Herþeye imgelem karar verir. -Pascal |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloðlu Emperyalist güçlerin yýkýcý etkisinin her geçen gün daha þiddetle hissedildiði ülkemizde, yaþanan geliþmelerden sonra böyle bir çalýþmayý kaleme almak mecburiyeti doðmuþtur. Cumhuriyetin ilanýndan bu yana geçen 80 yýllýk süre içersinde, Cumhuriyet’in temel ilkeleri olarak kabul edilmiþ ana parametrelerde büyük bir yozlaþma yaþanmaktadýr. Cumhuriyet’in sigortasý ve garantisi olarak kabul edilen olmazsa olmazlarý, teker teker bozulmuþ, ortadan kaldýrýlmýþ yada tümüyle yok edilme noktasýna gelmiþtir. Ulusal Ekonomisi çökertilmiþ, Ulusal Bilinci Popüler Kültüre ve Amerikan Markacýlýðýna teslim olmuþ, Ulusal Hukuk Sistemi tümüyle iflas etmiþ, Ulusal Dili ve Kültürü yok edilme noktasýna gelmiþ ülkemizde, maalesef Atatürk'ün Gençliðe Hitabesi'ndeki bütün þartlar neredeyse gerçekleþmiþtir. Herhangi bir ansiklopediyi açýp bir ülkenin künyesine baktýðýnýzda, ilk göreceðiniz parametreler, o ülkenin künyesini belirleyen resmi para birimi, resmi dili, bayraðý ve ulusal kimliðine ait bilgiler olur. Resmi künyemizde artýk, neredeyse para biriminde dolar, resmi dilinde güzelim Türkçemiz yerine Ýngilizce yada Amerikanca yer alýyor. Henüz bayraðýmýza dokunamadýlar ama bu gidiþle (iþ birlikçilerin yardýmýyla da) Amerikan bayraðýna bir yýldýz daha ekleyerek bayrak sorununa da bir çözüm getirecekleri açýkça görülüyor ?!?. TÜRK kelimesi yerine de etnik özellikleri ön plana çýkarma gayretleri yer alýyor. Kürt, Ermeni, Rum, Musevi ve Laz vatandaþlarýmýz kýþkýrtýlarak bir iç savaþ çýkartýlma gayretleriyle, Türkiye’yi bölme, parçalama ve paylaþma planýnda adým adým ilerleniyor. Yukarýda bahsedilen sorunlarýn hiç birisi, 1980 öncesine kadar yaþanmýyordu. Ve birden, 1980 sonrasýnda, bu bizde hiç sorun olmamýþ konular, birden bire kaynaðý neren çýktýðý belirsiz mihraklar tarafýndan PROBLEM olarak ortaya kondu yada birileri tarafýndan bu problemler özellikle YARATILDI. Böylece, son yirmi yýlda yaþanan süreçte, þu anda bulunduðumuz ‘kritik noktaya’ gelindi. Þu anda çok ciddi bir konumda, ‘tarihin kýrýlma noktasýndayýz’. Bu ortamýn þartlarýnýn saðlanmasýnda, toplumun yerleþik kültürel ve geleneksel deðerlerinin yerini almaya çalýþan popüler kültürün etkisi görmezden gelinemez. Batýlý ve çok uluslu þirketler tarafýndan finanse edilen medya aracýlýðýyla sürekli olarak topluma pompalanan ‘popüler kültür’ aracýlýðýyla beyinsel bir ‘uyuþukluðun’ yaratýlarak yaþanan kritik sürecin göz ardý edilmesi hedeflenmektedir. Ayný Batý ve çok uluslu þirketler tarafýndan beslenen kalemler ve batý özentisi aydýnlar tarafýndan sürekli savunulan yeni dünya düzeni modelleriyle, bilinçli bir yanýltma kampanyasý izlenmekte, günün moda deyimiyle, toplumun ‘beyni yýkanmaktadýr’. Tarih bir tekerrürden ibarettir sözünü doðrularcasýna yaþanan olaylar, bize daha önce izlediðimiz kötü çekilmiþ bir filmin bayat bir versiyonu gibi gelmekte. Biz bu filmi, Tanzimat döneminde görmüþtük dedirten geliþmeler, biraz daha rafine edilmiþ, modern çaðýn þartlarýna uyarlanarak adeta ‘post modern’ bir yaklaþýmla, tekrar ýsýtýlarak önümüze konmakta. Osmanlý Ýmparatorluðunun parçalanma aþamasýnda, bizi bilinçli olarak hasta eden ve dönemim karikatürlerine ‘Hasta Adam Osmanlý’ olarak konu eden ‘acý ilacý’ içen ve sonra da sonuçlarýný çok iyi gören bir millet olarak, durup düþünme zamaný gelmiþtir. Çünkü bu sefer, ‘Tehlike Geliyorum’ diyor. Hatta baðýra baðýra geliyor. Neden mi? Çünkü, oyun kurucular, kurguladýklarý planýn týkýr týkýr iþleyeceðinden o kadar eminler ki, daha iþin baþýndan itibaren yapmak istediklerini net bir biçimde ‘açýk istihbarat’ olarak adlandýrýlacak þekilde tüm dünyaya açýklýyorlar. Yani makaleler, hatta kitap halinde yazýlý olarak belgeleriyle birlikte yayýmlýyorlar. Bu yayýnlarý ve belgeleri okuduðu halde anlamamak, duyduðu halde duymamak ve gördüðü halde görmezlikten gelmek için dört neden olabilir. Birincisi, bu kiþiler gerçekleri görmek istemiyorlar, oyun kurucularýn onlar için çizdiði toz pembe bir dünyada, gündüz düþlerinde yaþýyorlar. (Bakýnýz Alice ve Dante’nin Ýmkansýz Birlikteliði) (1). Bu durumda, onlarý düþtükleri kabustan uyandýrarak gerçek dünyaya çekmek ve gerçekleri sabýrla, býkmadan usanmadan belgeleri ile anlatmak gerekecek. Bu gruba en çarpýcý örnek, Kýbrýs’ta referandum sonucunda, ‘Evet’ oyu verenler. Günü kurtarma çabasý içinde, günlük ekmeðinin peþine düþmüþ olan bu insanlarýn tek ‘amacý’ karnýný doyurmak. Benden sonra tufan anlayýþý ve çokça umutsuzlukla, boðuþtuklarý ekonomik sýkýntýlardan bunalan bu grup, hiç bir þey düþünemeyecek hale gelmiþtir. Onlara ‘görünürde’ yardým eli uzatanlarýn ve sorunlarýna çare olabileceðine inandýklarý herkesin peþinden sorgulamadan gitmeye hazýrlar. Ýkinci þýk ise anlayan ama umursamayanlarý kapsýyor. Yani, kaderine razý olanlar. Bu grup, zaten beyin yýkayýcýlar tarafýndan etkisiz hale getirildikleri için baþtan oyun dýþýlar. Üçüncü grup ise ne olup bittiðini gayet iyi anlayan ve destekleyen, dýþ mihraklar tarafýndan parayla tutulanlardan oluþuyor. Bu grubu çeþitli isimlerle tanýmlamak mümkün. Beyaz Türkler, Prof. Erol Manisalý’nýn dediði gibi ‘Ýçimizdeki Danimarkalýlar’, Küçük Amerika’nýn Büyümüþte Küçülmüþ Efendileri, Batý Özentileri, Ýþbirlikçiler ve benzeri. Listeyi uzatmak mümkün ama gereksiz. Biz kýsaca onlara, ‘yandaþlarý’ diyeceðiz. Yandaþlar, en tehlikelileri çünkü sadece kendi kiþisel çýkarlarýný gözeten bu kiþiler, sanayi kuruluþlarý, çok uluslu þirketler, üniversiteler, sözde hükümet ve medya gibi toplumu yönlendirebilecek mekanizmalarda, kilit noktalarda yer alýyorlar. Son grup ise ne olduðunu pek anlamayan ama fýrtýnadan önceki sessizliði, ‘sezgisel’ olarak kavrayan, ne yapacaðýný bilemeyen sokaktaki adamý kapsýyor. 1919’da Ýstiklal Harbi için Anadolu’ya geçenlerin torunlarý olan bu grup, bizim ‘hedef kitlemiz’. Aþaðýda yapýlan araþtýrma, bu son grup için kaleme alýnmýþtýr. Bu noktaya kadar böyle bir araþtýrmaya neden gereksinim duyulduðunu ve ortamýn þartlarýný açýklamaya çalýþtýk. Okuyacaðýnýz çalýþma, Türkiye’ yi de konu alan uzun soluklu bir planýn günümüze uzanan süreç içersinde geçirdiði evreleri kapsýyor. Bu plan, zaman içinde geliþtirilerek, günümüz koþullarýna ve stratejilerine uygun olarak yapýlan eklemeler ve düzeltmelerle halen devam etmektedir. Araþtýrmada kullanýlan kaynakçalar, tümüyle açýk istihbarat dediðimiz iletiþim araçlarýna ve yazýlý kaynaklara dayanmaktadýr. Eldeki kaynaklarýn çok zengin oluþu ve planýn çok ayrýntýlý olmasý nedeniyle konuyu bir defada vermek çok zor olacaðý için bölümlere ayýrma zorunluluðu doðmuþtur. Okuyucunun kaynakçalara rahatça ulaþabilmesi ve bilgi edinebilmesi amacýyla, yazýnýn sonunda kaynaklarýn dökümü ayrýntýlý olarak verilecektir. Konu edilen planý, doðru bir biçimde ifade edebilmek için günümüzde sözü geçen ve son otuz yýlda ‘anlamsýz bir biçimde’ Türk dýþ siyasetinin ana konusu haline gelen ve günümüzde ise adeta tek gündem maddesini ve ‘amacý’ haline getirilen ‘Avrupa Birliðinden’ söz etmemiz kaçýnýlmaz olacaktýr. Bunun yaný sýra, her biri bir diðerini tetikleyen ayný zincirin ayrýlmaz halkalarý olarak tanýmlayabileceðimiz, IMF, Birleþmiþ Milletler Güvenlik Konseyi, küreselleþme, yeni dünya düzeni, Avrupa Birliði, Kýbrýs ve Büyük Orta Doðu Projesi gibi kavramlarý da ele alacaðýz. Bu sözünü ettiðimiz kavramlarýn büyük bir kýsmýna, Samuel P. Huntington, ‘Medeniyetlerin Çatýþmasý’ isimli makalesinde oldukça ayrýntýlý ve net bir biçimde yer veriliyor. Türkiye’nin tasarlanan projede yerini tam olarak anlayabilmek için baþta Avrupa Birliði iliþkileri dahil olmak üzere yukarda sýralanan konulara da açýklýk getirmek gerekecektir. Konuya, Samuel