuþ, denize bakan dört kiþi ayaða kalkmýþ, sarhoþlara has telaffuz tarzýyla konuþurken, yaylana, sendeleye ona doðru yürüyorlardý.
Ýçlerinden, onu kast eden biri;
- Hey, babalýk! Burada ne bekliyorsun bakalým? Boðazda yüzmek istemiyorsan bize bir güzellik et. Diyordu.
- Ne o gençler, içkiniz mi bitti, öyleyse mesele yok. Alýn þunlarý, neþeniz bol olsun.
Diyen Kemal bey, cebinden çýkardýðý bir deste bozukluðu onlara uzatmýþtý. Paralarý eline alan sarhoþlardan biri;
- Helalin var bre babalýk. Bunlarla bir hafta idare ederiz valla. Sað ol! Derken, diðer arkadaþý;
- Dur hele be, bu adamda para fabrikasý olmalý. Böyle kaynak çýkar mý bir daha karþýmýza. Sen fazla uzatma da, biraz mangýr daha tosla bakalým babalýk!
- Þu an baþka nakit yok yanýmda çocuklar, olsa zaten baþtan verecektim.
- Nakit yoksa çek verirsin o zaman. Hadi fazla uzatma dedik sana!
Diyen ayný tip, Kemal beyin üstüne yürüyordu. Diðer arkadaþlarý onu tutmak istedilerse de dinlemiyor, aðzýný bozarak küfürler ediyordu. Bu þamatayý kaldýrýmdan geçenler de duymuþ, herkes rýhtýmdakilere bakýyordu. Bu sýrada oraya gelen Hüso ile Fýrat aralarýnda konuþarak;
- Yav Hüso, þu bizim Kemal bey deðil mi sence?
- He yav, gerçekten. Ama nasýl olur bu?
- Hele yürü bir bakalým. Zaten gördüklerimizi Memed aðabeylere haber vermeðe utandýk, belki bir aferin alýrýz, yürü hele gardaþ.
Olay yerine geldiklerinde durumdan artýk emindiler. Hemen müdahale ederek, sarhoþlarý sille tokat kovalayýp, Kemal beyi bu tacizden kurtarmýþlardý.
Kemal bey;
- Sað olun gençler. Sarhoþluk deðilse de, yoksulluk böyledir iþte.
- Siz sað olun Kemal aðabey, maalesef daha önceki olaya yetiþemedik.
- Hangi olay? Yoksa siz beni tanýyor ve önce ne olduðunu gördünüz müydü?
- Evet, biz Memed aðabeyin dostlarýyýz. Olayý uzaktan gördük.
- Hýmm, anlaþýldý. Peki ona bir þey söylediniz mi olanlarhakkýnda.
- Hayýr, buna yüzümüz tutmadý, zaten o yüzden halen buralarda oyalanýyorduk.
- Ýyi, iþte bu isabetli olmuþ. Haydin, þimdi þu motoru çalýþtýrýp gidelim.
Derken, bekleyen motora atlayýp, Küçük Çekmecede demirli Deniz Kýzý’na sürmüþlerdi. Kemal bey kullanýyordu motoru. Çok sürmeden menzile varmýþ ve hep birlikte geminin bordasýna çýkmýþlardý. Son derece konforlu gemide aþçýbaþý ve iki garsondan baþka kimse yoktu. Doðruca salona geçmiþ, donatýlan masada yemek yiyip, konuþuyorlardý...
- Kemal aðabey, diye baþlayan Fýrat, içini kemiren soruyu soruyordu; sahi ne oldu, o adamýn elinden nasýl kurtuldunuz?
- Gençler, bu inanýlmaz bir olaydý. Anlatsam belki de anlayamazsýnýz. Onun için siz bunu boþ verin de, biraz kendinizden bahsedin. Kimsiniz, ne iþ yapar veya neler yapabilirsiniz?
Böylece kendilerini tanýtýp, açýk yüreklilikle Kemal beyden beklentilerini dile getirmiþlerdi...
Onlarý içtenlikle dinleyen Kemal:
- Tamam, bundan sonra benim maiyetimde çalýþacak ve umarým bir aksilik çýkmaz, bir daha asla içeri girmeyeceksiniz. Tamam mý?
- Hay Allah senden razý olsun Aðabey. Bizden her bakýmdan memnun olacaksýn. Öyle deðil mi Hüso gardaþ?
- Kuþkusuz. Fýrat, gördün mü, Kemal Bey sandýðýmýzdan iyiinsanmýþ. Sizin hizmetinizde bulunmak bizim için bir onur olacaktýr. Efendim, bundan sonra biz iki arkadaþ, her durumda ve sonuna kadar yanýnýzda olacaðýz.
-Merak etmeyin gençler, biz artýk ölümden baþkasýný mecbur saymayacak, diðer bütün konularý sadece sýradan þeyler olarak göreceðiz. Bunda elinizden geleni yapacaðýnýza ve birlikte güzel iþler yapacaðýmýza inanýyorum. Bu arada sizden ricam, o konudan kimseye bahsetmemenizdir.
-Söz aðabey. Diyen Fýrat’ý; Bundan emin olabilirsiniz. Diyen Hüseyin izlemiþ ve onu temin etmiþlerdi.
Nitekim Kürt Memed’i cepten arayan Kemal, onlarýn þu an yanýnda olduklarýný haber verip, bundan sonra birlikte çalýþma isteklerini kabul ettiðini söylemiþti. Memet bir an þaþýrsa da, baþka þey soramamýþtý…
Cezmi, Kazan ve Nurcan Çamlýca’da ki villada, sigara içerek konuþuyorlardý. Sigarasýndan bir duman daha çeken Nurcan;
-Kemal beyi hayatta býraktýðýmýza en az senin kadar þaþýyorum Cezmi. Ama orada, benim yerimde olsan baþka türlüsünü yapamazdýn.
-Esasen þaþýrmýþ sayýlmam. Çünkü Kazanýn asla kesin bir kararý olmadýðýný bilirim. Yerine göre son dakikada karar verir ve kolay kolay da yanýlmaz. Bu güne kadar böyle yapmýþtýr çünkü. Sen durumu söyleyince güldüm sadece. Demek ki, milyonda bir istisnalar dahi gerçek olabiliyor, demiþtim kendi kendime.
Kazan dudak bükerek;
-Hayýr, milyonda deðil, milyarda bir dostum. Bu durumda, takdir edersin ki aksine davranamazdým, davranmýþ olsam sonunda piþman olup, kendimi affetmezdim. Çünkü biliyorsun benim hayat felsefem;. “Sonunda piþman olacaðýn bir þeyi yapma, yaptýðýn þeyden de asla piþmanlýk duyma”, idi.
Nurcan bu arada söze karýþarak;
-Peki ama, yanlýþ yapýp piþman olamaz mý bir insan? Dahasý, hata yapmak insanlýk icabý deðil midir Kazan Bey?
-Evet, öyledir. Ancak nedense, ben kendime karþý o denli hoþgörülü deðilim. Piþman olmak, kendini affetmenin bir baþka adýdýr çünkü. Sizce öyle deðil mi?
- Bence doðru. Diyen Cezmi idi.
Nurcan itiraz ederek:
- Yo, ben böyle düþünmüyorum. Çünkü bence her insan yanýlabilir ve yanýlgýnýn sonucu bu denli korkunç bir ceza olmamalý. Belki bu yanýlgýsýna göre deðiþir, diyenler olur. Ama bence insan yine de tolerans kapýsýný açýk býrakmalý, hayata bir þans daha vermelidir.
Kazan gülümseyerek:
-Bir kez yanýldýktan sonra, ikinci yanýlmanýn gelmeyeceðini kim temin edebilir? Diyen Kazan’a yanýt Cezmi’den gelmiþti.
-Tabii ki kimse edemez.
Nurcan’a bakan Kazan:
-O halde herkes yaptýðý hatanýn bedeli her ne ise, gözünü kýrpmadan buna razý olmalý.
Nurcan dudak bükerek:
-Doðru ama, sonucun bir yanýlgý olduðunu kim tayin edecek?
Kazan:
- Önce kiþinin kendi vicdaný, sonra da bu yanýlgýdan zarar gören o kimse.
Nurcan alnýný kaþýyarak:
- Bu bana yine de pek karýþýk bir konu gibi geliyor. Anlamýyorum bir türlü.
- Hah hah haaa! Diye, gülen Kazandý.
Cezmi lafa karýþarak:
-Anlamaða çalýþma, sadece böyle bir davranýþ türü olduðunu bil yeter. Belki bir gün, yeni bir durum vuku bulur, alýþýlmýþýn dýþýnda bir davranýþ denemek istersin.
-Tamam, aklýmda tutacaðým. Ama Kemal’in bundan sonra nasýl davranacaðýný merak etmiyor deðilim. Umarým onu sað býrakmamýz hanemize yazýlan kötü bir hata deðildir.
Kazan kendinden emin:
-Hayýr, bu bence bir hata deðildi. Hatta bu yüzden hayatlarýmýzý kaybetsek bile. Çünkü insani hayatýn en mühim kuralý, erdemlilik’e göre davrandýk. Bu nedenle ölecek olmamýza hiç ihtimal veriyorum.
Nurcan;
- Emin deðilsin ama?
-Bu durum için bu sözü tercih etmem. Çünkü, temin edilmek gibi bir ihtiyacýmýz yoktur. Trafikte örneðin, ne kadar emin olabilirsin kaza yapýp, hayatýný kaybetmeyeceðinden? Bu durum karþýsýnda kim seni temin edebilir ki?
- Bu ayný þey deðil.
-Ben kaybedeceðim þeye bakarým. Hayatým bir tane. Kaybedecek olduktan sonra, þu yada bu þekilde olmuþ, bundan ne çýkar. Kemalin beni öldürmeyeceðine iddiaya girmiyorum ki, sonunda belki, bu iddiayý kaybetmiþ olayým, deðil mi? Ha, illa da bir teminata gerek duyarsam, bunu kendim saðlar; mesela, uyanýk olur, attýðým adým ve hedefte þaþmamaða bakarým. Þahsen müsterihim ve bu sadece þahýsým adýna deðil.
Nurcan;
- Peki. Ama yarýn bir gün yine karþýlaþacaðýz Kemal beyle.
Kazan gülerek;
-Ýstersen þimdi telefon edip, onu tekrar bulalým.
Cezmi;
-Buna gerek yok. Adamý þimdilik kendi haline býrakalým. Benden bir isteðiniz yoksa müsaade arkadaþlar. Yarýn saat on uçaðýndan yer ayýrttým, gelmek isteyen varsa birlikte uçalým.
Kazan;
- Hayýr, ben kalýyorum.
Nurcan;
-Ben de, ama bir þartla; burada, bir kaç gün benimle kalacaksýn, tamam mý?
Kazan gülerek;
-Þayet sohbetlerimden sýkýlmaz, korumalýk ücretimi de peþin ödersen olur.
Nurcan kahkaha atarak;
-Hýmm, seni köftehor, Kemali niye sað býraktýðýn þimdi anlaþýlýyor. Böylece kendine emin bir iþ imkaný yaratacaktýn, deðil mi?
Buna hep birlikte gülmüþlerdi. Sonra Cezmi kalkýp, evine yollanmýþtý. Saat akþamýn on sularýydý. Kazan yatacaðý odaya geçmiþ, Nurcan çay içerek Tv’de film izliyordu.
Ýki saat kadar sonra, dýþarýda yaðmur yaðýyor, þimþekler çakýyordu. Nurcan yataða girmiþ, fakat gürültüden gözüne uyku girmiyordu. Belki baþka nedenleri de vardý bunun. Kendine itiraf etmese de korkuyordu. Odasýnda gece lambasý yanýyordu. Bir ara müthiþ bir gürültü duymuþ, sonra lamba sönmüþtü. Yakýnlarda bir yere yýldýrým düþmüþ olmalýydý. Koyu karanlýk oda onu iyice korkutuyordu. Ne de olsa bir kadýndý. Gururunu yenebilse, gidip Kazaný uyandýracaktý. Hayýr hayýr, gidip uyandýrmak ne kelime, bir imdat çýðlýðý atýp, onu yanýna çaðýracaktý. Fakat korkuyor, yataktan çýkamýyordu. Ýþte tam bu sýrada odanýn kapýsý usulca vurularak:
-Nurcan! kork muyorsun deðil mi?
Bunu cana minnet sayan Nurcan, can havliyle yanýt verirken, yerinden fýrlýyordu.
- Ha, hayýr korkum yok, ama þu gürültüler canýmý sýkýyor yani. Sen de mi uyuyamadýn?
- Evet. Ýstersen dýþarý gel, þöminenin baþýnda oturalým, ne dersin?
- Tamam, geliyorum.
Derken el yordamýyla kapýyý bulup, dýþarý çýkan Nurcan’ý Kazan kapý önünde bekliyordu. Birlikte Kazan’ýn az önce tutuþturduðu þöminenin yanýna yürümüþlerdi. Orada ki yumuþak koltuklara karþýlýklý oturmuþ, Kazan’ýn doldurduðu bardaklardan þarap içiyorlardý. Þömine alevlerinden yansýyan ýþýkta sanki bir sihir vardý. Nurcan inanýlmaz güzel ve albenili görünüyordu. Ayný duyumsamayý o da hissetmiþ olmalýydý ki, bunu ilk açýklayan olmuþtu:
-Kazan, gülme sakýn, ama bu kadar yakýþýklý olduðunu bilmiyordum.
Kazan buna iki nedenle güldüðünü açýklýyordu.
-Benden çok yaþayacaksýn galiba Nurcan, niye mi; çünkü ayný þeyi ben sana söylemek üzereydim. Açýkçasý, çok güzel görünüyorsun, bilhassa bu gece.
-Aþk olsun, demek sadece bu geceye mahsus bir izlenim bu. Sabah, veya yarýn fikrin deðiþecek, öyle mi?
- Siz kadýn milleti neden böyle, söylenmeyen þeyleri bile vaki sayar, üstünde yorum yaparsýnýz, anlamýyorum. Lakin eðer hoþuna gidecekse söyleyeyim; sen her zaman güzeldin, güzelim. Ama bu gün, þu anda bir harikasýn. Tamam mý?
-Teþekkür ederim. Güzel bir iltifattý.
-Ne sayarsan say. Ama seni seyretmek hoþuma gidiyor. Biraz da korkmuþ gibisin. Belki bunun da tesiri var halinde. Çünkü kadýnlarýn aþýrý cesuru erkeðe benzer ve erkekleri kendime yakýn bulmam.
-Ben tam aksine, cesur erkeklere bayýlýrým. Senden bu kadar hoþlandýðýmýn sebebi varmýþ.
-Býrak þimdi iltifatý. Korktuðun için böyle düþünüyorsun, deðil mi?
-Yok, inan ki, korkmuyorum lakin þimdi bu. Oysa, itiraf ederim ki, biraz önce müthiþ korkuyordum. Ama hislerim korkunun eseri deðil.
- Peki, inandým. Saðol. Bir bardak daha þarap ister misin?
- Evet, çok iyi olur.
Þarap þiþesi elinde, Nurcan’ýn yanýna yaklaþan Kazan, onun uzattýðý boþ bardaðý doldurmuþ, geri çekilmek üzereydi ki, Nurcan kolundan yakalayarak;
-Lütfen uzaklaþma, yanýmda kal.
-Tamam güzelim, yeter ki sen emret. Ýstersen, yani uykun geldiyse seni odana götürür, baþ ucunda nöbet tutarým sabaha kadar.
- Tanrým sana çok þükür! Çok iyisin Kazan. Senin gibi biriyle bütün ömrümü geçirmek isterdim.
-Sen de çok tatlýsýn, lakin onu aklýndan çýkar. Çünkü senin erkekler, benim kadýnlar hakkýnda ki görüþlerimiz çok farklý. Biz kesinlikle karý-koca olamayýz. Ben senin korumaným ve istersen mukaveleyi epey daha uzatabiliriz?
-Kazan çok hainsin. Demek onun için beni konuþturup, aðzýmdan laf alýyordun, öyle mi?
-Demek kabul ediyorsun bütün bunlarý.
- Hayýr, ben sana yalan söyledim bu konuda.
- Ne yani, erkeðin dominant olduðunu kabul mü ediyorsun?
- Tabii ki, bu doða kanunu deðil mi. Ben neyim ki o yasayý geçersiz sayabileyim?
- Ýnanayým mý yani?
-Evet, lütfen.
Bu sýrada bir birlerine çok yaklaþmýþlardý. Nurcan dalgalý saçlarýný geri atmýþ, muntazam yüzünde bir gül goncasýnýn taç yapraklarýný andýran, etli dudaklarýný ihtirasla aralamýþtý. Onun bu hali, Kazan’ýn sönmüþ volkana benzeyen soðukkanlýlýðýný ansýzýn patlamak üzere olan bir yanardaða çeviriyordu. Bir birine sarýlan ihtiraslý bedenler, þöminenin önünde serili iri ayý postunun üzerine iniyorlardý. Ateþ, çatýrtýlar çýkararak yanarken, onlar sevdanýn has bahçelerinde sermest oluyor, haz denizlerinde yüzüyorlardý...
Nihayet yeni bir gün ve sabah olduðunda ayný yatakta bulunuyorlardý. Gece baþlayan muhabbet, þöminenin sönmesine kadar sürmüþ, sonra Nurcan’ýn yataðýna taþýnmýþlardý. Keþif turlarý tan aðarmasýna deðin sürmüþ, aþk yorgunluðunu atmak için nihayet uykuya dalmýþlardý.
Yataktan ilk kalkan Nurcan olmuþ, banyodan sonra kahvaltý hazýrlamak için mutfaða girmiþti. Onu Kazan izlemiþti. Çok mutluydular. Nurcan tam bir evcimen kadýn gibi davranýyor, bu haliyle onu þaþýrtýyordu.
Kazan düþündüðünü açýða vurarak;
-Senin bu kadar becerikli bir ev hanýmý olacaðýný bilsem, görür görmez evlenme teklifi yapardým.
Nurcan gülerek:
-Dalga geç miyorsun, deðil mi?
- Ne münasebet güzelim. Gerçekten böyle düþünüyorum. Çünkü hakkýnda çok yanýlmýþým.
- Ýþin doðrusu, ben bile böyle olduðumu yeni keþfediyorum. Bana kadýnlýðýmý hatýrlatmak için senin gelmen gerekmiþ anlaþýlan.
- Yok yok, sen tam bir kadýnsýn tatlým.
- Sen hakeza bir erkek. Ama umarým, yine de dün konuþtuðun gibi deðilsindir.
