..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Bilinç ruhun sesidir, tutkular ise bedenin. -Rousseau
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Ýnceleme > Sanat ve Sanatçýlar > Seval Deniz Karahaliloðlu




25 Ocak 2005
Anton Çehov'dan Arthur Miller'a, Modern Zamanlarda Düþlerin  
‘Çehov’un Viþne Bahçesi ve Martý’sýný anýmsatan ne var bu filmde’ diye düþün

Seval Deniz Karahaliloðlu


Gri takýmlarýyla, zarif insanlarla donatýlmýþ resimde, ‘punctum’ noktasý gibi duran aykýrý Japon’a alýcý gözle bir daha baktý. Birden, onun Willy Loman’ýn aksine, ortamýn kurallarýný zorladýðýný sezinledi. Uygunsuz kýyafeti ve tavr


:GFJD:
Anton Çehov’dan Arthur Miller’a, Modern Zamanlarda Düþlerin Ölümü

Seval Deniz Karahaliloðlu


Ýtalyan usulü Spagetti Bolonez’den hatýrý sayýlý bir parçayý çatalýnýn ucuna dolarken bir yandan da gözü beyaz camda, baþtan aþaðý kýrmýzýlara bürünmüþ kadýna takýlýyor. Bir an için Spagetti Bolonezle, kýrmýzýlý kadýn arasýnda gidip geliyor. Bol tereyaðlý, kesinlikle þiþmanlatan ve bir o kadar da baþtan çýkarýcý görünen Ýtalyan usulü Spagetti Bolonez, kesinlikle galip geliyor. Kadýn, Þeker Kýz Candy’i anýmsatan iri gözlerinden masumluk akan kýrmýzýlýnýn dans pistini kocaman gözleriyle tarayýþýný kaçýrýyor. Ýþtahla spagettiyi mideye indirirken, geniþ aðýzlý altýn yaldýzlý kadehe koyduðu beyaz þaraptan kocaman bir yudum alýyor. Kýrmýzlý kadýna geri dönüyor. Keyifle gülümsüyor. 1950’ler olmalý. Çok güzel ve bir o kadar zarif genç bir Japon. Dans pisti. Muhtemelen bir dans yarýþmasý. Bir adam, son dans için eþ seçmelerini duyuruyor. Kýrmýzýlý, belki de dans kraliçesi ve ayný zamanda filmin baþ kahramanlarýndan biri. Çünkü üzerinde, bütün salon ayaklarýnýn altýndan geçiyormuþcasýna bir hava var.

Spot ýþýðý dans pistinin çevresinde dolanýrken olayý, kýrmýzý ipek saten tuvaletine bürünmüþ iri gözlü kadýnýnýn gözlerinden izlediðimizi anlýyoruz. Iþýk, daire biçimindeki dans pistini ilkin soldan saða, sonra da saðdan sola iki defa tararken ‘Eyvah, yakýþýklý prensini bulamayacak’ endiþeleri hasýl oluyor. Hatta, Spagetti Bolonezi soðutma pahasýna. Ama endiþeye mahal yok. Pistin kapýsýnda, filmlerde daima olan ama gerçek hayatta asla olmayacak biçimde, Arthur Miller’ýn ‘Satýcýnýn Ölümü’ eserindeki ‘Willy’i anýmsatan, elinde deri dosya çantasýyla ilaç reprezantý kýlýklý bir adam giriyor. Smokinli beylerin aksine, modern zamanlarýn iþ dünyasýnda kaybolmuþ gibi duruyor. Arthur Miller’ýn ‘Satýcýnýn Ölümü’ndeki Willy Loman karakterinden faklý olarak, genç ve yakýþýklý. Tanrým, hem de ikisi bir arada diye düþündü kadýn. Çatalýna kocaman bir spagetti dolarken. Kýrmýzýlýnýn hesabýna yakýþýklý partnerler, benim hesabýmý da Spagetti Bolonezler derken gülmekten kendini alamadý. Adamýn Willy Loman karakterini anýmsatan tek yönü, bir iþ görüþmesine gider gibi dans salonunun kapýsýndan girmesiydi. Taþýdýðý havasýyla, çirkin kurbaðadan yakýþýklý prense direk geçiþ yapmasý beklenen baþ kahramandan çok, tencere pazarlamacýlarýný anýmsatýyordu. Sanki, oraya yanlýþlýkla ýþýnlanmýþ gibi. Tanrým, elinde deri dosya çantasý, gri takým elbisesi ve kravatýyla insaný sýkýntýdan öldürebilir diye düþündü ve beyaz þaraptan kocaman bir yudum daha aldý.

