Yaþamak için topu toplam altý haftam kalsaydý ne mi yapardým? Tuþlara daha hýzlý basmaya bakardým. -Isaac Asimov |
|
||||||||||
|
Arkadaþlarýmla ‘dönmeyi dönme’ oyunu oynayacaðýz. Aslýnda bu bir oyun deðil de, hani çocuklarýn yaratýcýlýðýnýn ürünü bir oyalanma. Adý oyun oluyor. Oyun þöyle: bir sokaktan girip, geri dönmeden, baþka bir sokaktan start verilen yere dönmek. Üç kiþiyiz. En kestirme ‘dönmeyi kullanacaðýz. Dönmeyi yarýladýðýmýz yerde, yaþýtým olan bir çocuk, aniden boynuma bir þey vurarak kaçtý. Peþinden koþmaya çalýþtým önce, tutana aþk olsun! Nasýl da kaçýyor! Arkadaþlarým da benim peþimden koþmaya baþlamýþtý. Kaçan çocuðu yakalamaktan ümidi kesince durdum. Arkadaþlarýmýn gözlerinde bir korku, “ulaaaan, boðazýn kan olmiiþ!” dediler. O an, ýlýk bir þey hissettim boynumda. Elimi sürdüm. kan! Kim tutar beni? Avazým çýktýðý kadar aðlýyorum. Boðaz bu, tehlikeli yer. Hem de kan akýyor. Hiç susar mýyým? Arkadaþlarýmdan biri, hemen koþup anneme haber vermeye gitti. Bulunduðum yerde çöktüm kaldým. Hani, Annem gelirse, biraz daha acýsýn bana da, intikamýmý alsýn hesabý... çocuklar iþte.. en iyi duygu sömürüsünü yaparlar. Sadece Annem deðildi gelen; akrabalarým, mahalledeki tüm gençler. Bir sürü insan toplandý orda. Ortalýk, ana-baba günüydü. Herkes boynumu, boynumdaki kaný konuþuyor. Meðer boynuma jilet atmýþ o çocuk. Annem yaa... boynumdaki kaný görünce, jileti atan çocuðun babasýna ait bakkal dükkanýna bir hücum etti ki, babasý neye uðradýðýný þaþýrdý. Terazilerinin kefesini, babasýnýn yanýnda oðlunun kafasýna geçirdi. Annemle gurur duydum. Ýntikamýmý alýyordu. Aðlamayý kestim. Artýk daha rahattým. Kendimi yere atmam gereksiz bir giriþimdi. Üstüm boþ yere tozlandý. bilsem, kaný görünce Annem hiddetlenecek, hiç yere atmazdým kendimi. Olan olmuþtu. Bir þey daha öðrenmiþ oluyordum. Annem, jiletçi çocuðun kafasýný kefeyle yardýktan sonra, biraz da babasýyla kavga edip dükkandan çýktý. Zavallý adam, korkudan gýkýný çýkaramadý. O, ne olduðunu anlamaya çalýþýrken, oðlunun kafasý yarýlmýþtý. Bir iki tokat da kendisi attý çocuðuna, öyle gönderdi eve. Annem yanýma geldi. Boynumu ancak o an incelemeye baþladý. Kesiðin üzerinden elimi kaldýrýnca, benden beþ yaþ büyük amcamýn oðlu, gözleri yuvalarýndan çýkacakmýþ gibi, sesini de yükselterek hayretle: “ulaaaa, cigeri görüniiii!” demez mi?! Tam sakinleþmiþim. aðlamayý kesmiþim.. Annemin, intikamýmý almasýnýn gururuyla dolmuþum... amca oðlumun söyleyeceði laf mýydý, bu da? Onu duyunca, gýrtlaðýmýn çýkarabildiði en yüksek oktavla: “vuaaaaaaaaaaa,” diye zýrlamaya baþladým. Yedi mahalleden sesim duyulmuþtur, kesin! Öyle ya, ‘ciger görüni!..’ Ne demek ya, ‘ciger görüni?’ Ölüyorum demek... Bir insanýn ‘cigerinin görünmesi,’ kabullenilecek bir durum mu? Hem de boynumdaki kesikten... Taa, ciðerim görünüyorsa, demek ki kesik ölümcül! Belki de hastaneye bile yetiþemeyeceðim. ‘Cigerim görüni’ ya, ben öldüm! O dakikadan sonra beni susturabilene ödül verilmeli. Kimse de akýl edemiyor, ‘boynumdan ciðerimin görünemeyeceðini söylemeyi!’ E, tabii nerden bilsinler o lafý duyunca koptuðumu! Hemen hastaneye götürdüler beni. Ciðerin göründüðü boyun kesiðimi iki dikiþle kapattýlar. Artýk, kimse ciðerimi göremeyecekti. Olay, baþkalarýnca kapanmýþtý ama benim için deðil! Jiletçi çocuðun babasýnýn dükkaný vardý ya, o zamanlar bakkallar sebze ve meyve de satýyorlardý. Dolayýsýyla, her sabah Hal’e gitmeleri gerekiyordu ve dönüþleri bizim sokaktan olurdu. Ben de bunu bildiðimden, çocuðun yolunu gözlerdim. Birkaç defa denk geldim. Fakat tazý gibi koþuyordu. Yetiþemiyordum. Bir gün, babasýnýn, Hal dönüþü kapýmýzýn önünde kalp krizi geçirip öldüðünü duydum. O günden sonra karýþmadým kendisine. Zaten kýsa bir süre sonra da taþýnýp Ýstanbul’a gittiler. * * * Okullar açýlýyordu. Hepiniz yaþadýðýnýzdan bu duyguyu, heyecanýmý tahmin edebiliyorsunuzdur. Ýçim içime sýðmýyordu. Geçen yýldan, Abimi okula kaydettiðimizde, beni almadýklarý için çok üzülmüþtüm. O gün gelmiþti ve artýk ben de önlük giyecek, çanta taþýyacak, defter, kalem sahibi olacaktým. Bana ait. Bana özel. Gazoz kapaklarým gibi... kibrit kutularýnýn ‘mal’ diye tanýmladýðýmýz, ön ve arka yüzleri gibi... rengarenk misketlerim gibi. Tamamen benim! Naylon önlüðümü giydirdi Annem. Naylon yakalýðýmý taktý. Ah o yakalýk, bir günde, ense kýsmý simsiyah olurdu... Köþeleri yuvarlak kahverengi çantamý hazýrladý. Her þeyimi kahverengi seçerdi Annem: kiri kapatsýn! Haksýz da deðildi hani! Öyle çabuk kirletirdim ki elbiselerimi... En sevdiðim renk olmuþtu, kahverengi; þartlandýrýlmaktan. Daha sonra nefret edecektim o renkten. Çantam da, kalýn, düðmesine basýnca “çýt!” diye açýlan modelden. Çok da þýktý hani... gerçi bir yýla kalmadan, tabure olarak kullanacaðýmdan, içe göçürtecektim ama o an için çok beðeniyordum. Okula gitmek için evden çýktýk nihayet. Annem, her zamanki gibi, sýkýca tutmuþ elimi. Biraz uzaktý okul ama olsun. Okuldu sonuçta. Hani okul çýkýþlarýnda, eve yetiþene kadar, çiþimin yarýsýný donuma kaçýrmamý saymasak, uzak olmasý önemli deðildi. Okulun bahçesinde bir kalabalýk, bir kalabalýk. Megafonlar, öðretmenler, anne-babalar, çocuklar.. bir sürü insan doluþmuþ okulun bahçesine. Bir de direk var: beyaz. Tepesinde de bayrak. Ama o bayrak neden dalgalanmýyor da, sarkýk duruyor diye kýzýyordum. Madem ki her zaman rüzgar yok, o halde neden resimlerde hep dalgalanan bayrak gösterirlerdi? Sonra, televizyonun açýlýp kapanma zamanlarýnda da okunan Ýstiklal Marþýnda dalgalanan bayrak vardý. Oradaki asker bayraðý göndere çektiði zaman, rüzgar çýkar, tepeye ulaþan bayrak dalgalanmaya baþlardý. Bu okuldaki bayrak neden sarkýk ve kýpýrtýsýzdý? Takýlmýþtým iþte. Sonra, okula girmeye baþladý herkes. Biz de Annemle girdik içeri. Birilerinden birþeyler sorup durdu, Caným Annem. Türkçe bilmediðinden, yamru yumru öðrendiði birkaç