- Doðrusu bunu zaman gösterecek. Ama senin kast ettiðin hususu henüz anlamýþ deðilim.
- Doðru, bunu zaman gösterecek.
- Þimdi hazýrlanýp, çýkmam gerek. Ortamý araþtýrýp, polisin ne yaptýðýný öðrenmeliyim.
- Bunu dýþarý çýkmadan da öðrenebiliriz. Dostlarýmýz olduðunu unutuyor musun?
- Hayýr, ama þöyle bir dolaþýp gelsem diyordum.
-Sen bilirsin.
Onlar ne yapacaklarýna karar vermeðe çalýþýrken, Kemalin adamlarý Alman hastanesinde yoðun bakýmdan çýkmýþlardý. Polis yaralýlarý sorgulamakla iþe baþlamýþtý. Adamlarý konuþturmak mümkün deðildi.
Söyledikleri sadece; ansýzýn üzerlerine ateþ açýlmýþ olduðu ve faili tanýyamadýklarý idi. Komiser Refik bununla yetinmek istemiyor, lakin üzerlerinde suç delili sayýlan hiç bir þey bulunmamýþ olmasý iþi zorlaþtýrýyordu. Çünkü polis olay yerine gelmeden silahlarýný yok ederek, olasý tek kanýtý da bertaraf etmiþlerdi. Faili meçhul bir þekilde yaralanmýþ olmalarý suç isnadý için yetmiyordu . Ýsim ve adres alan komiser;
-Baylar, gözüm üzerinizde olacak. Çünkü olayý aydýnlatmak için bana hiç yardýmcý olmadýnýz. Hadi, yine de geçmiþ olsun! Diyerek, hastaneden çýkmýþtý.
Bu sýrada Kemal bey, görkemli yatýyla Akdeniz’e doðru yola çýkmýþ, Rotasý önce Ýzmir, Fethiye ve Antalya idi. Sonra Kuzey Kýbrýs Türk Cumhuriyetine ait olan Magosa þehrine gidilecekti. Bu sýrada hem dinlenecek, hem de yeni giriþeceði iþlere dair projeler yapacaktý.
Dürüst, aðýr baþlý ve kültürlü bulduðu Hüseyin’in mizacý hoþuna gitmiþ, onu yanýnda götürüyordu. Fýrat þimdilik Ýstanbul’da kalýp, hastanede ki adamlarla ilgilenirken, polisin çalýþmalarýný izleyecek ve gerektiðinde ona bilgi verecekti.
Bu hizmetlerine karþý tahmininden çok daha yüksek bir maaþ alacak olan Fýrat, iki aylýk tutarý kadar avansý cebine koyunca çok memnun olmuþ, ilk fýrsatta sevgilisi Müjgan ile evlenecekti. Kýzcaðýz elan bir tekstil fabrikasýnda çalýþýyor ve yýllardýr onun yolunu beklerken, evlenip, yuva kurmak hayalleri kuruyordu. Devamlý bir iþi bulunmadýðý için günübirlik yaþamak zorunda olan Fýrat, onun adýna üzülüyor, gelecekten bir þey beklemiyordu.
Kemal beyin düþünüp, faaliyet yapmak istediði konular, öncesine göre çok farklýydý. Yaþadýðý mahut olay bütün manevi dünyasýný etkilemiþ, yaþama gayesine adeta yeni bir yön vermiþti. Önceleri sadece kendini düþünüp, sanki hiç ölmeyecekmiþ gibi para yýðýyor, þahsi emel ve ihtiraslarý için yaþýyordu. Paraya hiç doymuyor, daha kazanmak için her yolu mubah sayýyordu. Kanaat ve sadakati kendi bilmez, lakin herkesten bunlarý beklerdi. Ona göre sadakat bir zafiyet sonucuydu. Oysa baðlýlýk duygusunun anahtarý para ve maddi güce sahip olmaktý. Yani, sadakat ya satýn alýnarak veya metazori bir þekilde saðlanabilirdi. Milli duygularý hiç yoktu. Ýliþkide olduðu kiþiler arasýnda asla dinsel ve ulusal fark gözetmez, herkesi ayný kefede ölçer, parasal durumuna göre tartardý. Aslýnda Kemal beyin bu deðiþimine sebep, kendine sorduðu bir soru ve buna verdiði cevaptý.
Soru; bu olayý bir baþka ülke ve farklý kökene ait rakipler karþýsýnda yaþamýþ olsam, sonuç nasýl olurdu?
Cevap; muhtemelen tam aksi olurdu. Örneðin Ýtalya veyaFransa’da olsam, adamlar önce bütün maddi varlýðýma el koyar, sonra kafama bir kurþun sýkarlardý...
Oysa o adam, þahsen kim olursa olsun, muhtemelen bir Türk veya bu ülke kültüründe yetiþmiþ, en azýndan bir Müslüman’dý. Ýlk niyetinin aksine, her halde kökeninden gelen asli özellikleri dolayýsýyla, son anda karar deðiþtirip, böyle emsali görülemez bir kararý verebilmiþti.
Kemal bey iþte o nedenle, bu ülke insanlarýný özellikle sevip-saymak ve bundan böyle yapacaðý bütün iþlerde ulusal yararý gözetmek istiyordu. Giderek zayýfladýðýný düþündüðü milli hasletleri yaygýnlaþtýrýp, her bakýmdan geliþtirecek olan eðitim mekanlarý açmak istiyordu. Bunun için düþündüðü hedef kitle, sýnýrlý üniversite imkanlarý dolayýsýyla, boþta kalan genç öðrenciler olacaktý. Maddi varlýðý olanlardan cüzi bir ücret alýnacak, fakirlere ise tamamen ücretsiz eðitim imkaný verilecekti.
Ancak bu mekanlarýn adý ile tabi olacaklarý müfredat programýnýn M.E.B’ lýðý yada devlet düzeni ile uyumlaþtýrýlmasý gerekecekti.Yapmak istedikleri iþin karþýsýna, kuþkusuz bazý mevzuat ve bürokratik engeller çýkacaktý. Bu iþleri daha kolay yapacaðý kanýsýyla ilk denemeyi Kýbrýs’ta gerçekleþtirmek istiyordu.
Hemen uygun ve hazýr bir bina satýn alýp, faaliyete baþlayacaktý. En önemli husus, ders verecek kabiliyeti haiz eðitmenlerin bulunmasýydý. Müfredat konularý bu mekanda yetiþen öðrencilerin nerede ve hangi maksatla istihdam edileceði belirlendikten sonra ortaya çýkacaðý için, amaçlanan gayenin tespiti gerekirdi.
Birinci gaye; alýþýldýðýn üstünde genel kültür eðitimi saðlamak, ana dil baþta olmak üzere, yazma ve konuþma kabiliyetlerinin inkiþafýna ilaveten tarih, din ve felsefe dersleri verilerek, baskýn Batý kültürünün yol açtýðý zihinsel iþgal ve dejenerasyona set çekilmeliydi.
Bu gayeye, daha ziyade Ýbni Sina, Farabi ve Muhyiddin Arabi tarafýndan yazýlmýþ olan klasik eserlerden yararlanýlarak varýlacaðýný düþünüyordu. Kemal bey bu düþüncelerini nihayet Hüseyin’e açtýðýnda hayreti görülmeðe deðerdi.
-Bu müthiþ bir þey Kemal Bey. Sanýrým niyetiniz, bu ülkeye gerçek anlamda sahip çýkacak kiþiler yetiþtirmektir. Ancak, bu ulvi amaca hizmet edebilecek hoca bulmak konusu çok mühim. Umarým bu konuda size yardýmcý olabilirim.
- Seni yanýmda getiriþ nedenim buydu zaten Hüseyin. Umarým düþündüðümüz gibi olur. Hocalarýn bulunmasý hususu dýþýnda kalan iþler kolay, çünkü bu iþlerin tümü maddiyata dayanýr. Parayý bastýrdýk mý, yapýlmayacak iþ kalmaz. Ama hocalar kimlerden olmalý ve onlara nasýl ulaþabileceðiz?
-Haklýsýnýz efendim. Ben, hoca namzedi olarak en azýndan bir kiþi biliyorum. Bu konuda o da týpký sizin gibi düþünüyordu. Bundan haberdar edilince, sevinçten havaya uçacaktýr. Bu yaptýðýnýz çok idealistçe bir þey. Çok sað olun Kemal bey. Siz bu millete, yüce Tanrýnýn bir lütfu olmalýsýnýz.
-Sen de sað ol Hüseyin. Lakin bu fikriyatýn salt bana mal edilmesi doðru deðil. Çünkü beni bu düþünceye getiren, daha ziyade, o akþam yaþadýklarým olmuþtur.
-Olsun efendim, bu dürüstlüðünüz bile demin söylediklerimi haklý kýlmaya fazlasýyla yetmektedir. Lütfen müsterih olunuz.
Onlar böyle konuþurken, Deniz Kýzý Ege’de tam yol ilerliyordu. Gemiyi sevk ve idare eden tecrübeli bir kaptan ve yeterince yardýmcýsý vardý. Dünyayý dolaþmýþ olan mürettebat, bu tür yolculuklara alýþkýndý. Kemal Bey’in altý büyük gemisi daha vardý. Bunlar uluslar arasý sularda, kimi ham petrol, kimi endüstri ürünleri ve sair yük taþýyorlardý.
Elli yaþýnda, sýhhatli ve iyi görünümlü olan Kemal Bey, beþ yýl önce karýsýndan boþanmýþ, bekar hayatý yaþýyordu. Ýki kýz babasýydý ve bunlar Amerika’da, okuyorlardý. Ona kalsa, en kýsa zamanda onlarý buraya getirmek istiyordu. Büyük kýzý Cemile Ekonomi okumuþ, yakýnda mezun olacaktý. Küçük kýzý Safinaz mimari okuyor ve þu an ikinci sýnýftaydý. Onun düþündüðü daha ziyade Safinaz’dý. Çünkü ablasý gelince yalnýz kalacaktý. Acaba ne düþünüyordu? Yatay geçiþle burada ki bir üniversiteye gelmek ister miydi? Bunlar da ayrý bir meseleydi...
Kemal bey kendi kamarasýna geçmiþ, kýzlarýný telefonla aramak istiyordu. Az sonra numarayý çevirmiþ ve hattýn öteki ucundan yumuþak bir ses;
- Alo! Demiþti.
-Ben baban, nasýlsýn kýzým?
- Ah, sen miydin babacýðým? Kaç gündür hiç aramadýn, merak etmiþtik.
- Merak edecek bir þey yok kýzým, ben iyiyim, siz nasýlsýnýz bakayým. Ablan yok mu?
- Þu an dýþarýda, ama çok sürmez gelir. Ýkimiz de çok iyiyiz, bizi merak etme babacýðým.
- Kýzým, Safinaz, ablan gelince beni arayýn. Araç numarasýndan arayacaksýnýz ha. Þu an yoldayým.
- Tamam baba, merak etme ararýz.
- Hadi, öpüyorum, ablana selam söyle, onu da öpüyorum. Kendinize dikkat edin, emi?
- Tamam, biz de seni Hoþça kal, iyi yolculuklar...
Böylece konuþma bitmiþ, Kemal bey rahatlamýþtý. Ama yine de kýzlarýnýn sonunu merak ediyor, onlar için güvenli ve mutlu bir gelecek kurmak istiyordu. Kamaradan çýkarken neþeliydi, emrindekiler hemen toparlanýp, ona saygýda kusur etmiyorlardý.
Hüseyin dýþarý çýkmýþ, yakýnýndan geçmekte olduklarý adalarý, baþýna deðmek istermiþ gibi alçalýp, sonra yükselen martýlarý seyrediyordu. Hava serin, gökyüzü açýk gri bir bulut tabakasýyla kaplýydý...
Bu sýrada hastaneye giden Fýrat, yatan hastalarý ziyaret etmiþti. Adamlar ameliyat olmuþ, hýzla iyileþmekteydiler. Lakin Patrona karþý mahcup hissediyorlardý kendilerini. Çünkü onlara kýzýp, beceriksizlikle suçlayabileceðinden korkuyorlardý. Patronu cepten arayan Fýrat, telefonu hastalara vererek hepsiyle görüþmesini saðlamýþtý. Patronun kendileriyle þahsen konuþmak istediðini duyunca hepsi bir an irkilmiþ, bundan kaçýnmak istemiþlerdi. Fakat onunla konuþunca çok sevinip, suçluluk kompleksinden tamamen arýnmýþlardý. Hastaneden çýkan Fýrat, Kürt Memo’nun iþlettiði kulübe uðramýþtý. Arkadaþý Þef garson onun geldiðini duyunca hemen ofisinde oturan Memo’ya haber vermiþ, kapýya çýkarak onu yanýna çaðýrmýþtý. Memo olup, biteni çok merak ediyor, iþin aslýný öðrenmek istiyordu. Bu nedenle Fýrat’a çok nazik davranýyor, sanki kýrk yýllýk dostuymuþ gibi, yað çekiyordu;
-Vay Fýrat gardaþým, hele buyur da bir kahve içelim þöyle baþ baþa. Kaç gündür gözümüz yolda kaldý yav. Ne için gitmiþtiniz buradan, sonra bir daha haber alana aþk olsun. Noldu, baþlarýna bir bela mý geldi, diye içimiz içimizi yedi vallahi. E, eh, hadi anlat bakalým, neler oldu, Kemale, sonra nasýl rastladýnýz?
Fýrat anasýnýn gözüydü. Ne o vuruþma olayýndan, ne de þimdi hastanede yatan adamlardan bahsetmiþti. Onun deyindiði sadece Kemal beyi tacize yeltenen sarhoþlar olayý idi;
- Valla Memo gardaþ, hani buradan çýkmýþ, o gri pardösülü, sakallý adamý arayacaktýk ya.

- Hee, sonra ne oldu?
- Öte beriyi dolaþtýk ama nafile. Baktýk koca Ýstanbul’da böyle dolaþmakla kimse bulunmaz, aklýmýza bizim Patronun sýkça demir attýðý rýhtým geldi. Onu arayan, eðer bir tanýdýðý ise, ki öyleymiþ, o halde oralarda olabilir demiþtik. Fakat önce yanýlmýþtýk. Çünkü ona deðil, bizzat Kemal beye rastlamýþtýk. Ýyi ki de rastlaþmýþýz. Birkaç zibidi sarhoþ, Kemal beyi taciz etmeðe kalkýþmýþ, hemen yetiþip herifleri sille tokat kovalamýþtýk.
- Peki ama, Kemal ne yapýyormuþ orada yalnýz baþýna ki? Korumalarý neredelermiþ?
-Valla bunu bilemem, sormadýk. Fakat rýhtýma baðlý motor hazýr bekliyordu, hemen atlayýp, Çekmecede ki yatýna gittik. Sonrasýný biliyorsun iþte.
-Hýmm, anlýyorum. Ama, bak Fýrat, bilirsin seni hemþeri sayar, severiz. Bu yüzden seni uyarmak isterim ki, sonra bir durum olursa bana gücenmeyesin. Tamam mý?
- Anlayamadým Memo, ne olabilirmiþ ki sana darýlayým?
- Sen bilmezsin, ama bu Kemal bey tehlikeli iþler de çevirmektedir.
- Ya, peki ne gibi. Beyaz iþi falan mý?
-Onu bilemem, ama bildiðim o ki, onlar tarihi eser iþi yaparlar. Hem de her biri bir servet eden tür þeyler. Anlýyor musun. Sonra baþýn derde girmesin?
-Sað ol Memo gardaþ. Anladým. Ama bu iþ o kadar tehlikeli sayýlmaz.
-Olur mu, yakayý hele bir ele ver, bak kaç yýl yersin. Zaten yeni çýkmýþsýn kodesten?
-Korkma korkma bir þey olmaz. Kemal bey her halde onlarý bize taþýtacak deðildir. Hem sanki sen yapmadýn mý zamanýnda bu iþleri. Seni niye buraya ortak etti?
-Deli deli konuþma Fýrat, o iþleri eskiden yaptýk biz, o zamanlar kimse bilmiyordu bunlarý. Polis artýk bu iþlere iyice uyandý. Ben senin için söylüyorum, ama ne istersen onu yap.
-Benim görevim baþkadýr Memo, kahve için sað ol. Hadi bana eyvallah.
Böylece oradan ayrýlan Fýrat, artýk sevgilisine gitmek ve müjdeyi vermek istiyordu. Ücreti ödeyip, arabadan inmiþti. Fabrikanýn paydos saati olduðundan, orada çalýþan çoðu bayan, iþçiler bir bir çýkýyordu. Nihayet onun Müjgan da görünmüþtü. Onu fark edince çok sevinmiþ, koþarak yanýna gelmiþti. Aslýnda onu hemen kucaklamak ve öpmek istiyordu, ama çevreye ayýp olmasýn diye, bunu yapmamýþtý. El ele tutuþarak kaldýrým boyunca yürümeðe baþlamýþlardý. Hava buruk, etrafta bir yerden laðým kokusu geliyordu. Sað taraflarýnda bulunan denizde irili ufaklý gemiler görünüyor, balýkçý tekneleri kýyýya yanaþýyordu. Yanlarýndan iki de bir yaya yolunun kullanan bisikletliler geçiyordu. Sevdiðinin elini sýkarak bir an durup;
-Biliyor musun Müjgan, Demiþ, sonra tekrar yürümüþtü.
Kýz onun bu halinde bir gariplik olduðunu daha baþýndan hissetmiþti. Çünkü üstünde ki giysiler yeni ve kaliteliydi. Bu haliyle daha yakýþýklý görünüyordu. Sonra tekrar durup, kara gözlerini kýzýnkilere dikerek;
- Müjgan, yakýnda evleneceðiz!
- !
-Ýnanamadýn deðil mi? Ah zavallý sevgilim. Seni çok seviyor ve mutlu etmek istiyorum, hem de çok mutlu. Yeter çektirdiklerim. Evinin kadýný olacak, artýk baþkasýna çalýþmaya gitmeyeceksin, nasýl? Sevinmedin mi?
-Sevinmek ne kelime Fýrat.Bu dediklerin karþýsýnda havalara uçuyorum, içim içime sýðmýyor. Tanrým, inþallah bu bir düþ deðildir. Düþ deðil, he mi Fýrat?
-Yok yok, hakikat. Ciddi söylüyorum.
- Peki ama bu nasýl oldu? Daha doðrusu, nasýl olacak?
- Artýk çok iyi bir iþim var sevgilim. Ýyi para kazanýyorum. Daha ne olsun?
- Tanrým sana çok þükür. Demek ki bu günleri de görecekmiþiz.
- Evet, Tanrýya þükür.