P. Huntington’un ‘Medeniyetler Çatýþmasý’ isimli makalesinde tanýmladýðý ‘medeniyet’ tanýmý ile giriyoruz. Burada, olaylara sadece Huntington’un gözünden deðil, ayný zamanda Batý Medeniyetinin bakýþ açýsýyla farklý bir perspektiften de görmeye çalýþacaðýz. Bu deðerlendirmeler, tümüyle yazýlý belgelere ve üçüncü þahýslarýn kamuoyuna yaptýðý resmi açýklamalara dayanmaktadýr ve araþtýrmanýn sonunda yer alan kaynakça kýsmýndan doðruluklarý kontrol edilebilir. Samuel P. Huntington burada, resmi söylemde dürüst ve açýk bir dille ifade edilemeyenleri, net bir biçimde ortaya koymakta ve adeta Batý dünyasýnýn sözcüsü konumunda, sürekli olarak ÖTEKÝLERE ima edilenleri gerçek anlamda ilk defa ‘çekinmeden’ telaffuz etmektedir. ‘Dünya siyaseti yeni bir aþamaya giriyor. Benim tezim, bu yeni dünyada mücadelenin esas kaynaðýnýn öncelikle ideolojik ve ekonomik olmayacaðý. Ýnsanoðlu arasýndaki büyük bölünmeler ve hakim mücadelenin kaynaðý ‘kültürel’ olacak. Medeniyetlerin çatýþmasý, küresel politikaya hakim olacak ve medeniyetler arasýndaki fay hatlarý geleceðin çatýþma hatlarýný oluþturacak. Medeniyetler arasýndaki bu mücadele, modern dünyadaki mücadelenin evriminde de son aþama olacak.(2)’ Harvard Üniversitesi Stratejik Araþtýrmalar Enstitüsü Baþkaný, Amerikan Milli Güvenlik Kurulu Strateji Direktörü, Amerikan Siyasal Bilimler Derneði Baþkaný ve Foreign Affairs Dergisinin kurucusu ve direktörü Samuel P. Huntington, 1993 yýlýnda yayýnladýðý, politika dünyasýnda büyük yankýlar uyandýran ‘Medeniyetler Çatýþmasý ve Dünya Düzenin Yeniden Kurulmasý’ isimli makalesinde söze böyle baþlýyor. Makale yayýmlandýktan kýsa bir süre sonra, öylesine büyük bir ilgi gördü ki, yazar ayný makaleyi geliþtirilerek bir kitap haline getirme gereði duydu. Yeni makaleler ile desteklediði kitabýný, yine ayný isimle yayýnladý. Yani, yukarda okuduðunuz satýrlar bir sýr deðil. Sadece dünya siyasetini belirleyen strateji uzmanlarýndan biri olan Huntington’un kurduðu oyunun ilk giriþ kýsmýný içeriyor. Türkçe’ye de tercüme edilen Samuel P. Huntington’ýn “Medeniyetler Çatýþmasý” ve bu konudaki diðer makalelerini de içeren kitap, Murat Yýlmaz’ýn derlemesiyle piyasaya Vadi Yayýnlarý’ndan çýktý. Samuel P. Huntington’a göre, ‘O kiþinin mensup olduðu medeniyet, onunla kendisini kuvvetle teþhis ettiði en geniþ kimlik düzeyidir’. ‘Medeniyet kimliði, belli baþlý yedi veya sekiz medeniyet arasýndaki etkileþimlerle saðlanacaktýr. Bunlarýn içine, Batý, Konfüçyus, Japon, Ýslam, Hint, Slav-Ortodoks, Latin Amerika ve Afrika medeniyetleri giriyor. Geleceðin en önemli mücadeleleri, bu medeniyetlerin birini diðerinden ayýran ‘kültürel fay kýrýklarý’ boyunca meydana gelecektir. Neden mi? Çünkü, medeniyetler birbirinden tarih, dil, kültür, gelenek ve en önemlisi de ‘din’ yoluyla farklýlaþýr. Bu farklýlýklar, yüzyýllarýn ürünüdür. Kýsa zamanda kaybolmayacaklardýr. (2)’ Yüzyýllara dayanan, kökleþmiþ ve tümüyle kemikleþerek yerleþen toplumsal kültürel kodlarý, tarihi yapýlanmayý ve geleneksel deðerleri, ‘küreselleþme’ ve ‘çaðdaþlýk’ kelimelerinin ardýna saklanarak bertaraf etmeye çalýþanlara karþý Huntington, bunun aslýnda hiç de öyle olmadýðýný çok net olarak kesin bir dille ifade ediyor. ‘Bunlar, (bunlardan kast edilen ‘etnik köken’ ve ‘din’ baþta olmak üzere, kültür, dil, tarih ve geleneklerdir) siyaset, ideoloji ve rejimler arasýndaki farklýlýklardan çok daha esaslýdýr. Medeniyetler arasýndaki çatýþmalarda, sýnýf ve ideoloji mücadelelerinde anahtar soru ‘Sen nesin?’ olacaktýr. Etnik kökenden daha fazla ‘din’, insanlar arasýnda keskin ve dýþlayýcý þekilde bir ayýrým yapýyor. Bir insan, yarý Fransýz ve yarý Arap ve hatta ayný anda iki ülkenin vatandaþý olabilir. Bundan daha zor olan þey, yarý Katolik ve yarý Müslüman olmaktýr. (2)’ ‘Son olarak, ekonomide bölgecilik artýyor. Gelecekte, bölgesel ekonomik bloklarýn önemi, muhtemelen artmaya devam edecektir. Yakýn ekonomik iþbirliði, normal olarak ortak bir kültürel temele ihtiyaç duyar. Bir yandan, baþarýlý ekonomik bölgecilik medeniyet bilincini destekleyecek, diðer yandan da ekonomik bölgecilik ancak ortak bir medeniyet içinde kök saldýðý zaman baþarýlý olabilecektir. Mesela, Avrupa Topluluðu, Avrupa Kültürünün ve Batý HIRÝSTÝYANLIÐININ paylaþtýðý ‘temele’ dayanýr.(2)’ Huntington burada, Avrupa Topluluðunun iki ana temelinden biri olarak adlandýrýlan ‘din’ olgusunu, Avrupa Birliði’nin olmazsa olmazý olarak niteliyor. Yazarýn Hýristiyan Avrupa üzerine dayandýrdýðý tezi göz önüne alýnýrsa, ‘din’ konusunun artýk o kadar da geçerli olmadýðýný söyleyen ve kendi söylediði yalana en baþta yine kendisi inanan siyasetçilerin görüþlerini bir kez daha ele almakta fayda var demektir. Bu araþtýrma yazýsý hazýrlanýrken Huntington, Türkiye’nin Avrupa Birliðine üyeliði süreci ile ilgili olarak,‘din’ olgusunu öne çýkaran bir açýklama yaptý. Fransa’nýn önde gelen dergilerinden Le Point Dergisi’nin ‘Ýslam ve Batý’ konusunu kapak olarak iþlediði sayýsýnda, Türkiye ile ilgili açýklamalar yapan Huntington, ‘Avrupa’da çoðu kiþinin 70 milyon Müslüman’ýn Avrupa Birliðine girmesine dayanamayacaðýný söyleyerek, ‘Avrupalý liderlerin büyük bölümü, özel görüþmelerde Türkiye’nin Avrupa Birliðine giriþine karþý olduðunu söylüyor. Fransa Cumhurbaþkaný Valery Giscard d’Estaing bunu açýkça ilan etti (3)’ diyor. Baþ baþa kaldýklarýnda, ‘birbirlerine içlerine döken sevgililer’ misali son derecede net olan ama Türkiye ile yüz yüze geldiklerinde kaypak bir dil kullanmaktan zerrece çekinmeyen Batý ülkelerine ait son açýklamalardan biri de Fransa Cumhurbaþkaný Jacques Chirac’tan geldi. Hangisine inanacaksýnýz. Ayni Chirac, çeþitli vesilelerle çeþitli radyo ve TV programlarýnda, söyleþilerde yaptýðý açýklamalarda, Türkiye’nin Avrupa Birliði’ne girmesinin söz konusu olamayacaðýný çok net ifade ediyor. Týpký Huntington’un söylediði gibi ama Türk yetkililerle karþýlaþtýklarýnda tavýr deðiþtiriyorlar. Amiyane tabirle ifade etmek gerekirse, Batýlý zihniyet ‘sanki verirmiþ gibi yapan ama asla vermeyen hafif kadýnlar’ gibi davranýyor. Yani mavi boncuk daðýt, umut ver, iþ ciddiyete binice cayýver gitsin mantýðý hakim. Bunu politik söyleme aktarmada ve meþruymuþ gibi göstermedeyse üstlerine yok. Peki, öyleyse bu ‘kedi- fare’ oyununu ýsrarla neden sürdürüyorlar? Gayet basit, ekonomik çýkarlar. Halihazýrda, ‘özelleþtirme rüzgarýnda’ yok pahasýna Fransýz þirketlerine satýlmýþ, adeta hibe edilmiþ olan kaç tane Türk kuruluþu var biliyor musunuz? Yada Fransýz þirketlerinin Türk Gýda Pazarýnda sahip olduklarý payý hesaba katalým. Bu durumda, Danone’den Erivan suyuna kadar düzinelerce firma ismi saymamýz gerekecek. Bunlar sadece gýda sektörü ile iliþkili olanlar, ya öteki sanayi kollarýna ne demeli? Bu arada, Türklere vize uygulayan, ikinci sýnýf vatandaþ muamelesi yapan (sömürgeci büyük beyaz efendi mantýðýyla) ve sizin adresiniz Ýslam Bloðu burada ne iþiniz var diyebilen Chirac, büyük bir fütursuzlukla, uçak ihalelerinde Fransýz mühendisi, Fransýz iþçisi ve Fransýz emeðinin bulunduðu Airbus uçaklarýmýzdan alýn diyebiliyor. En önemlisi, AB’ye uyum þartlarýný öne sürerek ve aba altýndan sopa göstererek isteklerini empoze edebiliyorlar. ‘Fransa’ya Airbus Jesti’ baþlýðý ile 3 Mayýs Pazartesi 2004 tarihli Milliyet Gazetesi’nde yer alan haberin alt baþlýðýnda, ‘Erdoðan, Türkiye’nin AB üyeliðine soðuk bakan Fransa’yý ‘Sizden Airbus uçaklarý alabiliriz’ diyerek ikna edecek’ deniyor. ‘Baþbakan Recep Tayip Erdoðan, Türkiye’nin AB üyeliðine soðuk bakan Fransa’yý, THY’nin yeni alacaðý uçaklar için, Alman – Fransýz ortaklýðý ile üretilen Airbus’ý tercih ederek ikna etmeyi planlýyor. AB’ye katýlýmý töreni nedeniyle Ýrlanda’nýn baþkenti Dublin’e giden Erdoðan, Fransa Cumhurbaþkaný Jacques Chirac ve Almanya Baþkaný Gerhard Shröder’le de görüþtü. Erdoðan’ýn, THY için Airbus yolcu uçaklarýnýn alýnabileceðini gündeme getirdiði belirtildi. Erdoðan’a yakýn kaynaklar, Fransa’nýn Airbus’ýn, ABD’nin Boeing þirketiyle rekabet halinde olduðu için alýmýnýn yapýlmasý konusunda Türkiye’den sinyal beklediðini vurguladý. Chirac’ýn, Erdoðan’a, ‘Bundan sonra reformlarýnýzýn uygulanmasý çok önemli. Aralýk ayýndaki kararda, bu uygulamaya bakýlacak’ dediði öðrenildi. (4)’ Yani, sözün özü, Kanuni Sultan Süleyman zamanýnda kopartýlan ve Osmanlý’nýn mahvýna neden olan kapitülasyonlardan vazgeçmek istemiyorlar. Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmasý ile birlikte ortadan kalkan sömürgeci zihniyeti, 1940 sonrasý tavizci dýþ politikalarla yeniden yeþertmeyi baþaran Batý, yeni sömürgelerinin keyfini sürmek istiyor. Buna bir de her gün bir biri ardýna eklenen akýl almaz tavizleri ekleyin. Her geçen gün, ‘akýl almaz istekler ve ayrýcalýklarla’ sözde hükümetin karþýsýna çýkan Batý, bunlarýn yasallaþmasýný saðlama gücü olduðunu da keþfetti. Yani, istedikleri kanun maddesini, istedikleri gibi meclisten geçirebileceklerdi. Bu þartlar, altýnda Türklere’e kesin bir ‘hayýrý’ basarak, onlarý ters yüz etmenin hiçbir anlamý yoktu. Hem sömürgeliðin getireceði hatýrý sayýlýr bir gelirden olmayacaklar, hem de bundan 30 yýl önce akýllarýndan dahi geçiremeyecekleri tavizlerin TBMM’de yasalaþmasýný saðlayacaklar. Ýþte bu þartlarda Batý, kaz gelecek yerden tavuðu esirgemek istemiyor yalnýz bir farkla, onlar tavuðu da vermek istemiyorlar. Vermiyorlar da zaten. Gelelim Chirac’ýn 29 Nisan’da Elysee Sarayý’nda düzenlediði basýn toplantýsýna ve Türkiye’nin Avrupa Birliði için söylediklerine. Bu basýn toplantýsý, uluslararasý haber ajanslarýna açýk olduðu için hemen toplantý sonrasý internette yayýnlandý. 29. Nisan 2004 Perþembe günü, ‘Son Dakika’ haberi olarak, mynet haber bülteninde saat: 13.50’de, ‘Chirac Umut Vermedi’ baþlýðý ile okuyucuya ulaþtý. Ertesi gün ise Chirac’ýn açýklamalarý bütün gazetelerde yer aldý. 30 Nisan 2004 Cuma tarihli, Milliyet Gazetesi’nin Görüþ/Haber Sayfasýnda, Paris kaynaklý ve Mine Kýrýkkanat imzalý haber, ‘Chirac’tan Ölçülü Destek’ baþlýðý taþýyordu. ‘Türkiye’nin bugünkü koþullarda Avrupa Birliði üye olmaya hazýr olmadýðýný belirten Fransa Cumhurbaþkaný Chirac ‘Müzakere süreci 10 yýl ya da daha uzun olabilir’ diyordu. Haberde, Chirac þunlarý söyledi. ‘Türkiye’nin bugün AB üyesi olmasý mümkün müdür sorusuna, ‘hayýr’ diyorum. Ama ‘Kopenhag Kriterleri’ dediðimiz demokrasi, insan haklarý ve piyasa ekonomisi koþullarýný yerine getirdiðinde, uzun vadede AB üyesi olabilir. (5)’ Ýþte bu kadar. Uzun etmeye hiç gerek yok. Bu açýklama, sizi önümüzdeki 10 yýl boyunca posanýzý çýkarana kadar sömüreceðiz bu arada, asimile edebildiðimiz kadarýnýzý asimile ederiz anlamýna geliyor. Bu açýklamanýn içindeki, sadece ‘AB üyesi olmasý mümkündür’ kýsmýný çekip çýkartarak hayal dünyasýnda yaþayabilirsiniz ama biraz gerçekçi olanlar þu soruyu sormalýdýr. Bu arada, ‘uzundan’ kastýnýz nedir? Ne kadar uzun? 20, 30, 50, 100 yýl yada bu süre ‘sonsuza’ kadar uzayabilir mi? Neden olmasýn? Batýlýlar, Türkiye’ye ‘sizi kesin olarak AB’ye alýrýz’ diye söz vermiyorlar ki. Bir sürü þartlar sýraladýktan sonra, eðer dediklerimizi yaparsanýz, ‘belki’ olabilir diyorlar. Yani, o kadar çok taviz verdikten sonra, iþ ‘oyun kurucularýn’, ‘beðenisine’ ve de ‘olasýlýklara’ kalýyor. Sýzlanmanýn anlamý yok. Nasýl itiraz edeceksiniz? AB’ye girmek isteyen Türkiye. Batýlýlar bizi çaðýrmadýlar. Gelin AB’ye üye yapalým da demediler. Üstüne üstlük Türkiye, bu isteðini tutturan da tutturan ‘arsýz çocuklar’ gibi zýrlayarak her þeyden çok istediðini öylesine belli etti ki, onlar da Türkiye’nin bu zaafýný sonuna dek kullanýyorlar. Kaþýnan Türkiye’nin sýrtýný kaþýyor, asla gerçekleþmeyecek AB üyeliðini hayal ederek Türkiye’nin ‘gündüz düþlerinde’ yaþamasýna izin veriyorlar. 1993 yýlýnda yayýmladýðý ‘Medeniyetler Çatýþmasý’ makalesinde yazar bu görüþünü net olarak ayrýntýlarý ile açýklayan þeyler söylemiþti. ‘Ýran, Pakistan, Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kýrgýzistan, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan ve Afganistan gibi Arap olmayan 10 Müslüman ülkeyi bir araya getiren Ekonomik Ýþ Birliði Teþkilatý’nýn temelini de ‘kültür’ ve ‘din’ oluþturuyor. Esas olarak, 1960’larda Türkiye, Pakistan ve Ýran tarafýndan kurulan bu teþkilatýn diriltilmesi ve geliþtirilmesindeki sebep, bu ülkelerdeki muhtelif liderlerin, Avrupa Topluluðu’na KABUL EDÝLME ÞANSLARININ OLMADIÐINI ANLAMALARIDIR.(2)’ Görünüþe bakýlýrsa, maalesef Huntington her halde Türk Liderleri kastetmiyor. Eðer Türk liderler, bu gerçeði zamanýnda kavrayabilmiþ olsalardý, ülke olarak þu anda içinde bulunduðumuz vahim ve acýnacak durumda olmayacak ve kendimizi uluslar arasý arenada küçük duruma düþürerek, ulusal saygýnlýðýmýzý ayaklar altýna almayacaktýk. Huntington, medeniyetler arasýndaki ayrýmlara ve buradan yola çýkarak devletlerin diðerlerine karþý nasýl, ekonomik, politik ve askeri bakýmdan üstünlük saðlamaya çalýþtýklarýný çok net bir dille anlatýyor. ‘Ýnsanlar, kimliklerini etnik ve dini terimlerle tanýmladýkça, farklý din ve etnik yapýlara mensup insanlarla kendileri arasýnda birbirlerine karþý bir ‘BÝZ’ ve ‘ONLAR’ iliþkisinin var olduðunu muhtemelen görecektir. Farklý medeniyetlere mensup devletler, göreli bir askeri ve ekonomik üstünlük uðruna rekabet eder, uluslararasý kuruluþlar ve üçüncü taraflar üzerinde kontrol kurmak için mücadeleye girer ve kendi özel politik ve dini deðerlerini rekabetçi bir anlayýþla öne çýkarýrlar.(2)’ Batý medeniyetini ONLARA (burada, onlar olarak ifade edilenler, Batý dünyasý dýþýnda kalan içinde Türklerin de bulunduðu Araplar, Asya, Afrika halklarýdýr) göre yeniden tanýmlayan ve BÝZ olarak adlandýran Huntington, Batý Medeniyetinin güttüðü amaçlar üzerinden yaptýðý siyaseti meþru yol olarak kabul ediyor. Bugün, ‘BÝZ’ ve ‘ONLAR’ arasýndaki iliþkileri kimlerin, neye göre belirlediðini ise Huntington çarpýcý bir dille ifade ediyor. ‘Batý bugün, diðer medeniyetlerle iliþkisi açýsýndan olaðanüstü bir kudretin zirvesindedir ve Batý’nýn askeri gücü rakipsizdir. Uluslararasý siyaset ve güvenlik meseleleri fiilen Birleþik Devletler, Ýngiltere ve Fransa liderliðinde, dünya ekonomik meseleleri ise ABD, Almanya ve Japonya liderliðinde karara baðlanýr ve bunlarýn hepsi, daha küçük ve çoðunlukla Batýlý olmayan ülkelere meydan vermeyerek birbirleriyle çok yakýn iliþkilerini sürdürür.(2)’ Türkiye’nin ulusal ekonomik politikasý ve dýþ politikasýný þimdiye kadar Birleþmiþ Milletler Güvenlik Konseyi ve IMF’in aldýðý kararlarýna göre belirleyen geçmiþteki hükümetlerin ve þimdiki sözde hükümetin dikkatine sunacaðýmýz bir açýklama yapýyor. ‘Birleþmiþ Milletler Güvenlik Konseyi veya IMF’nin aldýðý, Batý’nýn çýkarlarýný yansýtan kararlar, dünya topluluðunun arzularýný yansýtýyormuþçasýna sunulur. Birleþik Devletler ve diðer Batýlý güçlerin çýkarlarýný yansýtan eylemlere küresel bir meþrutiyet vermek için ‘dünya toplumu’ ibaresi bile kolektif isim haline gelmiþtir. Batý, IMF ve diðer milletler arasý ekonomik kuruluþlar sayesinde kendi ekonomik politikalarý öteki uluslara zorla kabul ettiriyor.(2)’ Huntington bu açýklamalarý yaparken adeta ‘tecelli þelalesi’ gibi dökülüyor deðil mi? Huntington’un þimdi yapacaðý açýklama þüphesiz bir çok kiþiye çok tanýdýk gelecektir. ‘IMF, Batýlý olmayan uluslarýn her hangi birinin tepesinde, hiç þüphesiz ‘maliye bakanlarý’ ve ‘diðerlerinden’ bir kaçýnýn desteðini kazanacaktýr.