Birden külkedisi masalýný anýmsadý. Ama bu sefer roller tersine dönmüþtü. Salonun orta yeri sinema der gibi kýrmýzýlý kadýn tam ortada durmuþ, umutsuzca ruh eþini ararken Cinderella olmasý gereken satýcý da kapýda beliriyor. Vah, Cinderella vah. Ve korktuðu baþýna geldi. Koca castta (burada, filmdeki bütün erkek oyuncu ve hatta figüranlar kastediliyor) kimse kalmamýþ gibi kýrmýzlý kadýn (hadi ismi, Londra’da tanýdýðý Japon arkadaþýnýn anýsýna Kieko olsun) gidip satýcýyý seçti. Bu arada, ‘masallarda ve romantik filmlerde, kadýnlarýn akýllý deðil güzel olmasý tek ve yeterli koþuldur ’ kuralýný unuttuðunu fark etti. Halbuki, sol taraftaki smokinli çocuk hiç de fena deðildi diye düþündü. Böylelikle, Kieko’nun kadýnla ayný fikirde olmadýðý ortaya çýktý. Ve büyülü an. Tepeden týrnaða ipek satenlere bulanmýþ, iri gözlerinden masumluk akan kadýn konuþtu. Filmin, büyünün ve kadýnýn hayallerinin kýrýldýðý an. Ölüm sessizliðinin ardýndan, büyülü aynalar odasýndaki binlerce ayna, büyük bir þangýrtýyla tuzla buz oldu. Kieko çok kötü bir aksanla ‘Shall we dance’ diye sordu. Ah, sen ne yaptýn Kieko? Geceyi, büyüyü, spagetti bolonezi ve düþleri mahvettin. Ama, satýcý kýlýklý adam ve Kieko kadýna aldýrmadý.


Modern zamanlardaki kadýnýn düþlerinin katledildiðinden habersiz, dans pistine uçarcasýna ilerlediler. Efsanevi ‘Shall We Dance?’ (Benimle dans eder misin?) müziðinin eþliðinde, dans pistinde vals yaparak dönmeye baþladýlar. Bu arada baþka bir çift, zamanýn farklý bir noktasýnda 1937 yýlýnda, bütün enerjilerini toplamýþlar ayný müzik eþliðinde dans ediyorlar. Ama onlarýn dans ediþi gerçekten görülmeye deðer. Çünkü adlarý Fred Astaire ve Ginger Rogers, müziði ise tüm zamanlarýn en büyük bestecilerinden George Gershwin bestelemiþ. Benimle Dans Eder misin? filminin karelerinde hala ayný canlýlýk ve enerjiyle dans edilen bu kült filminin yönetmenliðini Mark Sandrich yapmýþtý. Müzikten mi yoksa þaraptan mý sersemlediði belli deðil, beyaz cama bir kez daha baktý.

Shall We Dance’ýn romantizminden, ayný müzik eþliðinde pistte uçarcasýna dans eden Japon çifte ve tencere satýcýsý kýlýklý adama doðru kaydý. Birden, genç adamýn ona neden Arthur Miller’ý ve ‘Satýcýnýn Ölümü’ oyunundaki Willy Loman’ý anýmsattýðýný düþündü. Genç, saðlýklý ve yakýþýklý Japon’un tükenmiþ, resmen tüketilmiþ ve yolun sonuna gelmiþ 60 yaþýndaki Brooklyn’li Willy ile ne ilgisi olabilirdi? Arthur Miller’ýn ilk defa, 1949’da New York’ta sahnelenen ve ayný yýl Pulitzer Ödülünü alan oyununda, Amerikan rüyasý ve tüketim toplumunun yüzeysel baþarýya verdiði önem, kolayca tüketilen insan hayatlarý üzerinden sorgulanýyordu. Ýyi de, bütün bunlardan bize ne? Bunun, hal ve gidiþten an azýndan pekiyi almasý gereken masum yüzlü Japon’umuzla ne ilgisi var diye düþündü tekrar.