kelimeyle, bir turist gibi derdine derman bulmaya çalýþýyordu. Kürt öðretmenlerden biri karþýmýza çýktý da, yardýmcý olup sýnýfýmý gösterdi bize. Sýnýfýn kapýsý kapalýydý. Herkes içerdeydi. Kapýyý vurdu annem. Çok güzel bir öðretmen açtý kapýyý. Gençti, güzeldi, gözlükleri vardý. Güler yüzle karþýladý bizi: “Buyrun?” “Öðretmen Hanýmefendi, oðlumu getirdi ben,” dedi Annem. “Adý ne?” “Avduletif ilven.” Bu söyleyiþ tarzý, en Türkçe’ye yakýn olanýydý. Annem, belki de ilk defa telaffuz ediyordu, soyadýmýzý. Adýmý Kürtçe seslerle telaffuz etmesi normaldi de, soyadýmýzý farklý söylemesi alýþýk olunmayan bir tepki doðurabilirdi. ‘Kadýna bak, soyadýný bilmiyor doðru dürüst!’ diyebilirlerdi. Ama bu öðretmen çok güzeldi ve üstelik güler yüzü eksik olmuyordu. Masasýnýn üzerinden büyük bir kaðýt aldý. Ona baktý: “Tamam, benim öðrencim. Býrakýn, gidin siz,” dedi. Annem, onsuz yapamayacaðýmý bildiðinden, beni teskin etmeye çalýþtý: “Ana heyran, ez anka derým, biski dýné ewé Ferit ji were hýnda te.” ( Anne Hayran, þimdi gidiyorum, biraz sonra Ferit yanýna gelecek) Amcamýn oðlu Ferit... Onu da okula kaydetmiþlerdi. Fakat kendisini baþka bir sýnýfa vermiþ olmalarýna raðmen, sýrf yalnýz kalmayacaðýma inanmam ve aðlamamam için Annem avutmaya çalýþýyordu beni. Benden “tamam” yanýtý aldýktan sonra: “Eti senin, kemiði benim, Öðretmen Haným,” dedi Annem. “Tamam, iyi günler,” dedi Öðretmenim ve Annemi göndererek, kapýyý kapattý. Bana da bir yer göstererek, oturmamý söyledi. Gittim, oturdum sýrama. Výcýr výcýrdý içerisi. Öðretmenim de çok güzeldi. Ama benim aklým Annemin söylediklerinde kalmýþtý. “Eti senim, kemiði benim,” demiþti. Bu ne anlama geliyordu? Annem beni çok sever, benim için her þeyi yapar! Neden öyle söylemiþti peki? Kurbanlýk bir koyun gibi etim ve kemiðim ayrýlacak mýydý birbirinden? Neden etimi öðretmene vermiþti? Neden beni gözden çýkarmýþtý? Herhalde kemiðimi de alýp, mezara götürecekti! Anneme ne yapmýþtým da, çok sevdiði küçük oðlunun etini hiç tanýmadýðý bir öðretmene veriyordu? Ýnsan eti yenilmiyordu da, öðretmen etimi ne yapacaktý? Polis onu hapse atmaz mýydý, böylesi bir durumda? Sahibim Annem olduðundan, Onun söylediðine polis de itiraz edemez olsa gerek ki, bu kadar rahat verebiliyordu etimi. Bu düþünceler içinde, sessiz sedasýz, sýrama yapýþmýþ gibi kýpýrtýsýz oturdum, durdum. Bir yandan etimi ne zaman ayýracaklar, diye bekliyorum. Bir yandan da, Ferit gelecek diye. Bazen kapý vuruluyor, birileri geliyor ve ben her kapý vurulduðunda, Ferit’i, Babasý elinden tutmuþ sýnýfa sokacak diye bekliyorum. Okul daðýlana kadar yerimden kalkmamýþtým. Etim de ayrýlmamýþtý kemiðimden, Ferit de gelmemiþti yanýma. Herkes eve gitmeye baþlayýnca, Annem kapýda göründü. Onu yeniden görünce ne kadar sevinmiþtim, anlatamam. Dünyalar benim olmuþtu. “Haydé Avdýletif, em derýn mal,” "(haydi Abdullatif, eve gidiyoruz)demiþti Annem. Eve gidiyorduk. Anlaþýlan, Annem beni