..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Yedi iklim dört köþeyi dolandým / Meðer dünya her tarafta bir imiþ. -Dadaloðlu
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Aný > Kemal Yavuz Paracýkoðlu




31 Mart 2012
Nöbetçi Öðretmen…  
Bizim Köyün Ayýlarý..

Kemal Yavuz Paracýkoðlu


Ankara Erkek Öðretmen okuluna daha ilk günümden problemle baþladým


:ACCE:


Ankara Erkek Öðretmen okuluna daha ilk günümden problemle baþladým. Akþam saat dokuzda gelmiþ, babam beni teslim eder etmez dönmüþtü. Yatakhaneye giriþ iþlemlerim, boþ bir ranza gösterilmesi, çantamdaki kýyafetleri gösterilen dolaba yerleþtiriþim, meraklýlarýn sorularýný yanýtlayýþým derken, saati on bir yapmýþtým. Yatma saati! Saat on birden bir dakika önce bile yataða giremiyormuþuz; yasak! Pijamalarýmý giyip de yataða girdiðim an, bir ranzada yatmanýn keyfini iyice hissetmeye çalýþtým. Hayatým boyuca yer döþeðinden baþka bir zeminde yatmamýþtým. Þimdi bir ranzam vardý, ne güzel…
Üst ranzaya benden biraz daha yaþlýca duran, sanýrým üst sýnýflardan bir öðrenci geldi. Ne hoþ geldin, ne hayýrlý olsun, hiç laf atmadan çýktý yataðýna, yattý; pek kasýntý bir þeydi. Bir zaman yataðýnda kýpýrdadýkça ranzasýndan çýkan gýcýrtýlarý dinledim, sonra uyuya kalmýþým.
Evdeyken her gün, istisnasýz, en az on saat uyku uyurdum. Sabah, saat yedi olduðunda, evdeki rahatlýðý unutmam gerektiðini anlamamý saðlayan geliþmeler gecikmedi.
Nöbetçi öðretmen elindeki ince uzun deðneði ranzalarýn demirlerine vura vura koðuþa dalmýþ, “uyanýn!” komutlarýyla bir baþtan bir baþa yürüyüp benim en dipteki ranzamýn baþýna gelmiþti. Uyanmýþtým, kalkacaktým, ama o çýkarttýðý gürültünün finalini yapar gibi, “kalksana ulan!” diye baðýrarak deðneði sýrtýma yapýþtýrmýþtý.
Can acýsýyla öyle bir fýrlamýþým ki, kafamý üst ranzanýn demir kenarlýklarýna çarptým. Kafam yarýldý. Kafamdan kan fýþkýrmaya baþladý. Kanayan yeri elimle kapatmaya çalýþýyordum, ama kanamayý durduramýyordum. Nevresimim ve yastýðým kana bulanmýþtý.
Böylesine tazyikli bir kanama nöbetçi öðretmeni çok korkutmuþtu. Beni sürükleyerek revire taþýdý. Revirde, ne hemþire, ne doktor, hiç biri henüz iþ baþý yapmamýþtý. Revirin iþçi kadrosundaki hademesi elindeki paspasý bir kenara atarak yanýmýza gelmiþti. O da en az nöbetçi öðretmen kadar telaþlanmýþtý.
“Hocam ne oldu bu çocuða?”
“Kafasýný ranzasýnýn kenarýna çarptý!”
“Nasýl çarptý?”
“Nasýl olacak? Sakarlýðýndan…”
Üstüne bir þey alýnmýyordu. Elbette alýnmazdý, onun sebep olduðu duyulsa, suçlanacaktý.
Hademenin revirde çalýþýyor olmaktan dolayý edindiði tecrübe, belki de benim hayatýmý kurtarmýþtý. Adam, sýký bir turnike uygulayarak kanamayý durdurmuþtu, yoksa kan kaybýndan dolayý çok kötü bir duruma düþmem an meselesiydi.
“Kafasýna hemen dikiþ atýlmasý gerekli!” diyerek hastaneye yetiþtirilmemi de o saðlamýþtý.
Nöbetçi Öðretmen, okulun mubayaa kamyonetini getirterek beni hemen yakýnlardaki bir hastanenin acil servisine ulaþtýrmýþtý. Orada da kendi sakarlýðýmdan dolayý kafamý ranzamýn kenarýna çarptýðýmý söyleyerek üstüne bir þey alýnmamýþtý. Okuldaki ilk günümdü ve bu okulda, bu öðretmenle geçireceðim yýllarým vardý, o nedenle sakarlýðý üslenmiþ, adamý temize çýkarmýþtým.
Kafamda oldukça derin bir yarýk oluþmuþ ve dört dikiþ atýlmýþtý.
On gün boyunca her gün revire uðrayarak pansumanýmý yinelettikten sonra, onuncu gün dikiþler alýnmýþtý.
Ýlk günkü derslere girememiþtim; zaten kimisi boþ geçmiþ, kimisi de tanýþma sohbetleriyle, bir þey kaçýrmamýþtým.
O günden sonra, o nöbetçi öðretmenle yýldýzlarýmýz hiç barýþmadý. Adam hem suçlu, hem güçlü gibi, sebep olduðu olaydan dolayý bir kez bile gönlümü almak için teþebbüste bulunmadý.
Velhasýl-ý kelam, o da bizim köyün ayýlarýndandý.