1940’lardan günümüze o kadar çok þey deðiþti ki diye sýzlandý. Ama birden ortaya çýkan rahatsýz edici, sýrnaþýk bir ses, nerden çýktýðý bilinmeyen kahrolasý bir iç ses ‘sen öyle san’ dedi. Kýsaca. ‘O zaman da vardý. Ama görmezden gelmek iþinize geldiði için daima görmemezlikten gelmeyi tercih ediyorsunuz. Birilerinin gerçekleri, gözünüze gözünüze sokmasýný bekliyor, boy aynasýnda size tutulanlarý hazmedemeyince de adamý ipe çekiyorsunuz. Týpký Arthur Miller’a yaptýðýnýz gibi’ dedi. ‘Benim bir þey yaptýðým filan yok’ dedi kadýn. ‘Kes sesini’. Eni konu kýzmýþtý. Þunun þurasýnda, basit bir akþam geçirmek istemiþti. Biraz beyaz þarap, çok nadiren yaptýðý ve sevdiði bir yemeði aptal kutusunun karþýsýnda keyifle yemek. Basitçe, kendini birazcýk þýmartmak. O kadar. Beklediði Yunan trajedisi filan deðil. Felsefi çözümlemeler ise hiç deðil. Yapýþkan bir sineði kovalarcasýna, rahatsýz edici düþünceleri zihninden kovmaya çalýþtý ama bir kere takýlmýþtý. Neden?

Amerikan Rüyasýnda boðulan, tüketme çýlgýnlýðýna kendini kaptýrmýþ ve sadece yüzeysel baþarýlarýn yüceltildiði bir toplumda, bir kimliði olduðunu hatýrlatmaya çalýþan Willy Loman ile satýcý kýlýklý adam arasýnda nasýl bir bað olabilirdi. Arthur Miller’ýn kaleme aldýðý eserleri için ne dediðini anýmsamaya çalýþtý. ‘Trajedi, ancak insanýn iç dünyasý varsa olabilir. Benim amacým toplumu yýkmak deðil, onu ahlak yoluyla yeniden kurmaktýr. Ben, insanýn düþünen ve duyan bir varlýk olduðunu hesaba katarak iki þey arasýnda denge kurmaya çalýþtým. Burada, kurulu düzen ile özgürlük arasýnda bir savaþým söz konusu.’ Gri takýmlarýyla, zarif insanlarla donatýlmýþ resimde, ‘punctum’ noktasý gibi duran aykýrý Japon’a alýcý gözle bir daha baktý. Birden, onun Willy Loman’ýn aksine, ortamýn kurallarýný zorladýðýný sezinledi. Uygunsuz kýyafeti ve tavrýyla, üstüne üstlük Kieko tarafýndan seçilmiþ olmanýn verdiði ayrýcalýkla, bizim satýcý kýlýklý, bütün Willy’lerin nezdinde partiyi kazanmýþ görünüyordu.

