|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katýlýmý |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
19 Aralýk 2003
Frances Farmer'ýn Hüzünlü ve Direngen Öyküsü
Hira Selma Kalkan
amerikalý oyuncu -yazar frances elena farmer'ýn biyografisinden yola çýkýlarak,fonda amerika tarihini de gözler önüne seren öykü. komünist frances'ý susturmak,yok etmek için lobotomye varan iðrenç týbbi denemeler.hollywood'da direngen bir devrimcinin sist |
|
Bir süredir yutkunmakta güçlük çekiyordu. Çene altýnda da iki tane lenf bezi ele geliyordu. Sonuçlarý o gün almýþtý doktordan. Akþam yemeði sýrasýnda kocasýna durumu anlatmýþtý hatta onu teselli bile etmiþti. Þarabýný yudumlarken gayet sakin ”Yarýn Seattle’a gideceðim, kentimi sað salim son bir kez görmek istiyorum” demiþti. Lee uzun uzun tabaðýna bakmýþtý, þimdi yutkunma güçlüðünü yaþayan oydu. Trenin buharýna takýlan gözlerini nice sonra kýrptý. Aðlýyor muydu yoksa açýk kalan gözlerin doðal ýslanmasý mýydý süzülen damlalarýn gerekçesi. Üzerinde kahverengi siyah kareli döpiyesi, içinde sütlü kahve balýkçý yaka kazaðý , kolunda dört köþeli eski çantasý ve her zamanki gibi buruþuk pardösüsü ile aðýr aðýr ikinci perondan bindi trene. Dört kiþilik kompartýmanda yalnýzdý. Pardösüsünü yanýna koydu, çantasýný kolundan býrakmadan pencereyi aþaðý indirdi. Derin bir nefes aldý. Pardösünün yanýna oturdu , bebeðe sarýlýr gibi çantasýna sarýldý. Dýþarýda akýp giden insan seline baktý. Bakýþlarý o seli geçiyor ötelere , Nisan yaðmurunu karþýlamaya hazýrlana Ýndianapolis’in göðüne dalýyordu. Gamlý bir hava vardý,serin ve gamlý....Biraz da býktýrýcý....Yaðmur yaðsa da sýkýntýyý atsa diyeceðiniz bir hava....Yarýya indirdiði camdaki görüntüsüne baktý.Yüzünün beyazlýðý buradan bile fark ediliyordu. Sarý saçlarý elli yedi yaþýnýn beyaz saçlarýyla karýþmýþ, saman sarýsý-ot beyazý olmuþtu.Gýdýðý yoktu ya çenesinin iki yanýndan etleri birazcýk sarkmýþtý.Yüzündeki çizgiler hele de gözleri yaþadýklarýný ele veriyordu. Sað bileðinde yýllanmýþ bir kelepçe gibi duran incecik saatine baktý ; trenin kalkmasýna birkaç dakika vardý. Ýnce narin elini çantasýnýn içine daldýrdý, sigara tabakasýný çýkardý, bir sigara yaktý. ”Nerdeyse zayýf ama tonton bir nene olabilirmiþim” diye düþündü. Trenin hareket etmesiyle kompartýmaný serin bir hava doldurdu. ”Þimdi Seattle ‘da gerçekten yaðmur yaðýyordur, böyle iki arada bir derede deðil hem de”diye geçirdi usundan. Yýllardýr gitmiyordu doðup büyüdüðü kente. Ýçindeki ruha göre temelde kentleþmeye karþý da olsa çok dengeli bir kent oluþunu düþündü Seattle’ýn. Havasýnýn nemli ve yaðmurlu hali melankoli verirdi insana (Ýskoçya vardýr bir de böyle). Hiç müzik yapamayan bir insan bile oraya gidince ve o ruhu yakalayýnca neler neler yapmazdý...Birçok müzisyen çýkmýþtý buradan, Jimmy Hendrix’in doðduðu yerden.... Amerika Birleþik Devletleri'nin kabileleri yok etmeye çalýþtýðýný anlatmaya uðraþan kýzýl derili kabile reisi Seattle ‘dan alýyordu adýný. Fabrikalarý, iþçi sýnýfý, hava alaný ve "grunge" müziðiyle Amerika'nýn en az amerikansý olan þehirlerinden biri...Kendinizi Ýskandinavya’da sanýrsýnýz sanki. Her iki dükkandan birinin coffeeshop olduðu, kitap, kahve, müzik, gri havalar ve yaðmurlu öðleden sonralarýnýn deðerini bilen kayýp ruhlarýn hayatlarýnda bütünlük hissetmeye en çok yaklaþtýklarý þehir belki de.... Cinayet oraný en düþük metropollerden biri olmasý dikkat çeker intihar oraný öylesine yüksekken....Eðlenceli, tamamlayýcý þehir; daðlarý, okyanusu, gölüyle... Yutkunmasýný zorlaþtýran ösafagus kanseri onu yakýnda ölüme götürecekti. Ölüm.... çok ötelerde deðildi.hemen þuracýktaydý. Ýnsanlar kendilerini ölümden soyutlamaya çalýþýyor diye düþündü. Ne biçare çabadýr bu. Ölümü inkar etmekle kendimizi de, yaþamý da inkar ediyoruz. Ölüm fikriyle bütünleþmek bizi kurtarýr. Ýnsanlar ölümü hep baþkalarý için düþünme eðilimindeler. Seneca ‘ya göre vazgeçmeye hazýr ve istekli olanlar dýþýnda hiç kimse hayatýn gerçek tadýný alamaz. . “ Ben her an vazgeçebilecek gibi yaþamadým mý” diye geçirdi aklýndan. Bu dünyanýn dünyalýklarýna bakmadan , ne olursa olsun yeter ki yaþayayým demeden, yaþamýn bizzat içinde yaþamadým mý? Yaþamak tutsaklýktýr, bunu biliyoruz ama ölüm de tutsaklýk. Belki tutsaklýk kimi kavramlarý kutsal saymamýzdan...Hani spermler olduðu yerde ve ulaþtýðý , yumurtayý döllediði yerde tutsak ya (yaþam burada baþlýyor), adamýn ellerine yapýþan ya da yere düþen spermler de tutsak (bu da ölüm)...ama özgür olduðu bir yer var: yere düþene kadar, rahme girip