(2)’ Burada biraz durup maliye bakanlarý olarak açýkça iþaret edilenlerin yanýnda tanýmlanan fakat açýk bir adres olarak gösterilmeyen þu ‘diðerleri’ konusunu biraz irdelemekte fayda var. Öncelikle, ‘diðerleri’ konusunda, maalesef çok zayýf olan tarihi belleðimizi bir yoklamamýz gerekecek. Özellikle, Recep Tayip Erdoðan’ýn hükümetin resmi bir üyesi olmadan önce, ‘sade’ bir milletvekili iken sanki Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi baþbakanýymýþ GÝBÝ Amerika ve Beyaz Sarayý ziyaret etmesi ve Bush tarafýndan RESMEN kabul görerek, RESMÝ BAÞBAKAN gibi aðýrlanmasý çok manidardýr. Durumun doðasýna aykýrý olmasýna karþýn çok uluslu þirketler tarafýndan finanse edilen güdümlü medyada tarafýndan konu ile ilgili olarak tek bir soru dahi sorulmamýþtýr?!? Sorulmasý gereken soru, dönemin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafýndan seçilmiþ olan ve yasalarla baþa geçirilmiþ bir resmi baþbakaný varken (dönemin baþbakaný Abdullah Gül’ü kast ediyoruz), hiçbir yasal ve resmi sýfatý olmayan sýradan(!) bir milletvekili, neden Beyaz Saray ve Bush tarafýndan resmen aðýrlanýyor? Bu þahsa, bu yetkiyi KÝM veriyor? Sonuçlarý, Türkiye’nin geleceði açýsýndan maalesef baðlayýcý olduðu aþikar olan görüþmenin sonuçlarý ve o an sadece milletvekili sýfatý olan Tayip Erdoðan’ýn yaptýðý açýklamalar karþýsýnda neden kimse soru sormuyor? Üstelik, kimse olayý garipsemiyor? (6) Kýbrýs konusunda ayrýntýlý bilgi sahibi olmayan Erdoðan, Beyaz Saray ziyareti sonunda yurda döndüðünde Kýbrýs konusunda ‘aydýnlanmýþ’ adeta aydýnlatýlmýþ (!) görünüyordu. Ak Parti’nin seçim programýnda olmayan söylemler bu gezi sonunda birdenbire ortaya çýkýverdiler. Sade bir milletvekiline göre, etrafa bilgece bir aydýnlýk saçan Erdoðan, kesin bir dille ‘Kýbrýs konusunu biz çözeceðiz’ diyordu? Ýyi de, siz kimsiniz? Bu ‘biz’ den kasýt kimdir diye kimse sormuyordu? Bizim Avrupa Birliði ve IMF politikalarýmýz farklý olacak diyen Erdoðan somut açýklamalar yapmaktan uzak yoluna devam ediyor. Her ne kadar, Kýbrýs ile ilgili söyledikleri, Türkiye’nin son 40 yýldýr izlemekte olduðu Kýbrýs politikasý ile taban tabana zýt olsa da Rumlar ve Atina tarafýndan memnuniyetle karþýlanmýþtý. Üstüne üstlük, Amerikan yanlýsý bu politika, Karen Fogg skandalý ile ortaya çýkan belgelerde savunulanlarla birebir uyuyordu. Bu belgelere göre Karen Fogg, Ankara’nýn desteklediði Kýbrýs politikasýna uyumlu bir politika izleyen Rauf Denktaþ’ýn bir halk hareketi ile indirilmesini öneriyordu.(6) Çok yakýn geçmiþte yaþananlar, Karen Fogg tarafýndan önerilen planýn gerçek olduðunu ortaya çýkardý. Rauf Denktaþ’a ‘çengel atamayan’ yada desteðini kazanamayanlar, kendilerine daha yakýn ve sýcak bir isim buldular, Mehmet Ali Talat. Sonuna kadar her türlü medya ve maddi imkanlarý seferber ederek destekledikleri Talat’tan bekledikleri performansý alanlar, þimdi onu mükafatlandýrýyorlar. Ayný binada olduðu halde, Rauf Denktaþ’ýn elini sýkmak için Kuzey Kýbrýs Cumhuriyeti Devlet Baþkaný kimliðine sahip Rauf Denktaþ’a uðramayan BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ýn Kýbrýs Özel Temsilcisi Alvaro De Soto, ayný binada görev yapan Talat’ý ziyaret ederek, politik söylemde, Talat’a adeta Türk Kesiminin ‘tek resmi sorumlu ismiymiþ’ gibi davranýyor. Talat’a yaptýðý veda ziyareti televizyonlarda canlý yayýnda verilen De Soto’ya gazeteciler, canlý yayýnda ýsrarla neden Cumhurbaþkaný Rauf Denktaþ'a veda etmediðini ve sadece Baþbakan Talat'a veda ettiðini sordular. Bir gazetecinin "bu uluslararasý topluluða bir mesaj mý?" demesi üzerine, kaçamak yanýt vermeyi tercih eden De Soto, Talat'ýn ve Serdar Denktaþ'ýn son haftalarda sürekli temasta bulunduðu insanlar olduðunu ifade etmekle yetindi Ama bu arada, Talat’ý da övmeyi ihmal etmedi. Alvaro de Soto "Talat, önemli, modern, ileriye bakan bir liderdir ve apaçýk ki halkýnýn, Kýbrýs'ýn birleþtirilmesi yönündeki düþüncelerini ve hassasiyetini yansýtýyor. Talat toplumunun duygularýný yansýtan seçkin bir lider " dedi. Bu veda ziyaretinin hemen ertesinde gazetelerde konuya iliþkin bir haber yer aldý. ‘Talat: Denktaþ Artýk Dikkate Alýnmamalý’ baþlýðý ile yer alan haberde, ‘Kuzey Kýbrýs Türk Cumhuriyeti Baþbakaný Mehmet Ali Talat’ýn Cumhurbaþkaný Rauf Denktaþ’ýn istifasý durumunda, cumhurbaþkaný olabileceði konusu iþleniyordu’. Sefa Karahasan’ýn imzasýný taþýyan, Lefkoþe kaynaklý haber, 27 Nisan Salý 2004 tarihli Milliyet Gazetesi’nin, Kýbrýs sayfasýnda yer aldý ve KKTC Baþbakaný Mehmet Ali Talat’ýn ‘resmi açýklamalarýna’ dayanýyordu. ‘Denktaþ’ýn artýk dikkate alýnmamasý gerektiðini belirten Talat, baþlayacak diplomatik atakta kendilerine yararlý olmayacaðýný söyledi. Talat özetle þunlarý söyledi.’ ‘Cumhurbaþkaný Denktaþ, þu andan itibaren baþlattýðýmýz diplomatik atak sürecinde bize yararlý olamaz. Onun için bu durumu hem kendisinin hem de bizlerin deðerlendirmesi gerekiyor. Bence artýk bu fotoðrafta Denktaþ’ýn yeri yok. Halk %65 oranýnda tezlerine ‘hayýr’ dedi. Bence istifa etmeli. Bugün bir seçim olsa, ikinci tura bile kalýp kalmayacaðý þüpheli. Eðer Denktaþ istifa ederse, parti karar verirse cumhurbaþkanlýðýna aday olurum. Brüksel’de çok geniþ temaslar yapacaðýz. Bu en üst düzeyde olacak. Referandumdan çýkan %65 ‘evet’ desteðini arkama alarak gidiyorum. Rum tarafý referanduma ‘hayýr’ demekle çözüme dinamit koydu. Bunu ne yazýk ki bütün kurumlarýyla birlikte yaptý. Bizim hedefimiz çözümdür. (7)’ Özellikle ve kasýtlý olarak Rauf Denktaþ ile görüþmekten kaçýnanlar, uluslararasý arenada, Rauf Denktaþ’ý elimine ederek, kendi uygun bulduklarý ‘diðerine’ Talat’a kaymakta sakýnca görmüyorlar. Avrupa Birliði, elimine edemediði, söz geçiremediði ve planýn önünde bir engel olarak gördüðü Rauf Denktaþ’ý cezalandýrarak, ‘iplerini daha kolay çekeceklerini’ anladýklarý Talat’ý muhatap alma yoluna gidiyor. Adeta ýsrarla tek yetkili temsilci muamelesi yapma konusunda kararlý bir tavýr takýnarak Talat’ý, ödüllendirme mahiyetinde bir miktar para yardýmý bile öngörüyorlar. Kýbrýs’ta yapýlan referandumun hemen ertesinde, Avrupa Birliði’nin Kuzey Kýbrýslý Türklere ve Talat’a karþý ‘ödüllendirici’ tavrý dünya haber ajanslarýna ve gazetelere ‘Avrupa Birliði sözünde duruyor’ olarak yansýdý. Öyle ki, Avrupa Birliði’nin Geniþlemeden Sorumlu Üyesi Günter Verheugen’in söylediði sözler haber baþlýðý olarak kullanýldý. ‘Verheugen, ‘ Kuzey’in geliþtirilmesi için doðrudan temas kaçýnýlmaz. Çok ileri gitmeye hazýrýz’ dedi. Avrupa Birliði, KKTC için 259 milyon Euro’yu serbest býraktý’ alt baþlýðý ile verilen haberde, özetle Avrupa Birliði Dýþiþleri Bakanlarý toplantýsýnýn ardýndan yayýnladýklarý sonuç belgesinde alýnan kararlar ele alýnýyordu. Lüksemburg kaynaklý haberde, KKTC’ye ekonomik izolasyonun kalkmasý için AB’nin taahhüt altýna girdiðini belirten Verheugen , özetle Birleþmiþ Kýbrýs’ýn Avrupa Birliði’nin önceliði olmaya devam ettiðini belirtiyordu. Verheugen ‘ Ancak bu nasýl ve ne zaman olur bilemiyorum. Yine de umudu kaybetmemeliyiz. Ýleri bakma zamaný’ dedi.