Ne yazýk ki, keþfetmenin verdiði dayanýlmaz hafifliði yaþamasýna izin verilmedi. Fýsýl fýsýl bir þeyler, yavaþtan kulaðýný kemirdi. Israrcý bir tonda devam etti. ‘Sorunun cevabýný bu kadar kolay bulduðundan emin misin? Dördüncü sýnýf amatör dedektifler gibi davranmaktan vazgeç ve olayý bütünüyle görmeyi dene. Madalyonun bir de öteki yüzü var. Ýçinde seni usul kemiren hafif bir rahatsýzlýk duygusu yok mu? Çünkü, burada bir þeylerin suyu çýkarýlýyor. Günümüzde, en kolay tüketilen þeylerin baþýnda yaldýzlý kaðýtlara paketlenmiþ olarak satýþa sunulan ‘aþk’ temasý gelir. Bir kere, asla bayatlamaz ve modasý geçmez. Ýkincisi, her döneme ve her kültüre istediðin gibi uyarlayabilirsin. Konu hep ayný bayat numaradýr ama özünden gelen garip bir çekicilik insanlarýn bu gerçeði görmesini engelleyerek sanki ilk defa duyuyorlarmýþ gibi dinlemelerine neden olur. Dolayýsýyla, daima pazarlanabilecek ideal bir ürün var elinde. Suyunu çýkarana kadar pazarlayabilirsin. Kimse bir þey anlamaz. Burada da öyle. Adamlar iþin suyunu çýkarmýþlar. Ýçin için seni rahatsýz eden de o.’ ‘Hadi be, sen de’ dedi kadýn. Zýrvalýk. Daha fazla dinlemek istemediðine karar vererek, içkisinin ve spagettisinin baþýna döndü.

Beyaz camdan yükselen sese kulak verdi. Ne güzel çalýyordu. ‘Shall We Dance?’ (Benimle Dans Eder misin?) Kuðu zarafetiyle dans eden çifte baktý. Ýyi de sanki bir þeyler eksik. Tamam, ruh yok. ‘Kral ve Ben’ filminin televizyon için çekilen serisinde, Yul Brynner ve Samantha Eggar da ayný müzik eþliðinde dans pistinde dönmüþler ama hiç olmazsa onlar, müziðin ve dansýn hakkýný vermiþlerdi. (Bakýnýz, ‘The King and I’) Müzik, sinemaya dört defa aktarýlmýþ ve bir de TV serisi çekilmiþ olan o ünlü öyküyü anýmsattý. Bütün öykü, asýl adý Anna Leonowens olan bir Ýngiliz mürebbiyenin, Siyam Kralý’nýn çocuklarýna Ýngilizce öðretmek için 1870’de Siyam Sarayýna gidiþi ve burada üç yýl geçirdikten sonra anýlarýný ‘Siyam Sarayýnda Ýngiliz Mürebbiye’ ve ‘Haremin Romantizmi’ adlý iki kitapta toplamasýna dayanýr. Daha sonra, bu kitaplardan ilham alan Margaret Langdon iki kitabý birleþtirerek 1944’de ‘Anna and the King of Siam’ isimli kitabý yayýnladý ve bu kitap senaryolaþtýrýlarak, defalarca sinemaya aktarýldý. Mesela, Eylül 1972’de CBS Televizyonu için çekilen dizi film, yayýnlandýðý dönemde bütün dünyada büyük ilgi toplamýþtý. Filmde, Yul Brynner Siyam Kralý Mongkut’u ve Samantha Eggar’ý ise Ýngiliz mürebbiyeyi canlandýrýyordu. Sinemaya dört kez aktarýlan film ilk defa, John Cromwell tarafýndan 1946 yýlýnda, ‘Anna and the King’ adýyla beyaz perdeye yansýmýþtý. Siyah beyaz çekilen filmin baþrollerini Rex Harrison ve Ýrene Dunne paylaþmýþtý. Daha sonra, 1956 yýlýnda ‘The King and I’ adýyla, bu sefer renkli olarak Walter Lang’ýn yönetiminde bir Broadway Müzikali olarak karþýmýza çýktý. Filmin baþrollerini Yul Brynner ve Deborah Kerr paylaþmýþlardý. Canlandýrdýðý Siyam Kralý Mongkut rolüyle Yul Brynner ilk önce izleyicilerin kalbini çalmýþ daha sonra da Oscar’ý kapmýþtý. Özellikle, kraliyet mabeyin salonunda, Yul Brynner ve Deborah Kerr’in ‘Shall We Dance’ eþliðinde dönmeleri, sinema tarihinin unutulmaz dans sahnelerden biri oldu. 1999 yýlýnda üçüncü kez ama bu sefer çizgi film olarak Warner Bross tarafýndan hazýrlandý. Rýchard Rých’in yönettiði bu nefis çizgi film 1999 Mart’ýnda gösterime çýktý. Ayný yýl, görkemli bir yapým olarak dördüncü kez, yönetmen Andy Tennant tarafýndan ‘Anna and the King’ adýyla çekildi. Filmde, mürebbiyeyi Jodie Foster, Siyam Kralýný ise yakýþýklý jön Yun Fat Chow canlandýrmýþtý. Her þey bir yana, Yul Brynner ve Deborah Kerr’in cazibesi hiç birinde yok diye düþündü kadýn. Benim favorim onlar...