yumurtayý dölleyene kadar, hareketli olduðu yol aldýðý o kýsa zaman...yaþamla ölüm arasýnda bir çizgiden ya da zardan söz ediyoruz ya iþte özgürlük orada.... Kiþi yaþlanýnca hastalanýnca tanrýya daha çok yaklaþýyor. Yaþama dair yapabileceklerinden sýyrýldýðý onlarýn bittiðini düþündüðü þu noktada tek dayanak tanrý olduðundan ikiyüzlülükle ona dönüyor; ama yaþama dair bir kýpýrtý olsa tanrýyý iplemez bile. Kimi özel günlerde belki anýmsýyormuþ gibi yapar. Yaþlandýkça dinlenmez olur insan, çekilmez oldukça da sessizliðe ve yalnýzlýða býrakýlýr. Bu durumda onu tek dinleyen tek çeken tanrýdýr. Zorunlu olarak tanrýyla baþ baþa kalýr. Oysa O, daha on yedi yaþýndayken “tanrýyý” öldürmüþtü. Lise öðrencisiydi . Okul dergisinde yayýmlanan hatta ödül verilen yazýsýný zihninden geçirmeye zorladý kendini. Bazý þeyleri anýmsamakta zorlansa da birkaç kez denedi. Mücadeleyi hiç býrakmazdý ki zaten... TANRININ ÖLÜMÜ (1) “Þimdiye kadar hiç kimse bana gelip de,”Sen bir aptalsýn! Tanrý diye bir þey yok. Birisi tüm bunlarý sana yutturuyordu.” demedi. Bunun cinayet olduðunu sanmýyorum. Sanýrým Tanrý yýllar geçtikçe ve ben onun varlýðýndan vazgeçtikçe öldü ve bu beni hiçte þok etmedi. Belki de din konusundan hiçbir zaman çok fazla etkilenmeyiþimdendir. Pazar okuluna gittim ve Ýsa ve yýldýzý ile ilgili hikayeleri sevdim.Çok büyüleyiciydiler ama onlara inanmadým. Çok muðlaktý. Fakat Tanrý baþka bir þeydi.O gerçek bir þeydi.Hissedebildiðim bir þeydi.Fakat sadece bazý zamanlarda hissedebiliyordum onu.Geceleri týrnaklarýmý,dizlerimi ve diþlerimi temizlemiþ olarak temiz çarþaflarýn içine yatar ve Tanrýyla konuþurdum. Þimdi temizim. Hiç bu kadar temiz olmamýþtým.Ve hiç daha temiz olmayacaðým.Fakat bu din deðildi.Bununla ilgili fiziksel olan çok fazla þey vardý. Bir süre sonra Tanrý hissi süre gelmemeye baþladý, geceleri bile.Baþbakan”Tanrý her þeyi görür ve tüm çocuklarýný gözetir”dediðinde, ne demek istedi diye merak etmeye baþladým.Fakat eðer Tanrý çocuklarý olan bir baba ise,o zaman hissettiðim temizlik duygusu Tanrý deðildi. Böylece geceleri yataða girdiðimde temiz olduðumu düþünürdüm…. Uykulu olduðumu . Ve uykuya dalardým. Bu temizlik duygumun bana hissettirdiði neþeyi azaltmadý.Sadece Tanrýný orada olmadýðýný biliyordum.Bazen onu hatýrlamayý yararlý bulurdum.Özellikle de önem verdiðim þeyleri kaybettiðimde. Tüm evi nefesim kesilinceye kadar panik içinde arayýp, odanýn ortasýnda durup gözlerimi kapatýp,”Lütfen Tanrým kýrmýzý kuþaklý mavi þapkamý bulmama yardým et “derdim. Genellikle iþe yarardý. Bu beni Tanrýnýn tüm çocuklarýný eþit olarak sevdiðini fakat benim mavi þapkamla vakit harcarken, diðerlerinin anne ve babalarýný sonsuza kadar kaybetmelerine göz yumduðu gerçeðini anlamaya baþlayana kadar tatmin etti.Þunu anlamaya baþladým ki aslýnda onun insanlarýn ölmeleriyle yada þapkalarýyla pek de ilgisi yoktu.Bunlar O istese de istemese de oluyordu. O cennette duruyor ve tüm bunlar olmuyormuþ gibi davranýyordu. Tanrýnýn niçin bu kadar faydasýz olduðunu biraz olsun merak ediyordum.Ona sahip olmak zaman kaybý gibiydi.Hiç kimseden yardým almadan gerçeði bulmuþ olmaktan gurur duyuyordum.Diðerlerinin bunu fark edememiþ olmasý beni þaþkýna çeviriyordu.Tanrý gitmiþti.Niçin bunu göremediler? Bu hala beni þaþkýna çeviriyor.” Nasýl olay olmuþtu o zamanlar...”Seattleli kýz tanrýyý öldürdü, ödülü kaptý”diye yazmýþtý gazeteler. Þu gazeteleri, medya denen canavarý oldum olasý sevmemiþti Frances. Hayatýnýn mahvolmasýnda onlarýn azýmsanamayacak bir yeri vardý. Her þeyle, herkesle ne çok mücadele etmesi gerekmiþti. Öncelikle annesiyle...annesi kadýn hareketlerine katýlan, aktif, baskýn kiþilikli bir kadýndý. O ise sessiz sakin...öyle görünüyordu ya içinde ne fýrtýnalar kopuyordu, ilerde annesi de diðerleri de görmüþtü o fýrtýnalarý. Annesini sevmezdi ama ona da benzerdi, özellikle inatçýlýk konusunda. Ýki si de yazar olmak istiyordu. Washington Üniversitesi’ne basýn-yayýn bölümüne girmiþti ama kýsa süre sonra gönlündeki aslanýn oyunculuk olduðunu anladý. Burada yazýyordu da , okul dergisinde öykü- þiir- makale yazýyordu. 