gözden çýkarmamýþtý. Hâlâ en küçüðü, en sevdiðiydim. Sevince gark olmuþ þekilde Annemin elini tuttum. Yolda giderken, bir sürü soru sordum. En çok da, Ferit’in neden gelmediðini?.. “Yarýn gelir,” dedi Annem. Yarýnlar hep geldi ama Ferit bir türlü bizim sýnýfa gelmedi. Onu baþka, beni baþka sýnýfa vermiþlerdi. Çok sonra bu gerçeði kavramýþtým. * * * Komþumuzun kýzý vardý, Asuman... çok erken geliþmeye baþlamýþtý memeleri. Bizler de, her fýrsatta bir kerecik olsun dokunabilmenin yollarýný arardýk. Amca oðlum Ferit’in baþýnýn altýndan çýkardý bu tür giriþimler. Hoþumuza giderdi ve biz de payýmýzý almaya çalýþýrdýk. Bunu baþardýðýmýz zaman ise, “Anneeeee!!!” diye feryat etmesi, topuklarýmýz kalçalarýmýza deðecek þekilde kaçmamýza neden olurdu. Bir kerecik olsun itiraz etmemesi, baðýrmamasý için elli dereden su getirir, gönlünü almaya çalýþýrdýk. Kendimize göre taktikler geliþtirirdik. En çok da, “Beþ taþ” oyunu oynayarak... yalnýz olduðunu, oyun oynamak için bize ihtiyaç duyduðunu bildiðimiz an, ‘þart’ koþardýk. Bazen kabul görür, oyun öncesi bir iki dokunmalýk imkan tanýrdý; bazen de oyun sonrasý için “olur” alýrdýk. Yine, öylesi bir kurguyu tasarladýðýmýz bir günde, evlerinin önünde Beþ taþ oynuyorduk onunla. Ýkimiz vardýk. Sokak giriþindeki ilk evdi onlarýnki. Diyarbakýr sokaklarýnda, kadýnlar serini bulduklarýnda, iþleri de bitmiþse, evlerin önüne kurulur, kimi çocuðunu emzirir, kimi elindeki þiþle kazak örer, karþýlýklý dedikodu faslý yaþanýrdý. Þimdilerde bu görüntülere nadiren rastlanýr. Tam olarak bilemiyorum ama belki de bu sebeple olsa gerek, Asuman’ýn babasý da evlerinin önüne, boydan boya bir yükselti yapmýþtý. Biz de, o yükseltiye oturmuþ, karþýlýklý Beþ taþ oynuyorduk Asumanla. Birden silahlar patlamaya baþladý. Genç bir adam, takým elbiseli... sokaða girdiði gibi, silah sesleri de akabinde duyulmaya baþlandý. Yolun karþýsýndaki Renault marka bir otomobilden, birileri takým elbiseli genç adama ateþ ediyordu. Adam da onlara... iki ateþ arasýnda kalmýþtýk. Kurþunlar kulaklarýmýzýn dibinde výnlýyordu. Hemen Asumanlarýn evine girdik. Metal kapýyý da ardýmýzdan kapadýk. O da yetmez gibi, bir üst kata çýktýk. Merdiven boþluðunda, sokaða bakan küçük bir pencere vardý. Önü, ince demir parmaklýklý. Ýki parmaklýða tutunarak, ayak uçlarýmý duvara sürte sürte pencereden bakmaya çalýþtým. Takým elbiseli adamýn þakaðý kanlanmýþtý. Yalpalýyordu. Sallanarak, Asumanlarýn evlerinin karþýsýndaki iþ hanýnýn sürekli kapalý olan kepenklerinden birinin altýna bir þey attýðýný gördüm. Ve sonra sokaða doðru yürümeye çalýþtý. Dýþarý çýkmaya korkuyoruz. Henüz ortalýk yatýþmamýþtý. Bunun için de en az yarým saatlik bir zamana ihtiyaç vardý. Beþ taþ oyunumuz yarým kalmýþtý ama verilen bir vaadi unutmak mümkün deðildi. Birileri can derdindeyken, ben kirli emellerimi gerçekleþtirmeyi kurgulamaya baþladým. Tam Asumana yanaþýp elimi uzatýyordum ki, Asuman durumun farkýna