Pistte yað gibi kayan Yul Brynner ve Deborah Kerr’in hayalleri yavaþ yavaþ yerini, mutluluktan bayýlmak üzere olan Japon çifte býraktý. Aðzýný açmadýðý sürece inanýlmaz zarif, tartýþýlmaz biçimde çok güzel, kýrmýzý saten elbiseli kadýn ve satýcý, dünyanýn merkezi kendileriymiþçesine dans pistini tavaf etmeye baþladýlar. Ayaklarýnda görünmez kanatlar (bu sahneyi, kim bilir kaç bin defa prova ettiler) uçarcasýna, vals yaparken bambaþka bir dünyaya ait olduklarýný ilan edercesine muzaffer bir tavýrla gülümsediler. Kieko ve satýcýdan salona yayýlan neþe ve büyü diðer insanlarý da sardý. Þýk gece elbiseleri ve smokinler içindeki saygýn hanýmefendiler ve beyefendiler, kendilerini valsin ve müziðin büyüsüne býraktýlar. Sahne mutluluk dolu bir geniþ planla kararýrken kadýn spagettisinin üzerine eðildi. Kilo alacaðý ve her kadýnýn rüyasý olan kýrmýzý ipek saten elbiseye giremeyeceði gerçeðine aldýrýþ etmeden spagettinin keyfini çýkardý.

Baþýný kaldýrdýðýnda birden kendini Çarlýk Rusya’sýnda buldu. 1950’li yýllarda, Japonya’da (büyük ihtimal) Tokyo’da bir dans salonunda vals yapan Kieko ve satýcý mutluluk içinde pistte dönerken, 19 yüzyýl Rusya’sýnda Anton Çehov’un oyunlarýndan fýrlamýþçasýna duran karakterler kadýný sarstý. Spagettiye ve beyaz þaraba gösterdiði ilgiye ara vererek bütün dikkatini beyaz cama yöneltti. Bir yaz evi, ölesiye zarif ve vakur bir kadýn. Belli ki asil. Evli, anne ve üstelik entelektüel kimliði ile saygý uyandýrýyor. ‘Çehov’un Viþne Bahçesi ve Martý’sýný anýmsatan ne var bu filmde’ diye düþündü. Yulya Sergiyevna, yakasý dantel iþlemeli elbisesi ve zarif tavrýyla yaz evinin verandasýnda, aþk ve hayat üzerine genç bir adamla tartýþýyor. (Tartýþma kelimesi burada fikir alýþveriþi anlamýnda kullanýlmýþtýr. Yoksa bizde olduðu gibi kimse birbirinin baþýný gözünü yarmaya kalkýþmýyor, kayalar niyetine kelimeleri kullanmak pahasýna olsa bile) Aþk konusunu manasýz buluyor, Yulya Sergiyevna. Aldýðý sýký terbiyeden olsa gerek. Acaba, asil Beyaz Rus kadýnlarýnýn eðitimine doðduklarý andan itibaren beþikte mi baþlanýyordu. Yoksa, buna zaten gerek yok muydu. ‘Belki, sadece genetiktir’ diye düþündü gülümseyerek, geniþ aðýzlý altýn yaldýzlý þarap kadehine uzanýrken. Þaraptan hafif çakýrkeyif.

