..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Dünyada birbirinin eþi ne iki görüþ vardýr, ne iki saç kýlý, ne de iki tohum. -Montaigne
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Deneme > Anýlar > Özlem Salman




22 Haziran 2012
Orjinal Gýbrýslý'lýk Adalý Olmak mý?  
Adalý, Adalýy’dý. Kýbrýs'ýn yaþarken Ýstanbullu Adalýlarý anýmsamak... hiç görmediðim Giritli büyük annemi anmak hoþuma gidiyor...

Özlem Salman


Þimdi hem güney hem de kuzeyi bir arada Kýbrýs’ý yaþayýp, çocukluðumun anýlarýnda saklanmýþ, arada yüzlerini çýkarýp beni selamlayan Ýstanbullu Adalýlarý anýmsamak ve yüzünü hiç görmediðim Giritli büyük annemi anmak hoþuma gidiyor. Kýbrýs bana hayatta en çok yapmak istediðim þeyi, yazma motivasyonunu saðlamýþ yer olarak, kiþisel tarihimde en az Ýstanbul kadar yer tutuyor. Orjinal Gýprýslýlýk demek Adalý olmanýn, bu ada ülkesindeki tanýmý durumda.


:AHAH:
Orijinal Gýprýslý’lýk Adalý olmak mý?

Bir Ýstanbullu için Ada’da yaþamanýn Adalý olmanýn anlamý nedir? En fazla Prens Adalarý gelir insanýn aklýna. Hani Anadolu yakasýndan bakýldýðýnda en büyükleri; Kýnalý, Burgaz, Heybeli, Büyükada, Sedef ismiyle sýra sýra duran… Hayýrsýz olanýn o dehþet hikâyenin geçtiði mekan olma aðýrlýðý ile diðerlerinin arasýndan görüldüðü, Yassý olanýn ise yine anýmsattýðý trajik olayla baðlantýlý olarak uzaklara kaçmak istemiþ gibi durduðu… Sivriada, Kaþýkadasý ile birlikte dokuz tane ada, iki kayalýk... Ýrili ufaklý, dört tarafý suyla çevrili kara parçalarý. Bostancý iskelesinden kalkan vapurlarýn beyaz köpükleri, martý çýðlýklarý ile geride kalýrken, bakan gözün kadrajýna o irili ufaklý kara parçalarý girer... Ýsimlerine þarkýlarýn yazýlmýþ. Siyah beyaz Türk filmlerine, doðal plato görevi yapmýþtýr. Onlarýn farkýna varmýþ hemen herkes en az bir kere ‘burada yaþanýr’ diyerek hayýflanmýþtýr. Ýstanbul’a yakýnken uzak kalmayý baþarmýþ, sevimli sayfiye yerleri… Adalar, ve o kültürden varolan Adalý’lar...

Her Ýstanbullunun ya da Ýstanbul’a sýklýkla gelen herkes fazlasý olmasada bir kez ayak basmýþtýr bu küçük kara parçalarýna... Vazgeçilmeyen mesireleri, dileklerin tutulduðu Kilise’leri, sahil boyunca dizili lokanta ve kafeleri, arabalardan arýndýrýlýp atlarýn çektiði faytonlardan çýkan tekerlek seslerinin duyulduðu sokaklarý, bakýmlý evleri, tarihi kadar eski yeþil dokusu... Büyüklü küçüklü halleriyle, Ýstanbul’un giriþini koruyan askerlere benzeyen Adalarýn silüeti, Boðaz kýyýlarý hariç, hemen her noktadan izlenir… Adalýlarýn zevk ve sefaya olan düþkünlüklerine ise; anakarada yaþayanlar bazen gýpta, bazen de kýskançlýkla tanýklýk ederdi.

Çocukluðumun Ýstanbul’unda, Adalar’dan Þehir Hatlarý Vapuru’na binen yolcular dikkatimi hep çekmiþti. Vapurun bir, iki, üç diye sýralanmýþ mevkilerindeki yolcu profillerinin hemen tümünden farklýlýk gösterirler, yolcular arasýna ne kadar karýþmak isterlerse de bunu baþaramaz, uzaktan dahi kolaylýkla seçilirlerdi. Giyimleri, davranýþlarý, oturuþlarý, birbirleri ile sohbetleri, bir çoðunun kulaðýma çalýnan aksanlý Türkçesi küçük yaþýmdan itibaren dikkatimi çekmiþ, o hattý ne zaman kullansak kendimi onlarý izlemekten alýkoyamadan yolculuk etmiþtim. Ada iskelelerinden vapura binenler, þýk giysileri ile göründüklerinde hemen herkesin gözü istemsizce onlara takýlýrdý. Her adýmlarýnda sürdükleri parfümün hoþ kokusu etrafa daðýlýr, bir süre sonra da hepsinin çeþitliliði farklý bir aroma oluþturur, tek bir kokuymuþ gibi algýlanmaya baþlardý. Eðer yaz mevsimi ise vapurun ikinci katýnda kýç taraftaki balkonda otururlar, kýþ mevsimi ise öncelikle birinci, yer yok ise ikinci mevkide seyahat ederlerdi. Genelde yalnýz olmadýklarýný gözlemlemiþtim. Mutlaka ya orada karþýlaþtýklarý bir tanýdýkla ayaküstü sohbet etmeye baþlar, ya da arkadaþlarý ile küçük gruplar oluþtururlardý. Özellikle Yalova’dan Ýstanbul’a geldiðimiz zamanlarda yolculuðun en keyifli kýsmý, halat ilk adanýn iskelesine baðlandýðýnda baþlardý.