Böylece yürümüþ ve zaten uzak olmayan Müjganlarýn evin önüne gelmiþlerdi. Müjgan’ýn annesi ev hanýmý, babasý inþaatlarda bekçilik ediyordu. Bir de küçük oðlan kardeþi vardý. Annesi Fýrat’ý görünce, önce yüzünü buruþturmuþ, fakat sonra yapmacýk gülümsemeyle;
-Ýçeri gel deli oðlan, niye dýþarda bekliyorsun? Demiþti.
Fakat Fýrat girmeyip;
-Az sonra geliyorum anne. Diyerek, oradan uzaklaþmýþtý.
Dalgýnlýðýndan, eve eli boþ gelmiþti. Hemen en yakýn markete uðrayýp, birkaç poþet dolusu hediye ve yiyecek alarak dönmüþtü. Bunlarý gören anne damadýný güler yüzle karþýlayýp, sevinçle eve buyur etmiþti. O akþam herkes mutluydu. En kýsa zamanda düðün yapýp, yeni bir eve taþýnacaklardý. Anne evin yakýnlarda olmasý gerektiðini, hatta münasip bir daire bildiðini söylüyordu. Onlar karar verirse, gidip evi tutabilirdi.
Fýrat üç gün içinde düðünü yapmak istiyordu. Bu durumu telefonla arkadaþý Hüso’ya haber vermiþ, o da patrona söylemiþti. Patron bu olaya sevinmiþ ve yüklü bir düðün harcý havale ettirmiþti. Bu durumda Fýrat’ýn aðzý kulaklarýna varýyor, mutluluktan havalara uçarken, arkadaþý Hüso’yu düðününe davet ediyordu. Bunu anlayýþla karþýlayan patron, günü gelince uçaða atlar gidersin, diyordu...
Kazan ve Nurcan akþam üzeri Cezmi’nin Üsküdar’daki evindeydiler. Cezmi’nin uçaðý saat 23.oo de Atatürk Hava Limanýna inecek, gidip onu alacaklardý. Ýsviçre bankasýndan çekleri tahsil etmiþ, herkesin payý havale yolu ile Türkiye’de ki banka hesaplarýna yatmýþtý.
Cezmi’nin karýsý Serap çok iyi bir insandý. O an evde olmayan kýzlarý Eda Lise ikiye gidiyordu. Onlar salonda otururken, Serap mutfaktan çay getirmiþ, içerek konuþuyor, bu arada Tv’den haberleri izliyorlardý. Amerika ve müttefiklerine ait silahlý kuvvetler, Kuveyt’i iþgal ettirmesi nedeni ile Saddam’a ve dolayýsý ile Irak’a müdahale etmiþ, savaþ bütün þiddetiyle sürüyordu. Televizyon ekranýna yansýyan görüntüler sinema salonunda rastlanýlasý türden, bilim-kurgu türü sahneleri andýrýyordu. Biteviye kalkýp-inen savaþ uçaklarý ve výnlayarak uçan roketlerin yer hedeflerini vurmasý sonucu havaya yükselen alev toplarý...
Baðdat alevler içinde yanýyordu... Bombalandýðý söylenen masal kenti, sanki tahrip edilmiyor, bilakis, gecenin koyu karanlýðýnda parlayan rengarenk havai fiþeklerle müthiþ bir bayram sevincini yaþar gibiydi. Týpký aðlamak ve gülmenin benzeþtiði gibi. Fark sadece içte duyulan duygulardaydý. Birinde ýstýrap ve acý, diðerinde neþe ve mutluluk...
Televizyonlarý baþýnda çoðu insanlar gibi, onlar da oturmuþ, olanlarý inanamayan gözlerle seyrediyorlardý. Tesadüf bile olsa, vurulmuþ olan sivil bir evde oturan insanlar olabileceðini kimse düþünmüyordu. Haberler tam bitmek üzereydi ki, sunucu bir son dakika haberi veriyordu;“ Zürich, Ýstanbul arasýnda sefer yapan 28 sayýlý Türk yolcu uçaðý düþtü. Kazada tamamen yanan uçaðýn 286 yolcusundan kurtulan olmadýðý sanýlýyor...” Deniyordu.O an içeri bomba düþmüþ gibi, herkes þoka girip, ses, seda kesilmiþ, kimse “Bu Cezmi’nin uçaðý, deðil mi?” Diye, soramadýðý gibi, bunu düþünmek dahi istemiyordu.
Serap o sýrada yine mutfakta idi. Hemen televizyonu kapatan Nurcan, dýþarý fýrlamýþ, arkasýndan giden Kazan onu tekrar içeri getirmiþti. Bunu bir þekilde Serap’tan saklamak istiyorlardý. Mutfaða giren Nurcan, Serap’a, çýkmak istediklerini söylerken yüzü sararmýþtý. Bu hali Serabýn dikkatini çekerek, nedenini sorunca;
-Biraz tansiyonum düþtü. Demiþ, sonra ekleyerek;
-Televizyonda bir uçak kazasý olduðu söylendi de...Diye aðzýndan kaçýrmýþtý.
Bunu duyan Serap, birden sendeleyerek düþecek olmuþ, fakat onu tutan Nurcan sandalyeye oturmasýný saðlayarak;
-Ne oluyorsun böyle þekerim. Neden hemen kötü þeyler düþünüyorsun sanki?
-Sen böyle düþünmüyor musun? Nurcan, bir þey duydunsa lütfen benden gerçeði saklama.
-Doðrusu, bir an ben de böyle düþündüm. Fakat aklýma Ýsviçre’den Ýstanbul’a sadece bir uçaðýn geliyor olmayacaðý fikri geldi.
-Biliyor musun kardeþim, ben dün gece düþümde kötü þeyler görmüþ, bir þeyler olacaðýndan zaten korkuyordum. Tanrým... Dilerim Cezmi hayattadýr...
-Metin ol kardeþim. Biz þimdi çýkar, araþtýrýr ve sana doðru ve hayýrlý haberi veririz. Sen merak etme.
Oradan ayrýlmýþ ve hemen ilgili hava yolu þirketinin burada ki bürosuna gitmiþlerdi. Gerçi kazada hayatýný kaybeden yolcu ailelerine tazminat ödenecekti, lakin haber ne yazýk ki doðruydu. Bu olay her ikisini de çok üzmüþ, Seraba nasýl söyleyeceklerini bilmiyorlardý. Fakat baþka çareleri olmadýðý için eve tekrar gidip, alýþtýrarak açýklamak kararý almýþlardý. Güzel bir liseli genç kýz olan Cezmi’nin kýzý Seyyal de evdeydi. Anne, kýz oturmuþ, aðlýyorlardý. O gece Nurcan orada kalmýþ, Kazan Çamlýca’ya yalnýz dönmüþtü. Þöminenin karþýsýna oturmuþ, düþünüyordu. Arkadaþý Cezmi için döktüðü göz yaþlarý içine akýyordu. Ýçi yanýyordu, çünkü bu olaydan ötürü sorumlu tutabileceði kimse yoktu. Metin olmalýydý...
Çok iyi geçinen iki arkadaþtan Cezmi, kendine göre inançlý ve dürüst bir insandý. Ramazan gelince oruç tutar, aðzýna içki koymaz, Cuma namazlarýný kaçýrmazdý. Kazan’ý severdi. Ama yine de ara sýra tartýþýrlardý. Çünkü Kazan ne Cuma’ya gider, ne de oruç tutardý. Bu tutumuna dair sebebi kimseye açýklamaz, böyle bir ihtiyaç duymaz, ýsrar kabul etmez, ama dost olduklarý için Cezmi’yle konuþurdu. Her birinin hareket saiklarý farklýydý. Cezmi’ye dini inancý konusunda ne aile çevresi, ne de baþka bir yerde baský yapýlmamýþ, tamamen serbest büyümüþtü. Evde ki bütün büyükleri ibadet yapan insanlar olduklarý için, zamanla onlara benzemiþ ve içinden geldiði gibi davranýyordu.
Kazan’ýn durumu tam tersi olmuþtu. Uzun yýllarýný zoraki gönderildiði din eðitimi veren kurs ve okullarda geçirmiþ, mecbur tutulduðu için olacak, din öðretilerini benimsememiþti. Tanrýya, tek baþýna kaldýðý zamanlarda içinden geldiði gibi yönelmiþ, onu kah kendi içinde, kah çok uzaklarda veya hiç yok gibi saymýþtý.
Bazen türlü nedenlere dayalý olarak, namaz dahi kýldýðý olmuþtu. Namazý, þekilsel bir ibadet tarzý olarak, insan tabiatýna uygun buluyor, lakin bunu belli vakitler ve katý bir ritüele baðlamadan yapmayý yeðliyordu. Kýsacasý, ne zaman istenç duyarsa o zaman ibadet ediyordu. Þahsi ilkeleri hariç, Kazan’ýn sonuna kadar uyup, baðlandýðý kural yoktu. Kimseye karþý kural dayatmaz, herkesi, sonuçlarýna katlanmak kaydýyla, istediði gibi davranmakta serbest býrakýrdý. Bu bakýmda Cumhuriyetin temel bir ilkesi olan Laikliði tutuyordu. Çünkü bu ilke her yurttaþa kiþisel inanç ve vicdan özgürlüðü tanýyordu...
Hal böyle iken, ülke çapýnda, zamanla toplumsal bir sorun olan “Baþ örtüsü meselesi” dikkatini çekiyordu. Bazýlarý bunu, kendi inanç ölçülerine göre inatla, savunurken, kimileri ayný tür inatla karþý çýkýyorlardý. Kazan ne savunanlara, ki bunlar çokluk üniversite öðrencisi kýzlardý, ne de karþý çýkanlara hak veremiyordu. Bilakis, her iki tarafý da kendi içinde tutarsýz görüp, samimiyetsizlikle suçluyordu.
Bir kez, baþ örtülü olduklarý için, içeri alýnmadýklarý okullarý önünde ders çalýþan ve kimi zaman kendilerini demir parmaklýklara kilitlemek gösteriþleri yapan, onlarý uzaklaþtýrmak isteyen polise aðlayarak direnen kýz öðrencilerin yanýna gitmiþti. Ýçlerinden birine bunun gerekçesini sorduðunda, düþüncelerini þöyle açýklýyordu;
- Dinsel inancýmýzýn gereði… bunun her hangi bir siyasal akýmla alakasý yoktur.
Oysa, karþý çýkanlarýn inatlaþmak gerekçeleri basýna þöyle aksediyordu; ”Bunlar belli bir Ýslamcý siyasi akýmýn militanlýðýný yaparken, baþ örtüsünü (Türban) bir sembol olarak kullanýyor, bu tutumlarý ile, kendileri gibi olmayanlar üzerinde manevi baský oluþturuyor ki, bu da laiklik ilkesine aykýrýdýr” deniyordu. Buna ek olarak, “Bunlar ve arkalarýnda ki siyasi güçlerin asýl amaçlarý, Cumhuriyetin devlet yapýsýný Þeriat yönetimine çevirmektir” deniyordu.
Kazana göre; iki taraf da yanlýþ yapýyordu. Bu konu dahilinde sergiledikleri tutumla büyük Atatürk’ün kurduðu devleti dünya önünde gülünç duruma düþürmekteydiler. Çünkü Atatürk; “Baðýmsýzlýk ve hürriyet benim karakterimdir” demiþti. Aksi durumda, yani, mahkum edilmedikleri ve þu durumda özgür olduklarý halde, bunu lâyýðý ile idrak edememiþ olanlar ile, laikiz, dedikleri halde, aksine davrananlarýn sýfatý ayný ve bunu ise; karaktersizlik, diye tanýmlýyordu. Çünkü baþ örtüsünü savunanlarýn kaçýnamadýklarý bir zafiyet, ona karþý çýkanlarda baþka bir zafiyete yol açarak, aslýnda herkesin savunmakla yükümlü olduðu, temel bir Cumhuriyet ilkesi olan laikliðe ters düþülüp, onun yozlaþtýrýlmasýna yol açýlýyordu. Kazan bu görüþlerini Ýlahiyat Fakültesi öðrencilerine açtýðýnda, her þeye raðmen ona itiraz edip, yanýldýðýný iddia edenlere þöyle diyordu;
-Bu, dinsel inancýmýzla ilgilidir, din ise tinsel hayatýmýzýn temelidir derken, ona ne büyük bir önem verdiðiniz anlaþýlýyor. Hiç böyle büyük ve hatta sýnýrsýz bedel biçilen bir þey, sýnýrlý bir feragatle elde edilebilir mi? Kaldý ki, inanç sahibi olmak ve bunu göstermek’in sonuncu sýrasýnda sayýlabilecek baþ örtüsü takmak konusunda gösterilen bu ýsrar, iþte böyle, gereksiz bir karþý tepkiyi doðurmaktadýr. Yanýlýyor muyum?
- Evet, bunun asýl nedeni bizi yönetenlerin hoþ görüsüzlüðüdür.
Bu sözün sahibi genç kýza cevap veren Kazan;
- Sizlere, bu durumda ne yapýlmasý gerektiðini açýklamaða gerek yok, zira akýl sahibi ve mantýklý düþünecek çaðda, birer üniversite öðrencisi olmuþsunuz. Fakat bence asýl sorununuz, savunduðunuz mefhum konusunda emin olmamanýzdýr. Sizler gerçek anlamda emin olmaðýn ne demek olduðunu dahi bilmiyorsunuz. Çünkü gerçekten emin ve buna hakikaten inanmýþ olsaydýnýz, böyle mahdut edilemezdiniz.
- Bizi inançsýzlýkla itham ediyorsunuz?
Bu soru karþýsýnda Kazan çaresiz gülerek;
- Hayýr. Ben sadece, gerçek inanýþýn insana nasýl bir hürriyet his ve anlayýþý kazandýrmasý gerektirdiðini biliyor, sizinkinin buna benzemediðinden bahsediyorum. Aksi halde böyle bir sorun hiç mesahesinde olurdu.
- Yani o anlayýþý bizlerde göremiyorsunuz, öyle mi?
- Evet.
- Fakat biz, er kiþi deðil, birer bayanýz nihayet.
- Bayan olmak insaný kiþi olmaktan uzaklaþtýran özellik midir?
- Deðil, ama yine de bir bayan olarak kiþiliðimizi yaþamak daha zor oluyor.
- Sanýrým asýl zorluk bireysel kiþiliklerinizin oluþmasý aþamasýnda baþlýyor, buradan kaynaklanýyor. Çünkü bunu çoðunlukla hazýr kalýplardan alýyor, kendi kararýnýzý vermiyorsunuz.
- Fakat, o kalýp dediðiniz kiþilikler, ilkeler, din büyüklerimize aittir. Böyle mükemmel kiþilikler varken, kendi kiþiliðimizi oluþturmak zor bir yolu tutmak deðil midir? Bunu mu bize önermek istiyorsunuz?
- Bu sorunuz için söylenmesi gereken daha çok þeyler var. Bu tutumunuzla, bütün din büyüklerinin kiþiliklerini tek bir kiþilikte birleþtirmek istiyor olduðunuzun farkýnda bile deðilsiniz. Bunun baþarýlamayacak kadar zor bir iþ olduðu kesin ve bu haliniz de bunun kanýtý olsa gerek.
- Ama biz, daha ziyade bu kiþiliklerin ahlaki düstur ve tutumlarýný benimsiyoruz.
- Onun için mi baþ örtüsü takmakta ýsrar ediyorsunuz?
- Evet.
- Þu halde, sizce baþ örtüsü takmayanlar ahlaksýzlýk etmiþ oluyorlar. Öyle mi?
-!?
Diyor ve oradan uzaklaþýyordu. Onun gidiþini izleyen diðer kýzlar arkadaþlarýnýn yanýna geliyor, ne konuþtuklarýný soruyorlardý. Bir süre sonra, yeniden buluþmak üzere onlar da eylem yerini terk ediyorlardý.
Bu arada Hüseyin, Kazan’ý muhakkak bulmasý için Fýrat’a haber göndermiþti.Ýstanbul’u, gerekirse karýþ karýþ aramalý ve onu bulmalýydý. Fakat bu iþ kolay olacaða benzemiyordu. Çünkü Kazan artýk tebdili kýyafet gezmiyor, bu bakýmdan Fýrat’ýn elinde ki eþkal ona uymuyordu. Aramayý sürdüren Fýrat, sonunda Cezmi’nin evini ve böylece ona götürecek yolun baþlangýç noktasýný bulmuþtu. Fýrat bunda haklýydý, çünkü Nurcan ve Kazan oraya birlikte geliyorlardý. Fakat bu adam ne öyle uzun saçlý, ne de sakal taþýyordu. Onlarý izleyerek Çamlýca da ki villayý öðrenen Fýrat þimdi bir yolunu bulup, onlara yaklaþmak ve yakýndan soruþturmak istiyordu. Ancak henüz bilmediði bir husus, onun için tehlikeli olabilirdi. Çünkü Kazan onu fark etmiþ, hissettirmeden onu izlemekteydi. Onu sivil polis sanmýþtý. Kendisine karþý kullanýlacak geçerli bir delil bulunmadýðý için durumu tehlike saymýyordu lakin, onu takip edip de hiçbir zaman emniyete ait binalara girmediðini görünce, kararý deðiþmiþ, kuþkulanmaða baþlamýþtý. Ýlk fýrsatta doðrudan karþýlaþmak kararý almýþtý. Ne tesadüfse, ayný kararý alan Fýrat bir akþam üstü gelerek kapýyý çalmýþtý. O sýrada evde olduklarýný biliyordu. Zil sesini duyan Kazan kapýyý açmak için Nurcan’ý göndermiþ, kendisi eli tetikte bekliyordu.
Kapýyý açan Nurcan;
- Buyurun, kimi aramýþtýnýz?
- Affedersin abla, sizinle bir konu hakkýnda görüþmek istiyordum.
- Benimle mi?
- Hayýr, yani eþinizle. Kendisi buradaysa tabii?
- Evet, buyurun, salona geçin, ben haber vereyim.
- Sað ol abla, fazla zamanýnýzý almayacaðým.
- Tamam, þöyle geçin.
Fýrat saða sola bakýnarak küçük koridorda, solda ki odaya girmiþti. Bu sýrada arkasýnda kalan koridorun diðer ucunda ki odada bulunan Kazan, o içeri girince yanýna gelmiþti. Fýrat henüz ayakta duruyordu.
- Hoþ geldiniz, buyurun, þöyle oturun.
- Sað olasýn aðabey, ben size birini soracaktým.
- Kimi?
- Siz uçak kazasýnda hayatýný kaybetmiþ olan Cezmi beyin arkadaþýydýnýz, deðil mi?
- Evet.