varýp, “Anneeeeeee!!!” diye baðýrmaya baþladý. Silah seslerine kapýyý açmayan annesi, kýzýnýn feryadýna hemen yanýt vermiþ, kapýyý açmýþtý. Tabii ben, kapý kolunun sesini duyduðum gibi, basamaklarý nasýl atladým, kapýyý nasýl açtým, eve nasýl gittim, bilmiyorum. Çatýþma sonrasý, takým elbiseli adam, baþýndaki sýyrýkla sokaða girmiþ, kapý önünde dedikodu faslýna oturan, ancak çatýþmayla birlikte kapýnýn içine saklanan küçük amcamýn hanýmýný görünce, elindeki iki tabancayý saklamasýný rica ederek, kendisine uzatmýþ. Amcamýn hanýmý korkudan reddetmiþ tabii. O da bir iki sokak gitmiþ ki, polisler yetiþip silahlarýyla birlikte yakalamýþlar onu. 12 Eylül öncesi olduðundan, ve bizler de bu tür çatýþmalara aþina olduðumuzdan, sadece “ölen var mý?”yý merak ederdik. Eðer ölen varsa, hemen cenazenin baþýna gider, polisler gelesiye kadar izler dururduk. Yara nerden açýlmýþ? Nasýl bir yara? Ne kadar kan akmýþ? Hâlâ akmaya devam ediyor mu? Akýyorsa, kanýn hareketini incelerdik. Vurulan kiþi ölmemiþ de, henüz can çekiþiyorsa, nasýl can verdiðine bakar, sonra da bunu kocaman açýlmýþ gözlerimizle baþkalarýna anlatýrdýk. Anlatýrken, detaylarý kaçýrmadýðýmýz gibi, bir de abartmaya çalýþýrdýk. Bu olayda ölen olmamýþtý ve polisler, sadece boþ kovan için sokaðý gözden geçirdiler bir süre, daha sonra topladýklarý kovanlarla birlikte çekip gittiler. Görgü tanýðý bulmalarý çok zordu. “tanýmýyorum. þu tarafa koþtular. parkeliydi .. takým elbiseliydi vs...” türünden yanýtlarla geçiþtirilirdi polisin sorularý. Bir görgü tanýðý, ayný zamanda “ispiyoncu” sýfatý alacaðýndan ve “ispiyonculuðu da yanýna kalmayacaðýndan(!),” çok iyi tanýdýðý biri de olsa olayý yapan, korkudan “tanýmýyorum,” derdi. Ortalýk yatýþmýþtý. Hava kararmaya baþlamýþtý. Gündüz yaþanan olay sadece akþam sofralarýna muhabbet konusu olmuþ, herkes, çatýþmada kimsenin ölmediðine seviniyordu. O ana kadar da sýrrýmý kimseyle paylaþmadým. Karanlýk çöker çökmez, gidip elimi kepengin altýndan sokarak, oraya atýlan þeye dokunmaya çalýþtým. Metal bir nesneye deðdi parmaklarým. Hemen avuçlayýp çýkardým ve beni kimsenin görmediðine emin olduktan sonra, aldýðým þeyi cebime koyarak eve doðru yürümeye baþladým. Ýçeri girer girmez, yalnýz kalacaðým aydýnlýk bir yer bulmaya çalýþtým. Herkes damda olduðundan, iki odamýz da boþtu. Sürekli kullandýðýmýz giriþteki odaya girdim. Iþýða uzandým, parmak uçlarýma basarak yetiþebildiðim düðmeye dokundum ve cebimdekini çýkardým. Bir þarjördü bu. Ýçi dolu, sekiz adet kurþun bulunan bir þarjör. Pýrýl pýrýl parlýyordu. Benim gibi biri için iyi para demekti ama nasýl pazarlayacaktým? Birkaç gün sakladým þarjörü. Göründüðünde alýnacaðýný biliyordum. Sokaðýmýzýn karþýsýnda, yolun öteki tarafýnda çýkmaz bir sokak vardý. Sokaðýn hemen giriþindeki apartmanýn sahibinin oðlu sonradan arkadaþ olmuþtu bizimle. Cebinde her zaman çok para olurdu ve biz de o paralarýn hatýrýna arkadaþ olarak