‘Hanýmefendiler asla sarhoþ olmaz. Onlar, sadece çakýrkeyif olurlar’ dememiþ miydi Ýngrid Bergman, Anastasia’da. Çar II. Nikola’nýn en küçük kýzý Grand Duchess Anastasia Nicolaievna Romanov, ailesinin servetine göz diken aç gözlü Beyaz Rus Generale (Yul Brynner)’a duyduðu tepkiyle. Öfkenin kýrýntýsý dahi yoktu bunlarý söylerken. Yüzünde hafif bir müstehzi ifade. O kadar. Soylu bir kadýn asla kontrolünü yitirmezdi, çakýrkeyif olsa bile. 1956 yýlý yapýmý Anatole Litvak’ýn yönettiði ve Ýngrid Bergman’ýn unutulmaz bir Anastasia portresi çizdiði film, sadece romantizmiyle deðil söyledikleriyle de yüreklere kazýnmýþtý. Ýþte böyle diyordu Anastasia. Aile servetini ele geçirmek için pazarlanýþ tarzýna, özellikle doðuþtan kazanýlmýþ yetilerin, aç gözlü bir general tarafýndan kendisine tekrar empoze edilme çabalarýna tepkili, daha fazla dayanamamýþtý. Ýþte böyle haddini bildirmiþti. Çok zarif, vakur ama kesin bir ifadeyle. Tam o hassas çizgide yürüyordu. Yani, gerçekliðin köþeli sert aðzýyla, düþler ülkesinin naif yuvarlak sýcaklýðý arasýndaki o ince çizgide.

Modern zamanlardaki kadýn, düþün zincirinin ucunu tümden kaçýrmýþ, elinde þarap kadehi, yüzünde aptal bir gülüþ, arada bir yeni yetme liseliler gibi kikirdiyor, (týpký Anastasia’nýn yaptýðý gibi) ama kesinlikle haným hanýmcýk oturuyor. Bu arada, gözü beyaz camda. Kim demiþ, ‘Rus Edebiyatý, Gogol’un Paltosunun cebinden çýkmýþtýr’ diye. Hiç de deðil. Anton Çehov’un yaz evlerinin verandalarýnda bütün zamanlara hakim ‘Zaman Lordlarý’ edasýyla salýnan asil Rus Kadýnlarýnýn o büyüleyici havasýndan doðmuþtur. Ýçinde yaz evi geçen hangi esere bakarsanýz bakýn, kýyýsýndan köþesinden biraz Anton Çehov (1860-1904) kokar. Çehov’un o yýllanmýþ beyaz þarap tadýndaki karakterleri, zamana meydan okurcasýna, yýllandýkça daha naif, daha damýtýlmýþ ve bir o kadar vazgeçilmez olurlar. Karakterler ve olaylar zarif biçimde eþyanýn tabiatý gereði hikayenin aðýrlýk merkezine yerleþtirilmiþ kadýnlarýn çevresinde döner. Bu kadýnlardan çevrelerine yayýlan hüzün dolu mizah duygusu, iþi melodram havasýna sokmaya cüret eden karakterleri dizginler, tatlý bir edayla hizaya getirerek oyunun havasýna sokar. Kurulan o hassas denge içinde, okuyucunun ve seyircinin tam olarak netleþtiremediði ama yüreðine dokunan bir iç ritim yakalar. Ama bütün bunlarý, kendilerini fazla ön plana çýkarmadan, gayet zarif, olmasý gerektiði gibi iþi oluruna býrakarak yaparlar.

Ve her ne hikmetse, içinde Rusya’nýn stepleri, yaz evleri ve asiller geçen her öyküye bir parça Çehov sinmiþtir. Tüm Çehov oyunlarýnda olduðu gibi kadýnýn baþýnýn belaya girmesi uzun sürmez. Ýþte, hizmetçiler hep bu anda sahneye girerler. Zaten hizmetçiler neden vardýr, öyle deðil mi? Burada da hizmetçi, üzerine düþen görevi hakkýyla yerine getirdi. Telaþla içeri girerek, Yulya Sergiyevna’ya , ‘Madam oðlunuz hasta’ dedi. Ýþte tam bu noktada, insaný taa ruhunun derinliklerinden kavrayan, hatta kalbini söküp çýkaran o vazgeçilmez Çehov dramlarýnýn birinde olduðunu anladý.