KARINCAEZMEZ…
Öðretmenimiz Fikret Bey’in lakabý “Karýncaezmez”’di. Gürültü olmasýn diye, altlarý lastik/kauçuk iskarpinler giyer, yer döþemelerini yýpratmak istemez gibi adýmlarýný adeta yere dokundurmadan atardý. Öyle deðnekle, gürültüyle bir iþi olmazdý onun.
O, nöbetçi oldu mu, o gün her þey saat gibi týkýr týkýr yürür, hiçbir vukuat çýkmazdý. Tüm iyi þeyleri kendinde toplamýþtý. Ýnsandan çok farklý, insanüstü bir yaratýk gibiydi. Ýnsan bir kerecik olsun bir þeye kýzmaz mý, baðýrmaz mý; hadi bunlarý geçtik, þöyle bir kaþlarýný çatmaz mý be hey adam!
Nöbetçi olduðu günler herkesi tek tek, baþlarýný okþayarak uyandýrýrdý. Ben, o gelmeden çok önce uyanmýþ olurdum, ama beklerdim ki, gelsin, baþýmý okþasýn, “günaydýn çocuðum,” desin… Çok hoþuma giderdi bu, o günümü bu sayede aydýnlýk geçirdiðimi düþünürdüm. Herkes öyle. Hepimiz, öðretmen sevgisini, ana-baba sevgisini, abi sevgisini, arkadaþ sevgisini, ihtiyacýmýz olan her sevgiyi onda bulurduk. O, kendini öðrencilerine adamýþtý.
Yatakhaneden çýkýp yemekhanenin yolunu tuttuðumuzda sýrtýný duvara verip dikilir, hepimizin suratýný tek tek gözden geçirir, bir problemimiz olup olmadýðýný algýlamaya çalýþýrdý. Hepimizin okul numarasýný ezbere bilirdi. Asýk suratlý birini gördüðü zaman, o öðrencinin numarasýný seslenip, “Karadeniz’de gemilerin mi battý?” diye sorardý.
Ben, ondan bu soruyu ilk duyduðumda, soruyu sorduðu çocuðun gemi sahibi birisi olduðunu sanmýþ, çocukla baþ baþa kaldýðýmýz bir anda, çenemi tutamayýp, ciddi ciddi, “senin gemilerin mi var?” diye sormuþtum. Çocuk, benim salaðýn teki olduðumu nereden bilsin, onunla dalga geçtiðimi sanarak, “siktir ol, git lan baþýmdan!” diyerek beni yanýndan kovmuþtu.
Kafamýn yarýldýðýnýn ertesi günü nöbetçi Karýncaezmez’di. Ben, onun bu özelliklerini henüz bilmiyordum. Yatakhaneden çýkmýþ, yemekhaneye doðru giderken numaramý seslendiðini duydum. Tam o anda da yaný baþýmdaki bir çocuðun sorduðu bir soruya cevap veriyordum; hemen sustum.
Karýncaezmez, “sen gel bakayým buraya!” diye emretti.
Konuþtuðum için azar iþiteceðimi sanarak, içimden konuþmama sebep olan çocuða okkalý bir küfür savurarak, yanýna gittim.
O, baþýmdaki bandajý iþaret ederek, þefkatle, “baþýna ne oldu, evladým?” diye sordu.
“Üst katýmdaki ranzanýn kenarýna çarptým efendim,” dedim.
Merakla, “nasýl oldu o?” diye üstelediðinde, biran nöbetçi öðretmenden bahsedip bahsetmemeyi düþündüm.
Adam herkese, baþýmý sakarlýðýmdan dolayý çarptýðýmý söylemiþti. Þimdi onu suçlamaya çalýþmak gereksizdi.
“Ranzamdan kalkarken biraz acele etmiþtim efendim,” dedim.
“Geçmiþ olsun!” diyerek beni yolladý. “Tamam, gidebilirsin!”
Yemekhanede tabldot tepsisindeki zeytin, peynir, margarin ve reçel çeþitlerini katýk ederek bol ekmekle karnýmýzý doyurmaya çalýþýyorduk.
Karýncaezmez görünürlerde yoktu, buna raðmen koca yemekhanede çatal, býçak seslerinden baþka bir ses yoktu.
Sessizlik içinde kahvaltýlýklar bitirilip tepsiler bulaþýkhanenin küçük penceresinden içeri teslim edilirken Karýncaezmez de ortaya çýkmýþtý. Tam da yemekhane kapýsýnýn kenarýna dikilmiþ, kahvaltýsýný yapýp çýkan öðrencilere bakýyordu.
Ben de tepsimi teslim etmiþ, yemekhaneden çýkýyordum ki, herkese sadece numarasýyla hitap ettiði söylenen Karýncaezmez, tam önünden geçerken bana, “Kemal Yavuz, gel!” diye seslenmiþti.
Bu gün, benimle ikinci muhataplýðýydý bu, pek hayra alamet deðildi. Kortum.