- O halde soracaðým adamý muhakkak tanýr, veya en azýndan görmüþsünüzdür.
- !
- Uzun saçlý, sakallý ve sizin boylarýnýzda biri...
- Evet gördüm, hatta iyi de tanýrým. Fakat siz onu neden arýyorsunuz?
- Vallahi aðabey, bunu ben de tam bilemiyorum. Ama bizim patron, Kemal bey ona çok önem veriyor, mutlaka bulmamý emretti.
- Amacý neymiþ peki?
- Buna cevap vermeden, ben o kiþinin ne iþ yaptýðýný, tahsilli biri olup olmadýðýný sorabilir miyim?
-Hayret, bununla ne alakalý olabilir ki?
- Alakasý þu; Kemal bey þu sýra Antalya’da ve kurmakta olduðu yeni bir kurs için hocalar arýyor, orada bir tür ders vermek için.
- Deme ya, amacý neymiþ peki?
- Ne bileyim aðabey, vallahi bilmiyorum. Ama çok ciddiler bu iþte. Bir sürü de para harcanmýþ bu uðurda.
-Allah, Allah... Kurs ha... Bu Kemal bey hayli ilginç biri, hatta biraz tuhaf.
- Tuhaf deðil aðabey, dostum Hüso’nun da dediði gibi, iyi niyetli biri ve bana sorarsanýz resmen baba bir insan.
- Enteresan... E, eh, sonra?
- Kemal bey bir akþam, her ne yaþadýysa, kendisinde büyük deðiþiklik olmuþ. O günden sonra bu gibi iþlere iyice merak sarmýþ.
-Bir akþamda ha. Yok caným, o kadar da deðildir.
-Vallahi doðru aðabey. Onun öncesini bilenler “Adam tam bir iyilik meleði” diyorlar. Þimdi bana o kiþi hakkýnda bilgi verecek misiniz?
- Olabilir, ama Kemal beyin onunla ne iþi olduðunu öðrenmeden bunu yapmam doru olmaz. Deðil mi?
-Haklýsýn aðabey, esasen ben de yapmazdým. Ama sizi temin etmek için dostum Hüso’yu tekrar arasam. Olmaz mý?
-Ýyi, ara bakalým.
Nitekim Fýrat telefon etmiþ ve Hüso’dan beklediði cevaplarý almýþ olarak;
- Tamam aðabey, aksi bir durum olursa, ki kesinlikle olmayacak, buna dair her türlü sorumluluðu üstleniyoruz.
- Tamam, onun adý Kazan ve o benim.
- Buna çok memnun oldum. Sizi bulduðumu haber verebilir miyim?
- Olur, fakat Kemal beyin benden ne istediðini bilmiyorum, bunu öðrenirsen gerekeni düþünürüz.
-Tamam.Hüso’yu tekrar arayan Fýrat, Kemal beyin Kazandan hoca bulmak konusunda yardým istediðini öðrenmiþti. Durumu Kazan’a açtýðýnda, buna önce þaþýrmýþ, sonra gülerek;
- Nasýl bir hoca arýyorlar, ne dersi ve hangi þartlarda verecekmiþ, bunlarý bilmeden bu konuda bir þey söylemek mümkün deðil.
- Kazan aðabey, bu teklifi kabul edip, yardým için gitmeniz halinde istediðiniz ücretin verileceðini ayrýca belirtmem istendi.
- Bu önemli deðil. Ama hangi konuda uzman hoca istendiðini öðrenirsen daha iyi olur.
- Bunu sorar, öðrenirim. Telefon numaranýzý verirseniz, sizinle daha sonra irtibata geçerim. Olmaz mý?
-Olur.
Böylece anlaþýp, ayrýlmýþlardý. Fýrat’ýn çýkmasýndan sonra Kazan konuyu Nurcan’a aktarmýþ, fakat o iþkilli; bunun bir tuzak olabileceðinden kuþkulanýyordu. Lakin Kazan, her þeye raðmen bir deneme yapmak ve gidip çalýþmalarý yerinde görmek istiyordu.Kemal bey Ýstanbul’a dönmüþ, yatýndan Kazana telefon açmýþtý. Bir süre sonra Kazan ve Fýrat gelmiþlerdi. Kemal bey Kazaný karþýlarken çok heyecanlýydý. Yüksek rýhtýmdan bordaya geçen Kazaný muhabbetle kucaklarken;
- Hoþ geldin Kazan Bey. Davetime icabet ettiðin için çok sað ol.
- Hoþ bulduk Kemal Bey. Sizi gördüðüme ben de memnun oldum.
- Umarým teklifimi düþünmüþsündür?
- Evet, Antalya’ya gideceðim. Umarým bir katkýmýz olur.
- Bunda kuþkum yok. Ne zaman uçuyorsun?
- Yarýn.
- Bu arada, Cezmi için cidden üzüldüðümü bildirmek isterim. Onun da sað olup, bu günleri görmesini çok isterdim.
- Eksik olmayýn Kemal Bey.
- Sanýrým eþi ve bir de kýzý vardý. Onlar için yapabileceðim bir þey olursa, bunu muhakkak bilmek isterim.
- Sað olun.
- Buyur, þöyle içeri geçip, bir þeyler içelim.
Derken salonda kahve içerek, bir müddet sohbet etmiþ, sonra ayrýlmýþlardý. Devresi gün Kazan ve Nurcan Antalya’ya uçmuþlardý. Nurcan bir otele yerleþmiþ, Kazan okulun idari iþlerinden sorumlu ve kendisini almak üzere bekleyen Hüseyin’le yola çýkmýþtý. Arabayý Hüseyin kullanýyor, yol alýrken konuþuyorlardý.
- Kazan Bey, Kemal Bey sizi bu iþ için ta baþýndan beri düþünüyordu. Fakat adýnýzý öðreneli henüz iki gün oldu. Sizinle tanýþtýðýma memnun oldum.
-Ben de, fakat, doðrusunu isterseniz bu projede nasýl bir iþlevim olacaðýný halen anlamýþ deðilim.
- Tevazu gösteriyorsunuz, ancak Kemal beyin bir bildiði vardýr muhakkak. Hangi konularda ders verebilecek eðilime sahip olduðunuzu tespit etmek için, isterseniz önce özel ilgi alanlarýnýzý biraz sorgulayalým. Örneðin; hayat anlayýþýnýz nedir?
- Hayatý bir bütün olarak görür, onayýmýz sorulmadan getirildiðimiz bu yaþamda kalmanýn ötesinde, bunu bir sanat gibi yaþamayý isterim.
- O, oo Kazan Bey, meseleye çok geniþ bir açýdan bakýyorsunuz. Hayret verici. Biraz açar mýsýnýz? Örneðin, kadere inanýr mýsýnýz?
- Kader, her halde yüce yaratýcýnýn bir taktiri olarak, vardýr. Ancak bu konu beni üçüncül derecede meþgul eder. Ben daha ziyade, bize meçhul bir irade icabý geldiðimiz bu dünya hayatýný, beþ duyumuzla nasýl algýlar, nasýl daha iyi yaþarýz, ona bakarým.
- Ölümden sonrasý alakadar etmez mi sizi peki?
- Eder, ancak bana göre ölümden sonrasýný bilmenin ve onu bir þekilde teminat altýna almanýn yolu, yaþarken buna dikkat etmektir.
- Anlýyorum. Peki, ya Tanrýya inanýr mýsýnýz, desem?
- Tabii ki, hem de kuþkusuz. Ancak, inanç tarzým kendime göredir her halde. Netice olarak, her þeyi kapsadýðý gibi, ayný zamanda her þeyin dýþýnda olabilen, süper latif özellikleri haiz, bir yüce Yaratýcý olduðuna inanýyorum.
-Bu paylaþým için çok teþekkür ediyorum. Detaylarý gerçi henüz bilmiyorum, lakin yaklaþým tarzlarýmýzýn benzeþtiði kesin. Biraz sonra sizi diðer hocalarla tanýþtýracaðým. Hocalarýmýzýn her biri kendine göre mümtaz þahsiyetlerdir.
Derken yüksek tepeyi týrmanmýþlardý. Burasý eski çaðlardan kalma surlarýn içinde kurulmuþ, kýsmen restore edilen yapýlardan oluþmuþtu. Her þey düþünülmüþ, her türlü imkaný haiz hale getirilmiþti. Denize ve Akdeniz sahili boyunca uzayýp giden þehre yukarýdan bakýyordu. Þehirde ki gibi bunaltýcý olmayan açýk havada, sofada oturup, mistik sohbetlere dalmak kim bilir ne kadar güzel olurdu.
Arabayla kale kapýsýndan girmiþ, geniþ alanda park ederek, kabul salonuna geçmiþlerdi. Etrafta onlarý karþýlayan iyi giyimli genç talebeler vardý. Saygý gösterip, hoþ geldin diyorlardý. Saat ikindi sularýydý. Bu sýrada herkes konferans salonunda toplanmýþtý. Ön sýrada gösterilen boþ koltuklara oturmuþlardý. Konuþmacý orta yaþ sanlarýnda, iri yapýlý, davudi sesli bir hocaydý. Hüseyin onu kast ederek, alçak sesle:
- Bu bizim Göktürk Hocadýr. Tarihten bahsetmeðe doyamaz. Anlatýlarýnýn her biri bir romandan kesitler gibi akýcý ve sürükleyicidir. En aþina olduðu bölüm umumi Türk tarihi ve bilhassa ilkçað zamanlarýdýr.
- Siz iþi baya ilerletmiþsiniz Hüseyin Bey, doðrusu bu kadarýný beklemiyordum.
- Faaliyetler gün geçtikçe þumullenip, sizinle daha bir renklenecek Kazan bey. Size de konuþma sýrasý gelecek, isterseniz þimdi biraz dinlenin. Hemen istirahata geçe bilirsiniz. Odanýz tekmil ve sizi bekliyor. Ben þöyle bir izlenim edinmenizi istemiþtim. Koridor nöbetçileri, aþçýlar emrinize amadedir. Açlýðýnýz varsa, hemen yemek getirsinler?
- Doðru, biraz istirahat etmem iyi olacak. Acýkmadým henüz..
- Tamam hocam, buyurun çýkalým, ben odanýzý göstereyim.
Kazan devresi sabah yumuþak yataðýnda uyandýðýnda saat erkendi. Geniþ odada her türlü konfor düþünülmüþtü. Bir kenarda lavabo ve duþ kabini. Öte yanda hemen her konuya dair kitaplarýn yer aldýðý kitap rafý ve üzerinde son sistem bilgisayar ile faks-telefon cihazý bulunan maun bir çalýþma masasý. Ölçülerine göre düzenlenmiþ dolu bir gardýrop ve köþede ki þöminenin yanýnda, koltuk ve sehpalarýn yer aldýðý her türlü içkinin bulunduðu mini bar. “Buranýn böyle olduðunu bilsem, Nurcan’ý da birlikte getirirdim”, diye düþünmesine yol açýyordu.
Bir süre bilgisayarla meþgul olduktan sonra, kahvaltýya çaðrýlmýþtý. Yemekler toplu halde yemekhanede yeniyordu. Herkes çoktan kalkmýþ, servis yapýlmýþ olan masalara toplanýlmýþtý. Ýki Hoca ve 15 öðrenci birleþik masalarda ve yan yana yedikleri gibi, bütün faaliyetlerde bir arada bulunuyorlardý. Esasen yüz kiþinin barýnabileceði imkanlarý haiz Zaviyede onbeþ öðrencinin bulunmasý, henüz yeterince duyulup, tanýnmamýþ olduðundandý. Faaliyet baþlayalý zaten on gün ancak olmuþtu. Herkesin memnun olduðu hallerinden belliydi. Hüseyin onun geldiðini görünce, hemen yanýna gelmiþ ve Kazan’ý diðer öðretmenlere takdim etmiþti.
-Arkadaþlar, bu Kazan Hoca, kendisi bir çok konuda bilgi ve deneyim sahibi olarak bize katýlmýþ bulunuyor!
-Bendeniz Alpdoðan Göktürk, Aramýza hoþ geldiniz Kazan Bey!
-Ben de Faik Eroðlu, sizi tanýdýðýma sevindim Kazan Bey, aramýza hoþ geldiniz!
-Sað olun arkadaþlar, ben de sizleri tanýdýðýma sevindim.
Kahvaltýdan sonra, her hoca beþ öðrenci ile üç ayrý bir sýnýfa girmiþlerdi. Sýnýflarda, sanýldýðý gibi sýralar yoktu. Aksine, büyük bir yuvarlak masada oturuluyor, herkes kendini tanýttýktan sonra sýrayla konuþuluyordu. Kazanla gelen beþ gençten biri olan Cemal:
-Hocam, sizce, bir insan için hayatta en önemli ve mutlaka öðrenilmesi gereken nedir?
- Öncelikle belirtmek gerek ki, Ýnsanýn öðrenmesi gereken þeylerin baþýnda dil gelir. Ýnsanýn bütün istemlerinin kökeninde buna ihtiyaç vardýr. Gereksinim duymamýþ olsak, çok þeyi öðrenmek istemezdik.
- O halde, sorumuzu, insan nelere ihtiyaç duyar ve ikinci olarak, neleri öðrenmek ister, diye sormalý, öyle mi hocam?
- Evet, böylesi daha uygun. Lakin biz öncelikle ihtiyaç duyulan þeyleri saymaða çalýþalým. Dili söyledik. Bütün arzu, istem ve taleplerimizi karþý tarafa iletebilmek içir dile gerek duyarýz. O bakýmdan dil en mühimidir, dene bilir. Ýkinci ihtiyaç duyulan þey saðlýk ve sýhhatimizdir. Sonra sýra ile yeme-içme, barýnma, güvenlik-savunma ve giyinme ihtiyaçlarýmýz gelir, tabii ki.
- Hocam, savunma ihtiyacýna biraz fazla önem veriyorsunuz, neden ki? Çünkü herkes bir aile içinde doðar ve büyür. Güvenliðini de ailesi saðlar.
- Doðru, ama insan bütün hayatý boyunca ailesi ile yaþamaz. Ýþte sizin gibi, ailesinden ayrýlýp, baþka diyarlara da gidebilir. Gidilen yerden sað ve saðlam dönmek önemli deðil midir?
-Evet, tabii, çok önemlidir.
- O halde savunma da çok mühim bir ihtiyaçtýr ve bunun en kýsa zamanda öðrenilmesi gerek.. Buna iliþkin becerileri edinmek üzere, vakit kaybetmeksizin çalýþmalara baþlayacaðýz.
-Savunmak diyince, bilhassa neyi kast ediyorsunuz hocam?
-Ýnsan hayat ve masuniyetini tehdit edebilecek yapýda olan her þeyi.
-Bunun için ne yapmak lazýmdýr peki?
-Öncelikle bedeni olabildiðince güçlendirip, her hangi bir silaha gereksinim duymadan, asgari savunma yeteneklerini geliþtirmeli ve yüzmeði öðrenmelidir.
-Yüzme de bir savunma aracý mýdýr hocam?
-Elbette, zira yüzemeyen bir insan için dünyanýn yüzde yetmiþ beþini kapsayan suyun tabii bir tehdit sayýlacaðý kesindir. Bu iþleri isteyenlere ben öðreteceðim.
-Ne veya kime karþý lazým olacak bu bize?
Neye karþý olacak, elbette ki size saldýran her þeye ve herkese karþý. Kendini savunma sanatýný öðrenmek isteyenler el kaldýrsýn þimdi.
Herkes el kaldýrmýþtý.
-Tamam, diðer arkadaþlarýnýza da sorar, katýlmak isteyenlerin isimlerini idareye verirsiniz.
Bundan sonra her akþam, bütün öðrenci ve hocalarýn iþtiraki ile, iki saati fiziki, iki saati teorik çalýþmalar için, düzenli derslere baþlanýlmýþtý. Çalýþmalar iyi gidiyor, herkes bu faaliyetten memnundu. Bir akþam yine, kültürfizik çalýþmalarýna ara verilmiþ, nazari önemi olan konulara dair konuþuluyor, herkes kendi telakkisini anlatýyordu.
Öðrencilerden biri:
-Hocam, Bu-Do’ya baþlarken en önemli olanýn kiþinin kendini tanýmasý olduðunu söylemiþtiniz. Bu neden önemlidir. Her hangi bir insan olmak yetmez mi?
Buna cevap vermek için ayaða kalkan Kazan, yüzünü o sýrada batmakta olan turuncu güneþe dönmüþ, gözlerinde alazlý pýrýltýlar uçuþuyordu:
- Evet, kuþkusuz, tek baþýna bir insan olmak da yeterlidir. Ancak, Bu_Do’nun asal temasý bunun üzerindedir. Yani, onun faaliyet alaný kiþinin bireysel olarak sahip olduðu-olmasý gerektiði alan dýr. O alanýn niceliði ne, ve nasýl olmalýdýr? Bu sorularýn bir cevabý olmalý deðil midir? Evet. Ýþte o cevap, Bu-Do sanatýnýn inceleme sahasýdýr. Bir þey eðer yerinde aranmýyorsa bulunamaz, var olsa bile. O halde, bir þeyi bulmak için öncelikle onu nerede, hangi mahalde, hangi enlem ve boylam arasýnda olduðunu önceden bilmeliyiz. Bilmiyorsak, onu ilk rastladýðýmýz insanýn ki farz eder ve ihtimal ki, yanýlýrýz.
- Yani, kiþide bir kiþilik potansiyeli baþtan beri olmalý, öyle mi hocam?
- Evet. Ancak temel üzerine bina kurulur çünkü. Bu zemine sahip olanlar burada toplanmýþ, inþaat üzerine konuþuyoruz. Kiþilik binasýný kurmanýn tabii ki bir çok yol ve yöntemi vardýr. Ya mevcut Mimari tarzlardan biri benimsenir, veyahut da kiþi kendine daha yakýn bulduðu bir toplulukta geçerli düsturu benimser. Türlü topluluklar çatýsý altýna bütün milletler girmektedir. Burada toplananlar olarak bizler Türkleriz. Kendini baþka bir üst aidiyete tabi görenler var mý, ki bu mümkündür?
- Kürdüm hocam.
- Abazayým hocam.
- Gürcüyüm hocam.
- Çerkezim hocam.
- Hocam ben Karadenizli, Rizeliyim yani. Laz dersiniz ya hani.