Bu öyküleri böylesine çekici kýlan Çehov’un kadýnlarý olmalý. Bin bir acý ile yüklenen, yüklendikleri acýyla beslenen, bir dramýn kahramaný olmaktan neredeyse trajik biçimde memnun, yüzlerinde dünyanýn tüm dertlerini ve kederlerini üstlenen bir ifade. Her biri dünyanýn tüm acýlarýný zarif omuzlarýna almaya hazýr, kýrýlgan Japon biblolarý gibi duruyor. Zaten, zarafetiyle insaný felç eden o kýrýlgan Japon biblolarý da kadýnlarý resmetmez mi? Farklý zamanlarda ve yerlerde, tamamýyla birbirlerinden habersiz, ayný temayý kendi üslubunca sahneleyen kadýnlarýn ortak yaný, kendilerine biçilen rolü eksiksiz yerine getirme telaþý deðildir de nedir?

Bundan sonrasýnýn ne önemi var. Asil duygularla donatýlmýþ Sergiyevna’ya artýdan annelik kutsallýðý da eklenmiþ. Sorgulamaktan vazgeçip, Çehov’un þiir gibi karakterlerine ve oyunun masalsý atmosferine kendini kaptýrdý. Tabaktaki son spagetti parçasý ve kadehteki bir iki damla þarapla birlikte, film týpký baþladýðý gibi þiir tadýnda bitti. Kýrmýzýlý Kieko, hala Tokyo’da bir dans pistinde satýcýyla birlikte vals yaparken, zamanýn farklý noktasýnda, Çarlýk Rusya’sýnda, asil bir kadýn hasta oðlunun tasasýný çekiyor. Modern zamanlarda, baþka bir kadýn ise Ýngiltere’den getirdiði porselen takýmda servis edilen Ýtalyan usulü Spagetti Bolonez’ine katýk ettiði Türk Þarabýný tüketirken, Amerikan ezgileri eþliðinde vals yapan Japon Kieko ve satýcýyý izliyor, öte yandan oðlunun yaný baþýnda endiþeyle bekleyen Rus Yulya Sergiyevna’nýn derdine düþüyor.

Yiyecekten nesnelere, görüntülerden seslere kadar aðýr bombardýman altýnda kalan kadýn þaraptan mýdýr bilinmez. Çakýrkeyif gülüyor. Ne önemi var? Belli belirsiz, içine düþtüðü garip durumu tam manasýyla göremese bile, en azýndan sezgisel olarak kavrýyor. Üç kadýn, üç ayrý zaman diliminde, kendilerine düþen rolleri sýrtlarýndan kurulan taþ bebekler misali üstlenirken bir þeyin ayrýmýna varýyor. Büyük bir senaryonun, önemsiz bir parçasýnda, milyarlarca figürandan biri olarak yer alýrken, her biri sanki kainatýn geleceði kendi ellerindeymiþçesine oynadýklarý rolleriyle, kendi yollarýný çiziyor. Modern zamanlardaki kadýn, altýn yaldýzlý þarap kadehini masanýn üzerine býrakýrken yüksek sesle sormadan edemiyor. ‘Ne dünya ama? Ve ne senaryo?’

.Eleþtiriler & Yorumlar

:: çehov; vanya dayý üzerine
Gönderen: mustafa baysal / Ankara/Türkiye
12 Nisan 2007
peki Çehov un Vanya dayý oyunu, bu oyun üzerinden neler düþünebilirsiniz? .Oyun üzerinden bir tema belirlersek:"Hayatlarýnda amaçladýklarý, istediklari yaþama kavuþamayan insanlar umutsuzluk içimde yok olmayý beklerler" gibi bir yoyum çýkabiliyor.Çünkü yaþama karþý umutsuzluklar var tutkular, aþklar var, karmaþýk toplumsal bir alan sýkýþan insanlar var ve orda kaldýklarý sürece daha da bunalacaklardýr.Yani yaþamda kendine yer bulma savaþý var... Bütün bunlar göz önüne alýndýðýnda kuþkusuz oyunun evrenselliði son derece üst düzeydedir hele Türkiye þartlarýnada bireylerimiz pek farklý bir durumda deðildir. Bir yandan da Astrov, oyunda benim en fazla dikatimi çeken kiþi oldu garip þekilde sanki çehov konuþuyor yani on çok yakýn.yada bu oyunu sahneye koymaya çalýþsanýz neler yapardýnýz. saygýlar gönderiyorum çokca....