kabullenmiþtik kendisini. Paralýydý ya, ona satabilirdim þarjörü. Kendisini görür görmez konuyu açtým. “Amcama söyleyeyim, o alýr,” dedi. Bir gün sonra haber geldi. Þarjörü alýp gitti ve geri dönünce, piyasa fiyatýnýn yarýsýný teklif etti. Kabul ettim ben de. Bir süre sonra paralarla geldi. Bir sürü param olmuþtu ve aklýma ilk gelen, güvercin satýn almaktý. Pazar sabahýný sabýrsýzlýkla bekledim. Cumartesi akþamýndan yataða girince, sabah erkenden uyanýp, pazara gecikmemeye þartladým kendimi. Nasýl oldu bilmiyorum, uykudayken saat dört .. beþ .. altý. dedim ve altý yla birlikte hemen gözlerimi açtým. Saate baktým ki, saat tam altý... herkes uyuyordu. Sessizce kalkýp ayakkabýlarýmý giyindim. Her zaman pijamamýz olmazdý ve o gün de pantolonla uyumuþtum. Üstümü deðiþmem gerekmiyordu. Ayakkabýlarýmý giyindikten sonra, iþin en zor kýsmýna gelmiþtim: sokak kapýsýný sessizce açmak! Bir hýrsýz gibi, ceviz kapýnýn arkasýndaki çengeli kaldýrdým. Ses çýkmamýþtý. Sonra yavaþça diline dokundum. Bu kýsmý da gayet baþarýlý geçti. Dýþarý çýktým ve kapýyý çekince, dilin yuvasýna oturmasýndan ses çýkmýþtý. “Ew kiye?” (Kim o) dediðini duydum Babamýn. Sokaða çýkmýþým artýk. Kim tutar beni? “Ezým (Benim) Baba!” diyerek, koþarak uzaklaþmaya baþladým. Ardýmdan ne söylendiyse, bilmiyorum. Ama tahmin edebiliyordum. Büyük ihtimalle, henüz erken olduðunu, eve girmemi istiyor olmalýydý. Pazara yetiþmiþtim. Harika güvercinler vardý. Uzun uzun hepsini izleyip, fiyatlarýný sorduktan sonra, iki tane alabildim. Diþi ve erkek diye aldýðým güvercinlerden biri meðer daha yavruymuþ. Kandýrýlmýþtým. Ama olsun, sonuçta güvercinlerim olmuþtu. Eve getirdim getirmesine ama bu kez iþin en zor kýsmý baþlýyordu. Uðursuz, sayýldýðý için, Annem de, Babam da güvercin beslememize izin vermiyorlardý. Abimi çaðýrdým. Güvercinlere O da çok sevinmiþti. Birlikte, gizliden gizliye dama çýkarabildik onlarý. Karton kutudan çýkarýp, kanatlarýný baðladýk. Baþkalarýnda gördüðüm için, bu iþi iyi yapýyordum. Ve dama býrakýp izlemeye baþladýk onlarý. Kilerden, öðütülmek için bekleyen buðdaydan biraz alarak önlerine attýk. bir tasýn içine de su koyduk. Ama güvercinler su içmek isterlerken, tasýn kenarýna bastýklarýnda, tas devriliyordu ve hem su dökülmüþ oluyordu, hem de ses çýktýðý için damda birilerinin olduðunu anlýyordu Annemler. Tasýn çýkardýðý sesin ardýndan, ne kadar da sessiz insem avluya, yeniden su doldurmaya, Babam anlamýþ olmalýydý ki, son dama çýkýþýmýn ardýndan kendisi de peþimden çýkmýþtý. Güvercinleri görür görmez: “Zu van kevoka býbýn jý výr!” (Bu güvercinleri çabuk götürün buradan!) dedi. Tepemizden kaynar sular dökülmüþtü. Korkudan gýkýmýz çýkmadýðý gibi, sevincimiz kursaðýmýzda kalmýþtý. Güvercinleri götürmemiz gerekiyordu, öyle yaptýk biz de. Götürüp baþkasýna sattýk.
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © A.Latif ÝRVEN, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |