..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karþýsýnda zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. -Atatürk
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Bireysel > Cahit O. Kirpi




12 Nisan 2005
Armutlu Masal  
Cahit O. Kirpi
Gökten düþen üç elmaya eleþtirel bir yaklaþým


:AIFH:
Bir varmýþ, bir yokmuþ. Allah’ýn kulu çokmuþ. Boþu varmýþ, dolusu varmýþ; delisi varmýþ, “hû”lusu varmýþ... Ýlle yücesi, ille ulusu varmýþ. Masallar anlatýlýr, masallar dinlenir, adeta masallarda yaþanýrmýþ. Bir de o zamanlar her masalýn sonunda gökten üç elma düþer, hem anlatanlarý, hem dinleyenleri, hem de kahramanlarý mutlu edermiþ.
Her masalýn sonunda, dedim deðil mi? Doðrusu, hemen hemen her masalýn sonunda demeliydim. Çünkü arada bir de olsa farklý þeyler de olurmuþ.
*
Bir keresinde yine bir masalcý dede masalýný “gökten üç elma düþtü...” diye bitirdi. Aslýnda elma deðil armuttu bu üçü, üstelik üç deðil, dörttüler. Ve elbette, aslýnda gökten deðil armut aðacýnýn dalýndan düþmüþlerdi. Peki o zaman neden üç dedik ki... Evet, onun da sebebi var. Ama þimdilik böyle ortasýndan anlatmayý býrakalým da baþa dönelim isterseniz.
Bir ilkbahar günüydü. Daha doðrusu ilkbaharýn öyle hemen ilk günleri deðil de biraz daha sonraki, ilerlemiþ günlerinden biri. Bunu nerden anlýyoruz? Çünkü bahçe yemyeþil olmuþ. Öyle kar mar yok. Arýk kenarýnda çimenler, çimenlerin arasýnda papatyalar. Papatyalarýn üstünde uçuþan küçücük beyaz kelebekler. Sonra arada kuþ cývýltýlarý, biraz daha yukardan, kýzýlcýðýn oradan. Hani insan sýrtýmý güneþe verip þöyle bir ýsýtsam der ya resimli çocuk kitaplarýndaki tatlý resimleri görünce. Hah, iþte tam da öyle Ayþegül kitaplarýna layýk bir ilkbahar manzarasý. Hani hayal olmayacak, masal olmayacak, içine girip yürüyüvereceksin.
Yaþlý armut aðacýnýn genç bir dalýnda o yýl dört tomurcuk vardý. Dört tomurcuktan biri ötekilerden biraz ayrýydý. Üçü de tam olarak bir arada deðildi tabi, ikisi birbirine daha yakýn, biri onlarýn birkaç parmak ilerisinde. Bu dört tomurcuk, aðacýn diðer dallarýndaki tomurcuklardan daha önce patlamadýlar bir kere; üstelik ne daha yüksekte, ne de daha alýmlýydýlar. Yani, diðer tomurcuklardan seçilecek herhangi bir ayrýcalýklarý, bir erdemleri yoktu. Üstelik bir armut çiçeði tomurcuðunun erdemi olabilir mi, olamaz mý; o konuda da fazla bir þey bilmiyoruz. Siz bu küçük þahadaki tomurcuklarýn masalcý tarafýndan rast gele seçildiðini düþünme hakkýna sahipsiniz. Hem, kim bilir, belki gerçekten de öyledir. Bu gerçek hayatta da çoðu zaman öyle olmaz mý zaten?
Dört tomurcuktan önce nispeten diðer üçünden uzak olan patladý. Nispeten uzak tomurcuk gözünü yarý yarýya açtý ve “vay beee” diye bir hayret nidasýyla deðilse de hayranlýk düþüncesiyle, akýl yürütmenin sessiz ünlemiyle dünyayý seyre daldý. “Bir özge temaþagah imiþ.” dedi içinden. Bulunduðu yerden bir parça gökyüzü, beyaz bir bulutun bir koyunu andýran parçasý, ilerdeki dalda tamamen açýlmýþ üç beþ çiçek ve kendi bir karýþlýk dalcaðýzý görünüyordu. Ýlk o yalnýz tomurcuk patlamýþtý. Bir süre sonra üçlü gruptan diðer ikisinin birazcýk uzaðýnda olaný yarýldý. Onun gözü aþaðý bakýyordu. Kendi dalýný görüyordu her þeyden önce. Kendi dalýndaki diðer üç tomurcuðu görüyordu. Sonra alt dallardaki bir sürü çiçeði, tomurcuðu, aðacýn gövdesini, armut aðacýnýn hemen altýndan akan arýðý, gökyüzünün arýða düþmüþ küçük bir parçasýný da görüyordu. Hatta bir ara aðacýn altýnda gezinen bir kýzcaðýzý da görür gibi olmuþtu ama bu bir küçük andý. Geçti gitti...
Diðer iki tomurcuk hemen hemen beraber açtýlar diyebiliriz. Onlarýn yüzü daha çok birbirine ve bir parça kendilerine yakýn üçüncü çiçeðe dönüktü. Hatta belki bu dört çiçekten dördüncüsünün bir ölçüde kendi içine dönük olduðunu bile söyleyebiliriz. Tabi bu sözümüz biraz havada kalacaktýr kaçýnýlmaz olarak. Çünkü söz konusu çiçek bir nergis deðil, eni konu bir armut çiçeðidir. Peki armut çiçekleri içinde nergisin hastalýðýna yakalananlar olamaz mý? Aslýnda olabilir. Bu teknik olarak mümkünse de, burada böyle bir durumdan bahsetmemiz gerekse içlerinden bu pozisyona en uygun olaný sanýrým açýlýþ sýrasýna göre ikinci çiçek olurdu. Çünkü bir kere yüzü arýða dönük. Çaðrýþým gayet net olmalý burada. Bu dördüncünün içe döküklülüðü ise biraz daha farklý. Diyeceðim, hani biraz içine kapalýlýk biraz içsellik alaþýmlý, daha bir feylosofça, daha bir kalender duruþlu.
Zaten biraz tuhaftý bu dördüncü çiçek. Dalýn dördüncü ve son çiçeði olduðu için ona Sonçiçek adýný vermiþlerdi kendi aralarýnda. Böyle ad verme modasýna kapýlmalarýna da ara sýra gelip armudun altýnda oynayan ve armuda çýkmalarý yasak da olsa ellerinin ulaþabildiði dallardan yiyen çocuklar sebep olmuþlardý. Ama elbette þimdilik yedikleri bir þey yok. Çiçekler onlarýn armut yediklerini bilmiyorlar. Bunu masalcýnýz söylüyor. Yukardan, evin balkonundan bakýyor ya. Bu çocuklarýn da her birinin bir adý vardý. Bununla da yetinmez, her gün oyuna baþlarken senin adýn þu olsun, senin adýn bu olsun diye adlardan ad beðenirlerdi. Sonra mesleklerden meslek, statülerden statü beðenirlerdi bir de. Sen hemþire ol, sen dayý ol, sen ayý ol... Ne olmak isterlerse, kim olmak isterlerse olurlardý. Bu dört çiçek de dördüncü çiçeðe senin adýn Sonçiçek olsun demiþlerdi. Sonçiçek yaðmurlarý severdi. Küçük tatlý yaðmur tanelerinin kendini okþamasýndan hoþlanýrdý. Hatta küçük bir yaðmur koleksiyonu vardý da bir gün bir arkadaþýna ödünç verdi diye alay konusu olmuþtu. Bir armut çiçeði için yaðmurlardan hoþlanmak pek makul bir þey deðildi halbuki, yaðmur biraz sert yaðsa bir sürü çiçeði yere indirebilirdi. Gerçi bunlar alt dallarda olduklarý için bu konuda daha þanslýydý ama yine de bir meyve çiçeðinin yaðmurlarla böylesine sýký fýký olmasý hayra alamet sayýlmazdý. Üstelik bu çiçek bir de kötü havalarý severdi. Diðer bütün çiçekler soðuk vuracak da bir armut bile olamadan topraða karýþacaðýz diye korkarken bu küçük çiçek güzel havalarda bir ben mutsuz oluyorum, kötü havalarda herkes mutsuz oluyor, dolayýsýyla eþitleniyoruz bir parça, diye düþünür ve kötü havalarý severdi. Bu iyi kötü hava konusunda ve erken ölümden korkmamada üçüncü çiçek de biraz Sonçiçek’le benzer doðrultuda düþünürdü. Ama onun gerekçesi farklýydý. O kadar geliþip, kývama gelsek de nasýl olsa armudun iyisini ayýlar yermiþ, öyleyse ha bir ayýya yem olmuþum, ha daha çiçekken dökülüp çimeni süslemiþim, diye düþünürdü. Ama aslýnda, bir bahar dalý olarak koparýlýp, genç bir kýzýn çalýþma masasýndaki vazoya yerleþtirilmeyi hayal ederdi. Biraz romantikti. Arýk kenarýndaki birkaç çiçekle tanýþmaya, ara sýra civarlarýndan geçen arýlardan, kelebeklerden baþka aðaçlardaki, uzak bahçelerdeki çiçeklerin ismini öðrenmeye çalýþýrdý. Bu yüzden onun adýný Binçiçek takmýþlardý. Ýkinci çiçek ise olmadýk þeyleri kendine dert eder, aslýnda pozisyonu o kadar fena olmasa da (yani gördüðü manzara her armut çiçeðine nasip olmayacak cinstendi) genelde bunalým takýlýrdý. Bunun için adýný Bunçiçek takmýþlardý. Ýlk açan çiçeðe de Önçiçek diyorlardý. Hem dalýn ilk çiçeði olduðu için, hem de önü açýk olduðu, oldukça uzak mesafeyi görebildiði için.
Ömürlerinin tek baharýný Bunçiçek biraz bunalým takýlsa, Sonçiçek karamsar bir tablo çizse, Binçiçek geleceðe güvenle bakamasa da neþeyle geçirdiklerini söyleyebiliriz. Aslýnda bu tek baharýn tadýný en çok Önçiçek çýkardý. Gözü yükseklerdeydi. Bir çok þeyi görebiliyor, diðer daldaþlarýný anlattýklarýyla eðlendirebiliyordu. Bunçiçek de arýðý ve arýða yansýyan þeyleri görüyordu ama anlatma konusunda her zaman istekli olmuyordu. Anlatsa bile anlatýlarýyla neþelendireceðine moral bozuyordu. Kendisi bu durumu “hayatýn gerçekleriyle yüzleþmek” tabir ediyordu. Aslýnda bu durum, kendileri anlayamasa da normal sayýlýrdý. Çünkü ne de olsa gözü yukarý dönük olan Önçiçek uçan kuþlar, yýldýzlar görüyordu. Bunçiçek ise, güçlü fýrtýnanýn kopardýðý çiçeklerin çürümeye yüz tutmuþ cesetlerini, acele acele ve ýstýrapla çalýþan böcekleri (Armudun hemen altýnda bir karýnca yuvasý vardý.) görüyordu. Sonra yavaþ yavaþ bir armut olduklarý anlaþýlmaya baþladý. Ve o tatlý beyaz libaslarý, hani bir zamanlar vücutlarý sandýklarý o beyaz çiçek onlara hiç acý vermeden uçtu gitti.
Þimdi, armutlarýn yazgýsý, bir parça ipek böceðinin kaderine benzer aslýnda. Yani ilk bakýþta öyle görünür. Aslýnda bu benzeyiþ içinde bir tezat saklýdýr. Ýpek böceði ya da ipek kurdu önce bir kurttur varý yoðu, sonra kozasýný örüp kelebek olur. Tabi, daha kozasýnýn içindeyken kýzgýn sulara atýlýp kendi elleriyle kendi kefenini örmüþ olmazsa. Bir armut ise önce bir çiçektir. Bir kelebek gibidir bu haliyle, sonra o kelebek kanadý gibi narin taç yapraklarý dökülür, týrtýl gibi etli butlu gövdesiyle kalakalýr. Durum tamamen bundan ibarettir. Týrtýl çilesini çekip - uçmak bir erdemse eðer - böyle bir kamilliðe ulaþýrken; armut, çiçeðini uçurduðunda çilesinin daha yeni baþladýðýnýn farkýnda bile deðildir. Üstelik rahat bir geçmiþin hatýralarý bu çileyi katmerlendirecektir ve elbette bu durumu önceden kestirebilmesi mümkün deðildir. Onun çilesi, güneþin baðrýnda piþmektir. Ýnsanoðlu þöyle der “Armut piþ, aðzýma düþ.” Bu bir hazýr lokmadýr onun için. Umurunda deðildir armudun ne ýstýraplarla piþtiði. O sadece aðzýna düþecek tatlý, sulu bir meyveyle ilgilenmektedir. Ýþte bizim dört kafadar için de böyle acý bir süreç baþlamýþtý. Hamlýk, piþme ve yanma süreci. Her armut yanmazdý ama. Çoðu armut piþince koparýlýr, hayatlarýnýn bundan sonraki devresini bir baþka hayat derecesinde geçirirlerdi. Bundan geride kalan armutlarýn ne kadarýnýn haberi olurdu? Bu konuda da araþtýrmacýlar net bilgiler veremiyorlar yazýk ki.
Gerçi artýk çiçek deðillerdi ama adlarýný deðiþtirme ihtiyacý hissetmemiþlerdi. Birbirlerine yine Önçiçek, Bunçiçek, Binçiçek ve Sonçiçek diye sesleniyorlardý. Aslýnda bu isimlerin içeriði de kalmamýþtý oysa. Dalýn neresinde duruyorsun, rüzgârý ve güneþi hangi açýlardan ne kadar süreyle alýyorsun... Bir armudun hayat evreleri için bunlar gibi bir çok etken önem taþýmaktadýr. Yani her armut için ayný saat ve takvim iþlemez. Her armut çiçeði kendi hayatý içinde kendine has zaman ölçüleriyle birlikte doðar. Bu ne demektir? Kýsaca bu þu demektir ki, mesela ilk açan çiçek ilk dökülecek, yine önce o armut piþecek diye bir kural yoktur. Bütün þartlarýn gayrý nizamî birleþenlerinin tesiri altýnda pekala son açan çiçeðin ilk dökülen çiçek olmasý bile mümkündür. Bu arada bir çiçeðin düþünceleriyle bir armudun düþünceleri de ayný olmaz. Bu çiçek bir armut çiçeði bile olsa.
Yukarda anlatýlanlar sadece bir örnek ve anlatýlanlarý okurun zihnine yaklaþtýrmak için söylenmiþ olay örgüsünün dýþýnda laf-ý güzaftan ibaret. Bizim ele aldýðýmýz söz konusu dört çiçekten örneðe uygun olsun diye önce en son açýlan Sonçiçek dökülmüþ deðil yani. Ýlk dökülen Bunçiçek oldu. Bir sabah, kuþ cývýltýlarý arasýnda saba rüzgârýný dinliyordu. Kendini neþeli hissettiði nadir sabahlardan biriydi. Tatlý saba rüzgârý ve kuþ sesleriyle sarhoþ, gözlerini kapadý ve içinden, sanki hemen o an uçuverecekmiþ gibi bir his geçti. Sanki tamamen hafiflemiþ, kendisini armut dalýna baðlayan bütün kayýtlardan kurtulmuþtu. Sonra gözünü açtý ve gözlerine inanamadý. Gerçekten berrak bir suyun üstünde süzülüyordu. Ama iþin en ilginç yaný hem artýk armut dalýndan yavaþ yavaþ, süzüle süzüle ayrýldýðýný müþahede ediyordu, hem armut dalýndan bakýyormuþ gibi küçük beyaz beþ paraþüt olup süzüle süzüle arýðýn suyuna iniþini. Bir süre sonra bu ilk görüþünü kaybetti. Artýk sadece daldaki yerinden, süzülen çiçeðini, kendi kýlýfýný görüyordu. O an aslýnda kendinin bir çiçek deðil, bir armut olduðunu, çiçeðin sadece kýsa bir süre için kendini koruyan zarf olduðunu anladý. Artýk kefeni yýrtmýþtý. Arýða düþen beyaz çiçek yapraklarý sanki daha demin kendine ait bir parça, hatta bizzat kendi deðilmiþ gibi, öyle olduðunu düþünmüyormuþ gibi bir süre anlamaz gözlerle bu beyaz yapraklarýn akýþýný seyretti. Sonra yapraklarý, bir bakýma o güne kadarki kollarý kanatlarý, yavaþ yavaþ gözden yiterken içini bir hüzün kapladý, boðazýna bir þeylerin düðümlendiðini hissetti.
Sonradan bu tecrübesini üç dostuyla paylaþýrken olayý aynen bu sözlerle anlatacaktý: “Ýçimi bir hüzün kapladý, boðazýma bir þeylerin düðümlendiðini hissettim.”
Bu olayý müteakip birkaç gün içerisinde diðer üç armut da çiçeklerini döktüler.
Her birinin ayrý ayrý hamlýðý ve piþmek için çektikleri çileler oldu. Bütün bunlarý anlatmak çok zaman alacak. Hepsini anlatmak bir akþam masalý için bile uzun olurdu. Ama bu uzun olgunlaþma sürecini bitirmeden önce anlatmak zorunda olduðumuz bir sabah var ki, onu atlamak olmaz.
O sabah da bir çok benzeri sabah gibi bir sabahtý aslýnda. Güneþ yine her zamanki gibi doðudan doðmuþtu. Artýk bir yaz sabahý olduðu için biraz daha erken doðmuþtu eskisine göre. Armut aðacýnýn dallarýnda taranarak tatlý bir rüzgâr esmiþti. Biraz ilerdeki çitin kýrýk üç tahtasýndan sarkan böðürtlen dalý hafifçe salýnmýþtý. Bir süre sonra, artýk yetiþkin birer armut olan dört daldaþ uyandýlar. Bu günün onlar için diðer günlerden herhangi bir farký yoktu. “Alem yine ol alem”di, el-alem yine ayný el-alem. Aradan geçen zaman zarfýnda armutlardan her biri deðiþmiþti. Mesela Bunçiçek artýk eskisi kadar sýk “Bugün çok bungunum çocuklar.” demiyor, Binçiçek “Aman Tengrim!” nidasýyla bakýþlarý kendine çevirmiyordu. Sonçiçek de yaðmur koleksiyonunu bir tarafa býrakmýþ, az buçuk rüzgârlarla ilgileniyordu. Çünkü artýk yaz gelmiþti ve yaðmurlar tamamen kesilmiþti. Bir baþka bahar görme þanslarý da olmadýðý için yaðmur koleksiyonunu bundan böyle hayalinde bir hatýra olarak saklamaktan baþka yapabileceði bir þey yoktu. Önçiçek yine yukarýlarý rasat ediyordu. Ama eskiden olduðu gibi gördüðü her þeyi, aklýndan geçen her düþünceyi diðerleriyle paylaþmak gibi bir kaygýsý yoktu artýk. Daha az konuþuyor, daha çok dinliyordu. Olacaklarý bilse belki böyle yapmazdý ya neyse.
Bir süre sonra güneþ bir iki çam boyu yükselince böðürtlenli çitin iki üç kýrýk tahtasýný iterek birkaç çocuk geldi. Son günlerde ara sýra ellerinde dürümleri geliyor, armut aðacýnýn altýnda dürümlerini ýsýrýp havadan sudan konuþuyorlardý. Bazen de gündöndü çekirdeði yiyor, kabuðunu arýða tükürüyorlardý ki Bunçiçek bu durumdan pek hoþlanmýyordu. Bir süre yine eskiden olduðu gibi okullarýndan, sýnýf arkadaþlarýndan konuþtular, son günlerde seyrettikleri filmlerden bahis açtýlar. Sonra küçükleri kendini sýrt üstü çimenlere attý ve gözlerini bulutlara dikti. Bir süre sonra gözleri bulutlardan daha yakýn mesafelere ve nihayet armut aðacýnýn dallarýna geldi.
- A, dedi, bakýn armutlar olmuþ.
Hepsinin gözleri armudun o an için kendilerine en yakýn olan dalýna çevrildi. Bu dal, bizim dört armudun bulunduklarý daldý. Ýriceleri yerinden kalkýp önce bir bacaðýndaki kotun arkasýný silkeledi. Sonra uzandý. Elleri yetiþmeyince bu kez zýpladý. Dala yapýþýp sonra dalý býraktý. Dal ciddi bir sarsýntý geçirmiþti. Üç armut ne olduðunun farkýna bile varamadan kendilerini yerde buldular. Ama ayný yerde deðil. O an Bunçiçek çocuklarýn önüne düþtü. Hemen kaptýlar. Doðrusu isabet olmuþtu. Çünkü içlerinde en etli butlularý bu idi. Diðer armutlar dikkatlerinden kaçmýþtý. Sonçiçek ilk düþen olmuþtu halbuki, yine dalgýn anýna rastlamýþtý ve birden kendini yerde bulmuþtu. Ama düþtüðü yerde de kalamayýp, arýða yuvarlandý. Sonra arýk boyunca aktý gitti. Onu böðürtlenli çite kadar takip edebildik, sonra ne oldu, nereye gitti bilmiyoruz. Binçiçek ise çok sevdiði papatya kümelerinden birinin içine düþmüþtü. Çocuklar onu ne kadar aradýlarsa da bulamadýlar. Ellerindeki tek armudu suyunu akýta akýta sýrayla ýsýrarak yediler.
En acýnacak durumda olan Önçiçek’ti aslýnda. Üç arkadaþý düþünce dalda tek baþýna kaldý. Ýki saðlam yaprak düðümü arasýnda kaldýðý ve dalýn üst tarafýnda olduðu için bu büyük sarsýntýya bile dayanmýþ, yere düþmemiþti. Arkadaþlarýnýn nerelere düþtüðünü, baþlarýna neler geldiðini o an için ilgiyle izledi. Ama bir süre sonra sýkýlmaya baþladý. Birkaç arý gelip saðýndan solundan yediyse de yavaþ yavaþ kuruyup buruþuyor ama kimse onu bulunduðu yerde göremiyordu. Ve artýk konuþabileceði, gördüklerini, düþündüklerini paylaþabileceði hiç kimse yoktu. Güzün kurutmak için kalan armutlarý silkmeye gelen yetiþkinler de onu göremediler. Böylece karýyla kýþýyla üç kez mevsimlerin dönüp dolaþtýðýný gördü tek baþýna. Bir insan, hadi bilemedin bir hayvan vücudunda dirilemediði için yandý durdu. Hiç deðilse topraða karýþabilse, humus olabilseydi... Ama iþte tek baþýna, muallaktaydý. Üç yýl sonra artýk gövdesi çürümeye baþlayan armut bir kýþ günü þiddetli bir rüzgâra dayanamadý ve gürültüyle yýkýldý. Ayþegül’ün annesi balkona çýktý ve:
- Olacaðý buydu, dedi, ben beni bileli orada bu yaþlý armut.
Ýki býyýklý adam gelip bir býçkýyla armudun gövdesini biçtiler. Götürüp odunluða istif ettiler. Bu arada kapkara, buruþuk mu buruþuk bir armut böðürtlenin altýna yýðýlmýþ gübrenin yakýnýna düþmüþtü. O bahar, orada küçük bir fidan çýktý. Ayþegül’ün annesi çevresini arýtýp bu fidana özenle baktý. Ama hiç kimse bu fidanýn nasýl çýktýðýný anlayamadý. Kimi kuþlara verdi, kimi buzaðýya. Oysa bizim Önçiçek üç yýl hiç konuþmamýþ, bütün duyuþlarýný, düþüncelerini çekirdeðine atmýþtý. Ýyice olgunlaþýp sertleþen çekirdek de böyle uygun bir vasat bulunca filizlenivermiþti iþte.
Yazýn dört yýl önce armutlarýn olduðunu gören küçük oðlan ninesiyle bahçeye inmiþti. Ninesine küçük fidaný gösterdi.
- Nine, dedi, þu fidana bak, ne bilge duruþu var deðil mi?
Ninesi gülümsemekle yetindi...

*

Bir gün yaþlý bir adam etrafýna oturup pür dikkat onu dinleyen torunlarýna masal anlatýyordu. Bir ara çocukken bir arýk kenarýnda kendini çimenlere atýþýný, dalda gülümseyen üç armudu görüþünü hatýrladý ve sözlerini þöyle bitirmeye yeltendi: “... sonra gökten üç armut düþmüþ, biri...”
Orada, o an onu dinlemekte olan torunlarý hemen atýldýlar:
- Hayýr, hayýr. Armut deðil dede, elma. Gökten hep elma düþer.
- Peki, öyle olsun, dedi, yaþlý adam, elma olsun...



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Cahit O. Kirpi kimdir?

Akýl yürüteyim derken hayallere dalan, gerçeklerden kaçmak için uykuya sýðýnan bir adam. . .

Etkilendiði Yazarlar:
Mustafa Kutlu, Herman Hesse, Knut Hamsun, Halil Cibran, Hüsrev Hatemi, Necatigil vs...


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Cahit O. Kirpi, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.