- Evet, Anadolu’yu yurt bilen bütün etnik tebaadan adam var aramýzda. Þimdi gelelim Bu-Do okulu olarak, kendi düsturumuza. Bunu kendimiz belirliyor, sonra hemen uyguluyoruz. Baþarýlý her adým binayý daha çabuk kurmamýzý saðlayacaktýr. Lakin her taþýn yapýya uygun hale getirilmesi iþi yonucu ustasýna düþer. O usta bu okuldur. Herkes bizde ki timsale göre çalýþarak, bir an önce ayný resmin temel hatlarýný tutturmaða bakmalý. Sapmalar kendi suretini yapmaya imkan verir.
-Timsal dediniz soyut bir resim midir Hocam? Yoksa bu düsturun hocasý olmanýz nedeniyle, sizin þahsýnýzý mý anlamalýyýz?
- Evet, temsili resim olarak önce biz model olacaðýz biçimlemeðe, sonra herkes kendi resmine zorunlu sapmalarýný ekleyip, kendine yeni bir karakter çizecek.
-Bu mümkün mü hocam?
- Ýhtimalsiz deðil. Bunu baþarmaða çalýþacaðýz.
- Her þeye raðmen, sonunda bir birimize çok benzeyeceðimize iddiaya girerim.
Bunu diyen Cemaldi. Ötekiler de ona katýlýyordu. Kazan gülerek;
-Ýþte burada büyük bir uðraþ olacak, biliyorsunuz, deðil mi?
-Bence hiç uðraþmaða lüzum yok. Size hiç ulaþamayacaðýmýza göre, en yakýn bir noktaya gelmeðe bakacaðýz. Aþaðýlarda baþka yöne aþýrý sapmalar olursa, ki sanmam, sonuçta fazla bir farklýlýk görülmez aramýzda.
-Cemal çok keseden gidiyor ya, bakalým sonra ne olur.
-Bence de öyle hocam. Etnik köken telaffuz etmeden söylüyorum; þahsi kaným arkadaþlarýmla aynýdýr. Yani hocam, çok farklý tek resim dahi çýkmaz aramýzdan.
-Buna karþý bir yasak olmadýðý gibi, aksinin imkansýz olduðuna dair bir iddia da yok. Yani, herkes vicdanýnca düþünmekte hür olacaktýr.
-Uçmakta hürüz, ama uçamýyoruz iþte hocam. Bunun için hem bir uçak, hem de uçmayý bilmek lazým.
Bu minval üzere çalýþýlarak, aradan altý ay geçmiþ, herkesi sýnav korkusu almýþtý. Çünkü altý aylýk periyotlarla yapýlan bu çalýþmalar, her altý ayda yeni mezunlar veriyordu. Sýnav sorularý çok pragmatik idi. Buradan mezun olan kiþi mühürlü icazeti alacaktý. Öðrenciler sýrayla geliyor ve sorulara cevap veriyorlardý.
- Fizik sýnavýný geçmiþ, ruh sýnavýna giriyorsunuz.
- Evet hocam.
-O halde, kimliðinizle baþlayalým: Kimsiniz?
- Evet, ben Cemal, aranýzdan öz benliðimle ayrýlýrken, burada aldýðýmýz o ilk ýþýktan kopamayacaðýmý biliyor, onun sonsuz mihveri yörüngesinde muhayyer bir menzili devam eylemek üzere veda ediyorum. Þu an nasýlsak, yaþadýkça böyle kalacaðýmýza dair ant olsun! Ant olsun doðan güne!
- Siyasetle ilgilenecek misin Cemal?
- Evet.
- Öncesi ile sonrasý arasýnda, hangi noktadasýn?
- Önceleri sadece biliyordum, þimdi yaþýyorum.
- Bildiklerinin kargaþasýndan kurtulduðuna emin misin?
- Tabii ki, öncelikle; herkesin bildiðini bilmenin bilgi olmadýðýný öðrendim. Farklý kiþi olan, herkesin yaptýðýný yapmayandýr. Yeni durumlar, yeni ihtiyaçlar yaratýr. Çok þükür; bu okulda bütün durum ve muhtemel ihtiyaçlara cevap öðrendik.
-Þahadetnamemizi liyakatin þahikasýnda taþýyabileceðinden müsterihiz. Uðurun bol, yolun açýk olsun.
Son öðrenci de çýktýktan sonra okuldan ayrýlan Kazan, o sýra yine Kemerde olan Nurcan’ýn yanýna gitmiþti. Çalýþmalarýnýn onu çok mutlu kýldýðýný ve benliðinde adeta yeni bir inkiþafý yaþadýðýný, bütün algýlarýnýn olumlu anlamda deðiþtiðini söylüyordu. Nurcan onun mutluluðundan neredeyse endiþe edecek hale geliyor, bir anda, evliya oldum, demesinden korkuyordu. Parkta yürüyorlardý. Etraf sessizdi. Sonbaharýn rengarenk gazelleri arasýnda yürürlerken, uçuþan yaprak sesleri duyuluyordu. Ansýzýn výnlayan bir kurþunla vurulan Kazan yere yýkýlýrken, Nurcan can havli ile imdat için haykýrýyordu. Sonra siren sesleri ve gelen polisler;
- Baþýnýz sað olsun. Beyefendi bir suikasta uðramýþ görünüyor. Uzun menzilli bir silahla vurulmuþ. Eþiniz miydi?
- Hayýr, her þeyimdi o. Onu durdurmak için meyit ettiler. Ama meyitler ölmez...
- Ýþte ambulans geldi. Umarým henüz çok geç olmamýþtýr.
- Evet, umarým...
Bir sedyeye konan yaralý, az ötede bekleyen araca taþýnmýþ, can kurtaran siren çalarak yola koyulmuþtu. Çok geçmeden devlet hastanesinde ameliyata alýnan yaralý, kalbe isabet eden 22 kalibrelik çekirdekten kurtarýlmýþ, lakin henüz yoðun bakýmdan çýkamamýþtý.
Nurcan saatlerdir saðlýk haberini bekliyordu. Bu arada olayý haber alan Hüseyin ve bütün hocalar hastaneye koþmuþlardý. Durumdan haberdar edilen Kemal Bey ilk uçakla hava alanýna inmiþ, birazdan hastanede olacaktý. Herkes bu iþi kimin ve neden yaptýðýný merak ederken, polis araþtýrma yapýyor, olayý açýklamak istiyordu.
Mermi takriben iki yüz metreden ateþlenmiþ, hiç görgü tanýðý yoktu. Bu gibi durumlarda adet olduðu üzere, suçluya ulaþmak için yaralýnýn geçmiþi mercek altýna alýnmýþ, lakin sonuca götüren somut bir ipucuna rastlamak mümkün olamýyordu. Adli týp uzmanlarýnca merminin hangi silahtan atýlmýþ olduðunun belirlenmesi ilk ipucu olacaktý. Lakin bu iþ uzun süreceði gibi, bir sonuç vereceði de kesin deðildi. Kazanýn henüz ölmeyip, kurtulma umudunun mevcut olduðunu duymasý Kemal beyi biraz teselli etmiþ, bu konunun bir an önce aydýnlatýlmasý için ne kadar nüfuz sahibi tanýþý varsa arýyordu. Aksi halde, mahut olaydan ötürü Nurcan kendisinden dahi þüphelenebileceðini düþünüyordu. Koridorda bir sandalyede oturmuþ, saatlerdir beklemekte olan Nurcan’ýn yanýna gelen bir hemþire, onu Kazan’ýn odasýna götürebileceðini, artýk kendisine gelmiþ olduðunu müjdeliyordu. Derhal yerinden kalkýp, hemþirenin arkasýndan yürümüþtü.
Kazan gerçekten kendindeydi. Bunu görünce gözlerine inanamamýþ, sevinçten aðlýyordu. Kazanýn yanýna, yataðýn kenarýna oturmuþ, yüzünü onun serin ellerine sürüyordu. Onun bu halini gören Kazan gülerek;
- Ne o güzelim, yoksa bir an ölüp, gittim mi sandýn?
-Seni bir an kaybettiðimi düþündüm. Tanrým, sana çok þükürler olsun.
-Merak etme, birkaç güne kalmaz taburcu edileceðim söylendi.
Nitekim, Nurcan’ýn çýkmasýndan sonra Kemal ve diðerleri ona geçmiþ olsun demiþlerdi. Kemal samimi bir çehreyle:
- Bunu yapaný mutlaka bulacaðýz, bundan hiç kuþkun olmasýn Kazan. Bu, sen yaþamamýþ olsan bile böyle olacaktý.
- Sað ol Kemal Bey, bunu kimin veya kimlerin yapmýþ olacaðýný tasavvur edemiyorum.
- Polis ve diðer istihbarat teþkilatlarýnda dostlarýmýz var, hemen onlarla irtibata geçip, soruþturmayý derinleþtireceðim.
- Bana kalýrsa buna gerek yok. Hem nasýlsa bir yararý olmaz.
- Neden olmasýn ki?
- Benim için mühim olan, þu an hayatta olmaktýr...
Kemal Kazan’ýn yanýndan ayrýlýr ayrýlmaz ima ettiði dostlarýný aramýþtý. Fakat tahkikat yeni baþladýðý için söylenecek bir þey yoktu. Bir hafta sonra Kazan taburcu olmuþ, Ýstanbul’a dönmüþlerdi. Biraz iyileþtikten sonra Antalya’ya tekrar dönecekti. Fakat bu arada boþ durmayýp, hayatýna kast edenleri bulmak için düþünecekti. Þu an hiçbir þey bilip, tasavvur edemiyor olsa da, onlarý bulacaðýna inanýyordu. Çünkü onlar her kimse, muhtemelen kendi geçmiþinde bir anýn peþine düþmüþ olmalýydýlar...
Günlerdir kah istirahat ediyor, kah bedensel eksersizler yaptýktan sonra yatýp, düþünüyordu. Nihayet dört hafta sonra eski saðlýðýna kavuþmuþ ve olasý gördüðü yerlerde ön araþtýrma yapmak istiyordu. Birkaç gün önce aldýðý Kawasaki 1600, siyah deriden mamul motosiklet kýyafeti ve baþýnda miðferi ile evden çýkmýþtý.
Akþam olmak üzereydi. Ýstanbul yollarý her zaman ki gibi kalabalýktý. Ama bu o denli bir engel oluþturmuyor, güçlü motorun kývrak manevralarý hýzla yol almasýna imkan veriyordu. Boðaz köprüsünden geçmek istiyordu. Giþelerden henüz hareket etmiþti. Köprünün orta noktasýna geldiði sýrada korkuluklardan öte yana geçmeðe çalýþan birini fark etmiþ ve hemen frene basmýþtý. Henüz yirmili yaþlarda olan bir gencin intihar etmek üzere olduðunu anlamýþ, saða yanaþýp, yavaþça motordan inerken, gence hitaben:
- Hey, delikanlý! Dur hele, sen ne yapmak istiyorsun kardeþim?
Onun kendisine doðru yaklaþtýðýný gören genç:
-Dur. Sakýn gelme aðabey. Beni kendi halime býrak. Býktým bu sefil hayattan. Yaþamak istemiyorum artýk.
- Dur biraz kardeþim. Dur da ne derdin varsa bir konuþalým, istersen yine atlarsýn.
- Bu benim sorunum, kimseye yük olmak istemiyorum. Kararýmý verdim, lütfen beni kendi halime býrak.
Köprü trafiði hiçbir þey olmuyormuþ gibi akarken, Kazan, intihar etmeðe kararlý olduðunu söyleyen gencin yanýna yaklaþýyor, onu oyalamak için konuþmasýný sürdürüyordu.
- Henüz çok gençsin koçum. Ne gördün hayattan ki, yazgýn karþýsýnda yenilgiyi kabul ediyor, hemen teslim bayraðýný çekiyorsun. Yakýþýr mý bu sana?
- Yok be aðabey, gördüklerim bana yeter, gýna geldi artýk iþsiz, güçsüz dolaþmaktan. Çok yaklaþtýn, hemen dur yoksa atlýyorum!?
- Tamam, tamam! Dur. Sakýn atlama. Sorunun buysa çözeriz. Bunun için insan kendi hayatýna kýyar mý hiç.
- Yok aðabey, ben böyle diyenleri çok gördüm. Ýnsanlara ne inancým, ne de güvenim kaldý.
- Ýsmin ne, nerelisin, neden böyle umutsuz konuþuyorsun kardeþim. Her sorunun bir çaresi vardýr, seninki dert bile deðil. Sana hemen iþ bulacaðýma dair söz veriyorum.
- Yok aðabey, inanmam dedim. Lütfen yoluna git. Benim de bir onurum var, böyle onursuz yaþamaktansa ölmeði yeðlerim.
- Ýsmini dahi söylemedin.
- Erkan, ne önemi var sanki bunun?
- Öyle deme, her insan bir olmaz.
- Yok, bana göre bütün insanlar ayný.
- Olur mu Erkan, bana bak! Hiç yalan söyler bir hal var mý bende?
- Güldürme adamý aðabey, baþýndaki kasktan yüzün mü görünüyor ki? Bu halinle uzaylýlara benziyorsun.
- Tamam, hemen çýkarýyorum. Kusura bakma, telaþla bunu unutmuþum. Beni uzaylýlara benzetiþin çok ilginç, þu halde beni daha önce rastladýðýn kiþilerden biri olarak görmüyorsun, deðil mi?
- Yok, onu söz geliþi söyledim. Ama yine de sen biraz daha farklý görünüyorsun. Her þeye raðmen ben gidiyorum. Haydi eyvallah!
- Dur bir saniye Erkan. Tamam, yapma diye ýsrar etmeyeceðim artýk. Fakat beni tanýmaný istiyorum. Adým Kazan ve benim sorunum seninkinden bile beter, biliyor musun?
- Býrak aðabey, giderayak benimle dalga geçme.
- Yok, yok inan ki. Hastaneden çýkalý henüz birkaç gün oldu. Kalbimden kurþun yedim, ama þükür ölmedim.
- Deme ya, nasýl oldu, kim yaptý peki bunu?
- Ýþte sorun bu ya. Kimin ve niçin yaptýðýný dahi henüz bilemiyorum. Uzaktan ateþ edildi. Karþýmda görünmeyen bir düþmaným var.
- Allah, Allah! Böylesine ilk kez rastlýyorum. E, eh, þimdi ne yapacaksýn peki?
- Vallahi bilmem, iþte çýkmýþ, beni vuranlarý arýyordum. Bana yardýmcý olmak istemez misin?
- E, þey. Yani isterim ama ne yapabilirim ki?
- Güzel, gel öyleyse. Sonra bunun nasýl olacaðýný konuþuruz.
- Beni atlamaktan vazgeçirmek için uydurmadýn bunu deðil mi?
- Yok, emin olabilirsin.
- Ýyi, haydi gidelim öyleyse.
Böylece onu kucaklayan Kazan:
-Bravo koçum, iþte böyle. Haydi bakalým.
Derken onu da motora alarak gaza basmýþ, asfaltý adeta yýrtan motor sesinin ardýndan bir anda oradan uzaklaþmýþlardý. Son durduklarý yer boðaz manzaralý bir restorandý. Kazan buraya ara sýra uðrar, deniz ürünleri ile raký içerdi. Yemek yerken konuþuyorlardý. Erkan bir an Kazanýn yüzüne bakarak;
-Senin gibi iyi bir insaný neden öldürmek isterler, anlamýyorum.
Kazan gülerek;
-Aldýrma, bunu baþaramadýlar ya, sen ona bak. Þimdi sýra bende. Bakalým onlarýn hayatta kalmak için böyle bir þansý olacak mý?
-Ýyi ama onlarý tanýmýyorsun, bunu nasýl yapacaksýn?
- Evet, ama bu þimdilik böyle.
- Fakat daha sonra da onlarý görmen zor deðil mi? Çünkü sana yaklaþmýyor, uzaktan ateþ ediyorlar.
- Doðru, fakat bu defa beni kolay kolay yaralayamazlar.
Kazan konuþurken anoraðýnýn yakasýný açmýþ, altýndan giydiði çelik yeleði gösteriyordu.
- Hýmm, anlýyorum. Ýþte bunu çok iyi akýl etmiþsin aðabey.
- Evet, sahi Erkan, ne iþ yaparsýn, tahsilin, mesleðin var mýydý?
- Meslek Lisesi mezunuyum aðabey. Torna-Tesviye bölümü. Ama mesleðimde hiç çalýþamadým. Son zamanlarda bir garsonluk dahi bulamadým.
- Baþka sorunun var mý, çünkü salt iþsizlikten ötürü insan hayatýna son vermek istemez.
- Valla aðabey, bana sorarsan baþka bir derdim yok. Evden ayrýldým. Çünkü bir yýldýr boþum ve pederle her akþam tartýþýrýz. Onun geliri de çok az, aileye kýt kanaat yetiyor. Dün akþam onurumu çok kýrdý. Bir daha eve asla uðramak istemem.
- Anlýyorum. Merak etme. Evine yine gideceksin, fakat kalmak için deðil, veda etmek için. Çünkü seni Antalya’ya göndereceðim. Orada önce altý aylýk bir kurstan geçeceksin. Hayatýn deðiþecek ve bir iþin olacak.
- Deme ya aðabey, ne kursu bu?
- Gidince görürsün, þimdi arayýp senden bahsedeceðim. Merak etmene gerek yok. Çok sürmez ben de gelirim. Burada biraz iþim var. Konu malum; beni vuranlarý araþtýrmak istiyorum.
Yemekten sonra, Hüseyin ile irtibata geçen Kazan, ayný gece onu Antalya’ya yolculamýþ, sonra kalabalýk terminalin çýkýþ kapýsýna yönelmiþti. Bu sýrada ona çarpan orta boylu, fötr þapkalý bir adam elinde taþýdýðý siyah çantayý yere düþürmüþ, açýlan çantadan saçýlan evraklar arasýnda bir fotoðraf görülmüþtü. Bu onun resmiydi. Yerdeki evraklarý toparlamakta olan adamýn doðrulmasýný beklemeden onu yakasýndan kavrayan Kazan:
-Dur bakalým hemþerim, þu resimdeki adam kim imiþ bir bakalým.
-Sana ne ondan be birader, býrak yakamý, git iþine.
- Ne demek bana ne, o resimdeki adam benim, resmim sende ne arýyor, söyle bakalým sen kimsin?
Kazan böyle diyince adam bir an kendisine dikkatle bakmýþ ve panikleyerek, onun elinden kurtulmak için hamle etmiþti. Lakin Kazanýn çelik pençelerinden kurtulmasý kolay deðildi. Onun bu halinden iyice kuþkulanan Kazan;
- Dur hele yav, ben seni bir yerden tanýyacaðým galiba. Evet, evet sen Þehmuzsun, deðil mi? Mardinli Þehmuz.
- Yok kardeþim, benim adým Ahmet. Þehmuz küçük kardeþimin adýdýr.
