..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Gerçek bir sevgide diðer insanýn iyiliðini istersin. Romantik sevgide diðer insaný istersin. -Margaret Anderson
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Aný > Murat M. UÐURLU




8 Mayýs 2005
Ddt  
Murat M. UÐURLU
Doðanýn ve ananýn kucaðýnda, babanýn yanýbaþýnda yetiþen bir köy çocuðunun, gündelik yaþamýndan geleceki günlerine yansýyanlar.


:BEJF:
DDT

“Kalk... kalk...oðlum...uyan..”
Annem, yataðýmýn kenarýna çöküp kulaðýma eðilmiþ, fýsýldayarak beni uyandýrmaya çalýþýyordu. Gözlerimi araladýðýmý görünce yavaþça öptü yüzümü.
Fitili kýsýlmýþ on beþ numara gaz lambasýnýn ýþýðýnda parýldayan küçücük yeþil gözleri, cýmbýzla alýnmýþ hilal kaþlarý, kývrýk uzun kirpikleri, pür dikkat beni izliyorlar ve sessizce; ana yüreðiyle yaþamýn dayatmalarýnýn çatýþkýsýný haykýrýyorlardý.
Sözün gücünü aþan, analýk genetiðine iþlemiþ rafine görsel þifrenin dili, ne çok þeyi, yoðun, karmaþýk, üst üste yamanmýþ; sadece analara özgü, ayan beyan ortada ne çok duyguyu anlatýyordu.
Koyun koyuna yatýyordu yavrucaklarý.
Ben, göze batan, baþaða duranýydým. Anasýnýn kuzusuyken, babasýnýn can yoldaþý oluvereniydim. Ne çabuk büyümüþtüm de tarlaya tapana gider olmuþtum.
Bir zamanlar göbek baðýndan kurtularak bedenini terk edip eteðinin altýna düþmüþtüm. Þimdi eteðinin altýndan da çýkýyor, babamýn dünyasýna geçiyordum.
Nice güneþler altýnda yanacak, sulu sepkenlerde yýkanacak, efil efil meltemlerde, gölgelerde salýnacaktým.
Doðanýn bin türlü acý, tatlý, hýrçýn, munis, haþin darbeleriyle; insanlarýn sevgi, þefkat, kalleþlik, pusu, iyilik, kötülük, yalan, dolan gibi birçok davranýþlarýyla sýnanýp olgunlaþacaktým.
Göz göze geldik ve zaman mefhumu yok oldu; kitaplar dolusu sözler aktý bakýþlarýmýzdan kirpikler birbirine deðesiye.
Gülse mi, aðlasa mý, keyiften fýr dönüp oynasa mý?
Oyalý çemberinin çevrelediði yanaklarýna henüz kan yürümemiþti.
Amerikan bezi renginde aðarýktý yüzü.
Yine de güzelliðini, cazibesini yok edememiþti doyulmamýþ uyku tortularý; tersine, yüzündeki kadýnsýlýðýn üzerine anaçlýðýn kutsallýðý yansýmýþ ve bir baþka letafet katmýþtý güzelliðine.
Sað elinin içiyle, kuþ kanadý hafifliðinde ve meltem sýcaklýðýnda þefkat ve gururla okþadý saçlarýmý.
Bütün duygularý içime aktý; yüreklendim, kaným ýsýndý ve hiçbir þey söylenmeden, hiçbir þey söylemeden anlaþtýk.
Bir tek bakýþta, onlarca þey nasýl da biri diðerine karýþmadan, diðeri ötekini gölgelemeden bu denli yalýn ve gizemli bir ahenkle anlatýlabiliyordu?
Söze dökülemeyen düþünceler, bin yýllarýn kalýtsal becerisi olarak nasýlda yansýyordu göz bebeklerine, saç tellerine, kirpik kývrýmlarýna, gamze gölgelerine; hem de harfi harfine ve noktasýný, virgülünü eksik etmeden.
Sabah mahmurluðunu silkip atmama yetmiþti mahzun, biçare ve içimi eriten dokunaklý bakýþlarý.
Týslar gibi konuþarak sürdürdü sözlerini; “Baban kalktý... seni bekliyor.”
Gece boyunca yarý uyanýk beklemem sona ermiþti. Yine de içimi dolduran coþku bedenimdeki uyuþukluðu çözmeye yetmiyordu.