Heyecanlý hareketlerle yanýna giderken, “yavaþ, yavaþ, acele etmene gerek yok evladým!” diyerek karþýladý beni. Elini omzuma koyarak yemekhane kapýsýndan dýþarý çýkarttý. Gelip geçenlere duyurmak istemiyormuþ gibi, usulca, “Ali Yavuz senin baban mý?” diye sordu.
Bir an babama bir þey olduðunu sandým, “evet?” dedim sorgular gibi.
O, sevecenlikle, “baban benim köy enstitüsündeyken arkadaþýmdý,” dedi. Þaþýrdýðýmý görünce, biraz daha açýklama ihtiyacý duyarak, “senin yaþlarýndayken babanla ben ayrýlmaz iki arkadaþtýk,” diye devam etti. “Gel benimle!” diyerek, elini omzumdan çekip yaný baþýmda yürümeye baþladý. Baþýmdaki bandaja çevirdi bakýþlarýný; onun gene kafamdaki yarýðýn nasýl oluþtuðunu sorgulamaya baþlayacaðýný hemen anladým.
“Ben araþtýrdým, soruþturdum, kafanýn nasýl yaralandýðýný öðrendim,” dedi. Kafamýn, nöbetçi öðretmenin yüzünden yarýldýðýný öðrendiðini sandým; ama o, “kafaný yaran arkadaþýnýn ismini vermek istemediðin için seni takdir ederim; ama ismini bana söyle ki, bir daha böyle þeyler olmamasý için ona nasihatte bulunabileyim!” diyerek devam edince, baþýmý bir arkadaþýmla kavga ederek yardýðýmý sandýðýný anlamýþ oldum. Nöbetçi öðretmenden hala haberi yoktu.
“Yok vallahi öðretmenim, acele edecem diye kendim ranzanýn demirine çarptým,” diyerek ýsrar ettim.
Bu defa inanmýþ görünerek, “öyle olsun bakalým,” dedi.
Beni okulun malzeme ambarýna götürdü. Malzeme ambarýndaki memurun odasýna girdik. Karýncaezmez, memura, “bu Kemal Yavuz,” diyerek beni gösterdi. “Onu sana emanet ediyorum,” dedikten sonra da çýkýp gitti.
Odada altý, yedi öðrenci yan yana dizilmiþler, sessizce dikilmekteydiler. Memur, “sen de arkadaþlarýnýn yanýnda sýraya geç,” diyerek bekleyen öðrencileri gösterdi. Geçip, sýranýn en sonunda dikildim. Yaný baþýmdaki oðlanýn, üst katýmda yatan kibirli oðlan olduðunu görünce baþýmý çevirdim. O beni selam verilmeyecek kadar küçümsüyorsa, ben ona yýlýþamazdým ya! Neler olduðunu anlamaya çalýþarak beklemeye baþladým.
Ambar memuru önündeki sayfalar halindeki bir listeden, sayfalarý arasýnda siyah karbon kaðýdý döþenmiþ bir malzeme alma bonosuna notlar almaktaydý. “Bir iskarpin, 40 numara, bir gömlek, 1 numara, bir kravat, bir takým elbise, bir pardösü, çorap, iç çamaþýrý, mendil, çanta, üç yüz sahife sarý defter, harita metod defteri, çizgisiz, harita metot defteri, kareli, okul defteri 3 adet, çizgili, kurþun kalem, dolma kalem, mavi mürekkep, …” sonsuza dek sürecek gibi upuzun bir liste oluþturarak habire yazýyordu.
O sýrada kucaklarýndaki kolilerle gelen iki iþçi, kolileri ortadaki sehpanýn üstüne býraktýlar. “Bunlar, Sabri Yýlmaz’ýnkiler…”
Memur sýranýn en baþýndaki öðrenciyi yanýna çaðýrdý. “Sabri, gel oðlum, eþyalarýný teslim aldýðýna dair tutanaðý imzala!”
Çaðýrýlan öðrenci hemen gidip gösterilen yerleri imzaladý.
Memur, ona eþyalara dair hazýrladýðý bononun bir nüshasýný da vererek, “eþyalarýný bu listeyle karþýlaþtýrarak dolabýna yerleþtir, eksik bir þey çýkarsa hemen gelip bana haber ver, emi!” diye tembih etti. Ýþçilere, “çocuðun kolilerini dolabýna kadar götürün!” diye emrederken bir baþka listeyi de onlara teslim etti. “Döndükten sonra da þunlarý hazýrlayýn!”
Olanlardan anladýðým kadarýyla öðrencilere giyecek ve kýrtasiye yardýmý yapýlýyordu.
Nihayet sýra bana geldiðinde de ayný þeyler oldu. Ýmzalarýmý atýp tamamladýktan sonra kolilerimi kucaklayýp taþýyýveren iki iþçinin önünde yatakhanedeki dolabýmýn önüne vardýk. Adamlar, kolileri yere býraktýktan sonra gittiler.