(8)’ Oyun kurucular, Kuzey Kýbrýs Türk Cumhuriyeti’ne saðladýklarý maddi destekten ve seferber ettikleri güdümlü medyanýn çalýþmasýndan o kadar eminler ki, yardým paketini referandum sonuçlarýnýn açýklanmasýndan önce garanti etmiþler bile. Resmi açýklamalarý sokak diline tercüme edecek olursak, ilk önce aðýzlara bir parmak bal sürülerek ‘cici çocuk Talat’ ve taraftarlarýný mutlu edilecek, daha sonra da istenen tavizler ‘birer birer’ alýnarak plan istenildiði gibi yürütülmeye devam edilecektir. Bütün desteðe ve beyin yýkamalara karþý, Kýbrýs’ta istediklerini elde edemeyenlerin planlarý kýsa süreli olsa da aksadý ama deðiþmedi. Alvaro de Soto Kýbrýs’tan ayrýlmadan önce yaptýðý açýklamada, ‘referandumun sonucunun ne anlama geldiði üzerinde düþünmek zamaný olduðunu ve böylece gelecekte de olaylara daha soðukkanlý bakýlabileceðini’ söyledi. Yani, kýsa bir süre için planda tadilat yapmak üzere mola verenler, planýn bakým ve onarýmý gerçekleþtikten sonra, yola ‘çengel attýklarý’ Talat ile devam edeceklerdir. Biz, yine Huntington ve ‘Medeniyetler Çatýþmasý’ isimli makalesine dönelim. ‘IMF memurlarýný ‘baþkalarýnýn paralarýna el koyup, onlarý daha baþka insanlara vermeyi, ekonomik ve siyasi yönetime yabancý kurallar dayatmayý, ekonomik özgürlükleri boðmayý seven yeni Bolþevikler’ olarak tanýmlayan Georgy Arbotov’a hak verecek þekilde, IMF aþaðý yukarý herkesten, ayný þekilde tepki görecektir. Batý, Batýlý hakimiyeti sürdürecek ölçülerde dünyaya hükmetmek için uluslararasý kuruluþlarý, askeri gücü ve ekonomik kaynaklarý fiilen kullanýyor. En azýndan Batýlý olmayanlar yeni dünyayý bu tarzda görüyor ve onlarýn bakýþ açýlarýnda önemli bir gerçeklik payý var. Bununla birlikte, kuvvet farklarý ve askeri, ekonomik ve kurumsal güç mücadeleleri de Batý ile diðer medeniyetler arasýndaki anlaþmazlýðýn bir kaynaðýdýr.(2)’ Yazar, Türkiye’yi çok sayýda kavmi içinde barýndýran bölünmüþ ülkeler için tipik bir prototip olarak tanýmlýyor. ‘Gelecekte, insanlar kendilerini medeniyete göre ayýrdýkça Sovyetler Birliði ve Yugoslavya gibi farklý medeniyetlere mensup çok sayýda kavmi bünyesinde barýndýran ülkeler parçalanmaya adaydýrlar (2)’ Makalenin 1993 yýlýnda kaleme alýndýðýný lütfen unutmayýn, Huntington’un da dediði gibi Yugoslavya parçalanmýþtýr, Sovyetler Birliði de parçalanarak günümüz Rusya’sýna dönüþmüþtür. Atilla Ýlhan’ýn TRT 2’de yayýnlanan programý ‘Atilla Ýlhan ile Zaman Ýçinde Bir yolculuk’ isimli programýnda ve Cumhuriyet Gazetesi’ndeki ‘Söyleþi’ köþesinde defalarca ve defalarca yazdýðý ve belirttiði gibi, ‘ Bir kaç ay önce Ankara’ya gelen Rusya ekibine baþkanlýk eden Alexander Dudin ve Rusya’nýn Eski Türkiye Büyük Elçisi Çerniþev çok önemli açýklamalarda bulundular. Özellikle Çerniþev yaptýðý konuþmada, ‘bölünmüþlüðe deðinerek’, ‘Bizi, ‘etnik’ ve ‘dini’ etkenleri ön plana çýkararak, bölgede ‘etnik’ ve ‘dini’ kaynaklý ‘sorunlar’ yaratarak parçaladýlar. Þimdi, ayný þeyi Türkiye’ye yapýyorlar.’ diyerek konuya dikkat çekmiþ, uyarýda bulunmuþ ve geçmiþte yapýldýðý gibi ‘Batý Emperyalizmine’ karþý ittifak oluþturmak için Türkiye’ye çaðrýda bulunmuþtu. 1920 yýlýnda, Batý Emperyalizmine karþý Anadolu Devrimi ve Bolþevik Devrimi ittifak yapmýþtýr. 1920 yýlýnda, genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ilk tanýyan, Ankara ile ilk anlaþmayý imzalayan ve Anadolu direniþi için el altýndan silah yardýmý yapan dönemin Sovyetler Birliðiydi. Bugün, aradan 80 yýl geçtikten sonra, Batý Emperyalizmi eskisinden daha ciddi boyutta bir tehlike oluþturarak, bölgeyi tehdit ediyor. Bu tehdide karþý, ortak çýkarlar doðrultusunda birleþmek ve ittifak yapmak için yapýlan çaðrý hala yanýt bekliyor. Türkiye’deki siyasi irade boþluðundan kaynaklanan basiretsizlikle, bu ‘tarihi dayanýþma ve birleþme çaðrýsý’ maalesef cevapsýz býrakýlmýþtýr ve hala çaðrýya yanýt verilmemiþtir.(9)’ Huntington’un bölünmüþlük ve Türkiye üzerine fikirlerine geri dönelim. ‘Diðer bir kýsým ülkeler, vasat seviyede kültürel bir türdeþliðe sahiptir fakat toplumlarý hangi medeniyete mensup olduklarý konusunda bölünmüþtür. Bunlar, bölünmüþ ülkelerdir. Liderleri, tipik bir biçimde, kervana katýlma stratejisi izlemeyi ve ülkelerini Batý’nýn üyesi yapmayý arzu ediyor (bakýnýz, bizim gerçekleri görmeme konusundaki ýsrarlý, basiretsiz liderlerimiz) fakat bu ülkelerin tarih, kültür ve gelenekleri Batýlý deðildir. Bu tür bir bölünmenin en açýk ve prototipik örneðini Türkiye teþkil ediyor. Türkiye’nin 20 Yüzyýlýn sonlarýndaki liderleri, Atatürk örneðini takip etmekte (bu noktada Huntington maalesef tümüyle yanýlýyor, aksine bilinçli olarak ýsrarla Atatürk’ün ilkelerine ve Atatürk’ün öngördüðü devlet politikasýna taban tabana zýt bir politika takip edilmiþtir ve halen edilmektedir) ve liderleri Türkiye’yi modern, seküler, Batýlý ulus devlet olarak tanýmlamaktadýrlar. NATO’da ve Körfez Savaþý’nda Türkiye’yi Batý ile ittifaka soktular, Avrupa Birliði’ne üyelik için müracaat ettiler. Bununla birlikte, Türk toplumundaki bazý unsurlar, ayný zamanda Ýslami bir silkiniþi desteklemiþ ve Türkiye’nin esas itibarýyla Müslüman bir Ortadoðu ülkesi olduðunu ileri sürmüþlerdir. Ayrýca, Türkiye’nin aydýnlarý Türkiye’yi Batýlý bir toplum olarak tanýmlarken, Batý’nýn aydýnlarý Türkiye’nin öyle olduðunu kabule yanaþmýyor.(2)’ Huntington devam ediyor. ‘Bölünmüþ bir ülke, medeniyet kimliðini yeniden tanýmlamak için üç þartý yerine getirmelidir. Birincisi, o ülkenin siyasi ve ekonomi aydýnlarý bu hareket konusunda taraftar ve hevesli olmalýdýrlar. (2) Burada hareketten kasýt, Avrupa Birliði’dir. Bizim siyasi ve ekonomi aydýnlarýmýz, Avrupa Birliðine girmeye o kadar hevesliler ki, ekonomiden, hukuki yaptýrýmlara kadar çok geniþ bir perspektifte, istenen her türlü tavizi seve seve vermeye dünden razýlar. Ve bunu fazlasýyla belli ettikleri, hatta açýk açýk söyledikleri için Türkiye’yi potansiyel bir ‘sömürge’ konumuna sokmuþlardýr.Yazýnýn ileriki aþamalarýnda ayrýntýlarý ile bahsedilecek olan 2002 yýlýnda hazýrlanan, Türkiye’yi Bölmek ve Ýç Savaþ Çýkarma Projesi’nin gerçek destekçileri aslýnda bizim bu ‘evlere þenlik’ aydýnlarýmýzdýr. ‘Ýkincisi, kamuoyu kendini yeniden tanýmlama konusunda uygun davranmaya istekli olmalýdýr.(2)’ Yani, Avrupa Birliði’ne girmeye istekli ve hevesli bir kamuoyu yaratýlmalýdýr diyor. ‘Avrupa Birliði, Türkiye’nin olmazsa olmazýdýr’, türünden atýlan hamasi nutuklarý hatýrlayýnýz lütfen. Ve son on yýldýr hiçbir toplumda þimdiye kadar eþi benzeri görülmemiþ bir ‘beyin yýkama’ operasyonunu ve medya tarafýndan halka sürekli olarak pompalanan ve dayatýlan Avrupa Birliðine girme þartýný. Ankara’da Meclis’in önüne konulan, Avrupa Birliði’ne kesin olarak alýnacaðýmýz zamana (!) göre ayarlanan Dijital Saat ile Türkiye’nin kendini uluslararasý kamuoyu önünde nasýl komik, acýnacak ve küçük duruma düþürdüðü hala akýllardadýr.’ ‘Üçüncüsü ise alýcý konumunda bulunan medeniyetteki hakim gruplarýn bu ülkeyi benimsemeye istekli olmalarýdýr. Türkiye konusunda þartlarýn ilk ikisi hatýrý sayýlýr oranda mevcuttur. (2)’ Bu noktada, Huntington üçüncü þartý, yani Avrupa Birliði’ndeki ülkelerin Türkiye’yi birliðe kabul edip etmemeleri konusundaki tavýrlarýný açýklayacak sýký durun. ‘Türkiye, Avrupa Birliði üyesi OLMAYACAKTIR. Gerçek sebebi, zamanýn Cumhurbaþkaný Özal’ýn dediði gibidir: ‘ Biz Müslümanýz, onlar ise Hýristiyan, fakat bunu dile getirmiyorlar.(2)’ Türkiye’nin Avrupa Birliði’ne girme talebi, Birlik tarafýndan 1989 yýlýnda reddedildi. Bu durumda, ‘siyasi bir iradeye sahip’ hükümetin yapacaðý þey, ‘Türkiye’nin Ulusal Çýkarlarýný’ gözeten, çok yönlü politikalar izlemek olmalýydý. Ama maalesef, siyasi irade yoksunu, basiretsiz politikacýlar tarafýndan ‘istenilmeyen bir birliðe girmek için çýrpýnmak ve bunun için yalvarmak’ bir devlet politikasý haline getirildi. Öylesine ki, Avrupa Birliði’ne girme konusundaki býktýran ýsrarcý politikasýyla Türkiye, kendini ‘dýþarýda býrakýlmýþ arsýz bir çocuk’ konumuna düþürüyor. Bu doðal olarak, uluslararasý basýnda karikatürlere ve alaycý yorumlara dönüþüyor. Gerçeði ve sokaðýn dilini acýmasýz bir üslupla yansýtan gazetelerin tavrýna en çarpýcý örnek ‘Çirkin Manþet’ baþlýðýyla, Güneri Civaoðlu’nun Milliyette yazdýðý ‘Bugün Köþesi’ne yansýdý. Güneri Cývaoðlu’nun belirttiðine göre, 28 Nisan tarihli Le Monde Gazetesi ‘Yeni Avrupa, Kafa Ütüleyen Türk’le Yüz Yüze’ baþlýðýný kullanmýþtý. Hatta, Cývaoðlu üþenmemiþ Fransýzcasýný bile yazmýþ. ‘La Nouvelle Europe face au casse – tete Turc’ Bu deyim Kafa ütülemekten, burada yazamayacaðýmýz ahlaka mugayir bir kelimeye kadar uzanýyor. Kafa s……hayal gücünüzü kullanýn boþluklarý siz doldurun. Bu deyim Avrupa Birliði’ne girmek için ‘zýrlayan’ Türkiye’den býkan, ulusal bir gazetenin ana sayfasýnda ve manþetten verilmiþ. Güneri Cývaoðlu’nun söylediði gibi ‘ Ýlla, AB’ye gireceðim diye výdý výdý výdý Avrupa’nýn kafasýný ütüleyen (s…...), býktýran Türk’ anlamýna geliyor.