Vapur iskeleye usulca yanaþýrken eðer yerimde deðil, geziniyorsam annem beni çaðýrarak uyarýr; “Bak yerine otur, þimdi Adalýlar gelecek, yerine otururlar bir daha da kaldýramayýz” derdi. Ýçimden, ‘Gelirlerse gelsinler, neden kalkmasýnlar ki?’ diye geçirir, annemin demek istediðini bir türlü anlamlandýramazdým. Ama her sefer olayýn akýþ seyri tam da onun dediði gibi ierlerdi. Üzeri krem rengi deri kaplý, sýrtlarý birbirine bitiþik kanepelerde oturmuþsak durum aynen þöyle geliþirdi. En fazla beþ kiþi alan kanepelerde oturan yolcularýn arasýnda eðer gerektiðinden fazla bir aralýk kaldýðý Ada’dan binen bir yolcu tarafýndan tesbit edilir ise, Adalý, o arayý gözüne kestirir, usulca yaklaþýr, son derece kibar bir üslüpla; “Þöyle sýkýþabilir miyim?” diye sorardý. Bu sorunun yanýtý asla ‘Hayýr!’ olmazdý. Giyimi kuþamý gayet düzgün, üzerlerinden parfüm kokularý, etrafa dalgalar halinde daðýlan bu insanlara, hiç kimsenin olumsuz bir yanýt verdiðini anýmsamýyorum.

Beþ kiþinin anca sýðdýðý kanepenin kendine yer açtýðý ucuna sýkýþan Adalý, gecikmeden çantasýný açar, içinden çýkardýðý Hürriyet gazetesini okumaya baþlardý. O yýllarda nedense tüm Adalýlar’ýn ayný gazeteyi okumalarý dikkatimi çekmiþti. Yolcular binmeye devam ettikçe tanýdýk birine rastlar –ki aksi olduðunu pek anýmsamýyorum- bir yandan derin bir sohbete giriþir, diðer taraftan da kendi gibi onun da oturmasý için karþý kanepede gözüne kestirdiði küçük aralýðýn biraz daha açýlmasýný beklerlerdi. Vapurun seyyar satýcýlarý, aðýzlarýndan ahenkle çýkan, duyan üzerinde; ellerindeki mallarý satmayý kolaylaþtýrmak için üretildiði hissi uyandýran cümleleri birbiri ardýna sýralar, ancak onlara hiç bir þey satamazlardý. Emektar garsonlar ellerindeki tepsilerde arasýna kaþar peynir ya da salam konmuþ, sonrada ince bir naylonla korumaya alýnmýþ sandviçleri, taze sýkýlmýþ portakal suyu ile Adalýlara satmak için seferber olurlardý. Bazýlarýnýn kenarý altýn yaldýzlý bardaklarýn içinde renkleriyle göz kamaþtýran tavþan kaný taze çaylarý servis yapma telaþýyla oradan oraya koþturuþlarýný bugün bile anýmsýyorum. Onlarý, üzeri Beyoðlu çikolatasý, kuru yemiþ ile Mabel, Golden, Zambak sakýzlarýnýn dizili olduðu bir baþkasý takip ederdi. Benim ilgilendiðim ise tahta tepsi üzerindeki yemiþleri satan garsondu. Onun tepsiyi her hareket ettiriþinde bileðine geçirdiði daire þeklindeki demire dizili nane þekerleri... O küçük torbalara konmuþ nane þekerlerinin bir o yana bir bu yana sallanýþýný izlemek, annemin içlerinden bir tane almama izin veriþiyle sonlanýrdý. Çünkü vapur yolculuðu öncesi annem bin bir tembihle, bir þey istemememin önüne ancak nane þekerini bana almayý vaad ederek geçmiþti. Anneme göre Þehir Hatlarý Vapuru’nda satýlan tüm mallar karada olduðundan daha pahalýydý ve alýnmasý gereksizdi. Ancak Adalýlar vapurda görülür görülmez, annemin bana daha önce istememem konusunda bin bir tembih ettiði tüm o ‘pahalý’ mallarýn, onlar tarafýndan kapýþ kapýþ alýnmasý dikkatimden kaçmazdý. Büyük, küçük hemen hepsi yiyecek ya da içecek bir þeyler alýr, yolculuk süresince de keyifle yerlerdi. Yine annemin tabiriyle; ‘o pahalý ve alýnmamasý gereken her þeyin’ iyi giyimli, hoþ kokulu insanlar tarafýndan tüketilmesi ister istemez beni kendi ailem ve konumumla onlar arasýnda bir kýyaslamaya iter; giyim, kuþam, parfüm ya da dýþ görünüþümüzde bir farklýlýk görmediðim o insanlarýn, annem ve benden farklý olarak nasýl bu kadar rahat para harcadýklarýna akýl sýr erdiremezdim. Bunu yýllar sonra kendimde bir Ada’ya yerleþtikten sonra anlayacaktým. Bu bir kültür meselesiydi.

Vapurun Ada’dan binen yolcularý, birbirleriyle samimi sohbetler yapar, biz önceden binmiþ olanlardan farklý olarak hoþ kahkahalar atmaktan çekince duymazlardý. Bir de konuþtuklarý dile takýlýrdým. O hoþ giyimli insanlarýn farklý bir aksanla konuþtuðu Ýstanbul Türkçesi’nin büyüsü beni kolaylýkla sarar, onlarýn dudak hareketlerinden, beden dillerine deðin, adýný çok sonralarý koyabildiðim farklýlýklarýný inceler dururdum. Konuþtuklarý konunun seyrine göre eðer duygusal bir noktaya gelinmiþ ise Rumlar, kendilerini daha fazla tutamayýp lisanlarýný kullanmaya baþlar, ben de onlarýn, o an ne dediðini sezgilerimle tahmin etme oyunu oynardým. Kimi Musevi, kimi Ermeni, kimi de Rum azýnlýðýn mensuplarý olan o hoþ insanlar Þehir Hatlarý Vapuru’nun unutulmasý en zor renkleriydi.