Benim dolabýmdan birkaç dolap ötede, kendisine verilenleri yerleþtirmekle meþgul olan kasýntý oðlanýn bu defa suratý gülüyordu. Arada bir çýðlýk atýyordu. “Üf! Þunlara bak, gýcýr gýcýr!”
Ben de kolilerimi açarak içlerini boþaltmaya baþladým. Kolilerin biri giysilerle, diðeri kýrtasiyelerle doluydu. Aðzý kulaklarýnda sevinç çýðlýklarý atan kasýntý çocuða, “bunlarý bize niye verdiler ki?” diye sordum.
“Fakir olduðumuz için,” dedi.
Gerekçeden incindim bir an; kendi kendime, “ben fakir miyim?” diye sordum. Sonra, “bunlarý verdiklerine göre fakirmiþim demek ki,” diye karar verdim. Bunun gerçek olma ihtimalinden dolayý onurum kýrýldý. Fakir, Muhittin Amca gibiysen olunur, adamcaðýz fakirliði yüzünden dilencilik yapmak zorunda kalmýþtý; oysa benim babam bir öðretmendi, devlet babadan bir sürü maaþ alýyordu. Hem Nail amcam vardý benim. Eskiþehir’in en zengin adamlarýndan biriydi o; fabrikasý, evleri, dükkânlarý vardý. Oðlaný azarlar gibi, “ben fakir deðilim!” diye çýkýþtým. Babam belki fakir sýnýfýna giriyordur diye düþünerek ona amcamla övünmeye baþladým. “Benim fabrikatör amcam var, üç yüz tane iþçi çalýþtýrýyor.”
Öðrenci güldü. “Benim de üç yüz dönüm sulak tarlasý, besihanesinde altý yüz tane danasý, davarý olan amcam var. Ne olmuþ?” Eþyalarýný yerleþtirmeyi bitirmiþti. Dolabýnýn asma kilidini kapatýp yanýma geldi. “Buraya gelirken, annem yol paramý ondan alamadý da, muhtar amca, bakkal Ýsmail amca ve kahveci Recep, yol paramý aralarýnda denkleyip verdiler,” dedi. Dolabýma yerleþtirmeye baþladýðým kýlýklarý göstererek, “Allah, devletimize zeval vermesin! Ýnsanýn amcasý bu kadar yardým etmez, acýyýp da!” dedi. Bir an sustuktan sonra, “senin amcan ediyor mu?” diye sordu.
“Çý-ýh!” dedim.
Amcalarýmýzýn harisliðine ikimiz de güldük.
Verilen kýlýklarý giyinip de dersliðimize doðru giderken, koridorlarda yanlarýndan geçtiðim öðrencilerin pek çoðu kafalarýný çevirip çevirip üstüme baþýma bakýyorlardý. Eminim ki, onlarýn arasýnda nice babasýz kalmýþ, fakir çocuklarý vardý. Üstümdekileri, olarýn sýrtýndan sýyýp almýþým da öyle giyinmiþim gibi bir duyguya kapýldým.
Nazmi ile asýk suratlý baþlayan iliþkimiz, sonradan çok samimi bir dostluða dönüþecekti.
Nazmi, Tokat Zileliydi. Babasý uzun yol þoförlüðü yaparken, kaza yapýp ölmüþ, Nazmi ile annesi de Zile’de anneannesinin yanýna yerleþmiþlerdi. Zile’deki öðretmenlerinin teþvikiyle girdiði Ankara Erkek Öðretmen Okulu sýnavýný birincilikle kazanmýþtý.
“Ben de üçüncülükle kazandým,” dedim ona.
O ise, “ha birincilikle, ha üçüncülükle, kazandýk ya, ona bak sen,” diyerek mütevazý bir tavýr sergilemiþti.
*
Kendim öðretmen olamamýþtým, ama Ankara Erkek Öretmen okulunda, Nazmi ile üst düzeyde seyreden arkadaþlýðýmýzý yaþadýðýmýz yýldan yýllar sonra Balýkesir’de öðretmenlik yapan bir hanýmefendiyle evlenmiþtim.
Kendim Eskiþehir’deki Þeker Fabrikasýnda memur olarak çalýþmaktaydým. Eþimin, eþ durumundan tayinini Eskiþehir’e yaptýrabilmek için Ankara’da Milli Eðitim Bakanlýðýnda Ýlköðretim Özlük Ýþlerine gelmiþtik. Tam da Milliyetçi Cephe koalisyon hükümetlerinin dönemi, yani bir torpiliniz yoksa hiçbir iþinizi hallettiremediðiniz bir dönem. “Olanak, olasýlýk” gibi kelimelerle konuþtuðunuzda bile hemen solcu olduðunuza hükmedilmekteymiþ, ama ben bilmiyordum bunu. Bu konuþma þeklimden dolayý, servisteki þef ve memur düzeyindeki çalýþanlar habire sorun çýkartýyorlardý. Ýþimizi halledebilmek için saða sola gidip gelirken, lisede Sanat Tarihi öðretmenliðimi yapan, o sýralarda ise Çankýrý Milli Eðitim Müdürü olan Kamil Ateþoðlu (yoksa Kenan Ateþoðlu muydu? neyse…) (sonradan CHP Milletvekilliði de yaptý) ile karþýlaþtýk. Elini öpüp sorduðu için derdimi anlattým, ama hep o yeni Türkçe kelimelere de yer vererek.