Her zamankinden çok erkendi ve onca motivasyona karþýn kendime gelmekte zorlanýyordum. Pelte gibi gevþemiþ körpe kaslarým dengesini bulamýyor, ayaða kalkmama izin vermiyordu. Sýtma nöbetine tutulmuþçasýna titriyordum.
Kardeþlerim duvar tarafýna doðru dizilmiþlerdi,.Ben yataðýn ucundaydým, onlarýn yataktan düþmelerini engellemekle yükümlüydüm. Toparlanmak için Ýki nefeslik süre oturdum. Annem dizlerinin üzerinde dikilmiþ izliyordu.
Omzuna tutunarak yavaþça kalktým ayaða.
Yataðýn baþucunda kývrýlmýþ duran pantolonumu elime aldým, parmaklarýmýn ucuna basarak odadan toprak üstüne geçtim.
Köylerimiz çok bayýrdýr. Bu nedenle yarýsý toprak, diðer yarýsý tahta döþeme üstünde kuruludur evler.Topraklý bölüm on metre uzunluðunda, üç metre geniþliðindedir.
Evlerin temeli taþ duvarla toprak üstü seviyesine kadar örülür. Taþ duvarlarýn üzerine, tahta döþemelerin çakýlacaðý, kalýn aðaçlardan kiriþler dizilir. Döþemelerin altý ahýr olur.
Toprak üstünün orta yerindeki duvarýn içine ocaklar kurulur. Bizim ocak, sabahtan akþamýn geç saatlerine kadar isli dumanlar ve çatýrtýlar salarak yanar. Annem,gün boyu bu ateþin etrafýnda döner durur.
Yemek ve yal kazanlarý, ekmek saçlarý, su güðümleri annemin eliyle ocak arasýnda bir biriyle kovalamaca oynarlar.
Bu bitmez koþuþturmaya kapýlan anamýn aðarýk yanaklarý kýrmýzýya boyanýr ve güller açýlýr saatler ilerledikçe.
Toprak üstünde rahatça giydim pantolonumu. Ocakta çýtýrdayarak yanan çalýlarýn ýþýðý içeriye mistik bir aydýnlýk yayýyordu. Ýncecik çalýlar her çýtýrdayýþta evin içindeki aydýnlýk birden artýyor, ardýndan yine soluyor ve sürüp giden bu tekrarlarýn meneviþleri duvarlarda hareler çizerek oynaþýyordu.
Her zamanki yerine, toprak üstü ile döþemenin birleþtiði yere kurulmuþtu sofra. Döþemeye yüksekte olduðundan iskemle yerine geçer, sofra baþýnda rahat etmemizi saðlardý.
Sofranýn ortasýndaki bakýr tabaktan pancar (kara lahana) çorbasýnýn tüten dumanlarý yükseldikçe evin içi tereyaðý, biber karýþýmý kokularla doluyordu.
”Çorbaný ye oðlum. Baban çoktan yedi. Kaynar deðil, ýlýdý... tereyaðý da attým biraz” dedi, anam.
Döþemeye oturdum, sofrayý önüme çektim. Tabaðýn yanýnda duran yarým sac ekmeðini katýk edip, nerdeyse çiðnemeden yuttum kahvaltýmý. Çorbanýn üstüne bir tas da su içtim. Biber biraz sert çýktý, aðzýmý yaktý ama uykumun açýlmasýna iyi geldi.
Bir sýçrayýþta eþiðe ulaþtým. Kapýnýn yanýndaki raftan aldýðým Trabzon lastiðini guvaldama (Çorapsýz, çýplak ayaklarla ayakkabý giymeye “guvaldama” denir.) giydim ayaðýma. Kapýnýn çengelini tuttu, kaldýrdý anam. Her zamankinden daha yüksek, ürkünç ve acý bir gacýrtýyla, sessizliði yýrtarak açýýdý kapý.
Gri, soðuk ve derin bir sessizliðin içine düþtüm.
Gökyüzünde ne bir yýldýz parlýyor, ne de ay görünüyordu. Her þey, herkes uyuyordu.
Yalnýz biz ayaktaydýk.
Babam, içinde DDT körüðü olan þeleðini giyinmiþ, yolun baþýnda bekliyordu.
“Haydi bakalým aða, gidiyoruz” dedi.