:: 11 subat
Gönderen: yeþim kýrlý / Ýzmir/Türkiye
17 Þubat 2005
Arthur Miller'in ölümünü "Cadý Kazaný" adlý oyununu izlemeye gittiðimde öðrendim...baþýmýz sað olsun...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn sanat ve sanatçýlar kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
'Kafkas Tebeþir Dairesi'nin Sebeb-i Hikmeti... ''
Uluslarararasý Ýzmir Festivali 20. Yaþýný Kutluyor.
Ahmet Adnan Saygun"un Mirasýný Taþýyan Onurlu Bir Sanatçý : Rengim Gökmen
Ýlhan Berk"in Þiirleri ve Sait Faik"in Öykülerini Gravürde Eriten Adam: Fatih Mika
Commedia Dell"arte Ýþliði : Michele Guaraldo, Simone Campa ve Korsanlar
Cemal Süreya"dan "Üstü Kalsýn" : Hakan Gerçek
Aðýr Abla Cecilia"nýn Müridinden Faydalý Hayat Dersleri : Ayhan Sicimoðlu
Romanya Ulusal Tiyatrosundan Bir Baþ Yapýt : Fýrtýna
Shakepeare"den Verdi"ye : Falstaff Operasý
Tiyatro Soluyanlardan "Koca Bir Aþk Çýðlýðý"

Yazarýn Ýnceleme ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Bir Varmýþ Hiç Yokmuþ
"Beni Ben mi Delirttim?" : Ferhan Þensoy
Ermiþler Ya da Günahkarlar, Ýyilik Ya da Kötülüðün Dayanýlmaz Lezzeti…
Sineklidað"ýn Efsanesi : Keþanlý Ali"nin Ýbretlik Öyküsü
Sahibinden Az Kullanýlmýþ "Ýkinci El" Stratejiler
Tek Kiþilik Oyunlarýn Efsane Ýsmi : Müþfik Kenter
Yaðmur Yaðýyor, Seller Akýyor, Kral Übü Camdan Bakýyor
Efes'li Herostratus ve 'Hukukun Üstünlüðü Ýlkesi'
Tanrýlarýn Takýlarý
Ruhi Su"nun Ýzinde : Köy Enstitüleri

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Ýbneler ve Çocuk Cesetleri [Þiir]
Komþu Çocuðu [Þiir]
Bir Bardak Soðuk Suyun Hatýrýna… [Þiir]
Ýhtiyaçtan [Þiir]
Deli mi Ne? [Þiir]
Sakýz Reçeli Seven Yare Mektuplar [Þiir]
Bir Nefes Alýp Verme Uzunluðunda… [Þiir]
Lord'umun Suskunluðunun Sebeb-i Hikmeti... [Þiir]
Pimpirikli Hanýmýn, Pimpiriklenmesinin Nedeni… [Þiir]
Yere Göðe Sýðamýyorum… [Þiir]


Seval Deniz Karahaliloðlu kimdir?

Bazý insanlar için yazmak, yemek yemek, su içmek kadar doðal bir ihtiyaçtýr. Yani benimki ihtiyaçtan. Bir vakit, hayatýmla, ne yapmak istiyorum diye sordum kendime? Cevap : Yazmak. Ýþte bu kadar basit.

Etkilendiði Yazarlar:
Etkilenmek ne derecede doðru bilemem ama beyinsel olarak beslendiðim isimler, Roland Barthes, Jorge Luis Borges, Braudel, Anais Nin, Oscar Wilde, Bernard Shaw, Umberto Eco, Atilla Ýlhan, Ýlber Ortaylý, Ünsal Oskay, Murathan Mungan,..


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloðlu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.