(10) Ýþler bu noktaya geldiðine göre, þu soruyu kendimize sormalýyýz. Biz bu Avrupa Birliði’ne gerçekten GÝRMEK ZORUNDA MIYIZ? Hayýr efendim. Ne münasebet.! Bizim HAYIR, ÝSTEMÝYORUM demek gibi bir alternatifimiz daha var. Neden bu alternatifi kullanýp milletçe kocaman bir HAYIRI basmýyoruz? Lütfen, Huntington’un þimdi, Türkiye’yi göndermek istediði hedefe dikkat edin. Çünkü, ayný görüþü, Nisan ayýnýn üçüncü haftasýnda Fransa’da yayýmlanan Le Point Dergisi’nin Kapak konusu olan ‘Ýslam ve Batý’ isimli araþtýrma içinde bir kez daha net olarak tekrar etmiþtir. Bu da gösteriyor ki, Huntington’un ‘Medeniyetler Çatýþmasý’ isimli eseri kaleme aldýðý 1993 yýlýndan beri görüþlerinde hiçbir deðiþme olmamýþtýr. Bu durumda, Türkiye karþýsýnda ‘sizi Avrupa Birliðine alacaðýz’ vaatleriyle, Türkiye’den bir takým tavizler koparmaya çalýþanlar, açýkça YALAN söylüyor demektir. Ýlk önce, Huntington, 1993 yýlýnda kaleme aldýðý ‘Medeniyetler Çatýþmasý’ isimli makalesinde ne dediðine bakalým daha sonra, aradan 11 yýl geçtikten sonra Le Point Dergisine söylediklerini inceleyelim. ‘Mekke’yi reddettikten ve ardýndan Brüksel tarafýndan reddedildikten sonra, Türkiye nereye bakar? Cevap, Taþkent olabilir. Sovyetler Birliði’nin mirasý, Türkiye’yi Yunanistan sýnýrlarýndan Çin’e kadar yedi ülkeyi kuþatan ve yeniden hayat bulan bir Türk Medeniyetinin lideri olma fýrsatý veriyor(2)’ Þimdi gelelim, Huntington’un Fransa’da yayýmlanan Le Point’e Nisan’ýn üçüncü haftasýnda neler söylediðine. ‘Huntington arzu edilenin, Türkiye’nin ÝSLAMÝ Bloka katýlmayý seçerek, ‘Atatürk’ün ortadan kaldýrmak istediði ama baþaramadýðý Müslüman mirasýyla bütünüyle yeniden barýþmayý kabul etmesi’ olduðunu belirtti. Huntington, Türkiye’nin etkili ordusu ve hayli iyi iþleyen demokrasisi (!) ve iyi yönetilen (?) güçlü bir Müslüman ülkesi olduðunu ifade etti. Huntington, bu özellikleriyle, Türkiye’nin Müslüman dünya için ideal bir lider adayý olduðunu kaydetti (3).’ Yukarda geçen bir cümlenin açýlýmýný yapmak gerekliliði doðuyor. Huntington kelimesi kelimesine aynen þöyle diyor, ‘Atatürk’ün ortadan kaldýrmak istediði ama baþaramadýðý Müslüman mirasýyla bütünüyle yeniden barýþmayý kabul etmesi’ gerektiðini söylüyor. Yani, Atatürk’ü burada ‘Ýslamiyet Düþmanlýðý’ yapmakla açýkça suçlayan Huntington, bununla da kalmýyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ü Türk halkýna ‘din düþmaný’ olarak lanse etmeye çalýþýyor ve Atatürk’ün Laik Cumhuriyet’i korumak ve devamlýlýðýný saðlamak için getirdiði esaslarý da ‘tarihi bir hata’ olarak niteliyor. Hatta bununla da yetinmiyor, ‘bize ne yapmamýz gerektiðini söylemeye cüret ediyor!!!’ Sanki, ona sorulmuþ gibi. Sanýrým, Huntington ‘çizmeyi aþmak’ deyimini duymamýþ olsa gerek. Yoksa, hala ‘ulusal deðerlerine’ ve ‘Atatürk Ýlke ve Ýnkýlaplarýna’ sonuna dek baðlý bir ‘halkýn’ yaþadýðý bu toplumda, aðýr bir ‘hakaret’ kabul edilebilecek böylesine bir sözün, infiale yol açabileceðini görürdü. En kibar tabiriyle, ‘terbiyesizlik’ ve ‘saygýsýzlýk’ olarak tanýmlanacak böyle bir cümleyi, büyük bir fütursuzlukla sarf edebildiðine göre, ‘bir yerlerden güç alýyor’ demektir. Deyim yerindeyse, ‘gemi azýya almýþ’ olan Huntington, artýk düþünmek gereðini dahi duymadan konuþuyor. Eleþtirilmeyeceðinden ve tepki almayacaðýndan öylesine emin görünen yazarýn, bu vurdum duymazlýðý baþka nasýl açýklanabilir ki? 1980 öncesine kadar Türk toplumunda, Müslüman kimliði hiçbir zaman sorun olmadý ama Think Tank ekibinin kurguladýðý ve Türkiye’de bir Ýç Savaþ çýkararak Türkiye’yi bölme, parçalama ve paylaþma oyununun kurallarý gereði, ‘din’ öðesi bir anda toplumda sorun olarak suni bir biçimde YARATILDI. Þimdi bu planýn mimarlarýndan biri olan Huntington tarafýndan bu açýkça ÝTÝRAF ediliyor. Cumhuriyet Gazetesi’ndeki ‘Býçak Sýrtý’ isimli köþesinde, ‘Sermaye, Din ve Batý’ isimli makalesinde Prof. Erol Manisalý, ‘din’ öðesinin istenirse, nasýl bir ideolojik ve ekonomik bir silaha dönüþtürülebileceðini anlatýyor. ‘Sermaye ve partilerin halktan uzaklaþmalarý ve ülke yönetiminde zayýflamalarý ‘Ýslami partilerin de ortak edilmesini’ zorunlu hale getirdi. Köylü, varoþlar, iþsizler, fakirler ve muhafazakar çevreler Ýslamýn siyasete sokulmasý ile denetim altýna alýnacaklardý. Aksi halde, ortaya ‘gerçek sol partiler’ çýkabilir ve Türkiye’de, halkçý, ulusalcý ve hatta anti emperyalist politikalarý benimsemiþ hükümetler iþ baþýna gelebilirdi. ‘Kemalist bir Cumhuriyet’ yerine Ýslamcý bir Cumhuriyet, dini ve sermayeyi birleþtirebilirdi. Gayri milli sermaye, Batý sermayesi ile birlikte çalýþýrken Ýslamcý Parti varoþlarý, kýrsal alaný, muhafazakar ve dini bütün vatandaþlarý þemsiyesi altýna çekerdi. Hele televizyonlar, gazeteler, okullar ve sivil toplum örgütleri de gayri milli sermaye ve Ýslami Partiler tarafýndan denetim altýna alýnýr ise sadece ulusalcý kimlik ve deðerler deðil, ulusalcý ordu da ‘çözülebilirdi’. 1995’ten bugüne kadar ‘sermayenin ve dinin birlikte siyasete sokulmasý’ çalýþmalarý arttýrýldý. Bu model, ABD – Ýngiliz ikilisinin yeni ‘küresel’ yaklaþýmlarýna da uygundu. (11)’ Prof. Erol Manisalý’nýn buraya kadar söylediði þeylerle, yukarda Huntington’un ifade ettiði görüþlerle ne kadar týpa týp örtüþüyor, deðil mi? Tek bir farkla, Prof. Erol Manisalý ve Huntington karþýt saflarda bulunuyorlar. Huntington’un densizliðini anýmsayýn lütfen, ne diyordu? Arzu edilen, Türkiye’nin Ýslami Bloka geçerek, ‘Atatürk’ün ortadan kaldýrmak istediði ama baþaramadýðý Müslüman mirasýyla bütünüyle yeniden barýþmayý kabul etmesidir’ Prof. Erol Manisalý devam ediyor. ‘Ýslam ülkeleri, dünya petrol ve doðalgaz rezervlerinin %60’dan fazlasýný ellerinde tutuyorlardý. Türkiye’nin Cumhuriyet yapýsý, ‘Ýslami Cumhuriyet Modeline’ kaydýrýlýrsa sermaye-din bütünleþmesi Batý’nýn istediði biçimde yürütülebilirdi. Sermaye ‘gayrý milli hale gelebilir’ ve Batý kapitalizminin denetimi altýna alýnýrdý. Ýslami Parti aracýlýðý ile de kýrsal alanlar ve varoþlar ele geçirilebilirdi. Halkçý, ulusal kimlik ve politikalarýn yerine, gayrý milli sermaye ve ümmetçi zihniyet egemen olurdu. Ýslamcý siyasi partinin bir eli sermayede, bir eli dinde bulunurdu. Ýþsizliðin ve sosyal patlamalarýn getireceði ‘toplumcu politikalarýn’ önü Batý tarafýndan bu yolla kesilmek istendi. Son günlerde, ABD’den sürekli olarak pazarlamasý yapýlan ‘Ýslami Cumhuriyetin’ arkasýna gizlenmiþ niyet bu; ‘dinci siyaseti’, ‘gayri milli sermaye’ ile birleþtirip dizginleri ‘Batý Kapitalizminin’ eline vermek. Bunun ilk denemesi Kýbrýs’ta yapýldý. Önümüzdeki yýllarda, Türkiye’ye de yaymak istiyorlar. Herkesin artýk þapkasýný önlerine koyup düþünmesi gerekiyor.