Vapur Heybeli’ye yanaþtýðýnda, gelen yeni kalabalýðýn en renkli simasý, siyah giysiler içindeki papazlardý. Bir seferinde çoðu orta yaþ ve üzeri olan papazlarýn arasýnda az sayýdaki genç dikkatimi çekmiþ ve anneme sormuþtum. Aldýðým yanýtla çocuk mantýðým öyle bir çeliþmiþti ki; ‘nasýl bir alaka’ olduðu üzerinde uzun uzun düþünmüþtüm. Annemin kulaðýma fýsýltý ile söylediði; ‘Kýbrýs Harekatý’ndan sonra okullarý kapandý. Artýk sadece yaþlýlar ve az sayýda öðrenci kaldý’ deyiþi... Neden kapanmýþtý ki? Bunun yanýtýný da ancak yýllar sonra öðrenecektim.

Annemin neden olarak gösterdiði Kýbrýs Harekatý... Onu tarih kitaplarýndan harekat olarak öðrenmiþtik. Oysaki bir harekattan daha aðýr sonuçlarýn yaþanmasýna neden olmuþ bir savaþtý. O gün için haklý nedenle yola çýkýlmýþ, ancak sonra olmasý gerekenin yapýlmasýndan vazgeçilmiþti. Yýllar sonra Ada’ya geldiðimde, Kýbrýslýlarýn yaþamak zorunda kaldýðý toplu göç hareketinin hayatlarýnýn sonuna dek unutulmayan bir travma yarattýðýný kendim görecektim. Binlerce insan doðduðu topraklarý, üzerindeki anýlarýyla birlikte geride býrakýp bir bilinmeze doðru yol almak zorunda býrakýlmýþtý. Kýbrýslý Türkler ve Rumlar, kýsacasý Kýbrýslýlardan halen kayýp olup da bulunmamýþ yüzlerce insan...

Çocuk ben için, bellekte sadece acýnýn kol gezdiði o kavurucu 74 temmuzu, gazete sayfalarýna basýlmýþ korkunç görüntülerin sahnelerinden ibaretti. Beni derinden etkileyen o görüntülerin adýný sýklýkla duyup, nerede olduðunu bilemediðim bu Ada’nýn neden benim bildiðim Ýstanbul adalarýndan daha farklý bir kader yaþadýðýný düþünür olmuþtum. Bu Kýbrýs’ýn belleðimde yerli yerine oturtmakta zorlandýðým coðrafi ayrýntýsýnýn etkisinden olsa gerekti. O zaman daha Dünya Savaþlarýndan yeni yeni haberim olmuþ, Vietnam Savaþý’ný ise duymamýþtým. Mesafe kavramýnýn konu siyaset olduðunda nasýl göreli olabildiðini de yine kendi yaþam deneyimim oluþtukça yýllar sonra anlayacaktým.

Kýbrýs’la ilgili olarak ilk anýmsadýklarým... O kavurucu yaz... Annem, kýzamýk geçiren kardeþimle uðraþtýðý günlerden birinde, radyoda dinlediði bir haber üzerine, iþi gücü býrakýp hazýrlanmaya baþlamýþtý. Radyonun içinden gelen ses; ‘Biz aslýnda savaþ için deðil, barýþ için; yalnýz Türklere deðil, Rumlara da barýþ getirmek için Ada'ya gidiyoruz.’diyordu. Annemi telaþ sarmýþ, evin erzaðýnýn istiflenmesi konusunda ne yapmalarý gerektiðini anneannemle konuþmaya baþlamýþlardý. Ne olduðunu sorduðumda; ‘Kýbrýs’a çýkmýþ askerler... Oradaki savaþý sonlandýrmak için’ anlamýna gelen bir ifade kullanmýþtý. Annemle birlikte çarþýya gidip mavi renkli kap kaðýtlarý satýn almýþ, sonra da onlarla evin tüm avizelerini titizlikle kaplamýþtýk. Bütün mahallede bir seferberlik hali baþlamýþtý. Çocuk aklýmla bu seferberliðin sonunun nereye varacaðýný hayal etmeye koyulmuþken yine annem; ‘Yunanistan çok yakýn, bize hava saldýrýsý yapabilirler’ deyip gözümü iyice korkutmayý baþardý.

Çocuk belleðimdeki Kýbrýs Harekatý; haftada sadece üç gün, o da siyah beyaz yayýn yapan devlet televizyonu TRT’nin yayýn akýþýnýn aðýrlaþtýrýlmasý, o dönem çok popüler olan (Pilli Bebek ya da Sevimli Hayalet gibi çizgi filmler dýþýnda – o da yarým saat kadardý- ) eðlenceye referans veren herhangi bir yayýnýn olmamasý, dönemin baþbakaný Ecevit’in arada haber ekranýna yansýyan ve en popüler televizyon kaydý niteliðini taþýyan görüntüsünün tekrarlarla yayýnlanýþý ile bir de savaþa dair görüntülerin yansýdýðý gazete haberlerinden ibaretti. O yaz ilk kez doðum günümü kutlamama kararý alýnmýþtý. Anneannemin, Zafer Cilasun’un sunduðu haberleri izlerken; ekrana yansýyan, saçý olmayan sevimli ancak kilolu adamý her görüþünde; ‘Hah! Süleyman Demirel’in Kýbrýs kopyasý göründü’ deyiþi hâlâ daha kulaklarýmdadýr. Kýbrýs Harekatý’nýn çocuk hafýzamda kalan anýsý, yýllar sonra bu topraklara adým attýðýmda yeniden canlanacaktý.