Elinde tuttuðu DDT torbasý konulmuþ küçük þeleðimi sýrtýma yükledi. Bu þeleði benim için yapmýþtý babam. Yaðmurlu günleri þelek yapmaya veya kýrýlanlarý onarmaya ayýrýyordu. Ben, yanýna oturur hünerli ellerini izler, aðaçtan çýkan efsunlu kokuyla yarý sarhoþ þelek yapmanýn inceliklerini öðrenmeye verirdim tüm dikkatimi.
Evin içi her boydan ve kardeþlerimin güçleriyle orantýlý þeleklerle doluydu. Benimki onlardan büyüktü. Herkes þeleðini tanýrdý.
En az annem kadar sevgi, hüzün, ikircim ve kývanç tütüyordu sesinde. Kurþun rengine bürünmüþ dünyada yüzlerini seçemiyordum ama ikisinin de yanaklarýnýn kývrýmlarýna mutluluk çizgilerinin konduðunu hissediyordum..
Her sabah olduðu gibi günün hangi saatinde olduðumu kestirmek için Sis daðýnýn baþýna doðru çevirdim yüzümü.
Koca daðýn dumanlý tepesi henüz aydýnlanmamýþ, silueti bile görünmüyordu. Saat kullanmayý bilmediðim yýllardý, güneþin daða uzaklýðýný ölçerek tahmin ediyordum zamaný.
Ne zaman evden çýksam elimde olmadan Sis Daðý’na çevirirdim gözlerimi.
Bir çok kez sabahýn erken saatlerinde çýkmýþtým evden. Ama, Güneþ'i, hep Sis Daðý’nýn üstünde ve günün ilk ýþýklarýný üzerimize boþalttýðý saatlerde görmüþtüm.
Bu kez çok daha erkendi, karanlýðýn içindeydik. Hava ürpertecek kadar serindi, her yerde derin bir sessizlik egemendi ve çýt çýkmýyordu.
Babamýn sýrtýndaki þeleðin içinden DDT körüðünün borusu çýkmýþtý ve alaca karanlýðýn içinde olduðundan iri görünüyordu.
Babamý çok iri görünce, son günlerde uzamaya geçmiþ olan boyumun kýsalmýþ olduðu duygusuna kapýldým.
Eðilip kalkarken yanýnda durur, çaktýrmadan göz ucuyla bel hizasýna bakarak boyumu ölçerdim. Uzun yýllar kalçasýna yetiþememiþtim ve hiçbir zaman da yetiþemeyeceðimi sanýyordum. Son zamanlarda baþýmýn kalça hizasýný geçtiðini fark edip, oldukça sevinmiþtim.
Kýsalmanýn sýrasý mýydý ve durduk yerde boy kýsalýr mýydý?
Bugün babamla eþit koþullarda çalýþacaktým. Çocuklarýn yaptýðý iþten farklýydý DDT vurmak. Getir, götür, falancalara haber ver, inekleri otlat, çeþmeden su taþý iþi deðildi bu.
DDT körüðü boynumuzda kocaman fýndýk bahçesini ilaçlayacaktýk. Sorumluluðumun artýðýnýn, kapasitemin sýnýrlarýnýn geniþlediðinin saptanacaðý sýnava soyunuyordum.
Kalýbým, görüntüm yerinde olmalýydý. Bir yolunu bulup babamýn yanýna sokularak boy kontrolümü yapmalýydým. Bu pozisyonu yakalamam için onun yerden bir þeyler almasý, benim de ona yardým etmem ve o arada kalça hizasýna yakýn olmam gerekiyordu.
“Hadi bakalým aða, gidiyoruz” sözleri üzerine, dizlerimi kýrarak eðildim, sapý boyuma göre kesilmiþ girebimi elime aldým, babamýn ardýna düþtüm. Girebi taþýmak da ergenlik belirtisiydi.
Bir yerlerini keser, kullanmasýný beceremez diye “kendine sahip olamayan” çocuklara girebi verilmezdi.
Babam önden gidiyor, ben onu izliyordum. Hiçbir zaman uzun cümleler kurarak konuþmamýþtýk; o, kýsa, net sorular sorar, kýsa net yanýtlar verirdim ben de. Yine konuþmadan yürüyorduk. Ýn cin top oynuyor, yaprak kýpýrdamýyor, yalnýz lastik ayakkabýlarýmýzýn kara taþlardan çýkardýðý týkýrtýlar bozuyordu sessizliði.
Týkýrtýlarýn artmamasý için özel çaba gösteriyordum. Sanki sessizliði bozmakla suç iþleyecek ve gizil güçler eliyle cezalandýrýlacaktým.
Öte yandan babamýn adýmlarýyla yarýþýyor, bastýðý yeri gözlüyor; adýmlarýmý, adýmlarý kadar açýp ayný taþlara basmaya çalýþýyor, denemelerim baþarýlý oldukça göneniyordum.
Ne büyük mutluluktu benim için babam kadar geniþ adýmlar atýyor olmak. Keyfime diyecek yoktu doðrusu.
Masum bir yarýþma havasýnda sürdürdüðüm bu yürüyüþ biçimi sekme ile atlama arasý bir oyuna dönmüþtü. Adýmlarýmý normalin üzerinde açýnca ýsýnýyordum da.
Yürüdükçe alaca karanlýðýn rengi açýlýyordu.
Göz yordamýyla yürümekten kurtuluyor, çevremi seçebiliyordum. Sabahýn çiðleri inci taneleri gibi düþmüþtü otlara, yapraklara. Elime alýp içmek geçiyordu içimden. Ne yazýk ki bu tür oyunlara ayýracak vakit yoktu.
Hoplayýp, zýplarken farkýnda olamadan Ýncirli Kaþ’a gelmiþiz.
Tepeye varýnca; denizin nemini, otlarýn ve yapraklarýn kokusunu içine alan saba yeli selamladý yüzümü. Tenimden damarlarýma süzülen hoþ bir sarhoþluk usulca benliðimi kapladý.
Kara Denizin koyu maviliðini buradan görmeye baþlarýz.
Kafamýzý kaldýrýp baktýðýmýzda, Görele burnu ile denizin birleþtiði yerde, deniz ve gök birleþerek ufkumuzu çizer.
Ufkun gerisi masallar diyarý, hayaller alemidir. Duyduðumuz tüm öykülerin kaynaðý, o, arkasý görülmeyen çizginin ötesine aittir.
Ýncirli Kaþ’a çýkýp, Kara Deniz’le göz göze gelmeyi beklerken; alabildiðince uzayýp giden koyu bir grilikle karþýlaþtým. Kara nerede bitiyor, deniz nerede baþlýyor pek belli olmuyordu.
Buna karþýn belleðime kazýnmýþ olan bu coðrafyayý gün ýþýðýndaymýþçasýna görüyor gibiydim.
Göz yordamý ile kestirdiðim kadarýyla Görele Burnu’nun denizle birleþtiði yerde, tepsi kenarý büyüklüðünde, krmýzýnýn deðiþik tonlarýyla çevrelenmiþ, yumurta sarýsýnda ve kocaman bir yumurtanýn ucu görüntüüsnde, masal dünyalarýna ait olabilecek, görkemli, bulutumsu bir þey duruyordu.
Eðer orada olsam elimle tutar, parmaklarýmýn arasýnda mýncýklayarak renk karýþýmýný ufalayabilirdim.
“Bu ne..?baba..” diyebildim.
“Her zamanki gördüðün Güneþ. Þafak söküyor.” ded.
Güneþ, sanki geceyi denizin derin sularýnda geçirmiþ;ateþini, korunu, gözleri kör eden ýþýðý temelli sönmüþtü.
Biz yürüdükçe yumurta sarýsý bir kütle de yükseliyor ve içinden her iki yanýna, diken çiziði bir yaradan ince ince sýzýp yayýlan kan akýntýsýný andýran tatlý bir kýzýllýk, kuzey-güney doðrultusunda denizin ve karanýn üstünde uzayýp gidiyordu.
Yükseldikçe yumurta ucuna benzer kenarý, sapsarý kocaman tepsi büyüklüðünde bir daireye doðru tamamlanýyordu.
Kütle yükseldikçe, ufka doðru yayýlan kýzýllýk yavaþça kayboluyor, tüm ihtiþamýyla ortya çýkýyordu Güneþ.
Hep duyardým “þafak vaktini”; türkülerde, þarkýlarda ve söz aralarýnda. Nasýl algýladýðýmý, nasýl kurduðumu bilemiyorum ama herhalde bu kadar muhteþem bir görüntü ile karþýlaþacaðým aklýma gelmemiþti.
Kendimden geçmiþ, hafiflemiþ, bulutlarýn üstüne çýkmýþ tepeden týrnaða kadar masumiyet duygusuna kapýlmýþtým.
O yakýcý, kalýn renkli þiþe camlarýnýn korumasýnda izlediðim kör edici güneþi bu kadar cansýz, cilveli, sakin, dinlendirici ve seyirlik haliyle tanýmamýþtým.
Güneþ sözünü duyunca ter basar ve hep gölgelere sýðýnýrdým. Þimdi, adým atmamaca, göz kýrpmamaca seyirlik bir görüntüyle tüylerimi ürpertiyordu.
Cillu Mezarlýðý’nýn altýna geldiðimizde Görele Burnu’ndan bir parmak yükselmiþti, denize düþtü görüntüsü.
Kocaman deniz, kocaman bir ayna olmuþtu ve iki kocaman tepsi büyüklüðünde altýn sarýsý ve kan kýrmýzýsý iki Güneþ kaþý karþýya duruyordu.Yýkanmýþ, taranmýþ, süsülenmiþ ve denize vuran aksine bakarak kendisini seyre dalmýþtý.
Renklerin týlsýmlý gücünü ilk kez bu kadar derin ve unutulmaz duygulara kapýlarak izliyordum. Babama yetiþme sorunum olmasa yerime çakýlýp kýmýltýsýz öylece bekleyebilirdim.
Çünkü, bu yeni uyanmýþ, kendine gelmeye çalýþan yorgun güneþin nasýl yakýcý bir canavara döndüðünü de merak ediyordum.
Dünya tatlý bir aydýnlýða doðru adým adým giriyor, gerçek bir kýzýllýðýn içinde gerçek bir doðum yaþanýyordu; yükseldikçe güneþ, sesler de çoðalarak yükseliyordu.
Þafakla duyulan çakal ulumalarýna yanýt veren köpek ürümeleri ve horoz ötmelerine, Karadeniz’i yararak kayýp giden bir motorun vadileri ve tepeleri aþan “pat, pat” sesleri de karýþmýþtý.
Tanýdýk bir ses her zamanki türkülerini çaðýrmaya baþlamýþtý bile; falancaya sevdalý dedikleri, filancanýn Ali. Demek ki o da erken uyananlardandý.
Nasýl da taþýnýyordu gece, güne; önce aðararak ýþýða, sonra seslere yüklenerek curcunaya doðru adým adým.
Babamdan çekindiðim için durup bakamýyorum. Aðýr aðýr ve sükun içinde yükselen güneþ göðün maviliklerini de ortaya çýkarýyordu an be an. Giderek oklarýný sivriltmeye baþladý bile. Yükseldikçe küçülüyor, kýrmýzýsýndan arýnýp sadece sarýya geçiyordu rengi.
Yolumuz tekrar iniþe döndü, güneþ görünmez oldu. Ýncirli kaþý tepe alýrsak, vadinin dibi, derenin aktýðý yer arasý yetmiþ, seksen metre kadar vardýr..
Batýya bakan yamaçlarýn koyu karanlýðý sürerken; doðuya bakan yamaçlarýn tepesi altýn sarýsý gibi parýldýyor, yeþilin onlarca tonunu gözler önüne seriyordu.
DDT vuracaðýmýz bahçe dere kenarýndaydý ve biz yokuþ aþaðý iniyorduk. Artýk baþýna buyruk akan derenin çaðýltýsýndan baþka ses duyulmuyordu.
Yarým saat süren bu renkli yolculuðun sonunda bizim bahçenin çitlerine kadar geldik ve giriþe koyduðumuz çortu (diken yumaðý) kenara itip bahçeye girdik.
Çið tanelerinin harekete geçirdiði çimen ve çiçek kokularý sarmýþtý her yaný.
Sýðýrlarý, yeni filizlenen fýndýk dallarýný yemesin diye epeydir bu bahçeye salmamýþtýk. Bu nedenle otlar gür ve yüksektiler ve yapraklarýndan dökülen yoðun çiðler pantolonlarýmýzýn paçalarýný ýslattý, lastiklerimizin içine doldu. Su içinde kaldý çýplak ayaklarýmýz.
Soðukluk, týrnaklarýmdan tepeme kadar yayýldý. Tepemizi kaplayan aðaç yapraklarý göðü görmemizi engelleyecek kadar sýktýlar.
Her ne kadar güneþ yükselmiþ olsa da etkisi henüz vadinin dibinde hissedilmiyordu. Buralar karanlýktý ve yoðun bir rutubet kokusu vardý. Yapraklardan dökülen çið taneleri ensemden tenime akýyor, buz damlalarý gibi içime iþliyordu. Her damla düþüþünde “Azrail yoklamasý” dediðimiz titremeyle sarsýlýyordum sýk sýk. Ne kadar sakýnsam da fýndýk yapraklarýndan düþen çið tanelerinden kaçamýyordum. Ben aðaçlara dokunmasam bile çið damlalarý yerçekimine uyup beni buluyorlardý.
Soðuk, derimden sýzýp eklemlerime kadar iþliyordu. Ama þikayetçi deðildim, þikayetçi olunabileceðinin farkýnda da deðildim, hatta içinde bulunduðum konumdan memnundum; çükü, baþka türlü bir yaþamýn olabileceðini bilmiyordum ve düþünemiyordum.
Otlarýn ve aðaçlarýn bereketli çiðlerinden yarý ýslanmýþ olarak dere kenarýna ulaþtýk. Bahçenin alt ucuna gelmiþtik, çalýþmaya buradan baþlayacaktýk. Þeleklerimizi çýkarýp, ýslak çimenlerin üzerine býraktýk. Körüðü ve hortumu çýkardý þelekten babam, birbirine ekledi.
Þeleðimdeki DDT torbasýný çýkardým, babamýn tuttuðu körüðün haznesine doldurdum. Ýþ yapýyordum, çið taneleri, su dolmuþ lastik ve Azrail yoklamasý titremeler ayrýntýydý; heyecanýmý ve mutluluðumu hiç mi hiç etkilemiyorlardý. Tüylerimin dikenliði üþümekten deðil iþimi yapýyor olmanýn yarattýðý kývancýn dýþa vurumuydu.
Bu arada göz ucuyla bel hizasýný ölçtüm, boyum küçülmemiþti, hatta biraz daha yukarý çýkmýþtým. Rahat bir nefes aldým.
Babam körüðü boynuna astý, aðzýný ve burnunu sardý mendiliyle. “Biraz uzak dur oðlum, durup dururken zehirlenmeyelim.” dedi. Babamýn sözlerine uyup, birkaç metre uzaða gittim.
Körüðün kolu çevrildi ve derenin çaðýltýsýna karýþan homurtusuyla fýndýk aðaçlarýna duman duman püskürtmeye baþladý DDT’ yi. Merdane her döndüðünde homurtu ile siren iniltisi karýþýmý bir ses dalga dalga yayýlýyor, beni benden alýyordu.
Hep uzaklardan duymuþtum körüðün homurtularýný ve tutkulu bir merak içindeydim Ýþte beklediðim ses, beklediðim görüntü buydu. Kazmanýn, küreðin dýþýnda bir aleti ilk kez kullanýyorduk.
Köyde kimsede yoktu bu alet ve Ziraattan ödünç alýnýyordu. Doðrusu Ziraat’ ýn ne olduðunu bilmiyordum ama, önemli biri olmalýydý. Ziraata ulaþmak, sýraya girmek ve DDT körüðüne kavuþmak oldukça zordu. O nedenle körüðü kullanýyor olmak bir yana uzaktan seyretmek bile çok önemliydi. Uzaklardan akýp gelen homurtusunu ve siren sesine benzeyen iniltisini duymak bile tüylerimin diken diken olmasýna yetiyordu.
Sonunda DDT körüðünün geçici sahibi olmuþtuk. Bugün babamýn boynunda idi ama en yakýn gelecekte benim boynumda asýlacaktý. Büyümenin ayrýcalýðý bu idi ve ben büyüyordum. Ailenin geçimini saðlamakta babamýn yanýnda yer alacaktým, sorumluluklarý paylaþacaktým.
Bel ki, belimde bana ait tabancam da bulunacaktý.
Bahçenin içine doðru ilerleyip yorgunluk ve bitkinlik arttýkça körüðün yarattýðý coþku da gýdým gýdým eriyordu.
Öte yandan yaþamýn sürdüðünü de algýlýyordum. Bu nedenle olmalý ki, doðal bir tepkiyle günün gelecek saatlerini katlanýlýr hale getirmek için yeni özlemlere, düþlere ve hedeflere doðru yelken açmýþtým bile.

Körüðün üfürdüðü DDT tohumlara konacak, tohumlardaki zararlý kurtçuklarý yok edecek, bu yýlki fýndýkta koruk çýkmayacak, randýman yüksek olacak; fýndýk iyi para edecek; bana okul önlüðü, kitap, defter ve çanta alýnacaktý. Bir de beyaz týkirik (naylon ayakkabý)...
Murat Mehmet UÐURLU

.Eleþtiriler & Yorumlar

:: tikirik miydi ?
Gönderen: axc / /
22 Mayýs 2005
çok güzel, çok iyide baþkalarýnýn yorumlarýný bulamýyorum nedense... dur bir daha bakayým.

:: Beðendim
Gönderen: Nilgün SARIGÜL / Ýstanbul/Türkiye
11 Mayýs 2005
Ellerinize saðlýk yazýnýz çok güzel olmuþ, kendimi adeta olayýn kahramaný gibi hissettim. (Çok nadir tasvir yaparken cümlelerinizde anlam kopukluðu olmuþ ama çok çabuk toparlamýþsýnýz. Tebrikler




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn aný kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Bizim Köyün Hasan'ý
Kýrat ve Sýpa
Ahýr
Dedemin Aþk Öyküleri
Gece de Yatmaz Gündüz de

Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Yaðlý Ekmek Yiyen Evliya
Burgazada
Soyunma Odalarý
Güðümler Delinince
Arkadaþlarýn Yanýna Bir Yatak

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Zincire Vurulmuþ Prometheus [Deneme]
Sokrates Neden Yazmadý [Deneme]
Victoria Gölü Kýyýsýndan Esperanto'ya [Deneme]
Devletçilik veya Merkantilizm [Deneme]
Dünya Dengesini Arýyor [Deneme]
Sosyal Yaþam Çekirdeði [Deneme]
Türkiye 1 Mayýs Tarihsel Dizini [Ýnceleme]


Murat M. UÐURLU kimdir?

974_ Ýst. Ün. Edb. Fak. Felsefe mezunu. Okuyan, hobi olarak amatörce yazan, emekliyim. Yaþamayý ve yaþamý anlamayý, anlamlandýrmayý istiyorum.

Etkilendiði Yazarlar:
Ayrýmsýz tüm yazarlarý okumaya ve onlardan aldýklarýmý yaþamýma katmayý ilke edindim.


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Murat M. UÐURLU, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.