(11)’ Sürekli olarak Avrupa Birliði tarafýndan istismar edilen ve Türkiye’ye karþý bir tehdit olarak kullanýlan ‘din’ öðesi konusuna deðinilmiþken taze bir geliþmeyi de aktarmak gerekiyor. Uzun bir süredir, ‘türban’ konusunu diline dolayan Avrupa Birliði ülkeleri Almanya ve Fransa, türbaný bir ayrýmcýlýk aracý gibi tanýmlýyor ve turbanýn üniversitelerde, okullarda, resmi devlet dairelerinde, kurum ve kuruluþlarda serbest býrakýlmasý konusunda Türkiye’ye tavsiye kararlarý verirken tam tersi bir uygulamayý kendi ülkelerinde gerçekleþtiriyorlar. Din öðesini ön plana çýkararak toplumda kasýtlý olarak huzursuzluk, ayrýmcýlýk ve bölücülük yapmaya çalýþan bu ülkeler ‘bölme, parçalama ve paylaþma’ sürecinin hýzlandýrmak için laikliðin altýnýn sistematik olarak kazýlmasý konusunda, ‘sözde’ hükümete destek veriyorlar. Kendi ülkelerinde, Türkiye’ye hararetle önerdiklerinin tam tersini uygulayanlarýn baþýnda Almanya geliyor. Aldýklarý kararlar ve çýkardýklarý yasalarla Almanya, bu konuda en çarpýcý örneklerden birini oluþturuyor. ‘Aþaðý Saksonya’da Türban Yasaðý’ baþlýklý haberde, aynen þöyle deniyor. ‘Almanya’nýn Aþaðý Saksonya eyalet meclisi, okullarda öðretmenlerin türban takmasýnýn yasaklanmasýný kararlaþtýrdý. Eyalet hükümetinin öðretmenlerin türban takmasýnýn yasaklanmasý yolundaki kararý, eyalet meclisinde yapýlan oylamada Hýristiyan Demokrat Parti (CDU), Sosyal Demokrat Parti(SPD) ve Hür Demokratik Parti’nin (FDP)’nin oylarýyla kabul edildi. Eyalet Eðitim Bakaný Bernd Busemann, yasanýn her öðretmenin ne amaçla türban taktýðýnýn incelenmesi öngördüðünü, ancak yasanýn bu incelemelerin türban yasaðýyla sonuçlanacak þekilde uyarlanacaðýný belirtti. Aþaðý Saksonya, türbaný yasaklayan 2. Eyalet oldu. 1 Nisan’da Baden – Wuerttemberg eyalet meclisi benzer bir karar alarak türbaný yasaklamýþtý. Türban yasaðý, Almanya’da yaþayan Müslüman azýnlýk tarafýndan tepkiyle karþýlandý.(12)’ Bilmem haberde geçen ‘yasanýn her öðretmenin ne amaçla türban taktýðýnýn incelenmesi öngördüðünü’ cümlesi hiç dikkatiniz çekti mi? Yani, açýkça neden türban takýyorsun, bunu ‘siyasi bir silah’ olarak mý kullanýyorsun diye soruyor ve bunu yasal olarak resmi dile döküyor. Peki, biz bunu kendi ülkemizde sormaya kalktýðýmýzda, açýkça dile getirmeye çalýþtýðýmýzda, ‘türbaný siyasete alet’ eden ve siyasi bir silah, ideolojik bir yaptýrým olarak kullanmaya çalýþanlar tarafýndan neden ‘ayrýmcýlýkla’ suçlanýyoruz? Bu çevreler, sistematik olarak yürütülen sinsi çalýþmalarla, laikliðin altýný oyarken bu gücü nereden ve KÝMLERDEN alýyorlar? Ýþte, cevaplanmasý gereken sorulardan biri ve ayný zamanda anlamlý bir okuma yapmak istediðimiz yap bozumuzun önemli parçalarýndan biri daha. Lütfen, din ve etnik kökenleri, kimliðini bulmada ve hangi medeniyete ait olduðunu anlamada belirleyici olarak gören Huntington’ýn temel görüþünü bir kez daha hatýrlayýn. Buna Huntington’ýn ‘Birleþmiþ Milletler Güvenlik Konseyi veya IMF’nin aldýðý, Batý’nýn çýkarlarýný yansýtan kararlar, dünya topluluðunun arzularýný yansýtýyormuþçasýna sunulur’ görüþünü de ekleyin. Üstüne üstlük ‘Batý, IMF ve diðer milletlerarasý ekonomik kuruluþlar sayesinde ‘kendi ekonomik politikalarýný’ öteki uluslara zorla kabul ettiriyor’ cümlesini de anýmsayýnca, Huntington bize söyleyecek laf býrakmýyor. Gelelim, Huntington’un öngördüðü, Türkiye’nin Türki Cumhuriyetleri’nden oluþan bir bloða katýlma öngörüsüne. Türkiye bu fýrsatý, ýsrarla ve sürekli olarak reddedildiði halde Avrupa Birliði’ne üye olmak gibi olmayacak bir hayalin peþinden koþtuðu için ironik bir biçimde kaçýrmýþtýr. Ama, ikinci bir fýrsat, bu makale yazýldýktan 10 yýl sonra, Rusya’dan gelen teklifle yine gündeme geldi. Bu sefer, Türkiye’nin katýlmasý teklif edilen ciddi ve mantýklý esaslara oturtulan Avrasya Modelinde, Türki Cumhuriyetlerine ek olarak Çin ile model daha güçlendirilmiþ ve sýnýrlarý geniþletilmiþtir. Öte yandan, oyun kurucularýn titizlikle sahneye koyduklarý bir oyun daha var. Yani oyun içinde oyun. Týpký Ruslarýn Matruþka Bebekleri gibi. Her kutunun kapaðýný açýnca içinde baþka bir kutu buluyorsunuz. Büyük Orta Doðu Projesi’de böyle yapýlanmýþ, Matruþka bebekleri gibi, planýn alt okumalarý, neredeyse oku oku bitmiyor. Çünkü, Orta Doðu Projesi birçok planýn iç içe geçmiþ halkalarýndan oluþuyor. Birini, diðerinden ayýrmak çok zor. Amerika’ya göre, resmi söylemde, bu plan Ortadoðu’da siyasi ve ekonomik dengelerin istikrarlý birlikteliði için gerekli bir yaklaþým. Týpký, elindeki sihirli deðneðiyle dokunduðu yere pýrýltýlar saçan peri kýzý misali, pembe hayaller satan Amerika’nýn son ‘siyasi soap operasý’. Resmi dildeki söylemi irdeleyen Abdullah Þahin, Büyük Ortadoðu Projesi baþlýklý makalesinde, Medeniyetler Çatýþmasý’nda Huntington’un söylediklerini þöyle açýklýyor. ‘Büyük Ortadoðu Projesi; Batý’nýn, ferdiyetçilik, insan haklarý, demokrasi, siyasi ve iktisadi liberalizm ve din ve devlet iþlerinin birbirinden ayrýlmasý gibi deðerlerinin Ortadoðu’da ve Ortodoks Hýristiyan aleminde yayýlmasý ve bu ülkelerde uygulanmasý projesidir. Birden bire demokrasi havarisi kesilen Amerika, Soðuk Savaþ dönemi desteklediði Ortadoðu’nun diktatörlerine, neden þimdi Batý deðerlerini, özellikle de demokrasiyi dayatmakta?(13) Irak’a demokrasi götürmek adýna, iþgal ettiði ülkeyi parçalayarak 30 bin sivili attýðý bombalarla katleden Amerika’nýn asýl amacý nedir? Bazý yazarlarýn açýkça iddia ettiði gibi petrol olmasýn? ‘Bu soruya, Samuel P. Huntington þöyle cevap veriyor: “Amerikalýlar, en baþtan beri ulusal kimliklerini hep istenmeyen ötekinin karþýtlýðý üzerine inþa ettiler. Ýkinci Dünya Savaþý’ndan sonra ABD, kendisini Sovyetler Birliði ve dünyadaki diðer komünist ülkelere karþý demokratik ve özgür dünyanýn lideri olarak tanýmladý. Soðuk Savaþ, Amerikan halký ile yönetimi arasýnda ortak bir kimliðin oluþmasýný saðlamýþtý. Ancak savaþýn sona ermesi, bu kimliði zayýflatacak yada en azýndan deðiþmesine yol açacak’. Geçmiþte bombalý saldýrýlar genellikle ABD düþmaný yabancýlarýn iþi olarak nitelendirildi ve birçok kiþi Oklahoma City’deki bombalý saldýrýnýn yeni bir düþmanýn, Müslüman teröristlerin marifeti olduðu kanýsýndaydý. Halbuki bombalý saldýrý, bir ölçüde Amerikalýlarýn alýþageldiði bir düþmandan yoksun kalmasýnýn sonucuydu.(13)’ ‘Amerika, kendisini hep düþmanýna göre tarif eden bir ülke olmuþtur, bu nedenle Soðuk Savaþ dönemi “Komünizm ile mücadele eden, özgürlük ve demokrasi yanlýsý” bir ülke olarak kendisini tarif eden Amerika, Soðuk Savaþ’ýn sona ermesi ile, kendisini tarifte zorlanmýþtýr. Amerika, 11 Eylül Saldýrýsý ile yeniden kendisini tarif etmiþtir. Bu sefer kendisini, “Küresel Terörizm ile mücadele eden” bir ülke olarak tarif etmiþtir. 11 Eylül saldýrýlarýnýn hemen ertesinde, Bush’un televizyondan yaptýðý resmi açýklamada bu resmen açýkça belirtilmiþtir. Huntington’ýn Oklahoma City’deki bombalamayý, Amerikalýlarýn alýþageldiði bir düþmandan yoksun kalmasýnýn sonucu olarak açýklamasý ve düþmaný olmayan medeniyetlerin çöküþünün mukadder olduðu yönündeki tespiti ve bunu Amerika’ya uyarlamasý da bizce manidardýr.(13)’ ‘11 Eylül Saldýrýsý ile baþlayan, Afganistan’ýn Ýþgali, Irak Savaþý, Ýstanbul’daki ikiz saldýrýlar ve son olarak da Ýspanya’da düzenlenen saldýrý ve bunlara ilaveten “Büyük Ortadoðu Projesi” ve “Küresel Terörizm ile Mücadele”, Clinton döneminde ekonomik bunalýma giren ve Bush yönetimiyle tekrar eski canlýlýðýna kavuþan silah sanayi ve Irak’a demokrasi götürmek gibi kavramlarý yan yana getirdiðinizde, Huntington’ýn görüþleri sadece masum öngörüler mi? Yoksa, Think-Tank (düþünce) kuruluþlarý tarafýndan yazýlýp, daha sonra da uygulamaya konan ve her aþamasý titizlikle takip edilen planýn parçalarý mý? (13)’ Elimizdeki yaz bozun parçalarýný masanýn üzerine yaydýðýnýzda, anlamlý bir tablo oluþturmak ve doðru bir okuma yapmak için elimizde zengin bir kaynak olduðunu görüyoruz. Özellikle 11 Eylül saldýrýlarýný bir ‘ulusal felaket’ kýlýfý içinde pazarlamayý baþaran ABD, 11 Eylül üzerinden elde ettiði rantýn keyfini çýkarýyor. 