Yakýn zamanda aramýzdan ayrýlan Rauf Raif Denktaþ… Belki de hemen hepimizin Kýbrýs’la bütünleþtirip sevdiði insandý. Ben de o sýcak kavurucu yaz günlerinin bitiminden itibaren onu medya organlarýnýn tümünde görmeye alýþarak büyüyen kuþaktan biriyim. Yakýndan görüþüm ise Ada’ya geldiðim ilk günlere rastlar. Girne Limaný’nda boynunda asýlý fotoðraf makinesi ile yürürken, eþi dostuyla samimi sohbetini izlerken yakalamýþtým kendimi. Siyasetçi kimliðinden sýyrýlýp, halkýn içinden biri gibi davranýþýnýn benim alýþtýðýmýn dýþýnda oluþu, gördüðümün gerçek mi yoksa bir düþ olduðunu düþündürdüðünü anýmsýyorum. Onun bu davranýþýnýn rol olmadýðýný, bunun Ada insaný için içselleþtirilmiþ bir yaþam biçimi olarak kabul gördüðünü yine Kýbrýs’ta yaþamaya baþladýktan sonra anladým. Kýbrýslýlar; insanýn içini acýtan gerçeklerle yaþama beceresi gösteren nadir bulunabilecek insanlardý. Acýlarýný yaþarken bir yandan da o Ýstanbul Þehir Hatlarý Vapuru’ndaki Adalýlarý anýmsatan halleriyle; hayatý, yemeyi, içmeyi, sohbeti seven, keyifli dostluklarýyla insanýn içine iþleyen güzel insanlar... Çocukluðumun Adalýlarý, baþka bir coðrafyada sanki baþka bir kimliðe bürünmüþ, beni aralarýna almýþ ve onlardan biri olmayý, onlarý anlama þansýný bana tanýmýþlardý.

Üniversite yýllarýmýn baþýnda, yine Þehir Hatlarý Vapuru’nda yanýna oturduðum yaþýtým bir genç kýzla sohbete koyulmuþtum. Ýngiliz Dili ve Edebiyat’ý okumak üzere Ýstanbul’a gelmiþ bir Kýbrýslý’ydý. Bu karþýlaþmanýn hayatýn bana yaptýðý sürprizlerden biri olduðunu þimdilerde anlýyorum. Devam eden arkadaþlýðýmýz, önceleri vapur yolculuðu ile sýnýrlý kalmýþ, ancak sonra bir arkadaþýmla evlenmesiyle, sýklýkla birlikte olunan bir dostluða dönüþmüþtü. Ada’ya ilk geldiðim o yaz, bazý hafta sonlarý onun Çatalköy’de yaþayan ailesinin evinde misafir edilecek, hatta daha sonra evlenmeye karar verdiðim eþimi de, orada tanýyacaktým.

Orijinal Gýprýslý olmadan yaþama deneyimim bundan on sekiz yýl önce baþladý. Sýcak bir temmuz günü Ercan Havaalaný’na indiðimde, karþýmda duran iki katlý beyaz boyalý terminal binasýnýn üzerimde býraktýðý ilk izlenim; Güliver’in ‘minik insanlarýn ülkesi’nde olduðunu anladýðýndaki þaþkýnlýðýndan farksýz sayýlýrdý. Atatürk Havaalaný’nýn oraya göre devasa kalan terminalinden çýkýþ yapalý henüz bir buçuk saat olmuþtu. O yýl Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversite’sinde çalýþmaya baþlayalý üçüncü yýlýmdý. Ýlk bakýþta iki üç binadan ibaret, Lefkoþa’nýn dýþýnda, hatta bozkýrýn ortasýnda unutulmuþ gibi bir intiba uyandýran üniversiteye iki aylýk bir görevlendirme ile gelmiþtim.

O yýllarda giderek artan yolcu kapasitesine sahip olmanýn keyfini süren Kuzey Kýbrýs’ýn havayolu þirketinden -Kýbrýs Türk Hava Yollarý- tek yön kestiðim uçak biletinin hakkýný fazlasýyla almýþtým. Bir saat on beþ dakikalýk uçak yolcuðunun bir saati Anadolu üzerindeki rotayý izlerken geçmiþ, kemerleri baðlayýn anonsu iþitildiðinde aþaðýda kocaman bir pirzolayý anýmsatan Ada’nýn fiziki çizgileri belirginleþmiþti. Yolculuk süresince güler yüzlü hosteslerin -o gün sadece melodik bir týný gibi algýladýðým- konuþmalarý eþliðinde ikram ettikleri Kýbrýs’a özgü yiyecekleri afiyetle yemiþtim. Anýmsadýðým kadarýyla o küçük mönüde; Zeytinli ve Hellimli çörek, üzeri cevizli Kayýk Pasta ve Koop –Kooperatif- meyve suyu vardý. Ayrýca çay ve kahve ikramý da cabasýydý. Bir saat on beþ dakika boyunca benimle birlikte uçakta olan yolculardan bir çoðunun hostesler dahil birbirleriyle tanýdýk sohbeti yapmasýný þaþkýnlýkla izledimdi. Bazýsý Kýbrýs’ýn ulusal gazetelerinden en çok satýlanýný –Asil Nadir’in yayýmladýðý Kýbrýs Gazetesi- okumaya dalmýþtý. Kýbrýslýlar o halleriyle bana Ýstanbullu Adalýlarý çaðrýþtýrmýþ, çocukluðumda annemle yaptýðým vapur yolculuklarý sýrasýnda gözlediðim, belleðimdeki renkli görüntülerde hâlâ canlýlýðýný sürdüren o insanlarý bir kez daha anýmsamýþtým. Demek ki dünyanýn neresine gidilirse gidilsin Adalý olmak böyle bir þeydi.