- Tamam iþte, Þehmuz çok iyi dostumdur. Demek ondan almýþtýn resmimi?
- Ben almadým. O koymuþ olmalý.
- Neyse, kusura bakma, gel þurada bir çay içelim. Þehmuz nerde, ne alemde?
- O Unkapaný’nda, orada bir kaset þirketi var.
Böyle konuþarak yakýnda ki kafeteryaya gitmiþ ve çay içerek bir süre daha konuþmuþlardý. Kazan Þehmuz diye birini tanýmýyordu. Rast gele atmýþ ve muhtemelen tutturmuþtu. Ya da tutturmamýþ, lakin adam kurnazlýk edip, onu savsaklamak istiyordu. Nitekim ayrýlmak vakti gelmiþ ve Kazan, Þehmuz’a selam söyle, diyerek, onu göndermiþti.
Adam dýþarý çýkarken o da ardýndan çýkmýþtý. Onu kaybetmek istemiyordu. Þimdi býrakmasýnýn tek nedeni daha iyi bir yerde yakalamak içindi. Adýnýn Ahmet olduðunu söyleyen adam dýþarýda bir taksi çaðýrýp, binmiþti. Kazan parkta bekleyen motosikletin direksiyonunda takýlý miðferi baþýna geçirip, hemen takibe baþlamýþtý. Önünde iki motosikletli Yunus gidiyordu. Yanlarýndan geçerken ona bakýyorlardý. Caddeler nispeten trafik bakýmýndan sakindi. Taksi elli metre kadar öndeydi. Ara yoldan saða, E5 kara yoluna çýkýyordu. Onu izledi ve Avcýlarda parkýn yanýnda ki yeþil apartmana girdiðini gördü. Adam ikinci kata çýkýnca, orada ki dairenin ýþýðý yanmýþtý. Onu býrakýp, Unkapaný’na, Þehmuz diye biri var mý diye bakmak istiyordu. Þehmuz gerçekten vardý. Ýçeri girince hemen kalkýp elini sýkarak, hoþ geldin etti.
- Vay, Kazan gardaþ, seni hangi rüzgar attý buralara.
- Beni tanýyorsun demek. Fakat ben seni neden tanýyamadým?
- Nasýl tanýmazsýn, hatýrlasana.
- Neyi?
- Ben hapishane arkadaþýn Þehmuz.
- Peki ya o Ahmet denen adam kim, kardeþin olduðunu söylüyordu. Ahmet diye bir kardeþim yok, yanýlýyorsun Reis.
- Peki yanýlýyorum da o neden resmimi senden aldýðýný söylüyor?
- Benden mi almýþ?
- Hem, senin var mýydý ben de, ki benim de sende ola?
- Olabilir, hem neden olmasýn, beraber çektirmiþtik ya?
- Ýyi ama beni vuran adamlara bu resim nasýl gitti?
- Ne diyorsun Reis?
- Evet, maalesef.
- E, eh sonra, nasýl oldu?
- Nasýl olsun, hamt olsun ayaktayýz. Tekerrür ihtimalini yok etmek için de, iþte yoldayýz.
- Hýmm, anlýyorum. Bir yardýmýmýz olabilirse buyur, emrine amadeyiz her zaman.

- O halde düþün ve düþmaným kimse söyle.
- Fakat önce albüme bakmalý, sonra bu konuyu düþünmeliyim. Biraz zaman lazým anlayacaðýn Reis.
- Ýyi, düþün ve þu numarada beni ara, oldu mu?
- Tamam. Kal biraz oturalým, bir þeyler içelim desem?
- Yo, iþim var. Sonra olur. Ama sen albüme bakmayý sakýn unutma. Hadi eyvallah.
Kazan artýk doðru yol üzre olduðunu biliyordu. Ahmedi gözden kaybetmemeli, ama Þehmuz’u daha önce izlemeliydi. Karanlýk bir köþede durup, onun çýkmasýný beklerken, motorun yan çantasýndaki kamuflaj malzemesinden yararlandý. Artýk baþka biri olup, çýkmýþtý. Bir gün sonra, gazeteler Ýstanbul’da iki ceset bulunduðunu, faili meçhul cinayetlerin ayný tarzda katledilmiþ olduklarýný duyuruyordu. Haberin detayýnda, bu kiþilerin sabýk tetikçi olduklarý ve hayatlarýný bu yoldan kazandýklarý yazýlýyordu...
Kazan üç gün sonra yine Antalya’daydý. Zaviyedeki dersler devam ediyordu. Yeni kursiyerler bu kez yirmiyi bulmuþtu. Hüseyin’e telefon açan Fýrat ise, Istanbul’da hareketli günler yaþandýðýný, ve nedense, Kürt Memedin mekaný ona devredip, aniden ortadan kayýp olduðunu söylüyordu.
Yeni öðrenci grubu arasýnda bulunan Erkan, Kazanýn önceden tanýdýðý tek kiþi idi. Bütün zamanýný ayýrdýðý edebiyat, tarih, felsefe ve davranýþ bilimleri çok ilgisini çekiyordu. Buna paralel olarak, baþarýlý bir öðrenci olacaðý belliydi. Kazanýn verdiði dersler davranýþý ve felsefeyi içeriyordu. Bedensel olarak yapýlan hareketlerden sonra branda kaplý bölüme baðdaþ kurup, sýra halinde oturan öðrenciler onun yaptýðý açýklamalara iliþkin sorular sorarlardý. Yine böyle bir ders saatinde soru soran Erkan:
- Hocam, girdiðimiz ortamlarda sakin, özgüvenli ve muntazam, özlü cümlelerle, kýsaca meram anlatmaðý baþarýlý bir diyalog için yeterli sayýyorsunuz, ama bu her yerde geçerli olabilir mi?
-Genelde evet, ama müstesna yer ve durumlar elbette ki vardýr. Ortamýna göre davranýþ türü seçilmelidir. Biz burada muhtemel davranýþ tarzlarýnýn temel kurallarýný ve bazý istisnai örnekleri vermekle yetineceðiz. Geri kalan durumlara dair davranýþ düsturlarýnýzý keþfedip, uygulamak sizlere düþecek. Çünkü, “Tahsil kurallarý, tecrübeler istisnalarý öðretir”. Baþka sorusu olan var mý?
- Hocam, kullandýðýmýz dilin vurgu ve telaffuz bakýmýndan muntazam olmasýna dikkat edilmesini öneriyorsunuz, lakin, diyelim ki, biz bunu göstermeði baþardýk, fakat ya muhataplarýmýz bunu anlayacak denli bilgi sahibi deðillerse ne yapacaðýz?
- O bakýmdan, ne yazýk ki pek talihli deðiliz. Çünkü toplu nüfusumuzun yarýdan çoðu geliþi güzel, kaba taslak cümlelerle ve topu birkaç yüz kelimeyi bulmayan bir daðarcýðý kullanmaktalar. Þu halde bize düþen görev daha da artacaktýr.
- Hocam, bu durumda iþimiz çok zor demektir.
- Doðru, ama, her þeye raðmen sizler, altý ay sonra buradan bütün davranýþlara karþý geçerli ve etkili cevaplar verecek duruma gelmiþ olarak topluma katýlacaksýnýz, umarým.
- Hocam, katýlýþ merasiminde “Sizler yaþadýðýnýz toplumsal çevrede bütün davranýþlarýnýzla ister istemez dikkat çekecek ve bundan ötürü size yönelecek her türlü tepkiyi göðüsleyerek, en uygun karþýlýðý vereceksiniz”, denmiþti. Bu karþýlýklar arasýnda, gerekince metazori davranýþ, yani Karate de olacak mý?
- Tabii ki. Ama bunun ölçüsü iyi ayarlanmalý, mümkün olan en az hasarla rakip teskin edilip, dizginlenmelidir.
- Hocam, bizim toplumun kiþileri, çoðunluk maðrurdurlar, yani býrakalým zorla dizginlenmeyi, sözlü bir müdahaleye karþý bile silahla cevap vermek isteyenler çýkar. Bu durumda ne yapmalý, biz de silah mý kullanacaðýz?
- Siz buradan en tehlikeli, görünmez bir silahla müsellah olarak ayrýlacaksýnýz. Bundan baþka silaha muhtemelen ihtiyacýnýz olmayacaktýr.
- Böyle diyorsunuz ama Hocam, diyelim ki bir adam sözden de, sükuttan da anlamadý ve onun tecavüzünü Karate ile önlemek zorunda kaldýk, adam dayak yedi. Sonra gidip silah getirdi, o zaman ne yapacaðýz. Bu durumda ateþli-ateþsiz silah taþýmak zorunda deðil miyiz?
- Bu kuþkuya kapýlmanýzýn nedeni, bu tecrübeye henüz eriþmediðiniz olsa gerek. Bana kalýrsa, baþka silah kullanmak zorunda kalmanýz milyonda bir ihtimal olacaktýr. Kaçýnýlmazlýk bir durum oluþtuðunda, bunu erken anlama yetisini kazanmanýz daha sonra edineceðiniz baþka bir beceri olacaktýr.
- Yani?
- Yani yerine göre ve nasýl davranýlacaðýný henüz yeterince bilmiyorsunuz. Bilmelisiniz ki, yumruk atýlacak yere kurþun, kurþun atýlacak yere yumruk atýlmaz. Bazen bu iþi halletmek için rakibe , vurmaksýzýn, bir bakýþla, bazen rakibe elle dokunarak, bazen þiddetli bir tokatla ve bazen bir yumrukla halledebileceðinizi göreceksiniz. Burada mühim olan husus; haklý olmanýn yanýnda, o ölçüde ve tam ayarýnda davranmanýzdýr.
- Hocam, diyelim ki silah kullanmak zorunda kaldýk ve adam öldü. O zaman katil olmuyor muyuz?
- Silah kullanmayý yakýn ihtimal sayýp, silah taþýdýkça adam vurmanýz çok olasýdýr. Þu halde açýk ve zorunlu bir neden olmadan asla silah taþýmayacak ve silah kullanmayý gerektirecek ortamlardan uzak durmaya gayret edeceksiniz, demektir.
- Hocam, adam öldürmeye, sizce ne zaman izin vardýr?
- Sadece sizi öldürmek niyetli bir saldýrý vuku bulup, kendi hayatýnýz veya baþkalarýnýn hayatlarýný korumak söz konusu olduðunda.
- O zaman katil, olmuyor muyuz hocam?
- Bana göre bu durumda katil olmak, maktul olmaktan iyidir. Yok ama illa da ben katil olmak istemem diyen olursa, ona da bir diyeceðimiz yok tabii. Herkesin takdir hakký vardýr.
- Hocam burada aklýma bir soru geldi. Hýristiyanlýkta kendini savunma yokmuþ, sana bir tokat atýlýrsa, diðer yanaðýný da çevir, demiþ H.z Ýsa. Bu sizce doðru mu?
- Bu onlarýn bileceði bir þey. Biz Hýristiyan deðiliz. Ama burada söz konusu olan tokat yeme deðil, hayatýn tehlikeye girmesi veya öldürülmektir.
- Doðru, fakat hocam tokat deyip geçmeyelim. Hiç bir tokadýn ölüme yol açmayacaðý iddia edilemez. Örneðin, bir Osmanlý tokadý, öldürücü darbe olarak yetermiþ.
- Hal böyle olunca Hýristiyanlarýn durup, kendilerini tokatlatmadýklarýný, Osmanlý tarihi ve hepsi birer Hýristiyan devleti olan Avrupalýlarla yapýlan savaþlar da göstermiþtir. O dediðin, sadece Hýristiyan misyonerlerin propaganda sözüdür. Çünkü baþarabilen her canlý kendini mutlaka savunmak ister. Evet, hep sen sordun Erkan, biraz da sizler sorun, sorusu olan yok mu?
Bu davet üzerine el kaldýran Kenan:
- Hocam, vücudumuzun tabii araçlarý “Atemi”leri, yani el, ayak ve kafamýzý nasýl hazýrlayacaðýz ki, bunlar birer gerçek silah durumuna gelsinler?
- Ýyi, nihayet pratiðe yönelik bir soru geldi. Bunun için þu kum torbalarýný, duvarlardaki sabit makivaralarý kullanacaksýnýz. Önce yavaþ, sonra artýrarak çalýþmaya devam ederseniz, atemilerin zamanla ne kadar güçlenip, sertleþtiklerini göreceksiniz.
- Hocam, adamýn biri, bir Tv sunusunda gördüm, yumrukla bir düzine kiremidi kýrabiliyordu. Bunu biz de baþarabilir miyiz?
- Kuþkusuz, ama buna hiç gerek yok. Zira, iyi çalýþtýrýlýnca atemileriniz þimdiki hallerinin iki-üç katý güce eriþir ve bu size yeterlidir. Çünkü hedefiniz bir yerde sabit duran eþyalar deðil, hareket halindeki et-kemikten mamul mütecaviz varlýklar olmalýdýr. Bir adamý tek darbe ile saf dýþý býrakmak için uygun noktaya, tek vuruþ yapmak yeterlidir.
Onlar böyle konuþurken, salona gelen Hüseyin Kazaný dýþarý çaðýrmýþ ve çýkarlarken:
- Hocam, Ýstanbul’dan geldiðini söyleyen bir emniyet mensubu sizinle görüþmek istediðini söylüyor. Diyordu.
Kabul salonunda bekletilen kiþi komiser Refikten baþkasý deðildi. Kazaný görünce oturduðu yerden kalkmýþ ve masa baþýna gelince onunla tokalaþmýþtý. Kazan:
-Buyurunuz, benimle görüþmek istediðiniz konu nedir?
- Ben Ýstanbul Ýl Cinayet masasýndan komiser Refik, siz Kazan Atýlgan’sýnýz deðil mi?
- Evet, mesele nedir Komiserim?
- Bir cinayet olayý. Derken, çýkardýðý bir portre taslaðýný masaya koymuþtu. Buna dair ilk görüþ belirten Hüseyin:
- Komiserim, siz þaka yapýyor olmalýsýnýz. Bunun neresi Kazan hocaya benziyor, anlayamadým?
-!
Buna ilaveten gülerek söze baþlayan Kazan:
- Affedersiniz komiserim ama, resim teþhisiniz bence de yetersiz. Geliþi güzel görüþ belirtmek adet ise, ben de, bu size benziyor, diyebilirim.
- Bu nihayet görgü tanýklarýnýn tariflerine göre ressam tarafýndan çizilmiþ muhayyel bir taslak tabii. Her halde vesikalýk resminiz gibi olmayacaktýr, Kazan bey. Ama bundan yola çýkarak mesnetsiz istihza yapmanýza gerek yok.
- Neden mesnetsiz olsun komiserim?
- Ben bir devlet memuruyum, görevim suç faillerini bulmaktýr, cinayet iþlemek deðil.
- Lütfen gücenmeyin Komiserim, ama, ilk cinayet iþleyen polis her halde siz olmazdýnýz. Kaldý ki, onu söz geliþi söylediðimi biliyorsunuz. Bana soracaðýnýz ne varsa buyurun, sorun, yoksa dersim var, ona devam edeceðim.
- Ýyi, o halde, lütfen söyleyin, geçen Çarþamba günü gece saat onbirde neredeydiniz ve bunu kanýtlayabilir misiniz? Yani cinayetlerin iþlendiði sýrada?
- Tabi ki, boðazda demirli bir dostumun yatýnda verilen bir partide davetliydim.
- Buna dair þahitleriniz olsa gerek?
- Elbette, bütün davetliler ve Kemal Bey buna þahittirler.
- Kazan Bey, dosyanýzý inceledim. Tekin biri olmadýðýnýzý biliyorum. Ama doðrusunu söylemek gerekirse, sizi suçlayan somut bir delil henüz yok elimizde. Bu yönden þanslýsýnýz.
- Baþka sorunuz yoksa gidebilir miyim?
- Evet, ama yaþantýnýza dikkat edin, bilhassa Istanbul’a geldiðinizde.
- Tamam, merak etmeyin, dikkat ederim. Ha bu arada sayýn komiserim; biliyorsunuzdur, bir ay önce þahsen suikasta uðramýþ, ölümden kýl payý sýyýrmýþtým. Bu olayýn failleri hakkýnda emniyetin ne yaptýðýný sorabilir miyim?
- Evet, ama bunu benim ekip soruþturmadý. Konuyu Antalya teþkilatýndan sormanýz gerekiyor. Sanýrým halen bir ip ucuna rastlanamadý.
Salondan ayrýlan Kazan, derse dönmüþ, kaldýðý yerden devam etmiþti. Akþam yemeðini Nurcun ile yemiþ, kahve içerek konuþuyorlardý. Nurcan Serap ile telefonda görüþtüðünü ve onu ziyarete gitmek istediðini söylüyordu. Bunu anlayýþla karþýlayan Kazan, onu bir haftalýðýna göndermeðe razý olmuþtu.
- Tamam, telefon et, uçak varsa seni alana býrakýrým.
- Senden ayrýlmak istemiyorum, ama zavallý bir türlü kendine gelemedi. Akþam olunca ana kýz oturup, aðlýyorlarmýþ. Kazan duyduklarýna üzüldüðü halde, gülerek:
-Az kalsýn tam dert ortaðý olacaktýnýz, fakat Azrail hazretleri son anda bundan vazgeçmiþ olmalý.
Nurcan sathi bir kýrgýnlýkla:
- Aþk olsun sana hayatým. Buna bile gülebiliyorsun.
- Ne yapalým güzelim, insan ölmek için doðar. Oturup, bir ömür boyu aðlamanýn ne faydasý var?
- Yok, ama insanýn elinde deðil aksini yapmak.
- Neyse, hadi seyahat acentesini ara da, seni býrakayým.
Nurcan’ý alana götürmek için yola çýktýklarýnda arabayý Hüseyin kullanýyordu. Ýstanbul uçaðý saat 23.00 de kalkýyordu. Hüseyin gülerek:
- Senin aynasýzlar boþ durmuyor aðabey, ama boþ atýp dolu tutturmak mümkün deðil.
- Demek Memo Ýstanbul’u terk-i diyar etmiþ. Acaba bu herifin bir bildiði mi vardý?
- Doðrusu hiç anlam veremedim. Ama durduðu yerde bunu neden yapsýn ki?
- Sebebini bilmiyorum, ama içimden bir ses, bu adamýn bir töhmeti olduðunu söylüyor. Onu bulmak ve görüþmek istiyorum.
- Ben de öyle düþünüyorum, ama nasýl bulacaðýz, hiç fikrim yok. En iyisi, Fýrat’a soruþturmasýný söyleyelim. Bakarsýn bir bilene rastlanýr.