Beni, “evladým, böyle solcu aðýzlarýyla konuþursan iþiniz olmaz; konuþtuðun kelimelere dikkat et, eski kelimeleri kullan,” diye uyardýðýnda öðrenmiþ oldum kullanýlan kelimelere göre solculuk teþhisi konulduðunu.
Hocam da, kendisinin CHP.li olarak tanýndýðý için bize bir katkýsý olamayacaðýný söyleyince umudumu iyice yitirip, eþime, “verelim dilekçemizi evrak kayýta, gidelim. Bir torpil arayýp bulalým. Olmazsa ben tayinimi Balýkesir’e yaptýrýrým,” dedim.
Dilekçenin kaydý alýnmadan önce Ýlköðretim Genel Müdürü tarafýndan “uygundur” diye paraf edilmesi gerekiyormuþ, çýktýk adamýn katýna, evrak imzalatmak için bekleþenlerle birlikte girdik odasýna. Masasýnda noter katibi edasýyla habire imza atan Ýlköðretim Genel Müdürünü hemen tanýdým. O, Ankara Erkek Öðretmen Okulunda geçirdiðim bir yýlýn can ciðer dostu Nazmi idi…
Ýmza atarken beni tanýmamýþtý. Ona kendimi tanýtýp tanýtmamak arasýnda kararsýz kalarak imzamý arttýrdým. Bana, “sizin evrakýnýzda bir problem var. Þu arkadaþlarý yollayýncaya kadar bekleyin de, probleminizi düzeltmeniz için yardýmcý olayým,” diyerek bize odasýndaki iki koltuðu gösterdi. Geçip oturarak beklemeye baþladýk.
Nazmi, imza þöleni tamamlanýp da odasý boþalýnca sekreterine, “içeri kimseyi salmayýn!” diye talimat vererek ayaklandý.
“Ulan Kemal! Nereden çýktýn sen ulan?” diye çýðlýklar atarak yanýma geldi, beni büyük bir hasretle kucaklamaya baþladý.
Az önce tanýmazlýktan geldikten sonra bu mesafesizliðinden dolayý geçirdiðim þaþkýnlýðý fark ederek, “kusura bakma, milletin ortasýnda mesafeli durdum,” dedi. Beni býrakýp eþime döndü. “Hoþ geldiniz hoca haným!” diyerek tokalaþtý.
Eþim çekingen, “hoþ bulduk, efendim!” derken, o hemen çýkýþtý.
“Baþ baþayken makam mevki yok, tamam mý?” Eþimin tokalaþtýðý elini býrakmýyordu. “Ben Nazmi, aha bu adamýn öðretmen okulundan sýra arkadaþýyým. Hem de yatakhanede ranza arkadaþý. Hala horluyor mu uykusunda bu?”
Eþim de rahatlamýþtý. “hem de nasýl,” diyerek güldü.
Ýkisi gülümserken, ben elimdeki dilekçede ne gibi bir sorun olabileceðini düþünüyordum. “Nazmi’ciðim biz bu dilekçeyi evrak kayda verecektik ya, problem var deyince sen…”
Elimden dilekçeyi aldý, masasýna geçti, dahili telefonla bir yere telefon etti. “Odama kadar geliver!”
Çok geçmedi, odasýna gelen yardýmcýsýna beni tanýttý. “Kemal bey, okuldan kardeþimdi, Saitçiðim. Eþinin tayinini Eskiþehir’e yaptýrýver hemen, emi!” dedi.
Sait, dilekçeyi aldýktan sonra çýktý gitti.
Nazmi, “Sizin iþiniz tamam,” dedi. “Evinizi Eskiþehir’e taþýyýn siz…”
“Bu kadar çabuk mu?”
“Biz hýzlý servisiz,” diyerek güldü. Saatine batý, “öðlen oluyor,” dedi. “Çayý kahveyi yemekten sonra içeriz. Haydi, lokantaya gidelim.” Ayaklandý.
Ýtiraz edecek oldum. “Biz izin isteyelim…”
Hemen çýkýþtý. “Ne münasebet? Akþama da buradasýnýz daha. Hanýmlarý tanýþtýrmayacak mýyýz?”
*
Bir de Zile’den adam çýkmaz derler. Yýlaný Zileliyle ayný çuvala koymuþ, yýlan, “imdat Zileli!” diye baðýrmýþ, diye fýkralar üretirler. Onlar gelsinler de adam görsünler!
Ýyi çocuktu Nazmi.
Adam olduktan sonra da “iyi” kalmýþtý.
Helal olsun ona!
*