Uçaðýn kapýsý açýldýðýnda tüm vücudumu yalayan kavurucu rüzgar beni içine alýp sarmaladýðýnda, sýcak kavramýnýn geniþ anlam yelpazesinin farkýna vardýmdý. Ýnsaný cehenneme düþmüþ hissiyle baþbaþa býrakan, hiç sönemeyecekmiþ gibi duran o parlak güneþ, uçaktan inenleri ‘Wellcome to Hell’ dermiþ gibi kucaklamýþtý. Bu topraklarýn cehennemi aratmayan görüntülerin sahnesi olduðunu az çok hepimiz tarih kitaplarýndan bilirdik. Ancak kan ve ölüm olmadan da insanýn kendini cehennemde hissedebildiðini, yine burada yaþarken öðrendim. Kuzeyde yaþayan Adalýlar’ýn dünyanýn kaydýný kabul etmediði bir ülkenin vatandaþý olarak karþýlaþtýklarý güçlükleri onlarla birlikte deneyimleyerek öðrendim. Ýþin ironisi; bu deneyimin biraz da benim gibi Türkiye’den gelenlerce aðýrlaþtýrýldýðýydý. O günü net anýmsýyorum. Ben de uçak kapýsý açýldýðýnda kendimi feth ettimiz topraklara ayak basan biri gibi görmüþtüm. Hissettiðim bu duygu neredeyse bir hastalýk gibi, istemli ya da istemdýþý ruhumuzu çoktan ele geçirmiþti. Zaman geçtikçe anladým ki; bu sadece bana özgü bir durum deðildi. Türkiye’den gelen hemen herkes, feribotun ya da uçaðýn kapýsýndan; ‘Kýbrýs Fatihi’ edasýyla çýkar, üstüne üstlük bu tavrýnýnda doðal olduðunu düþünürdü. Oysaki bu duygunun tek doðal tarafý bir þartlanma sonucunda oluþmasýydý.
Güliver’in ‘minikler ülkesi’... O hissi uyandýran iki katlý küçük, beyaz boyalý terminal binasýnýn balkonu sýcaða raðmen insanlarla dolmuþtu. Ýki katlý yapýya doðru ilerledikçe ikinci katýn açýk balkonunda sýralanmýþ insanlarýn gelen yolculara el salladýklarýný, onlarýnda karþýlýk verdiklerini þaþkýnlýk dolu bir gülümseme ile izlemiþtim. O an bir film sahnesindeki oyuncu gibi hissetmiþtim kendimi. Bu topraklarýn, doðal bir film platosu olduðunu, içinde yaþanan hayatýn düþ ile gerçeðin dansýna benzediðini ise yine yýllar geçince anlayacaktým.

O günden yýllar sonra Ercan Havalaný, þimdi kullanýlan bina inþaasý için kapatýlýp yeni terminal planý ortaya atýldýðýnda; yolcu beklenen o balkonun yeni projede olmayýþýna halkýn nasýl içerlediðinin tanýðý oldum. Projeyle ilgili halkýn günlük yaþamýna yansýyan tartýþmalar, binanýn dýþa kapalý tasarým diline sahip oluþuna feveran ediþ... Kýbrýslýlar için yaþam dýþa dönüktü. Ýçe dönük düþünce bir mimari plan dahilinde de olsa içselleþtirilmesi zordu. Dönemin siyasetçilerinden Mustafa Akýncý aklýmda kaldýðý kadarýyla bir demecinde; ‘Kýbrýslýnýn bir alýþkanlýðý vardý. Onu da elinden aldýnýz’ deyip halkýn yapý planýna içerleyiþini ne de güzel özetlemiþti. Bu yaklaþým ilerleyen yýllarda Kýbrýslýlarýn günlük söyleminin neredeyse tümünde yer bulacak baþka bir deðiþimin iþaretiydi. O gün için henüz öngörülemeyen bu durum, günümüzde yaþanan gerçeðin, aslýnda ta kendisiydi. Kýbrýslýnýn tüm alýþkanlýklarý, kültürü ve dili deðiþime uðratýlmaya çalýþýlmýþ, dýþarýdakinin istediði yöne evrilen bir çeþit asimilasyonla karþý karþýya býrakýlmýþtý.

Ada’ya yerleþme kararý vermem ironikti. Ýstanbul’un dýþýnda üniversiteye gitmeyi, çalýþmayý red eden ben, sonra yüzlerce kilometre uzaðýna gelivermiþtim Pay-i Tahtýn. Ýster istemez büyük bir metropolde yaþamýþ biri için, her þeyin küçük boyutlu olduðu bir yerde kalma fikri de kolay geliþmezdi. Görevli olarak geldiðim üniversitenin, bozkýr ortasýnda, unutulmuþ bir masal köyünü andýran hali, yerleþtiðim yurt kýsmý da gözönüne alýndýðýnda kalmam ilk günler için kolay bir karar olmaktan çok uzaktý. Ankesörlü telefonda konuþma sýrasýnda anneme ilk uçakla geri geleceðimi aðlayarak söylediðimi anýmsýyorum. Bana her zamanki sað duyulu tavrýyla; ‘ Dur bakalým, daha yeni gittin. Þimdi þehre in ve bir vasýta bulup Girne’ye git. Orasý çok güzeldir, seveceksin.’ demiþti. Her zaman onu dinlemekten imtina etmiþ ben, nedense o gün onun tavsiyesine uyup Lefkoþa’ya giden okul servisinin ilkine kendimi atýp, sonrada beni Girne’ye götürecek o dönemde taksi dolmuþ olarak çalýþan tek firmanýn yolunu tuttum.

Lefkoþa’ya indiðim o Pazar günü etrafta gördüðüm insanlarýn profili dikkatimi çekmiþti. Kendi kendime yýllardýr arkadaþlýk ettiðim arkadaþýma ve iki yýl önce Londra’ya gittiðimde karþýlaþtýðým Kýbrýslýlara hiç benzemediklerini gördüðüm o insanlarýn kimler olabileceðini düþünmüþtüm. Karþýlaþtýðým manzara Ýstanbullularýn ‘dýþarlýklý’ olarak tanýmladýðý insan profilini andýrmýþ, çocukluðumun Ýstanbul’una ait güzel insanlarla dolu görsel bellek kayýtlarý dile gelmiþ, sanki benimle konuþmuþtu. Onlar Kýbrýslý deðildi. Lefkoþa sokaklarýnda dolaþan, birbirleriyle itiþ kakýþ bir beden dili ile konuþan, belli ki eðitimsiz olan insanlar, baþkentin sokaklarýnda kendi ait olduklarý kültürü çekincesizce yansýtýyor, týpký Ýstanbullunun tanýmladýðý dýþarlýlýklar gibi davranýyordu. O gün, gördüðüm ve bana itici gelen o manzaranýn daha sonra Ada’nýn insan popülasyonunda nasýl etkili olabildiðini yine yaþayarak deneyimleyecektim. ‘Orjinal Gýprýslý’ lafý Ada popülasyonun bozulmasý sonucu, halk tarafýndan üretilecekti.

Taksi dolmuþa bindiðimde epey süre beklemek zorunda kalmýþtým. Zira dolmadan kalkmýyor, saate göre çalýþmýyordu. Mercedes aracýn içinde benim dýþýmda binmiþ olanlarýn hepsi, az önce sokakta rastladýklarýmdandý. Sonradan öðrendiðim ki Ada’da toplu taþýma araçlarýnýn yaygýn olmayýþý Kýbrýslýlar’ý kendi arabalarý ile seyahat etmek zorunda býrakmýþtý. Onlarýn fiziki koþullardan kaynaklanan bu zorunluluðunun, ileriki yýllarda bir baþka algýnýn þekillenmesine kaynaklýk edeceði henüz bilinmiyordu. ‘Kýbrýslýlarda para çok. Bizim paralarýmýzla, her evin kapýsýnda iki araba var.’ Bu söylem iki binli yýllarýn ilk yarýsýndan itibaren Türkiyeli politikacýlarýn Kýbrýs’ýn Kuzeyi’nde yaþayanlarla ilgili kararlarýnda etkili olmuþ, Ada’nýn güzel Adalýlarý, kendi vatanlarýnda yokluk içinde yaþamakla yüzyüze gelmiþlerdi. Seksenli yýllarýn baþýnda Ada’ya gelen dönemin Türkiye baþbakaný Turgut Özal’ýn, Ercan Havaalaný parkýnda gördüðü Mersedes marka ticari taksileri, bu topraklarda yaþayan insanlarýn aþýrý zenginliðinin bir göstergesi sayýp ‘Kesin yardýmlarý’ dediði dilden dile dolaþan bir rivayetti. Gerçek o muydu? Olmadýðýný yaþadýkça gördüm.

Kýbrýs’taki ilk gün Girne’ye gitme kararý vermemin, hayatýmýn seyrini deðiþtirecek bir hareket olduðunun farkýnda deðildim. Lefkoþa’nýn, susuz kalmýþ Meserya’nýn sarý renginden sonra, dar dað yolunun ucunda beni bekleyen sürpriz, yeþille mavi rengin uçsuz bucaksýzmýþ gibi algýlandýðý Girne’ydi. O zamandan bugüne deðin kesintisiz yaþadýðým bu küçük ada kasabasý, hayatýn insana yapacaðý en güzel sürprizlerden biriydi. Dolmuþtan Girne Belediyesi önünde indiðimde sessiz bir meydanla karþýlaþmýþ, þaþýrmýþtým. Küçük gezintim sýrasýnda kapalý dükkanlar, tek tük görülen ‘dýþarlýklý’ insanlardan baþkasý gözüme çarpmamýþtý. Sonradan, öðle saatlerinde hüküm süren o sessizliðin Akdeniz’in kavuran sýcaðý karþýsýnda alýnmýþ bir önlem olduðunu, hepimizin bildiði ‘Siesta’ kavramýnýn bu topraklarýn zorunluluklarý arasýnda yeraldýðýný öðrendim. Siesta, Akdeniz’e kýyýsý olan tüm ülkelerde uygulanan, günün en sýcak vakitlerinin evde geçirildiði zamandý. Ancak Adalýlarýn kendilerini bildi bileli kuþaklar boyunca aktarýlan bu alýþkanlýklarýndan da yine Türkiyeli politikacýlarýn rahatsýzlýk duymalarý nedeniyle yoksun býrakýldýðýna üzülerek þahit olacaktým. Ýnsanýn kendi evinde, onu ziyarete gelen birileri tarafýndan denetlenmesi, yaþam biçiminin yeniden düzenlenmeye çalýþýlmasýn halk üzerinde yarattýðý düþ kýrýklýðýný gözlemledim. Ve neden böyle davranýldýðýna ben de tepki duydum.

Kýbrýs’ýn sadece kuzeyinde dolaþabildiðim yýllar...

Kasabalardan oluþan büyük yerleþim bölgelerinde en büyük idari erkan kaymakamdý. Yerel yönetimlerin etki ve yetki alanlarý geniþ býrakýlmýþ, merkezi hükümetin etkisi dengeli bir biçimde pay edilmiþti. Yýllar öncesini anýmsamaya çalýþtýðýmda, Kýbrýs’ýn her kasabasý Türkiye’deki herhangi bir Belde’nin sýnýrlarýna ve nüfus yoðunluðuna sahipti. Köylerin ise merkezden uzak kýrsal alanlarda kalanlar dýþýnda, insanlarýn yaþadýðý büyük boyutlu tatil köylerinden bir farký yoktu. Evler ve yollar bakýmlý, ilkokullar renkli bir mimariye sahipti. Her mahallede bir çocuk parký vardý. Bu durumun sadece bir tesadüf olmadýðý ve Kuzey’le sýnýrlý kalmadýðýný da sýnýr kapýlarýnýn açýldýðý 2003 yýlýndan itibaren Güney Kýbrýs’ý tanýmaya baþladýðýmda anladým. Kasaba ve köylerin kimliðine yansýmýþ olan, içinde yaþayan insanlarýn hayat algýsýydý. Kýbrýs’ýn güneyi ya da kuzeyi birbirinden ayrýlmaz, ancak birbiriyle anlaþamaz ikiz kardeþlerin ülkesi gibiydi.

Adalý, Adalýy’dý. Burada yaþamý deneyimledikçe Ýstanbullu Adalýlarý daha fazla düþünür olmuþtum. Çocukluðuma dair o güzel yýllarda rastladýðým o hoþ insanlarla benzeþen Kýbrýslýlar da kiþisel özelliklerini, melez Kýbrýs kültürü üzerinden kazanmýþlardý. Bizim Adalýlarýn kendi etnik kültürlerini Ýstanbul’un çok kültürlü yapýsýndan alýþlarý gibi, Kýbrýslýlar da bu topraklar üzerinde yaþamýþ uygarlýklarýn býraktýklarýyla varolmaya devam etmiþlerdi. Öyle genel geçer söylemde olduðu gibi; Kýbrýs’ta salt bir Türk kültürü ya da Yunan etkisinden bahsetmek ancak cehaletle eþ olurdu. Melez kültür; burada yaþayan Adalý Türklerle, anakarada býraktýklarý etnik köken birliði taþýdýklarý ile arasýndaki makasý açmýþ, onlarý olumlu yönde baþkalaþtýrmýþtý. Týpký Kýbrýslý Rumlarýn, anakaradaki kökendaþlarýndan farklýlaþmasý gibi...

Yaklaþýk kýrk yýl... Sýnýr kapýsýnýn açýldýðý ilk günler ve Adalýlarýn þaþkýnlýðý...

Herkes bunun bir illüzyon olduðu konusunda neredeyse hemfikirdi. Ýlk gün, sýnýra ilk akýn edenler Türk kökenli Adalýlardý. Özellikle de savaþ sonrasý göçle geride býraktýklarý topraklara yeniden gitmek, býraktýklarý evlerini görmek için hýncahýnç doldurmuþlardý Ledra Palas sýnýr kapýsýný. Rum kökenli Adalýlar’ý bir telaþ almýþ, kimi neye göre topraklarýna kabul edecekleri konusunda panik yaþamaya baþlamýþlardý. “Kimlik mi olsun, pasaport mu?” sorusu, sýnýrýn her iki tarafýnda da dolaþtý. Sonunda Rumlar kimlikte karar kýldý. Bunun gerekçesini de; “ortada sýnýr yok, diðer taraf da Kýbrýs” diyen Rum siyasiler açýkladý. Türkler içinse, durum, varolan sýnýrýn defacto da olsa tanýtma çabasýna dönüþmüþ, Güney’den gelecek olanlardan pasaportla giriþ yapmalarý istenmiþti. Öyle ya da böyle tartýþmalarla geride kalan yaklaþýk on yýlýn sonunda ortadaki sýnýrýn gerçekte varlýðýný sürdürmekte zorlandýðý herkesce deneyimlendi. Sýnýr, gidiþ geliþlerin sýklaþýp artmasýyla iþlevini sadece orjinal olmayan Kýbrýslýlar ve yabancýlar için devam ettirir olmuþtu.

Ýstanbul’un Adalýlarý’ný sýklýkla düþünürken, benim anakarada geçen uzun yýllar ardýndan Kýbrýs’ta yaþamaya alýþmam ve zamanla buralý biri gibi davranmaya baþlamamýn nedenini de sorgulamadýðýmý söylersem bu doðru olmaz. ‘Ada’larýn etrafýnýn su ile çevrili oluþu, anakara insanlarýnýn yaþamalarýný güçleþtirir’ demiþti, yýllar önce çalýþtýðým bir üniversitedeki meslekdaþým. Beni bu genel yargýnýn dýþýnda býrakan gerçeðin, kendi kültürel genetiðimde varolan kodlarla ilgili olduðunu anlamam çok kýsa sürmedi. Büyükannemin Girit’ten Anadolu’ya gelmiþ bir Adalý oluþu, benim tercihimde ne kadar belirleyici olmuþtu? Bunu henüz tam kestiremiyorum. Ancak ilk fýrsatta Girit’e gidip, benim hayatýmýn akýþ yönüyle ilgili böyle bir kararý kýsa sürede veriþimi saðlayan bu baðý araþtýrmak, bir süre Girit’te kalmak gibi bir fantazimin de olduðunu söylemeden geçemeyeceðim. Belki de bu gerçek, Ýstanbul’da Þehir Hatlarý vapurunda dikkatimi çeken Adalýlarý gözlemleyiþimde de belirleyici olandý. Bunun yanýtýný da, kendi ait olduðum kökün izini sürdüðümde bulacaðýmý biliyorum.

Uzun yýllar Kýbrýs’ta yaþayan bir akademisyen olarak; buradaki hayatýn akýþýný etkileyen dönüm noktalarýnýn son yirmi yýlýna tanýklýk ettim. Üniversite ortamýnýn elveriþli çalýþma temposu ve karþýlaþtýðým insanlarýn çeþitliliði düþünüldüðünde, Kýbrýs’ý tanýmak ve Kýbrýslýlar’ý anlamak konusunda þansým yaver gitmiþti. Yerleþme kararýmýn, evlilikle gerçekleþmiþ olmasý ise, yalnýz baþýna dýþarýdan gelen birine oranla, Kýbrýslýlarla daha yakýn arkadaþlýk kurma açýsýndan bir kolaylýk saðlamýþtý. Adalýlar’la sadece arkadaþ, dost deðil, akraba da olmuþtum. Onlarýn yaþadýðý hayatý paylaþan biriydim. Dýþarýndan gelmiþ olmam gerçeðinin kýsa sürede ‘bizden birisin’ söylemine dönüþmesinde benim eþduyum baþarým kadar, onlarýn sýcak kabulünün etkisi yadsýnamazdý. Sýcak kanlý insanlar, Ada’da yaþamayý içselleþtirmemin ilk nedeniydi. Ada’yý ve Adalýlarý, çocuklarýmý buraya ait insanlardan biri olarak yetiþtirme konusundaki seçimimle sonuçlandý. Onlarýn hem Anakara hem de Ada’ya ait kültürel özelliklerle büyüyüþünü gözlemek benim için artýk her gün keyifle takip ettiðim renklilikti.