- Hüseyin, dostum bu konu geçiþtirmeðe gelmez. Adamýn niyeti bozuksa, onu bir an önce bilmeliyiz.
- Haklýsýn aðabey, lakin bizim þu an yapabileceðimiz bir þey yok. Olabildiðince dikkat edip, bir an önce araþtýrmaða baþlamasýný söyleyeceðiz.
-Alana varýnca Fýrat’ý ararým.
Yarým saat sonra alandaydýlar. Hüseyin Fýrat’ý ararken, Kazan Nurcan’ýn uçuþ iþlemlerini yapmýþ, kucaklaþarak ayrýlmýþlardý.
Þehirde dolaþýrken uðradýklarý bir otel lobisinde bir grup insan, yüksek sesle tartýþýyorlardý. Konu Avrupa Birliði. Konuþmacý orta yaþlarda iri yarý, kültürlü görünen biriydi. Türkiye’nin bu birliðe mutlaka tam üye olmasý gerektiðini savunuyordu. Dýþardan yeni gelenlerle tartýþmað ortamý büyüyor, herkes kendi görüþünü dile getirmek için sabýrsýzlanýyordu. Kazan ve Hüseyin boþ bir masada oturmuþ, konuþmacýlarý izliyor, zaman zaman kendi aralarýnda konuþuyorlardý.
Dýþardan gelenler arasýndan bir bayan, konuþmacýya hitaben:
-Size çoðu konularda katýlýyorum, lakin Avrupalýlarýn din konusunda ki tutumlarý beni kaygýlandýrýyor. Çünkü Türkiye’nin Avrupa deðerlerini paylaþmasý lazým, derken, esasen çoðunluk Müslüman olan halkýn din deðiþtirmesi, aksi halde üyeliðin mümkün olamayacaðý ima ediliyor.
- Haným efendi, bence bunu ciddiye almasanýz daha iyi. Çünkü böyle diyenler marjinal kesimlerin sözcüleridir. Oysa Avrupa’da daha güçlü sesler, dinin bir üyelik kýstasý olmadýðýný, yazýlý kurallarda buna yer verilmediðine dikkat çekiyorlar.
Söze katýlan esmer, kilolu bir adam:
- Türkiye’nin tam üye olmasýna, orada olduðu gibi, burada karþý çýkanlar da çok ve bunlar haklý. Çünkü biz Avrupa’dan ziyade, Asya kültür ve medeniyetinin bir parçasýyýz. Coðrafyamýzda bunu gösteriyor. Haksýz mýyým?
- Bayým, siz kendinizi o aidiyette hissediyor olabilirsiniz, bu çok normal. Lakin çoðunluk, hatta Osmanlý anlayýþý dahi Avrupalýydý.
- Osmanlý da mý Avrupalýydý? Güldürmeyin adamý. Türkiye ve Osmanlý niyetleri esasta taban tabana zýt iken, bu gerçeði ya zihinsel körlükten ötürü görmüyor veya bilerek çarpýtýyorsunuz.
- Fakat rica ederim bey efendi, bu nasýl olur?
- Osmanlýnýn Avrupalý olduðunu mu iddia etmek istiyorsunuz yine?
- Elbette öyle idi efendim. Düþünsenize, sýnýrý Macaristan iken Avusturya ve Fransa ile komþu deðil miydi Osmanlý? Osmanlý dediðimiz kimdi? Biz deðil miydik?
-Fakat biz oraya niçin ve nasýl gitmiþtik, hangi üyelik anlaþmasýna imza atmýþtýk, kim kime nasýl olmasý ve davranmasý gerektiðini dikte ediyordu, onlar mý yoksa bir Kanuni mi?
- O konular farklý tabii...
- Sizler farkýnda olmadan veya kasten, fetih statüsü ile anlaþma þartlarýnýn gereði bir statükoyu karýþtýrýyorsunuz. Aslen Asyalý olan Osmanlý Sultanlarý, Avrupa’ya ait ülkeleri fethettikleri zaman, onlara tabi olmayýp, aksine, çoðunu kendine tabi kýlmýþlardý. Sizin desteklediðinizin bununla ne ilgisi var?
Bu tez karþýsýnda sükut eden konuþmacýnýn yanýnda duran kravatlý bir adam söze katýlarak:
- Esasen beyefendinin sözleri doðruydu. Lakin o zaman Avrupa da bu Avrupa deðildi. Malum ülkelerin hepsi müstakil krallýklardý. Þimdi ki Avrupa devleri önce kendi aralarýnda karþýlýklý anlaþmalarla bir araya geldiler, sonra da Türkiye Cumhuriyeti bu birliðe katýlmak istemini açýklayarak, Avrupa birliðinin ilgili idari organlarýyla Ankara ve Roma anlaþmalarýný imzaladýlar.
- Demek ki Osmanlý Avrupalý deðilmiþ.
- Evet, Osmanlýnýn Avrupalýlýðý çok daha farklý bir yapý arz etmekteydi, zira Avrupa Osmanlýydý…
Bunun üzerine önceki konuþmacý:
- Osmanlýnýn sonradan uðradýðý yenilgilerden ötürü yapýsal olarak deðiþtiðini ve Ýstanbul da bir zamanlar Fransýzca konuþma modasýnýn ne kadar yaygýnlaþtýðýný unutmamalý.
Kilolu adam cevaben:
- Biz o zaman ki Osmanlýyý zaten Osmanlýdan saymýyoruz. Zaten aslýndan sapýp, soysuzlaþmýþ olduðu için sonunda yýkýlýp gitti. Onun yerine kurulan Cumhuriyetin þiarý “Tam baðýmsýzlýk” iken, þimdi siz Atatürkçüler “Tam baðýmlýlýk” diyorsunuz. Ne garip ki?
- Hayýr, karþýlýklý baðýmlýlýk, diyoruz. Onlar ne kadar, biz o kadar...
- Öyle olsa iyi, ama gerçek öyle mi?
- Bizim amacýmýz böyle ve bunu kabul ettirmek için çaba sarf etmeliyiz.
- Onlar bizden daha müreffeh ve bu bakýmdan daha güçlü olduklarýna göre, eþdeðer olmak iddiamýzda baþarý þansýmýz az deðil mi?
- Evet, hayli az. Ama yine de yok deðil. Çalýþýp, baþaralým ve onlara kendimizi kabul ettirelim. Bu durum böyle, yerinde saymaktan ve yine de onlara baðýmlý kalmaktan daha iyidir.
- Fakat onlar baþka bakýmlardan da çeliþki içindeler. Çünkü bir taraftan farklý ýrk ve kültürlerin birleþmesini teþvikten öte, önerirlerken, diðer yandan Türkiye’yi bölme anlamýna gelen iþlere destek vermekteler.
- Evet, maalesef bu tür çeliþkiler yok deðil. Lakin yine de bu bizim dirençli çabalarýmýz karþýsýnda hükümsüz kalýr, yeter ki biz kendi ülkemizi,sözde kalmayan, adil hukuk kurallarýyla teçhiz edip, vatandaþý devletin kölesi durumundan kurtarýp, ona asli görevini verebilelim. Devletin asli görevi; vatandaþa samimiyetle hizmet götürmek ve bunu yönetmektir, onu ezmek ve ezdirmek deðil.
Amaçlarý bir kahve içmek olan Kazan ve Hüseyin, tartýþmayý ilgiyle izlemiþ, sonra oradan ayrýlýp, sokaklara dalmýþlardý. Hüseyin onu daha önce tanýþtýðý birinin yanýna götürüyordu. Kale içinde bir çok köþe dönerek, eski bir yapý önünde durmuþlardý. Ana kapý asmalar arasýnda, görkemi dikkat çekecek denli usta iþi, kadim iþlemeler taþýyordu.
Hüseyin ona mekan sahibi hakkýnda kýsaca;
- Sana birini tanýþtýracaðým. Müthiþ tarafýný hemen söyleyeyim; bu öyle ilginç biri ki, ne olduðuna bir türlü karar veremez, çoðu gibi, sen de onu sadece Ressam zannedersin. Oysa hayatta anlamadýðý konu yok gibi. Ona sorarsan ama, bütün bildiðinin birkaç ilke olduðunu söyler...” Demiþti.
Kapýnýn hemen yanýnda ki ýþýðý yakarak içeri girmiþlerdi. Önlerine loþ bir koridor çýkmýþ, onu geçerek ilerliyorlardý. Koridor boyu bir kaç kapalý kapý önünden geçmiþ, sað kol yönünde dirsek yapan ikinci koridorun sonunda ýþýk yandýðý görülen baþka bir odaya girmiþlerdi. Usta onlarý ayakta karþýlamýþ ve ocak baþýnda ki sehpaya buyur etmiþti. Kazan onu tanýr gibiydi. “Ýnanýlmaz bir þey!” Diyordu. Böylesini görmemiþtim. Bir süre havadan sudan konuþup, saat gecenin üçüyken ayrýlmýþlardý.
Geri döndüklerinde kimi öðrenci ve Hocalar toplanmýþ, ülkeyi ilgilendiren güncel konularý görüþüyorlardý. Üzerinde yoðunlukla durulan, Türkiye’de ki misyoner faaliyetleriydi.
Tarihçi:
- ABD ve Avrupa kökenli Hýristiyan Misyonerler, Türk gençlerine kanca atmýþ, kendi hikayelerini belletiyorlar. Bu durumda, siyasi iktidar tek kelime ile sorumsuz davranýyor. Tarihte benzerleri var. Ýktidarlar hükümet çarkýný çevirebilmek için, ayni ve nakdi kaynaklara gereksinim duyar ve bunu saðlamak için de Misyonerleri besleyen yabancý vakýflarý destekleyen büyük þirketlerin þantajlarýna ister istemez boyun eðerler.
Bir öðrenci:
- Uzun sözün kýsasý, yabancýlar, önce iktidarý belirliyor, sonra da diledikleri gibi at oynatýyorlar bu ülke topraklarýnda, deðil mi?
Bir baþka öðrenci:
- Öyle ama, bakýyorsun birileri çýkýp; ayný iþleri Fethullahcýlar yapýyor, bu durumda biz de onlarýn çalýþmalarýna göz yummak zorundayýz, diyorlar.
Tarihçi:
-Fakat nedense, misyonerlerde olduðu gibi, Fethullacý, diye tanýmlanan eðitim teþebbüsçülerinin faaliyet içinde bulunduklarý ülkelerin vatandaþlarýný kendi toplumlarýna karþý kýþkýrttýklarýný iddia eden kimse yok. Tuhaf deðil mi?
Hüseyin:
-Fethullacý, diye bilinen cemaatin, gerek ülke içi ve gerekse dýþýnda bir çok faaliyetleri olduðu bilinmektedir. Ancak bunlarýn kimlik ve amaçlarý hakkýnda görüþ birliði saðlanmýþ deðil. Kimine göre, devletçe yasaklanmýþ olan, Nurculuk adý verilen, Said-i Nursi tarafýndan baþlatýlmýþ bir Ýslam þeriatçýsý akýmýn yandaþlarý, kimine göre ise baþta Türklerin yaþadýðý ülkeler olmak üzere, dünyanýn pek çok ülkesinde eðitim hizmeti vererek, Türkiye’nin tanýtýmýna katký saðlayan, iyi niyetli teþebbüslerdir.
Kazan:
-Kimileri de onlarýn ABD tarafýndan, dünya çapýnda ki istihbari amaçlarý doðrultusunda (CIA mensubu öðretmenler vasýtasýyla) çalýþmalara yönlendirilip, bu nedenle desteklendiklerini iddia ediyor. Her halükarda, bunlarýn Misyonerlere benzemedikleri halde, onlarla kýyaslanmalarý yanlýþ ve yanýltýcýdýr.
Kazan istirahat için çýkmýþ, devresi gün Ustaya uðramýþtý. Usta buna çok memnundu.
- Saklamaða lüzum yok, seni bekliyor, geleceðini umuyordum.
- Sað ol Üstat.
- E, eh, nasýlsýn Kazan Hoca, Hüseyin nerde?
- Sað ol Hocam, iyiyiz. Onun biraz iþi vardý. Daha sonra uðrar.
- Ýstersen içeri geçelim. Orada sohbet için ortam daha müsait.
Ustanýn özel misafirlerini kabul ettiði hususi mekanýna geçmiþlerdi. Burada loþ ýþýklý, mistik bir hava hakimdi. Duvarlarý yaðlý boya tablolar süslüyordu. Sað köþede maun bir masa, antika tabureler ve önünde sandalye bulunan resim þövalesi vardý.
-Burasý benim yaþayýp, iþleyerek pas tutmadýðým, huzur, mutluluk ve çileyi yaþadýðým mekandýr Kazan. Nasýl buldun?
- Üstat tam sana göre. Baþka türlüsünü hayal edemezdim…
- Ýstersen sulu veya susuz bir þeyler alabilirsin, beyin ve hafýzayý cilalamak için yani. Bak burada bir nargile ve þu dolapta içeceklerimiz var…
- Çok güzel… Üstat, ben sana tabiyim, ne önerirsen onu almaða hazýrým…
- Tamam. o halde önce þu nargileyi yakalým…
- Hay hay…
Bir süre sonra sohbete baþlamýþlardý. Ama bu öyle alýþýldýk bir sohbet deðildi. Biri birini eksiksiz anlayan iki kiþinin sohbetiydi.
-Üstat, bizi karþýlaþtýran Hüseyni Tanrý görevlendirmiþ olmalý.
- Ýnan, ayný þeyleri düþünüyordum. Sahi siz nereden tanýþýyordunuz?
- Demek anlatmadý… Ýçerde tanýþmýþtýk, beþ yýl önce… Hüseyin deðerli bir kiþi, onu ilk gördüðümde ýsýnmýþtým…
- Bunu sadece sanýyor ama emin deðildim. Sormadým da.
- Farkýndayým. Siz ne yapýyorsunuz? Hüseyin bir tür Zaviye iþlettiðinizi söylemiþti.
- Evet, bir Zaviye denilebilir. Bakýþ açýsý, malum.
- Sen ve arkadaþlarýn buna rehberlik ediyorsunuz.
- Evet, öyle Üstat.
- Ya öðrenciler, onlar kim, Türk mü, yoksa karýþýk mý?
- Çoðu aslen Türk, ama Anadolu’da mevcut bütün oymaklardan talebe var.
- Peki baþarý oraný ne durumda, hiç sonuç alýndý mý?
- Þu ana kadar iyi.
- Bir baþka sorum da þu ki; Öðretinizin temel felsefesi Türkçü mü, yoksa Ýslamcý veya hangi bakýþ taraflýsý?
- Ýkisi birden.
- Fakat bu çok zor, deðil mi?
- Evet, ama yürüyor. Yedi yüz yýldýr böyle deðil miydi?
- Yürüyor muydu, sence?
- Aksi olsa bir arada bulanabilir miydik?
- Tanrý bilir, ama bana kalýrsa, buna yürümek deðil, emeklemek, dense yeridir.
- Nasýl yani?
- Kazan, bilirsin ki buna yürümek deðil, bilakis, son üç yüz yýldýr emekliyoruz böyle.
- Doðru, ama yine de bir aradayýz. Yani Kürt, Laz, Abaza, Çerkez, Gürcü, Ermeni, Yahudi, Arnavut…
- Tamam lakin, böyle çok etnik temel ve keza birden çok tabii idealleri bulunan öðrencilerin bulunduðu bir okulun tek amaca eriþmekte baþarýlý olabilmesi mümkün müdür?
- Mantýken hayýr, ama þimdiye kadar pürüz yaþanmadý.
- Yaþanmadý, çünkü henüz öðrenilenlerin tatbik vakti, yeri gelmedi. Her þeye raðmen, aksi olmaz, dilerim. Ama tahminim o ki, önünde sonunda beklenen veya beklenmeyen bir takým pürüzler çýkacaktýr. Zira sürünmekten kurtulup, atalarýnýzdan sizlere miras kalan bu güzel topraklar üzerinde insan gibi, Beð gibi, yaþaya, yürüyebilmek için daha iyi bir sistem, daha saðlam bir yönetimin anlayýþýnýn kurulmasý þarttýr.
- Ne diyelim Üstat, daha þimdiden çýkmaða baþladý bile. Zira nüfusumuzun küçük bir kýsmýný teþkil etseler de, Avrupa üyeliði gerekçesi, belki onlarýn kýþkýrtmasýndan, baþta Kürtler, kendi dillerinin resmi dile alternatif olmasýný istiyorlar. Hatta silaha sarýlarak, bunu daha ileri götürmeðe, ülkeyi bölmeðe de kalkýþýyorlar, ama asiler daima baþarýsýz olup, önderleri Öcalan da halen hapistedir.
- Tamam lakin, nasýl olmuþtu bu?
- Duyduk ki, nereden aklýna estiyse, bölgede görev yapan (Atilla Iþýk) bir komutan, nihayet Sureye’ye, ya bu terörist baþýný salarsýnýz veya bu bizim için savaþ sebebidir, diye ihtar edince, artýk kendisine yol görünen terör elebaþçýsý dünyada sýðýnacak yer, kaçacak delik aramaða baþlamýþ. Önce Moskova, sonra Yunanistan, Ýtalya derken, kendisini Afrika ülkelerinden Kenya’da bulmuþ ama, bu sýrada Türkiye hükümeti bu nedenle ABD ve Israil’den (CIA ve MOSSAD) ricacý olmuþ… Derken bunlar hemen yerini tespit ile muhtemel devir teslim þartlarýnda anlaþýlýp, bizimkilerde uçakla giderek, elleri ile koymuþ gibi, onu bulup, salimen ve de bir sürü çalýmla, “ülkene hoþ geldin Öcalan” diyerek, buraya getirmiþler… Sonrasý malum… Mahkeme, müstehak gördüðü için kendisini idama mahkum ediyor lakin, Avrupa bastýrýp, idama cevaz veren ceza yasasýný deðiþtirip, en yüksek cezayý müebbet yaptýrýnca, bu hüküm uygulanamayýp, elebaþý bu kez örgütünü içerden yönetip, zavallý milletin evlatlarý, vakitli vakitsiz ölmeðe, (tepkiler yükselip, halk isyan etmesin diye bu cinayetlere þehit saný veriliyor) devam ediyor…
Bu þekilde sorun çözüldü mü peki?
- Hayýr. Ne yazýk ki deðil. Çünkü malum, AB-D kuvvetleri Irak’a saldýrýrken, karþý koymak yerine, komþuluk hak ve hukukuna ihanetin yanýnda, kendi geleceðini de tehlikeye atan Türkiye, Kuzey Irakta yaþayan Kürt aþiretlerin baðýmsýz güç oluþturmalarýna katký yapýp, derken saðlanan her türlü dýþ yardýmla orada, sözde bir Kürt devleti kurmaða çalýþýyorlar.
- Tabii, bu da sizlerin amaçladýðý yararýn gerçekleþmesine engel teþkil edecek bir ortama yol açýyor, deðil mi?
- Evet. Orada kurulan kamplarda yetiþen teröristler her fýrsatta Mehmetçik kaný dökerken, ikide bir þehirlerde toplanan terör örgütü sempatizanlarý, yaþasýn Apo ve Kürdistan, diye baðýrýp, þu veya bu þekilde bir Kürt Devleti kurulabilirse, onunla birleþmek niyetlerini gösteriyorlar. Bu ise malum, ülkenin Güneydoðusunun elden çýkmasý demektir.
- Evet, bence de vaziyet aynen böyledir…
- Bu, yerine göre gayet mahrem þeylerden söz ediyoruz lakin, hakkýnýzda fazla bir malumatým yoktur þahsen. Biraz kendinizden bahsetmek istemez miydiniz?
- Öncelikle, sizli-bizli hitabeti býrakýp, senli benli olalým, derim. Sonra, soruna gelelim. Tabii ki, neden olmasýn. Ben aslen bir Uygur Türküyüm. Çinlilerle giriþtiðimiz son baðýmsýzlýk savaþýndan beri, ikinci yurdum, Türkiye Cumhuriyetinde yaþamaktayým.
- Kemal Beð’e senden bahsedeceðim. Bizim Zaviye’de ders vermek ister miydin?
- Olabilir, ama Kemal Beð dediðin nasýl biri, görüþlerimiz uyar mý?
-Bundan þüphen olmasýn, kabul edersen bu iþ oldu demektir.
- Ama bir þartým var; bundan sonra öðrenciler sadece Türk aslýndan olacak.
- Tamam Üstat. Yeni kayýtlarda buna dikkat ederiz…
Ustanýn zaviye erkânýna tanýþtýrýldýðý akþamdý. Kemal Beð ve hocalar toplanmýþ, Kazan takdimi yapmýþtý. Kemal Beð ona hitaben;
- Hocam, bize katýlmanýza çok sevindik. Çalýþmalarýnýzý kolaylaþtýrmak için ne gerekirse, bildirmenizi rica ederim.
- Teþekkür ederim Kemal Bey.
- Sizi aramýzda görmekten ne kadar onur duyup, iþ birliði yapmanýn kývancýný duyduðumu öncelikle ifade etmek isterim.
Bu sözler Tarihçi hocaya aitti. Usta ona cevaben;
- Sað olunuz hocam. Bu onur bana ait.
Bütün hocalar bu ve benzeri sözlerle hoþnutluklarýný dile getirdikten sonra, söz Ustanýn stratejisi ve bunun gerekçelerinin izahýna gelmiþti.
Kemal Beð:
-Sayýn Hocam, bize katýlmak þartýnýz açýklandýðýnda hem þaþýrdým, hem de çok memnun oldum.
- Evet Kemal Beð, kuruluþ amaçlarýnýzý öðrenince, bu günkü yapýsýyla, bu dergahýn, ihtiyaca cevap vermekten uzak kalacaðýný düþündüm. Zira milli hedefler, yapýsý itibarý ile, daima ayrý takip edilir. Aksi durumda olan bir kuruluþ zaten milli olmaz.
- Tabii ki, burada, bundan böyle, bu ülkenin milli ad ve yüksek menfaatlerine uygun, kendi davranýþ ve rekabet becerileri öðretilmelidir…
Derken yeni kurs dönemi ve kayýtlar baþlamýþ, öðrenci adaylarý Anadolu’nun dört bucaðýndan sökün edip, gelen öðrenci adaylarý ile kursiyer toplam mevcudu bu defa yetmiþ öðrenciyi bulmuþtu.
Usta ilk dersinde, genel içtimai hayat ve ülkede olan bitenleri hülasa ederken, öðrencilerden biri söz isteyerek, þöyle soruyordu:
- Hocam adým Ýhsan, sizce bu Ergenekoncu denilen þahýslar, ki malum tutuklu veya umum sanýklarý içinde bir çok ve hemen her rütbeden asker var, bahsedildiði gibi, yanlýþ iþler mi yapmýþlardýr, yoksa bu iþin içinde baþka iþler de mi var?
- Bu soru nereden aklýna geldi bilmem de, iyi ki sordun. Bu konuya dair bilinmeyen veya bizim bilmediðimiz durumlar, hususlar olabilir elbet lakin, önce size þöyle bir soru sorarak, konuya baþlamak istiyorum; Sizlere göre, Türkiye’nin, daha doðrusu, Türk milletinin düþmaný veya düþmanlarý var mýdýr, varsa bunlar kimlerdir?
Bu soru üzerine ilk el kaldýrýp, söz almak isteyenlerden birine baþýyla iþaret Üstat, ona hitaben;
-     Evet, söyle bakalým evladým…
-     Hocam benim adým Þamil, aslen Karslýyým. Bana göre Türk milletinin bir çok düþmaný vardýr. Bunlarýn baþýnda, komþumuz ve stratejik menfaatlerimiz çatýþtýðý için Ruslar gelir. Bunlarý Ermeniler izler. Daha sonra da Yunan, Bulgar ve sair Avrupalýlar…
Bir baþka söz isteyen öðrenci:
-     Hocam ben Erzurumluyum ve adým Cengiz. Arkadaþýmýn söyledikleri doðrudur ama, düþman denince, herkesi deðil, sadece güç yetirmekte zorlanacaðýmýz millet veya devletleri saymak gerektiðini düþünürüm. Þu halde arkadaþýn zikrettiði Ruslar’a ilaveten, Çinliler, Ýngiliz ve Amerikalýlarý, sonra önde gelen Avrupa devletlerini saymak gerektiðini düþünüyorum.
-     Her ikinizi de tebrik ederim. Söyledikleriniz doðrudur ve ben dahi katýlýyorum. Þimdi ikinci soru; bu düþmanlar Türk milletini alt edip, yurtlarýný peyder pey ele geçirerek, Anadolu topraklarýnda hükümran olmak isterler mi, istemezler mi?
Bu soruya adeta bütün sýnýf ayný anda cevap vererek;
-     Elbette ki isterler ve istedikleri de her hal-tavýrlarýyla zaten belli oluyor…. Demiþlerdi.
-     Bunun üzerine Üstat;
-     Evet gençler, haklýsýnýz, çünkü bu böyle deðildir, diyebilecek durumda deðilken, bu böyledir demek için elimizde her türlü gerekçe ve tavýr örnekleri mevcuttur. Hal böyle olup, düþmanlar emellerine eriþmek için peki, ilk iþ olarak ne yapar veya burada neyi neyi bertaraf etmek, ortadan kaldýrmak veya teslim almak isterler?
Bu soruya yine bütün sýnýf ayný cevabý vererek;
-Tabii ki ülkenin milli ordusunu, demiþlerdi.
- Peki ama, ya buna ihtiyaç duymayacak tedbirleri çok daha öncesinden alarak, ordunun kendilerine býrakýn müdahale etmesini, katký saðlamasýnýn þartlarýný hazýrlamýþ iseler? Örneðin onu NATO üyesi yaparak, o zaman ne yaparlar?
Bu soruya ýsrarla cevap vermek isteyen Erzurumlu öðrenci söz alýp:
-     Evet hocam, aynen dediðiniz gibi olup, o yüzden yabancýlar (Avrupa Birliði ve IMF) özelleþtirme adý altýnda, devlete ve millete ait bir çok önemli milli kurumun enternasyonal alanda ihale ile satýlmasýný dayatmýþ ve hükümette bunlarý kabul etmiþtir. Yani, ülke ekonomik anlamda dýþardan yönlendirilebilir, baðýmlý hale getirilmektedir. Geçenlerde okuduðum bir dergide gördüðüm liste karþýsýnda hayretler içinde kalmýþtým. Çünkü dün düþman saydýðýmýz bir çok ülkenin þirketleri ülkemizde ki her bakýmdan çok önemli ve zarar deðil, kâr eden, para kazandýran milli iþletmelere yüzde elli veya kimi durumda daha fazla oranda, sahip olmuþlar. Bunlar arasýnda neler yok ki? En dikkat çekenler de Tüpraþ, Türk Telekom ve OYAK… Oyak’ýn, ki þimdi adý artýk AXA&OYAK olmuþtur, “Türkiye, 1915 sonrasýnda yaþanan olaylarda Ermenilere soy kýrým yapýldýðýný kabul etsin, biz Ermeni tazminatýný ödemeðe hazýrýz, dediði bile haber konusu olmuþtur. OYAK’ýn Ordu Yardýmlaþma Kurumu adýný taþýdýðýný da hatýrladýktan sonra, düþünebiliyor musunuz bunun anlamýný arkadaþlar?
Bu durumu havlasý alýp, mantýðý kabul etmeyen bir baþka öðrenci tepki ile:
-     Bu nasýl olur hocam? Demin ordunun niye müdahale edemeyeceðine iliþkin açýklama yapmýþtýnýz lakin, býrakýn gidiþata müdahale etmesini, bizzat ve en ifrati konuda kendi þirketinin þimdi ki Fransýz Ermeni’si olduðu söylenen Genel Müdürünün yaptýðý bu açýklama ve teklife ne demeli þimdi? Diye sormuþtu.
Bu duruma bir baþka öðreci þöyle bir izah getirmiþti:
-     Bütün bunlardan anladýðým o ki, her nasýlsa NATO’ya dahil ederek, bir þekilde tesir altýna aldýklarý ordu yönetimi, daha doðrusu Genel Kurmayýmýzý, bu oldu bittileri millete daha kolay hazmettirmekte kullanýyorlar…?!
Bir baþka öðrenci:
-     Önce Milli Ýstihbarat Örgütünün bizzat kurup (Apo bir MIT Ajaný imiþ), sonra iplerini yabancý servislere kaptýrdýklarýný itiraf ettikleri (bu sanki geçerli bir bahane imiþ gibi, M.Kaynak söylemiþti) PKK terör örgütü, aradan yirmi beþ sene geçtiði ve binlerce sivil ve devlet memurunun hayatýna ilaveten milyarlarca dolar paraya mal olan mücaleye raðmen, hala etkisiz hale getirilemeyiþi tevekkeli deðil imiþ, demek ki?!
Bir baþka öðrenci;
-     Bütün bunlar yola çýkarak; asker, polis ve sivil vatandaþlarýn yýllardýr sürdürülen kalleþ teröre kurban edilmesinin arkaik amacý aslýnda, mamkünse bütün Türk milletinin direnç ve inancýnýn yýkýlýp, pkk örgütünün bitirilip, niyetlerinin yok edilemeyeceðine genel inanýþýn saðlanmasý için imiþ, dersem, yanlýþ mý anlamýþ olurum? Diye sormuþtu….
Bir baþka öðrenci bu yaklaþýmdan hareketle;
-     Gelinen duruma bakýnca, belli ki, aynen böyle imiþ. Millet, yani asker ailesi halk, çocuklarýnýn iki de bir þehit gitmesinden o kadar býkýp, usanacak ki, artýk orduya asker dahi vermek istemeyecek duruma gelerek, böylece ve kendiliðinden, Türkiye’yi ele geçirmek isteyen düþmanlara karþý hiç savaþmaksýzýn, ordusu daðýlýp, egemenliðini istese dahi koruyamayarak, nihayet bunu AB-D’nin baþkenti Brüksel’e devretmek zorunda kalacak… Diye, bir sonuç çýkarýyorum.
Bir baþka öðrenci:
- Peki ama, ya bu günlerde tutuklanan eski veya elan dahi görevde olan Generaller niye cezalandýrýlmak isteniyor? Görevlerini hakkýyla yapmayýp, ordu ve milleti bu durumlara duçar ettikleri için mi, yoksa bilakis, millet ordusunun (Ki bu malum milletin onur ve namusu, yegane dayanaðý sayýlmaktadýr) generallerinin dahi pespaye edilerek, ordunun fiilen yenildiðinin millet nezdinde ispatý ve kabul edildiðinin somut göstergesi veya sonucu sayýlsýn diye mi, bu tutuklamalar yapýlýyor?
Bütün bunlarýn üzerine Üstat þöyle diyor;
- Gençler, bireysel muhakeme ve durum deðerlendirmeleriniz takdire þayan, lakin hadisatýn detaylý gerekçelendirilmesi için daha bir çok soru ve cevaba ihtiyaç vardýr. Onun için, herkesten ricam, yeri geldiðinde, uygun sorularýn buna göre ortaya sürülmesidir.
Bunun üzerine öðrencilerden biri söz isteyerek:
-     Deðerli Hocam ve arkadaþlar, gelinen bu noktaya kadar þahsen anladýklarýmý özetleyince, bütün sorumluluðun bu ülkeyi korumak, kollamak ve vakti geldiðinde hayatlarý pahasýna savunmak görevi üstlenmiþ, bu yetkeye sahip olan askeri erkan, yani subaylar ve onlarýn tutumlarýna (ki bu maalesef ki, þimdiye kadar menfi bir mahiyet arz etmiþtir) dayandýðýný anlýyorum. Yanýlýyor muyum? Diye soruyordu.
Buna cevap vermek için konuþan Üstat þöyle diyordu:
-     Evet, gelinen bu nihai çýkarým ilk etapta yanlýþ deðil ancak, tam doðru olduðu da söylenemez. Çünkü ordu içinde görevli binlerce subayýn mevcut askeri hiyerarþi içinde, býrakýn alenen veya gizlice bir araya gelip, düþünce paylaþarak, hayati önemi haiz teþhis ve tespitler yapmakla kalmayýp, ona göre önlem alýp, tavýr koyabilmelerini, buna çok uzaktan yaklaþan tutum ve eðilimleri görülür görülmez, kayda geçirilip (gizli muhbirler vasýtasýyla) ilk fýrsatta ordu ile iliþiklerinin kesilebildiði unutmamalý. Bu demek oluyor ki, elan veya geçmiþte, orduda subay olarak görev yapmýþ gerçek anlamda vatan ve milletini düþünen Atatürk anlayýþýnda olanlar, birlikte karar alýp, tavýr koymak fýrsatýna belki hiç eriþememiþ de olabilirler. Dolayýsý ile, bu iþleri asýl yapmalarý gerekenler, gizlice takip edilmeleri nispeten zor olan bizim gibi sivil vatanseverler (buna ordudan atýlan veya emekli olanlar da dahildir) olsa gerekti, muvazzaf subaylar deðil.
Bunun üzerine bir baþka öðrenci:
-     Þu halde bu demek oluyor ki, þimdilerde içeri alýnan ve kendilerine Ergenekoncu denilenler (ki malum, bunlar arasýnda bir çok ve her meslek-meþrepten siviller de vardýr) bu düþüncede olan kiþilerdir. Öyle mi Hocam?

-     Öyle olmasý, daha doðrusu, böyle olmalarý gerekirdi lakin, söz konusu kiþilerin gerçekten bu niyet ve tavýr içinde olduklarýný gösteren somut delil olmadýðý gibi (çünkü þimdiye kadar ihtilal veya darbe düþünülüp de fiiliyata geçmeden ve böylesine tersine evirildiði vaki deðildir), tam aksi, (ki, yeni düzenin kurulabilmesi için, bu bozulum veya yenilginin Türk milleti ve ordusu adýna birileri tarafýndan yapýlmasý gerekiyordu, fiilen kabul ve üstlenilmesi anlamýna gelir,) durumu iþaret ediyor, her ne kadar bu tez þu an için kesin bir tespit olmasa bile.
Bunun üzerine söz alan bir öðrenci:
-     Þu halde bu durumda gerekeni vaktinde ve uygun þekilde yapmak yerine, kasti hatalar (elzem olan önlemleri almayýp, hareketi dumura uðratarak) yapýlmýþtýr, diye mi anlamalýyýz hocam?
-     Evet, buna dair kuþku maalesef ki, kesin bir tespit olmasa da, elan dahi geçerlidir.
Bir baþka öðrenci:
- O zaman bu durumu kýsaca þöyle özetleyebiliriz:
- Ordu yönetimi (GKB) malum harici tesirlere (AB-D NATO) maruz olarak, daha baþtan aleyhte bir yapý arz ederken, bu durumu deðiþtirmek isteyenlerin acizlik veya beceriksizleri sonucu bu durum oluþup, TSK elan mevcut olsa bile, bu yapý ve görev anlayýþý ile baðýmsýz hareket edebilmek yetisini sahip, kendi ve vatanýný bekasýný temin etmekten uzak bir Türk ordusu sayýlmayýp, ne zaman hepten daðýtýlacaðý dahi muðlak bir durumdadýr.
- Evet, maalesef ki gelinen vaziyet aksini gösterir bir durum arz etmiyor…
Bunun üzerine söz alan bir öðrenci:
-     Vaziyet bu kadar vahim olduðuna göre, bu duruma vakýf olan bütün vatanseverlere olduðu gibi, bizlere de yapacak iþ düþüyor, demektir.
-     Evet ve iþte iþtirak ettiðiniz bu kursun esas gayesi bu hizmette görev alabilecek duruma gelmenizi saðlamaktýr. Mesele anlaþýldýðýna göre, çalýþmalarýnýza bundan böyle ne kadar önem vereceðinizi ayrýca tembihe gerek yoktur…
Bu dersten sonra kursun anlam ve önemi daha bir mana kazanýp, çalýþmalar ona göre bir gayret ve dikkat ile sürdürülüp, her altý ayda mezun vererek, memleketin geleceðine yön verecek yüzlerce eleman yetiþmiþ ve yurdun dört bir yanýna daðýlarak, o kutsal gayenin tesis ve temini için gün saymaða baþlamýþlardýr…
-Son-
Husrev Özel






Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn toplumcu kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Askerlik Macerasý...

Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Savaþçýnýn Ýntikamý
1.Bölüm: Çatal Yürek
Ademin Akýbeti

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Tanrý Daðlý Akkartal 1. Bölüm [Roman]
Tanrý Daðlý Akkartal 2. Bölüm [Roman]
Tanrý Daðlý Akkartal 3. Bölüm [Roman]
Tanrý Daðlý Akkartal 4. Bölüm [Roman]
[Eleþtiri]


Hüsrev Özel kimdir?

Yazma tutkusu olan herkes gibi, bu yolda bir çok cefayý bedel olarak ödemiþ biriyim.

Etkilendiði Yazarlar:
Bir çok iyi yazar var, lakin H.N.Atsýz ve P.Safa'nýn yeri baþkadýr nezdimde.


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Hüsrev Özel, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.