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn aný kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Balkonlu Ev...
Bizim Köyün Ayýlarý... 2.
Babam…
Madam...
Büyük Öðretmen Boykotu…
Çöpçatan...
Tip Tip Tipsizler…
Anneanne...
Safinaz Abla...
Son Söz...

Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Muhittin Amca...
Hempa...
Krallarýn Kraliçesi
Hanýmeli...
Siktiriboktan…
Basgitar...
Nerede O Eski Öðretmenler…
Nil Kraliçesi.
Kur'an Ayetlerinden
Öpücük Tutkusu...

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Part - Time Seviþmeler [Þiir]
Bir "Hiçbir Þey" Olmak [Þiir]
Deliler Bayramý [Þiir]
Nazlý Nazlý Karýlar... [Þiir]
Gülbahar'ým; Can Çiçeðim! [Þiir]
Ýkimiz Ýçin [Þiir]
Hayatým [Þiir]
Halepçe [Þiir]
Senden Önce, Sensiz [Þiir]
Çapkýn Kýz... [Þiir]


Kemal Yavuz Paracýkoðlu kimdir?

Okur yazar, okuduðunu anlar, yazdýðý okunur, emekli büro memurluðundan devþirerek, kendi kendine oldu yazar. . .

Etkilendiði Yazarlar:
Hiç kimseden etkilenmemiþtir, kendine özgü bir yazý dili kullanýr...


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Kemal Yavuz Paracýkoðlu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.