Ben bu topraklarda yaþamayý seçerken böyle bir dönüþüm yaþayacaðýmý hiç düþünmemiþtim. Daha doðrusu herhangi bir þey düþünmemiþtim. Oysa, þimdi hem güney hem de kuzeyi bir arada Kýbrýs’ý yaþayýp, çocukluðumun anýlarýnda saklanmýþ, arada yüzlerini çýkarýp beni selamlayan Ýstanbullu Adalýlarý anýmsamak ve yüzünü hiç görmediðim Giritli büyük annemi anmak hoþuma gidiyor. Kýbrýs bana hayatta en çok yapmak istediðim þeyi, yazma motivasyonunu saðlamýþ yer olarak, kiþisel tarihimde en az Ýstanbul kadar yer tutuyor.

Orjinal Gýprýslýlýk demek Adalý olmanýn, bu ada ülkesindeki tanýmý durumda. Orjinallik; Ada’da yaþamanýn içselleþtirilmesi, doða ile barýþýk yaþamanýn becerilebilmesi, insan iliþkilerinin kin ve nefret üzerinden tariflenmemesi demek. Kýsacasý, kendini öncelikle; hayata gülümseyerek bakmakla tariflemek. Ýstanbullu Adalýlarý düþündüðümde, onlarýn hoþ sohbetleri arasýnda duyulan kahkahalarýný burada yaþarken özlemek zor. Zira Kýbrýslý Adalýlar, diðer adalarda yaþayan insanlardan herhangi bir farklýlýk göstermiyorlar. Burada ‘Orjinal Gýbrýslý’ olarak tariflenenin, gerçekte bir etnik kimlik üzerinden deðil, bu topraklarda yaþamayý, kültürel ve sosyal açýdan içselleþtirmeyi tanýmladýðýný düþünüyorum. Etnik kökenden tariflenen bir kimlik, Kýbrýs’ta yaþayan halklar için en acýmasýz tanýmlama olur kanýsýndayým. Yoksa hem Kuzey hem de Güney’de yaþayan insanlarýn kültüründe bunca ortaklýðýn olmasý güçleþirdi.

Evet... Orjinal Gýbrýslýlýk tanýmý Kýbrýs Adasý’nda yaþayan Adalýlar’ý tariflemenin ta kendisi. Yoksa dýþarýdan gelen biri olarak ben de buraya, en az bu topraklarda doðmuþ diðerleri kadar kendimi ait hissetmezdim.

22.Haziran.2012/ Kýbrýs
Özlem Salman


.Eleþtiriler & Yorumlar

:: Sn. Vildan Sevil'e...
Gönderen: Özlem Salman / , Kuzey Kýbrýs TC
5 Temmuz 2012
Ýyi dilekleriniz için sonsuz teþekkürler... eleþtiriniz beni sevindirir:-)))

:: Sn. Hulki Can Duru'ya...
Gönderen: Özlem Salman / , Kuzey Kýbrýs TC
5 Temmuz 2012
Eski Yunan'da Giritliler için söylenen mesele kulak asmayýnýz... Girit Uygarlýðý kültürü karþýsýnda ezilmiþ olanlar söylemiþlerdir...:-))))

:: Giritliler hk
Gönderen: Hulki Can Duru / /Türkiye
23 Haziran 2012
Eski Yunan'da Giritliler için söylenmiþ bir mesel vardýr: Bir Giritli, “tüm Giritliler yalancýdýr” derse, doðru mu söylemiþ olur, yoksa yalan mý? :))

:: :)
Gönderen: Vildan Sevil / , Türkiye
22 Haziran 2012
Ýzedebiyat'a hoþgeldiniz!... Ada kültürü, adalý olmak, Ýstanbullu gözüyle Kýbrýs ve Kýbrýslýlýk, akýcý bir biçemle, geçmiþe yolculuklarla bizi kendine çekiyor. Kaleminize saðlýk, sevgiler...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn anýlar kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Yeni Milenyumun Amazonlarý; Kýbrýslý Kadýnlar
"Yirmi Yedi Yaþýnda Ölen Ölümsüzler"den Biri; Amy Winehouse"un Ardýndan…
Arþiv Belgelerini Kýbrýs'ta Aramayýn!

Yazarýn deneme ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Sizi Çok Seviyorum Sevgili Dostlarým : -) )
Görsel Bellek Oyunlarýndan Ýbarettir Belki de Hayat
Medya Öldü, Yaþasýn Sosyal Medya!
Kulaða Ne de Hoþ Gelir; Sil Baþtan!
"Hayat Bir Kutu Çikolatadýr. Ýçinden Ne Çýkacaðýný Bilemezsin". Forrest Gump
Kelebek Etkisi’yle Ýnsaný Dönüþtüren Bir Momentumdur Yaz
Pisi Pisine Kaybetmeyi Umarsýzca Geçiþtirme Telaþý
Bir Yaným Hep Chaplin ve O Beni Hep Çok Sevdim
Bir Zeki Müren Geçti Bu Hayattan

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Bu Dünya’da Yaþamak Bazen Çok Aðýr Geliyor [Eleþtiri]


Özlem Salman kimdir?

‘Kurguda týpký hayat gibi; içinde binbir deðiþkenin rol oynadýðý bir döngü. . . ’ Yine týpký hayat gibi, o da doðrusal atýmlý bir hareketle deðil, zaman ya da ýþýk benzeri dalgasal bir karaktere sahipti. Hayatýn merkezinde doðanýn kendisi varken, roman kurgusunun merkezindeki yazardý.

Etkilendiði Yazarlar:
Shakespeare,Tolstoy,Nazým Hikmet, L. Aragon, Yannis Ritsos, Özdemir Asaf, Can Yücel,Nietzsche, C. Dikens, Pablo Neruda, Yevgeni Yevtuþenko..daha doðrusu dünyada iz býrakan edebiyatçýlar, filozoflar..


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Özlem Salman, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.