1930’ larýn Amerikasý hiç de denildiði gibi özgürlükçü deðildi. Baský ortamý hakimdi. Annesi baþta olmak üzere o sevdiði kenti ona dar ettiler. Sýrf ona mý bir sürü düþünen güzel insana da....1935’de solcularýn çýkardýðý “Hareketin Sesi” gazetesine bolca abone olmasý sayesinde ödüllendirilmiþ, Rusya’ya gitme hakký kazanmýþtý. Ne müthiþ bir þeydi bu onun için; hem gönül verdiði 1917 devrimiyle somutlaþan sosyalizmi yakýndan koklayacak hem de Rus tiyatrosunu inceleyebilecekti. Ah annesi!.... Herkesten önce annesi karþý çýktý. Frances gideceðim dedikçe annesi gitmeyeceksin dedi. Hatta gazetecileri çaðýrýp “Komünistler çocuklarýmýzýn aklýný karýþtýrýyor “diye dönemin paranoyasýný kaþýmaktan geri durmadý. Tüm karþý çýkmalara, kara yazmalara karþýn dik baþlý, inatçý Frances Rusya’ya gitti. Ne muhteþem bir geziydi o....anýmsýyordu...beynini parçalamýþlardý ama anýmsýyordu iþte....engel olamamýþlardý anýmsamasýna....Gerçi bazý anýlarý boþ karelerden ibaretti ama mühim kýsýmlarýn çoðu yerindeydi. Lobotomy yapýlan diðer iki kadýn gibi olmamýþtý. Kenedy’nin kardeþi Rosemary tedaviden sonra bir daha hiç toparlanamamýþtý. Oyun yazarý Tenesse Williams’ýn kýz kardeþi Rose de öyle...Kendisi kötü günler geçirmiþti , rollerini ezberlemekte zorlanmýþtý ama otobiyografisini yazabilecek kadar beyni yerindeydi. Ne vahþet bir yaklaþýmdý o. ... Þizofrenleri ,onlarla bir tutup hasta saydýklarý komünistleri ve eþcinselleri, beynin ön lobunu çýkartarak tedavi edeceklerini sanýyorlardý. Bu ülkede zaten aklý çalýþan kaç kiþi vardý ki, onlarý da akýl almaz türlü yöntemlerle devre dýþý býrakmaya çalýþýyorlardý. Komünizm korkusu o henüz dört yaþýnda bile deðilken Rusya ‘da gerçekleþen “Bolþevik Devrimi” n den sonra baki kaldý Amerika’da . Dünyayý sarsan bu on gün kapitalizmin yýkýlabileceðini göstermiþti. Bu düzenin savunucularý duyduklarý korkuyu kýsa zamanda bir ulusal korkuya dönüþtürmeyi amaçladýlar. 1919’ da geniþ çapta araþtýrma yaptýlar. Öyle ki 1930 ‘da temsilciler meclisine baðlý ilk komite kuruldu. Baþkaný Hamilton Fish komitenin sadece komünistlerin peþinde olduðunu belirtti. Frances eylemler kenti Seattle’ da okuduðu gazete ve dergilerden durumu takip ediyordu. Henüz tam ayrýmsayamýyordu ama asi ruhu, parlak zekasý tez zamanda gideceði yolu göstermiþti ona. 1929’ da Newyork borsasýnýn çökmesiyle baþlayan ekonomik krizle kapitalizmin temelleri sarsýlmaya baþlamýþtý. Düzenin temsilcileri ortaya “Hayat Sovyet Rusya ile bir savaþtýr” gibi gayet absürd sloganlar atmaya , korku propagandasýný püskürtmeye baþladýlar .Türetilen casusluk hikayelerini duydukça gülerdi Frances. Bu insanlarýn bu kadar budala olmasýný þaþkýnlýkla ve hüzünle izlerdi. Üstelik ilk büyük grevi yapmýþ iþçi þehri Seattle’ da da bunlarýn olmasý daha da ilginçti. Bu kampanya böyle bitmiyordu 38’ de kurulan “Amerika’ya Karþý Çalýþmalarý Araþtýrma Komitesi” 50’lerin sonuna kadar birçok insanýn canýný yaktý. Frances komiteyle birebir sorgulama yaþamadý ama arkadaþlarý sorgulanýrken ona da akýl hastanesinde düzenin devamý için kobaylýk yaptýrýlýyordu. Foucault ‘un “doktorlar ideolojinin piyonudur” sözünü doðrulayanlar vardý. Örneðin II.Dünya Savaþý sýrasýnda 1943-45 yýllarý arasýnda Auschwitz toplama kampýnda baþhekimlik yapan Dr Josef Mengele...Kampa getirilen Yahudiler arasýnda öldürüleceklerle, çalýþabilecek olanlarý ve laboratuar deneyleri için kurban seçmeye yönelik ayýklama iþlemlerini yürüttü. Ari soyunu çoðaltmak için doðurganlýðý artýracak yöntemler geliþtirmek üzere tutuklular üzerinde özellikle cüce ve ikizleri kullanarak deneyler yaptý. Laboratuarýnýn bir duvarý öldürdüklerinin mavi gözleriyle doluydu. Beþ milyon insanýn ölümüne katkýda bulunan Mengele , Güney Amerika’ya kaçarak rahat bir yaþam sürdü. 1950 ‘de henüz ne olduðu belli olmayan bir sürü ilaç, Frances’ýn üzerinde denendikten, soðuk su þoklarý yapýldýktan sonra Mengele’den geri kalmayan Dr. Walter Freeman ona lobotomy yapmýþtý. Böylelikle her konudaki sol fikirlerini, çýkardýklarý ön beyin lobuyla atacaklarýný zannediyorlardý. Ameliyat sonrasý bir odada tecrit etmiþ ve ameliyatýn etkilerini üzerinde gözlemiþti. Ailesi ve ülkesi tüm bu iþkenceye ortak olmuþtu. Bu ortaklar Nürenberg Mahkemeleri’nin “savaþ suçlusu” ilan edip yargýladýklarý kiþilerden ne kadar az suçluydu. Mengele gibi Freeman da yaptýklarý insanlýk dýþý deneylerden sonra neredeyse ödüllendirilmiþ gibi bir hayat yaþamýþlardý. Trenin yumuþak uðultusu gökyüzündeki gamlý bulutlarý yarýp onu tiyatro sahnelerine götürüyordu. Çantasýndan çýkardýðý gençlik fotoðraflarý bu yolcukta ona yardým ediyordu.. “Altýn Yumruk (Golden Boy)” da Luther Adler’le sahne fotoðraflarý...Group Theatre’ýn afiþi....Dudaklarýna götürdü fotoðraflarý. Toplumcu yazar Clifford Odets’in oyunu iyi karþýlanmýþ övgüler almýþtý. Bundan iki yýl önce de Star Gazetesi’nde “Gelecek vaat eden oyuncu “diye söz ediliyordu ondan. Hele Paramount stüdyolarýnýn gözdesi yedi kadýn oyuncudan biri olunca basýn etrafýnda pervane olmuþtu. Her zaman istediðini söyleyen ve yapan, baský altýnda kalmayan zorlu bir kiþiliði vardý. Bu durumsa ne Hollywood’un ne medya ordusunun hoþuna gidiyordu.”1 Mayýs” gösterilerine gitmesi, kadýn sýðýnma evlerine yardým etmesi tuhaf karþýlanmýþtý. Oysa gününü kuaförlerde, güzellik merkezlerinde, pahalý otellerde geçirse Hollywood’un en sevgilisi olacaktý....Hollywood için fazla siyasi olduðu söyleniyordu. Sanatçý toplumdan ve toplumsal gerçeklikten nasýl bihaber yaþar, nasýl duyarsýz olur anlayamýyordu. Toplumun içinde beslenecek, oradan enerji alacaktý. Uzakta bir yýldýz deðil yakýnda bir arkadaþ olacaktý. Araba markalarý statüyü gösterirdi onlarýn dünyasýnda. Kendinin ikinci el arabasýyla ve makyajsýz sade yüzüyle halkýn arasýnda dolaþmasý dert oldu. Þimdi adýný anýmsamadýðý bir gazeteci yaptýðý röportaj sonrasýnda “onun her konuda sol fikirleri var ona katýlmasanýz da saygý duyuyorsunuz “ demiþti. Onun için “36’larýn starý” diyen kiþiler bu söylemden pek memnun kalmadýlar. Kocasý Leif de... “8 Þubat’tý evlenmiþtik deðil mi ?”diye sordu kendi kendine. 23 yaþýndaydý yakýþýklý oyuncu Lief Ericson’ la evlendiðinde. Þehirden uzak bahçeli bir evde köpekleriyle birlikte mutlulardý. Beraber “Ride Croked Mile ” adlý filmde de oynadýlar. Ama Lief ‘le fikir ayrýlýðýna düþtüler. Güzelliði kadar etkilendiði kiþiliði artýk rahatsýz ediyordu ýþýklarýn altýnda gözde olmak isteyen Leif’i. Hem Frances’ýn fikirlerini ve inatçýlýðýný hem basýnýn ona karþý saldýrýlarýný kaldýramadý Lief. Neredeydi fotoðraflarý Lief’in?. Yanýna almamýþtý, düþündükçe yüreði taþýn altýnda eziliyordu sanki. Altý yýllýk birlikteliklerinde ne çok kalbi kýrýlmýþtý....Alkol de o günlerden kaldý ya...Dudaðýnýn kenarýndaki tuzlu gözyaþlarýný yaladý, kelebek gibi aðlýyordu sessiz, usulcana...Ne annesi ne de Lief anladý yýkýntýsýný. Bir iki arkadaþý yanýndaydý hepsi bu. Þimdi onlar da yoktu çevresinde. Kimileri ölmüþ kimileri ülkeyi terk etmiþti. Alkollü araba kullanmaktan ceza aldýðýnda onlar olmasa dört ay hapis yatacaktý. Zaten hapsetmiþlerdi her yandan....Lief o zaman da arayýp sormadý.Yýkýmý bu olaydan sonra hýzlanmýþtý deðil mi? Yok deðil . Bir sene sonra, 1943’ te oynadýðý kendi fikirlerine yakýn film “Çýkýþ Yok” tan sonra alkol ve amfetamin çoðalmýþtý. O tarihlerde amfetamin birçok yerde kullanýlýyordu. Solunum yollarýný açmaktan tut da uyku bozukluðuna kadar. Hele de zayýflamak için hanýmlarýn çokça baþvurduðu bir ilaçtý. Bilinmiyordu ki sonraki yan etkileri, daha yeni yeni biliniyor. Sonradan anlaþýldý amfetaminin psikoz benzeri tablo yaptýðý ama birçok kiþi gibi Frances da manik-depresiften tut da þizofreniye kadar taný almýþtý. Altýný bilmeden ne de kolaydý taný koymak...Hoþ o hasta da olmasa fikirleri yüzünden anormal karþýlanmýyor muydu? Kapitalizmin baþþehrinde bir sosyalist Hollywood’da barýnabilir miydi.? Zeki , yetenekli ve duyarlý bir kadýn için, özgürlüðüne düþkün idealist bir komünist için yalnýzlýk ve hüzün kaçýnýlmaz oluyordu. Amerika 1933’ e dek Bolþevik rejimini tanýyýp iliþki kurmadý ama ikinci paylaþým savaþýnda ittifak içinde oldular. Mussolini –Hitler faþizmi altýnda inleyen dünyada SSCB 1941’ de Almanya’nýn saldýrýsýyla, ABD’ de Japonlarýn Pearl Harbor’a saldýrýsýyla savaþa dahil olduðunda Frances hem dünya insanlarýna üzülüyor savaþ karþýtý gösterilerde bulunuyordu hem çatýrdamakta olan evliliðini kurtarma çaresi arýyordu. O zamana kadar on üç filmde , iki tiyatro oyununda baþrol oynamýþ, tiyatro severlerden bol alkýþ almýþtý. Ancak Paramount Stüdyolarý da diðerleri de aykýrý, siyasi bu kadýný alanlarýnda istemiyorlardý. “Hollywood öpücüðünüze 10 bin dolar,ruhunuza 5 cent verdikleri yerdir” diyen , ruhunu çok ucuza sattýðýný bilen Marlyin Monroe’yu iyi satan bir meta haline dönüþtürüp eriten Hollywood, Frances’daki direngenlikten tiksiniyordu. Çok yetenekli ve güzel olmasý da reklamlarýn gölgesinde karartýlýp gidiyordu. Düþünmesi, yaþamasý zarardý. Ýkinci paylaþým savaþýnýn müttefikleri Yalta’da, Kasablanka’da, Tahran’da bir araya gelip dünyada bölge paylaþýmý yapýyor, paylaþým savaþýndan en büyük karý saðlamaya çalýþýyorlardý.. Ne savaþ öncesi tarafsýzlýðýný ifade eden Roosevelt , ne ünlü “þovmen” Churchill, ne de Stalin dünyayý özgür ve adil yaþanacak yer haline getirebildiler. Kucaðýnda fotoðraflarla uyuyakalmýþtý. Kompartýmanýn kapýsýnýn açýldýðýný duymadý. Ýçeri kirli sakallý, gözlüklü genç bir adam girdi. Kolunun altýnda gazetesi diðer elinde el çantasý vardý. Uyuyan kadýna rahatsýzlýk vermekten sakýnarak bej renkli pardösüsünü çýkardý. Kadýnýn karþýsýndaki koltuða koydu. Usulca oturdu. Bu kadýný bir yerden tanýyor muydu? Dikkatlice baktý, hafifçe eðildi önünde. Kadýnýn gözleri yarým açýlýnca hemen doðruldu. Kadýn tekrar gözlerini kapadý. Kendini gecenin koyuluðuna salan havanýn trende býraktýðý loþluða gülümsedi.Adam kadýný anýmsadý, o da gözleri kapalý kadýna gülümsedi. Daha dik oturdu. Bacak bacak üstüne attý, ellerini kucaðýnda kavuþturdu, ela gözlerinde belli belirsiz yeþil bir dalga geçip gitti. Heyecandan yüzü pembeleþti. Neyse ki görünmüyordu. Kadýn bir bebek yumuþaklýðý ve yavaþlýðýnda gerinerek uyandý. Adama bakmadan elindeki fotoðraflarý çantasýna koydu. Kompartýmanýn kapýsýndan görevliye su getirmesini rica etti. Onu arkasýndan sadece baþýyla izleyen gencin gözlerini hissediyordu. Görevlinin getirdiði suyu içip yerine oturdu.”Merhaba” dedi. Genç utangaç gülümsedi.”Merhaba...” bir þey soracakmýþ gibi durakladý sonra cýlýz bir sesle ”Bayan Farmer?” diyebildi. ”Evet benim”gencin yüzü aydýnlandý gülümseyiþi büyüdü.”Þu an çok heyecanlýyým, sizi yakýndan görmüþ olmaktan....Sizin her anlamda hayranýnýzým. Hayat hikayeniz beni derinden etkiledi. Yaptýðýnýz televizyon programlarýný her daim izliyorum” “Sað ol genç adam” gözlerini kapayýp derin bir nefes aldý. Ýnsanlar artýk eskisi kadar tehlikeli olmadýðýný düþünüyorlardý ama en az Mc Carthy döneminde haklarýnýn elinden alýndýðý günlerdeki kadar tehlikeliydi. Bu genç adam bunlarý da bilerek mi seviyordu onu acaba. -Ýyi misiniz -Pek deðilim. - Ben de Seattlelýyým. Ailem hala orada onlarý görmeye gidiyorum. Frances çantasýndan bir sigara çýkardý, gence de uzattý birlikte sigara içtiler. - Ne zamandýr gitmiyorsun ailenin yanýna? -Yaklaþýk üç yýldýr....Uzun zamandýr Fransa’daydým. Öðrenci eylemlerine katýlýp içeride kaldým. - 5 Mayýs’ taki eylemde oradaydýn ha? - Evet. Daniel John Bendit yakýn arkadaþýmdýr. - Kim dedin? - 68 öðrenci ayaklanmasýnýn önderi. Avrupa'da yoðun bir gençlik hareketi görülüyordu 60’larýn sonunda. O yýllarda birçok ülkede benzer hareketler vardý. Küba’da Castro ve Che ‘nin gözü pekliði gençleri coþturuyordu. Hele Kenedy Küba’da SSCB füzeleri var deyip de abluka altýna alýp sonra da çekilmek zorunda kalýnca....Cezayir yýlardýr süren Fansýz egemenliðinden 60’larda kurtulup baðýmsýzlýk kazandý. Irak ve Suriye’de sosyalist baasçý darbe yapýldý. Kennedey’nin öldürülmesi de o zamanlara rastlar.Wietnam savaþý hem Amerikalýlarý hem dünyayý býktýrmýþtý. Ne yazýktý ki savaþlarda hep Amerika’nýn adý geçiyordu. Bir de savaþ suçlusu ilan ediyordu kendine bakmadan. Asýl suçlu kendileriydi savaþlara ön ayak olmaktan. Frances katip olarak çalýþtýðý otel de yeniden keþfedilmiþ dizilerde konuk oyunculuk yapýyordu o zamanlar. Sakin bir hayat arzuluyordu hep ama sükunet onun yanýndan geçmiyordu bir türlü. Ýki de televizyon programý yaptý:”Frances Farmer Sunar “ ve “Ýþte Hayatýnýz” yýllarca televizyonda gösterildi ve epey bir izleyici kitlesi oluþmuþtu. Lee’yle evliliði iyi gidiyordu yaþantýsý bir rutine oturmuþtu ama dünya çalkalanýp duruyordu. Siyahi Müslüman Malcolm X 1965 ‘te Newyork’ da konuþurken öldürüldüðünde kendi programýnda bir süre ekraný karartmýþtý. Sandýklarý gibi suskun deðildi, tepkilerini ve politik tavrýný koruyordu. Bu sefer yanýnda olan ona güvenen bir kocasý vardý. Savaþ karþýtý söylemlerini her programda yineliyordu. O dönemlerin diðer bir fýrtýnasý televizyonda izlenme rekorlarý kýran “Uzay Yolu”dizisiydi. Pink Floyd’la coþan gençlik Uzay Yolu’yla ayaklarýný yerden kesiyordu. Bu arada öfke büyüyordu. Fýrtýnadan önceki sessizlik gibi koyu bir sessizlik dolaþýyordu dünya yüzünde. Hindistan’da Ýndra Gandi baþbakan olmuþtu. Avrupa’nýn, Amerika’nýn geri dediði bir Müslüman ülkede onlarda olmayan bir þey oluyordu, bir kadýn baþbakan oluyordu. Özgürlükler ülkesi Amerika’daki özgürlük, sözlerin arasýnda kaynayýp gidiyordu. Mao,Çin’de kültür devrimi yapmýþtý. Frances bunu destekliyordu.TV programýnda ince ince de bunlarýn haberini veriyordu. Albaylar cuntasýnýn Yunanistan’da yönetimi ele geçirmesinden biraz sonra orta doðuda yeni bir kan dalaþý baþlamýþtý.Bölge bölge öldürülüyordu insanlar, insanlýk kan kaybediyordu. Che Guevera’nýn öldürüldüðü gün içinde bir sürü dal kopmuþtu. Ýçinden þiirler kopmuþtu. Öðrenciyken yazdýðý þiirlerden birini þimdi gözyaþý içinde , Che’ye adadý:
TAZÝYETLERÝMÝZLE (2)
Bana anlatabilirsin yüzmeyi
Hissedemem tez canlý,serin sularýn
örtmesini
Olmadan rüzgarýn ürpertici
düþüncesi
Islak teni nasýl kestiði
Bana anlatabilirsin yüzmeyi
Ben olarak ben
Sanýyorum kalacaðým
kumsalda ,yürüyeceðim kumda
ve ýslanmayacaðým
Üzerinden bir sene geçmedi baþka bir direniþçi,. Luther King öldürüldü. Öldürenlerin es geçtiði bir þey vardý; ölenlerin külünden yeni direniþçilerin doðacaðý, binlercesinin varolacaðý.... 68’in Nisan’ýnda Alman öðrenci lideri Rudi Dutschke’nin vurularak yaralanmasý üzerine binlerce öðrenci gösteri yapmýþtý. Dünyadan sinsi sinsi ilerleyen faþizm karþýsýnda gençlik saðýr kalmamýþtý. Bir ay sonra da Fransa’da büyük öðrenci eylemi gerçekleþmiþti. Ýþte karþýsýnda duran genç bu olayýn canlý tanýðý ve bizzat oyuncusuydu. Frances da heyecan duydu. Mc Carthy dönemi cadý avýnýn mimarý Nixon, ABD baþkaný olmuþtu ama ne yaparlarsa yapsýnlar muhalefet devam ediyordu. Tren akþamüzeri Seattle’a vardý. Gencin kolunda trenden indi Frances. Yaðmur her yere hüzünle Seattle’a Frances’ýn yüzüyle yaðmýþtý. Gök ve yer yenilenmiþti. Mis gibi toprak kokuyordu.Ah bir de güzelim kenti bozan þu boeing uçaklarý olmasa!...O da dikeniydi iþte. Çirkin ve güzel yan yana yaþýyordu. Hep diyalektik......hep diyalektik.... Ýkinci paylaþým savaþýndan sonra ABD’de ekonomi büyümüþtü. 1946-1955 arasýnda otomobil üretimi dört kat fazlalaþmýþtý. Savaþ sonrasý askerlere verilen ipotek inþaat sektöründe artýþý saðladý. Soðuk savaþ için savunma giderlerinin çoðaltýlmasý geliþimde önemliydi. Anonim þirketler daha da büyümüþ, þirket akrabalýklarý yaygýnlaþmýþtý. Ýmalattaki iþçi sayýsý azalýrken hizmet sektöründe artýyordu. Çalýþanlara yýllýk ücret garantisi uzun vadeli iþ sözleþmesi gibi avantajlar veriliyordu. Sýnýf farklarý azalýyor orta sýnýf çoðalýyordu. Çiftçiler zordaydý. Tarýmsal birleþmeler sonucu çiftlikler büyük iþletmelere dönüþtü. Çiftçiler topraðýný terk ediyordu. Doðurma hýzý artmýþtý. Ýnsanlar kentlerden banliyölere göç ediyor, banliyöler büyüyüp geliþiyordu. Ýþyerleri banliyölere taþýnýyordu. Televizyon toplumsal yaþamda en önemli yerlerden birini iþgal ediyordu. Savaþ üretimi durunca birçok iþçi açýkta kaldý.Diðerleri de zamlarýný alamamýþtý.1946’da büyük bir grev oldu. Grevciler otomobil, çelik, elektronik endüstrisini hedef almýþlardý. Nerde baský varsa karþýtýný da doðurur.1950’lerin tekdüze ortamýnda tek tip insan yaratýlmaya çalýþýlýrken diðer bir azýnlýk, zenciler, de ayaklandý. Bunun üzerine dönemin baþkaný Truman vatandaþlýk haklarý hareketini destekledi. Ýþte o yýllarda Elvis Presley zencilerin müziðini beyazlarýn da sevebileceðini gösterdi. Bu hareketi destekleyen Truman politik zekasý olan biriydi. Ýþine ne geliyorsa yapýyordu ,iktidara giden ve saðlamlaþtýran her yol mubahtý. Sert, deðiþmez kurallarý yoktu. Savaþ henüz bitmeden ölen , çerçeveleri daha belirgin Roosevelt yerine baþkan olmuþtu. Atom bombasýnýn atýlmasý sýrasýnda ki baþkan da oydu.....Truman baþkan olduktan bir ay sonraydý; Mayýs’ýn 5’inde Frances’ý annesi Washington’daki akýl hastanesine yatýrdý. Ýþkence dolu zamanlar daha da beterleþti. Hastanenin hemen yanýndaki askeri üstteki subaylar içip içip zamanýn güzel yýldýzýnýn bedeninde boþalýyorlardý. Hastane bu tecavüzleri gizliyordu Dahasý hastane çalýþanlarýnca da tecavüzlere maruz kalýyordu. Penceresiz hücrelerde zincirleniyor, farelerce kemiriliyordu. Deli gömleðiyle baðlanýyor , yarýsýna kadar buz doldurulmuþ banyolarda býrakýlýyordu. Böceklerin arasýnda sabahlatýlýyordu. O sýralarda baþkan olan Truman ise “Yeni ,çok daha iyi ,insan onuruna sonsuza kadar saygý gösterilecek bir dünya istiyoruz”diyordu. Bir yanda onursuz kýlýnmak istenen direngen kadýný görmezden gelerek. ....Tutkulu, belalý, dobra, risk almaktan korkmayan bir sanatçýyý çið çið yiyorlardý. O ise kimi söyleþilerde dile getirdiði gibi rastlantý bir kariyerin üzerinde oturmuyordu. Ýðneyle kuyu kazmýþtý. Mayoyla poz verdirmek istediler.Mayolu pozun oyunculuðumla ne ilgisi var diyerek vermedi. Kaþlarýný kazýdýlar, baktý ki kendisine benzemiyor, kaþlarýný geri aldý. Bu yýlmaz ruh , beyninin bir kýsmý çýkarýlýp diskalifiye edilmek istendiðinde de oyuna devam etti. Gururunu kýrmaya , ruhunu parçalamaya, yalnýzlýða ittiler ama o gidip bir otelde katiplik yaptý ve hepsine inat yeniden keþfedildi, yeniden sevildi.Yeteneði ve disiplini, tutkusu onu yalnýz býrakmadý. Üstelik bir de evlilik yaptý. 5 yýl sonra ayrýldýlar Alfred Lobley ile gerçi ama, hemen ardýndan sevgili kocasý, arkadaþý Leland onu ölene dek yalnýz býrakmadý, yaralý kalbini sardý. Dünya tiyatrolar günüydü evlendikleri gün. Eve gönderdiði bir çiçekçiyle bir sürü gül ve ortasýnda küçük bir kutuya konmuþ alyansla evlilik isteðini belirtmiþti. Ah sevgili Lee!.. diye geçirdi usundan derin bir nefes alarak. Koluna giren genç onun dalgýnlaþtýðýný görünce yanýnda usul usul yürüyüp anýlara dalmasýna gözcülük etti. Koluna destek olmuþ yürümesini kolaylaþtýrýyordu. Yine okul dergisinde ayaklarla ilgili bir þiiri vardý, genç bunu anýmsadý. Ona dair her bir þeyi toplamýþtý. Babasý da kendisi de hayrandý bu genç kadýna. Babasýnýn büyük çekmecesinde bulmuþtu yazýlarý. Onun anlattýklarý ve yüreðinin beyninin sýzýntýsý þiirlerle-öykülerle tanýmýþtý Frances’ý:
AYAKLAR (3)
Ayaklarým koþuya gidiyorlar
Sanýrým þarký söylüyorlar
Bir þarký ,kendi kendilerine
Çýlgýn bir þarký
“Koþ, koþ ,koþ
Ve yoldan çýkma
Ama ileri bakma
Ve sakýn bakma geriye!”
Soruyorum ayaklarýma
“Nereden biliyorsun
Gittiðin yolun en iyisi olduðunu?”
Ama yanýtlayamaz bir ayak!
Her biri kendi pabucunun içinde
Koþup duruyor ileri doðru
Gidiyorum ben de. Kendi kendine bir þarký mýrýldanýyordu Frances. Çok severdi þarký söylemeyi, yüksek sesle söylerdi. Hastanedeyken de söylerdi de insanlarý nasýl huzursuz ederdi güzelim lirik sesiyle. Müzisyenler þehri Seattlelý bir kadýndý o, kendinde olsa da olmasa da mýrýldanýrdý þarkýlarý. Savaþ yýllarýnda,kýtlýk yýllarýnda ,kýyým yýllarýnda.... “Her türkü dingin sularýdýr aþkýn. Her yýldýz dingin sularý zamanýn. Bir düðümü zamanýn. Ve her iç çekiþ dingin sularý haykýrýþýn.” (4 ) diyordu ya þair Lorca,iþte öyle bir þey......... Bir süre sonra genç onu ürkütmemeye özen göstererek dedi ki: - Öðrenciyken yazdýklarýnýzý anýmsýyor musunuz? - Kimilerini.... Ama öyle uzun zaman geçti ki....Niye? - Hani John On Ordum ‘dan söz eden bir küçük kasaba öykünüz vardý ya, o siz miydiniz? - Küçük Kasaba mý?... Durdu yüzünde çok eskiye gitmiþ olmanýn rengi vardý. Anýmsadý anýmsamadý ,soran gözlerle gence baktý. Nereden biliyordu bu genç adam onca þeyi. - Bakýn evimiz þurasý. bir çay içmez misiniz? Babam da çok sevinir hem o sizi tanýyor da... Frances istencini yitirmiþ gibi adým atýyordu. Seattle’ da yaðmur sonrasý kekremsi hava esiyordu. Evlerin ýþýklarý yanmýþ insanlar televizyon karþýsýnda pinekliyordu. Gencin ailesi onu heyecanla ve gözyaþlarýyla karþýladý. Frances dýþarýdan izliyordu, bu anýyý kaydet diyordu hep konuþan içindeki diðer kiþi. Oyuncu için her þey malzeme olabilirdi. Yaþanýlan her þeye istemsizce böyle bakmaya alýþtýrmýþtý kendini. Ölüme çeyrek kala ayný þeyleri düþünüyordu. Acaba bir kez daha, son bir kez daha sahneye çýkabilecek miydi? Hastanede de düþünmüþtü bunu.... Onca yaþanmýþlýðý vardý ve bu bir sanatçý için zenginlikti. Tabi zenginlik olsun diye bunca acý ve haksýzlýk yaþamak istemezdi ama yaþadýklarýný da kullanabilir hem böylelikle terapi da olabilirdi. 1957’ de “Tebeþir Bahçesi” nde oynamýþtý. Epey zorlanmýþtý çünkü ezber yapamýyordu. Bir ara umudunu ve cesaretini yitirecek gibi olduysa da toparladý kendini iyi bir oyun çýkardý. Play County Playhouse’de yeniden doðdu sahneye..... “Ýyi akþamlar” diyen ses sanki iki kez tekrarlamýþtý. Frances ikincide kendine geldi. Karþýsýnda heyecanla þaþkýnlýkla kendisine bakan tandýk gözleri ayrýmsadý. “Babam “ bayan Farmer dedi genç., bir de genç bir kýz vardý yanýnda “ve kýz kardeþim” anneleri yoktu onlarý terk edip gitmiþti. Ýki yýl önce delikanlý onu son bir kez göremeden gözlerini yummuþtu.Ya bu tanýdýk mahzun , çekingen gözler. Bu ayný okulda okuduklarý dergi çýkardýklarý sýnýf arkadaþýydý. Genç de yazýlarý babasýnýn arþivinden okumuþtu,.Frances’a sýrýlsýklam aþýk babasýnýn arþivinden. Çaylarýný içerken genç sararmýþ dergilerden okudu ona,öyküsüne konu olan adamýn oðlu okudu:
KÜÇÜK KASABA (5)
Her zaman sýcaða sürülmüþ topraða ve yetiþen þeylere yakýn ol. Asla uzak düþme onlardan ve çiçeklenen badem aðaçlarýndan. Bir kez ayrý kalmýþtý onlardan ama þimdi oradaydý, orada olmayý düþlüyordu daha doðrusu.Yoksa gerçekten orada mýydý?John Van Ornum emin deðildi. Meyve bahçesinde serilip yatmayalý, çýplak ayakla sert topraðý eþelemeyeli ve doðayý düþlemeyeli çok uzun zaman olmuþtu. O zamanlar istediðine sahipti. Eðitim , bir parça ün ve yatakta kahvaltý. Þimdi çiçeklenen bademleri ve sürülmüþ topraðý düþünüyordu. Olaylarýn geliþimi zaten çok uzun zamandan beri onu tüm bunlardan yoksun kýlmýþtý. Aðaçlardan, þimdi yerinde üç odalý bir kulübe bulunan iki katlý evden...Ailesiyle yaþadýðý o ahþap ev ve pislik içindeki bahçe-bahçe de denilmezdi ya- yoktu artýk. Þafaðýn kýrmýzý ve beyaz renkleri, sýradan sabah mutluluklarý ve bir yerfýstýðý aðacý da yoktu.
Bunu düþünmek Kaliforniya güneþinin sýcaklýðý ve arý výzýltýlarýnýn anýsýyla birleþerek onu mayýþtýrýyor, bir eksiði dolduruyordu .Uzun zaman olmuþtu, çok uzun...anýlarýnýn hepsi güzeldi, biri hariç. Mutfakta rengi atmýþ elbezi kolunda,sýrýtan erkek kardeþine”senden nefret ediyorum! “diye baðýrdýðý sabah. Mutfak saatlerinin tiktaklarý bir gürleyiþle sessizliðe gömüldüðü an .Hala sýcak ve yapýþkan elbezini çýplak kolunda hissedebiliyordu. Anneleri ne olup bittiðiyle pek ilgilenmeden ama sitemli”hayýr, yapma John!” demiþti yalnýzca. Annesinin hiç þaþýrmamasý yadýrgatýcýydý. Yine de piþman deðildi John. Bu güne kadar. Söylenmesi gereken bir þeydi ya da o zaman öyle gelmiþ ve söylenmiþti. John Van Ornum incir aðacýný düþündü. Elbette o da gitmiþtir. Ne güzel bir aðaçta o, bastýrdýðýnda ellerine yapýþkan bir süt sýzdýran büyük, yeþil yapraklarýyla .Bir keresinde Freddie Peck’in tavsiyesine uyarak siðillerine sürmeyi denemiþti bu sývýyý Ve tabi meyveler.!... Sularýný þurup yapýp saklar,gerisini yerlerdi, taze olurlardý yine de Ýncir aðacý yoktu ama Cooper’ýn evi hala ayaktaydý. Yaþlý kadýn belki hala hayattaydý fakat onu görmek ve “Hatýrlýyor musun” diye baþlayan iyi niyetli sorularý iþitmek için hiçbir istek duymuyordu.Yaþlý kadýn ona , serin ve akþamýn kýzýllýðý yayýlmýþ ön verandada kýzarmýþ hamur tatlýsý verirdi. Artýk öyle hamur tatlýlarý yapmýyorlardý ve þimdiki yapýlanlara þekerli çörek deniyordu. En canlý anýlarýnýn yiyecekler ve kokular üzerine olmasý tuhaftý. Hiç olmazsa park etme þeridinde, yeni beton kaldýrýmlarý gölgelendiren siyah cevizler hala yerinde duruyordu. Kirli yolda ,açýkta kalmýþ aðaç köklerine ayak parmaklarýný sürtmeyeli çok uzun zaman olmuþtu ve þimdi geri dönmüþtü. Badem bahçesinin kokularý, pislik içindeki bahçe,hatýrladýðý yiyeceklerin tatlarý...Hepsi bu kadar. Baþka hiçbir þey olmayacaktýysa deðerdi, deðmek zorundaydý, yoksa niçin olsundu ki?
Van Ornum hayretle düþündü. Gideli otuz yýl olmuþ ve güzel bir müziðin arasýra düþündürdüðü ve bir kitaptaki sanatsal bir anlatým hariç, kokulardan ve tatlardan artakalan o küçük dünyaya ekleyecek hiçbir þey yoktu. Ne baþarmýþtý hayatta ? Hiçbir þey. Belki varlýðý için hayati önemdeydi yaptýklarý, fakat varolmanýn bir gereði-anlamý- var mýydý ki? Þimdi bunu düþünmek anlamsýzdý. Ne olursa olsun,öldüðünde, çiçeklenen bademlerin kokusu hala aklýnda olacaktý. Güneþin olgunlaþtýrdýðý incirlerin tadý ölümünü deðerli kýlacaktý. Van Ornum küçük þehrin gökdeleninde ve yeni beton kaldýrýmlarda gözlerini gezdirdi. Üç trenini yakalayacaksa koþmasý gerekiyordu. Frances o gece yorgunluðu bu eski arkadaþýnýn evinde on saat uyuyarak attý. Ertesi gün kýþkýrtýcý kentinin sahil kenarýnda,tersanelerinde, yeþermeye yüz tutmuþ parklarýnda dolaþtý.Yaþamaktan memnun olduðunu düþündü.Gönül rahatlýðýyla ölebilirdi. KAYNAKLAR: (1) Frances Farmer,Tanrýnýn Ölümü, West Seattle Chinook,1931 (internetten) çev:Elif Durdu (2) Frances Farmer, Taziyelerimizle, West Seattle Chinook,1931 (internetten) çev:Metin Balay (3) Frances Farmer,Ayaklar, West Seattle Chinook,1931 (internetten) çev:Metin Balay (4) F.G.Lorca, Her Türkü, Bütün Þiirleri-Kavram Yayýnlarý,1994 (5) Frances Farmer, Küçük Kasaba, West Seattle Chinook,1931 (internetten) çev:Ebru Aktel
Söyleyeceklerim var!
Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazýlarý
yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz
ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz,
yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.
Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.
|
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
Hira Selma Kalkan kimdir? |
|
|
. . . . .
Etkilendiði Yazarlar:
...
|
|
bu
yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler |
|
|
|