11 Eylül Saldýrýsýnýn hemen ertesinde, terörizm ile savaþacaðýný resmi olarak açýklayan Bush, resmi söyleme döktüðü ‘gerekçesiyle’ yapmak istediði her þeyi meþrulaþtýran altýn bir anahtar bulmuþ gibi oldu. Hatta bunu o kadar ileri götürdü ki, bir süre önce yaptýðý açýklamalarýn birinde ‘Haçlý Seferleri’ deyimini kullanmakta hiçbir sakýnca görmedi. Daha sonra, Beyaz Saray tarafýndan yapýlan açýklamayla her ne kadar bu basit bir dil sürçmesi olarak nitelendiyse de George W. Bush sergilediði tavýrla, bunun basit bir dil sürçmesi olmaktan çok daha öteye taþýmaya kararlý olduðunu son olayla bir kez daha kanýtladý. Ýslam Dünyasý’nda çok sert bir tepki alan olay, Ýslam Dünyasý ve Hýristiyan kimliði üzerine oturtulmuþ olan Batý Medeniyetini ilk kez ciddi biçimde karþý karþýya getirdi. Sonuç olarak, birinci bölümün sonuna doðru bir çok okuma yaptýk ama þimdi bu okumalara bir yenisini daha ekliyoruz. ‘Haçlý Seferleri’ kavramýný. Bu deyimin bizzat kullanýcýsý ve neredeyse meþrulaþtýrarak savunucusu George W. Bush olunca, bir kez daha düþünmekte fayda var diyoruz. Bu deyimin açýlýmýna, araþtýrmamýzýn ikinci bölümünde geniþ yer vereceðiz. Fakat dünya basýnýnda, büyük yanký uyandýran ve uluslararasý iliþkilerde Beyaz Saray’ý sýkýntýya sokan son haberi vermeden birinci bölümü kapamak istemiyoruz. Dediðimiz gibi ‘Haçlý Seferlerinin’ tarihçesini ve amacýný ikinci bölüme saklayarak, bir ‘siyasi soap opera’ tadýnda sunulan, renkli ve albenili sunumuyla neredeyse, ‘Muppet Show’a rakip olabilecek ‘Haçlý Seferleri ve Bush’ ile sizleri baþ baþa býrakacaðýmýz haberimize geçiyoruz. ‘Yine Haçlý Seferleri Gafý’ baþlýðý ile 20 Nisan 2004 Salý tarihli Milliyet Gazetesi’nin, Dýþ Haberler Servisi’nde yer alan haberde, Bush’un son kýrdýðý diplomatik gaftan bahsediliyordu. ‘ABD Baþkaný George W. Bush’un 11 Eylül saldýrýlarýndan kýsa bir süre sonra, terörizme karþý dünya çapýnda mücadelenin uzun ve zahmetli bir süreç olacaðýný kastetmek için kullandýðý, Ýslam Dünyasýnda büyük tepki çeken ‘Haçlý Seferi’ terimi, bu kez Bush – Cheney ikilisinin seçim kampanyasýnýn baþkaný Marc Recicot tarafýndan yine ayný baðlamda kullanýldý.(14)’ ‘Racicot, Florida’da yeni kampanya çalýþanlarýna gönderdiði 3 Mart tarihli mektubunda, Bush’u ‘Terörizme karþý dünya çapýnda bir haçlý seferine önderlik ediyor’ sözleriyle övdü. Eski Montana Valisi Marc Racicot, önceki gün yaptýðý açýklamada, amacýnýn Bush’un Afganistan ve Irak’taki baþarýlarýnýn vurgulanmasý olduðunu söyleyerek, ‘O mektup, Baþkan’ýn, uluslararasý topluluðun diðer üyeleri ile birlikte, sadece bir an, bir gün, 10 yýl için deðil ama yüzlerce yýl için insanlarý kurtarmak ve özgürlük davasýný korumak için sarf ettiði çabalar üzerine odaklanmýþtý’ diye konuþtu. (14)’ ‘Ýngilizce ‘crusade’ kelimesi ‘Haçlý Seferi’ nin yaný sýra ‘büyük dava’ veya ‘kampanya’ anlamýna da geliyor. Beyaz Saray Sözcüsü, Ari Fleischer, Bush’un ‘crusade’ kelimesini ‘büyük dava’ anlamýnda kullandýðýný vurgulamýþ, yine de Ýslam Dünyasýnda negatif (olumsuz) çaðrýþým yapan kelimeyi kullandýðýndan dolayý piþman olduðunu ifade etmiþti. (14)’ ‘Beyaz Saray’ýn, kamuoyunu aptal yerine koyduðu ‘komik’ açýklamasýndan sonra, kelime anlamýný kontrol etmek için okuyucularýn herhangi bir Ýngilizce – Türkçe sözlüðe bakmalarýný þiddetle tavsiye ediyoruz. Crusade kelimesi, Haçlý Seferi anlamýnda kullanýlýr. Kast edilen ‘Büyük Dava’ ve ‘Kampanya’ kelimeleri için nerdeyse yarým düzine Ýngilizce kelime bulabilirsiniz ama bunlarýn arasýnda tahmin edeceðiniz gibi Crusade kelimesine rastlayamazsýnýz. Çünkü, gündelik konuþma dilinde ve pratikte crusade hiçbir zaman için ‘Büyük Dava’ ve ‘Kampanya’ anlamýnda kullanýlmaz da ondan. Daha önce de Haçlý Seferi deyimini kullanan Bush Yönetimi, neredeyse bunu ‘tehlikeli’ bir alýþkanlýða dönüþtürdü. Psikologlar, ‘dil sürçmesi’ adý altýnda ifade edilen eylem aslýnda, kiþinin bilinç altýna ittiði isteklerinin somut bir göstergesidir diyor. Bu tanýmý dikkate alýrsak, durum hakikaten tehlikeli. Çünkü bu ifadeyi, ilk önce söyleme ve kullanma alýþkanlýðý edinenler, bir sonraki aþamada fiiliyata dökmekte sakýnca görmeyeceklerdir. Okumayý tersinden yaparsak, yani sondan baþa doðru bakarsak, Birleþmiþ Milletler askerlerinin desteðini de alan Afganistan iþgali, ardýndan gelen ve hala devam eden Irak’ýn iþgali ve parçalanma süreci yaþanýrken, hali hazýrda Bush bu deyimi gerçek hayata geçirdi de acaba biz mi fark etmiyoruz? ABD’nin senaryosunu yaptýðý ve çoktan uygulamaya koyduðu bir ‘Haçlý Seferi’ ile mi karþý karþýyayýz? Terörizmle mücadele adý altýnda, ilk önce Afganistan’a saldýran ardýndan da Irak’a pervasýzca giren bu zihniyetin, ‘bir sonraki hedefi’ neresi olacak? Þimdi, acilen dikkate alýnmasý, üzerinde düþünülmesi ve bir cevap aranmasý gerekecek olan soru budur. (1) Alice ve Dante’nin Ýmkansýz Birlikteliði, Deneme , Seval Deniz Karahaliloðlu, www.izedebiyat.com adresinden makaleye ulaþýlabilir. (2) Samuel P. Huntington, ‘Medeniyetlerin Çatýþmasý’ isimli makalesi, Foreign Affairs Dergisi’nde 1993 yýlýnýz yaz mevsiminde yayýnlanmýþtýr. Daha sonra makalenin dünya çapýnda ilgi görmesi üzerine yazar makalesini kitap haline getirip yayýnladý Kitap Türkçe’ye de çevrildi. Samuel P. Huntington’ýn “Medeniyetler Çatýþmasý” ve bu konudaki diðer makalelerini içeren, kitap Murat Yýlmaz’ýn derlemesiyle piyasaya Vadi Yayýnlarý’ndan çýktý. (3) Milliyet Gazetesi, ‘Medeniyetsiz Yaklaþým’ isimli Haberden alýnmýþtýr, 29 Nisan Perþembe 2004, Politika Sayfasý Sayfa :17, Dýþ Haberler Servisi – Orijinal Kaynak, Franda’da yayýmlanan Le Point Dergisi, Ýslam ve Batý isimli Kapak Konusunda Huntington’un gazeteye yaptýðý açýklamalar. Orijinal makaleye, Le Point Dergisinin Nisan ayýnýn üçüncü haftasýnda yayýnlanan sayýsýndan ulaþýlabilir. (4) Milliyet Gazetesi, ‘Fransa’ya Airbus Jesti’, Utku Çakýrözer - Dublin, 3 Mayýs 2004 Pazartesi, Yorum/ Haber Sayfasý, Sayfa:13 (5) ‘Chirac’tan Ölçülü Destek’, Mine Kýrýkkanat - Paris, Milliyet Gazetesi, 30 Nisan 2004 Cuma, Görüþ/Haber Sayfasý, Sayfa :19 (6) Prof Erol Manisalý’nýn ‘AKP, AB ve ABD:Örtüþen Hedefler mi?’ isimli makalesinden esinlenilmiþtir. Prof. Erol Manisalý, Ýstanbul Üniversitesi, Uluslararasý Ýktisat ve Ýktisadi Geliþme Ana bilim Dalý ve Cumhuriyet Gazetesi Köþe Yazarý. Makale, 19 Þubat 2003 tarihli, Cumhuriyet Gazetesi, ‘Býçak Sýrtý’ Köþesinde yayýnlanmýþtýr. Erol Manisalý’nýn Cumhuriyet’te yayýmlanan makalelerine internetten http://www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali adresine girerek ulaþabilirsiniz. (7) ‘Talat : Denktaþ Artýk Dikkate Alýnmamalý’ baþlýklý haber. Sefa Karahasan Lefkoþa imzalý haber, 27 Nisan Salý 2004 tarihli Milliyet Gazetesi’nin, Kýbrýs Sayfasý, Sayfa :16 (8) ‘AB Sözünde Duruyor’ baþlýklý Haber. Güven Özalp imzasýný taþýyan, Lüksemburg kaynaklý haber, 27 Nisan Salý 2004 tarihli Milliyet Gazetesi’nin Kýbrýs Sayfasý, Sayfa : 17 (9) Atilla Ýlhan Ýle Zaman Ýçinde Bir Yolculuk, Atilla Ýlhan, Gazeteci, Yazar, Cumhuriyet Gazetesi Köþe Yazarý. Makale ile ilgili bilgilere, yazarýn ‘Söyleþi’ isimli köþesinden ulaþýlabilir. Atilla Ýlhan’a internet yoluyla http://www..bilgiyayinevi.com.tr/alihan tilahan@isnet.net.tr adreslerinden ulaþýlabilir. (10) ‘Çirkin Manþet’ Güneri Cývaoðlu, 29 Nisan Perþembe 2004 tarihli Milliyet Gazetesi, ‘Bugün Köþesi’, Politika Sayfasý, Sayfa:17 (11) ‘Sermaye, Din ve Batý…’ Prof. Erol Manisalý, 3 Mayýs 2004 Pazartesi, Cumhuriyet Gazetesi, Býçak Sýrtý Köþesi. Sayfa : 11 (12) ‘Aþaðý Saksonya’da Türban Yasaðý’, Milliyet Gazetesi, 29 Nisan Perþembe 2004, Dýþ Haberler Servisi. Sayfa :18 (13) ‘Büyük Ortadoðu Projesi ve Amerika’nýn Yeni Kimliði’, Abdullah Þahin Gazeteci "Büyük Ortadoðu Projesi ve Amerika'nýn yeni Kimliði" isimli makale, 16 Mart 2004, tarihli Vakit Gazetesinde, Dýþ Haberler sayfasýnda yayýmlanmýþtýr. Ayný isimli makaleye Ýnternetten google arama motoru aracýlýðýyla ulaþýlabilir: Samuel P. Huntington – Türkçe Web – Yazarýn, elektronik posta adresi asahin@nettemail.com (14) ‘Yine Haçlý Seferi Gafý’, Dýþ Haberler Servisi, 20 Nisan 2004 Salý, Milliyet Gazetesi, Dýþ Haberler Servisi, Sayfa:18
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloðlu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |