..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Yaþamak ne güzel þey be kardeþim. -Nâzým Hikmet
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Bireysel > Mikail Boz




23 Mayýs 2005
Günün Sonuna Yolculuk  
Bir Ýþçinin Günlüðünden

Mikail Boz


Bir konfeksiyon iþçisinin kayda geçirdiði notlardan...


:CCGH:
Sabah iþe gitmeden önce:

Sabahleyin uyandým. Annem uyandýrdý. Öyle bir baðýrdý ki… Kýyamet mi kopmuþtu sanki? Ev baþýmýza mý yýkýlýyordu? Birden vücudumda müthiþ bir ateþ birikti. O anda yataktan fýrlayýverdim. Hâlbuki sýcacýktý yataðým ve uyumak ne güzeldi. Yani rüya görmek. Rüyamda bir deniz kenarýndaydým. Arkamda çeþit çeþit yemyeþil aðaçlar ve hayvan sesleri, önümde ise sonsuzluða alabildiðine uzanan okyanus vardý. Çok uzaklarda belirsizde olsa adacýklar görüyordum. Büyük daðlarýn tüm heybetiyle üzerilerine kurulduklarý adacýklardý bunlar. Sahilin kenarýnda yürürken ayaklarým kavurucu sýcaklýðýný pek de hissetmediðim kumlarýn içine batýyordu. Gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu, ama onlarca kuþ ve bütün parlaklýðý ile güneþ vardý. Güneþe rahatça bakýyordum ve gözüme hiçbir þey olmuyordu. Okyanusun ta dibini görebiliyordum. Balýklarýn sallana sallana gidiþlerini, suyla beraber dans eden yosunlarý; hatta tarih öncesinde batmýþ gemileri ve içindeki deðerli hazineleri görebiliyordum. Suyun bu halini görünce hemen içine girme isteði duydum. Daha üzerimdekileri çýkarmaya yeltenmeden kendimi suyun içinde buluverdim. Gerçekte hiç yüzme bilmediðim halde rahatça yüzüyor, bir balýk gibi kendime suyun içinde bir yol açýyordum. Önce hazineleri almak istedimse de sonra zaten bunu elde ettiðimi anladým. Bedenim rahat ve hafifti. Belki de sadece yüzmüyordum da ayný anda uçuyordum. Kuþlarýn kanatlarýna tutunmuþ uzun yolculuklara çýkýyordum. Hafiften esen rüzgâr yüzümü okþuyor, saçýmý daðýtýyordu. Orda ne makine sesi vardý ne de can çýkaran aðrýlar. Olan þey muazzam bir canlýlýðýn içine sarýlmýþ dinginlikti. Kendime hiç ulaþýlmamýþ yüksek daðlarýn zirvesini hedef seçmiþtim. Kuþlarým ise hiç çekinmeden beni oraya götürüyorlardý. Ta ki elimi o zirveye deðmeye ramak kalmýþken beni oradan alan yorgun ve uykulu annemin sesine kadar.

Yataktan kalkýp uykulu gözler ve þaþkýn bakýþlarla tuvalete, ardýndan da banyoya gittim. Yüzüme deðen suyun her damlacýðýnýn soðukluðuyla uykumdan biraz daha uyandým. Aynada yüzü þiþmiþ kendime bakýp sýrýttým. Sonra kendimi yere kurulmuþ yemek sinisinin bir kenarýna býrakýverdim. Karþýmdaki televizyondan kafasýna bomba düþen ile kazýk düþen insanlarýn haber sesleri geliyordu. Birincilerinin hallerini anlayamasam da, ikincilerinin halini kahvaltýmýn çeþitliliðinden anlayabiliyordum. Kahvaltýda her zamanki gibi peynir, ekmek, zeytin, domates, yað ve kartmýþ bir hýyar vardý. Hýyara dokunmayýp diðerlerinden midemin kaldýrdýðý kadar yedim. Sonra ise artýk soðumuþ olan yataðýma gidip yapabildimse beþ dakika yatak keyfi yaptým. Ardýndan yine kalkýp üzerimi giyindim. Elbisem mavi eski bir kot pantolon ve üzerine beyaz bir kazaktý. Bir de delik bir çorap. Hepsi bu. Daha sonra mý? Daha sonra doðru iþe. Marþ marþ!

08.20. Ýþe baþlamadan önce:

Evden tam vaktinde çýkýp iþyerine iki dakika önce geleceðimi tahmin ediyordum. Fakat saatimi ileri almayý unuttuðum için iþe on dakika geldim. Yani on dakikalýk yatak keyfini soðuk iþyerine terk ettim. Evden dýþarý adýmýmý attýðýmda bunu daha net olarak hissettim. Bir anda çiseleyen yaðmurun damlacýklarý ve rüzgâr bedenimi sarýverdi. Gökyüzü gri, etraf sisli, hava ise buz gibiydi. Eðri büðrü binalarýn içinde kendimi kaybolmuþ gibi hissediyordum. Hele insanýn rüyasýnda güneþ görüp sonra da bu soðukluða teslim olmasý daha kötü ve moral bozucu bir þey. Öyle ki sokaða çýkar çýkmaz yüzümün gerginliðini ve somurtkanlýðýný hemen hissettim. Gerçi diðer insanlarýnda benden bir farklarý yoktu. Birbirlerine borçlu bakýp ödünç gülümsüyorlardý.

Kafamýzda farklý þeyler vardý. Bu da her halde geçireceðimiz günün pek vaat etmemesiydi. Yanýmdan geçen her kiþinin ruh halini ayrýntýlarýyla görmek istedim; fakat buna bir süre sonra tahammül edemedim. Sanki onlara her baktýðýmda kendimi görüyor gibiydim. Bazýlarý sallana sallana, bazýlarý ise dikkatli yürüyordu. Herkes ya ciddi ve telaþlý bir suratla ya da somurtarak yürüyordu. Gayet sinirli gözüküyorlardý; gözleri ateþ saçýyordu. Sonra kendimin de nasýl göründüðünü merak ettim. Bana þöylece bir bakýp kaþ çatýyorlardý. Onlar hakkýnda verdiðim yargýnýn aynýsýný onlarýnda bana karþý verdiðini anlayýnca anlara bakmamak daha cazip geldi. Diðer yandan bu dalgýnlýkla yolun karþýsýna geçerken bir kamyonet bana çarpacaktý ama sýyýrarak geçti. Ancak bundan hiç korkup heyecanlanmadým. Böyle bir þey bana çok normal gözüktü. Hatta beni ezip geçse bile bu çok normal bir þey olabilirdi. Kamyonet üstümü sýyýrarak geçtiðinde hemen arkamý dönüp var gücümle küfürü savurdum. Ama beni az daha ezip geçeceði için deðil (dediðim gibi, bu çok normal geliyor artýk bana), sadece uzun dönemden beri yýkanmamýþ olmalý ki, o pis arabasýnýn üstündeki çamurlarý üstüme bulaþtýrdýðý için küfür ettim. Üstümü temizlemeye çalýþtým ama bir çözüm olmadý bu. Sonra yine efendi efendi iþyerine giden merdivenleri týrmanmaya baþladým. Ancak merdivenleri týrmanýrken çok acayip bir þey oldu. Ya da en azýndan bana öyle geldi. Belki önemsiz bir þey; ancak gördüðüm þey bir solucandý. Altý üstü bir solucan yani. Merdivenin üzerine kývrýlmýþtý ve uykusundan uyanmamýþ gibi hareketsiz duruyordu. Onu görünce nerdeyse birkaç yýldýr hiç solucan görmediðimi fark ettim. Köyde kaldýrdýðým her taþýn altýndan çýkan bu solucanlarýn þimdi beni bu kadar etkilemesine hayret ettim doðrusu. Orda durup bir dakika boyunca dinleniyormuþ numarasý yapýp onu izledim. Sanki yeni bir hayvan türü keþfettim. Alçak solucan beni acayip bir duruma soktu. Þiþko kadýnlar bana bakýp daha bu yaþta böyle dinlenmeme þaþýrýp hayýflandýlar. Kendi kendilerine “daha bu yaþta” diyorlardý “bu yorgunluk… iþi zor bunlarýn. Ben onun yaþýndayken týð gibiydim. Üçer beþer çýkardým merdivenleri”. Bende napim tahammül ettim bu söylediklerine. Varsýn bu tosuncuklar beni öyle zannetsinler. Neyse! En iyisi ben bu yýl köye gidip bu minik solucanýn akrabalarýna doya doya bakayým.

Bu arada iþçiler iþyerine gelmeye devam ediyor. Gelen her kiþi sadece bir tane bulunan sobanýn baþýna gidiyor. Tabii gitmeleri ne kadar iþe yarýyor ayrý bir mesele. Çünkü sobanýn baþýnda en az yirmi kiþi ýsýnmaya çalýþýyor. Hatta bazýlarý bedenini ýsýtmaktan vazgeçmiþ aracýklardan elini ýsýtmaya çalýþýyor. Benimde þu anda özellikle ayaklarým çok fazla üþüyor. Solunum yaparken dýþarý verdiðim her hava buðulu olarak çýkýyor. Bunun yanýnda her þey kir pas içinde. Akþam çýraklarýn biraz daha erken evlerine gitmek için yerleri ‘öylesine’ süpürdükleri belli. Sadece yerler mi? Masalarýn üstüde toz içinde. Öyle ki, ilerideki büyük masanýn üstüne birisi kocaman harflerle “GS” yazmýþ. Oturduðum yer bunu görmek için çok iyi bir görüþ açýsý sunuyor bana. Yani burdaki durum bir bakýma çocukken gölet yapmama benziyor. O zamanda kirliydim, þimdi de…

Az önce arkamý döndüm ve patronun yanýndaki katalitik sobayý sýcaklýkta olsa gerek ileri ittiðini gördüm. Ýþçiler ise sobaya yaklaþmak için nerdeyse birbirini ezecek. Birisi “senin ýsýndýðýn yeter” deyip diðerini itekliyor. Öbürü ise “daha bir dakika oldu“ deyip ýsýnmakta diretiyor. Ya da ýsýnýyor numarasý yapmakta diretiyor. Ýster istemez ikisine de hak veriyorum. Bu ise pek iþe yaramýyor. Ama þimdi ikisi de kaybedecek. Çünkü ustabaþý yavaþ yavaþ ýþýklarý yakmaya gidiyor. Herkes sobanýn yanýndan uzaklaþacaðý için çok üzgün. Kim bilir sobanýn yanýnda beþ dakika daha durmak için neler vermezlerdi. Yani biraz ýsýnmak bile çok þey ifade ediyor þimdi. Ve soðukluk benimde tüm bedenimi sarmaya devam ediyor. Elime sýcak bir hava üfleyip çalýþmaya hazýrlanýyorum.

10.00, çay paydosu:

Sekiz buçuk ile on saatleri arasý her zaman olduðu gibi yine berbat geçti. Ýnsanýn gözünden uyku akarken çalýþmasý çok eziyet verici bir þey olduðu gibi, bir de kafamýn zonklayarak aðrýmasý bunun üstüne tuz biber oluyor. Kafamý makinenin üstüne bir koysam hemen uyur gibi oluyorum. Tam uyuyacakken aniden baþýmý kaldýrýp çalýþmaya devam ediyorum. O an kendimin burada olduðuna çok þaþýrýyorum. Yani bu bana çok acayip bir þey olarak gözüküyor.

Diðer iþçilerde sabah iþbaþý zilinin çalmasýyla çalýþma yerlerine nasýl geçtilerse, öyle de çalýþtýlar. Herkes sobanýn baþýndayken birbiriyle biraz konuþuyordu. Yani;

-Günaydýn.

-Günaydýn.

-Nasýlsýn?

-Ýyiyim ya sen?

-Ýdare eder.

Diyebiliyorlardý. Ama iþbaþý yapýnca susup çalýþmaya baþladýlar. Tabii onlarýn arasýnda bende vardým. Bir iki kiþinin gelip “günaydýn” ya da “selamýn aleyküm” demesine kýsýk bir sesle cevap vermenin dýþýnda aðzýmý açmamaya gayret ettim. Yani aðzýmý açmak bile bana eziyet verici bir iþ olarak gözüktü. Yapabildiðim þey çatýk kaþlarla etrafý izlemek oldu. Farklý bir þey görebilir miyim diye deyim yerindeyse “yýrtýndým” ama nafile. Sýra sýra masalar, kumaþ parçalarý, ütüler, makineler, çalýþan insanlar… Yani hep bunlar. Bu sýralama her gün gördüðüm þeylerle uzayýp gider; ancak sanýrsam ya görülecek farklý þeylerin hepsini tüketmiþim ya da bunlarý görecek gözler bende mevcut deðil.

Bu arada sürekli pantolon yaný çatýyorum. Çok sýkýcý bir iþ. Yani sabah sabah hiç çekilmiyor. Hatta o kadardýr ki yan çatanlarýn bu iþten aldýklarý tek zevk, bir basýþta pantolonun yanýný boydan boya çýkmaktýr. Eh bu da beceri ister dimi? Ancak bu beceri bende yok. Zaten olmasý içinde acýmdan ölmüyordum. Varsýn bir basýþta deðil de, üç basýþta çýkayým þu yaný. Bu iþi yaparken de sürekli ustabaþý tarafýndan izleniyordum. Zýrt býrt gelip yok buraya mola verme, paça dönük olmasýn, her yer bir santimden olsun deyip duruyordu. Bende artýk dayanamayýp “tamam lan tamam, anladýk iþte… Mal deðiliz ya” dedim; tabii içimden. Ýstersem baðýrarak da derdim ama bu þiþkoyla uðraþmaya deðmez.

Bir ara gelip yine iþlere baktý ve, “Ne bu? Bir buçuk santimden çatmýþsýn” dedi. “Yok devenin nalý” dedim yine içimden. Yani beni sinir etmek için uðraþtý ve helal olsun baþarýlý oldu da. Sadece beni mi; herkesi. Herkese sataþtý. Çýraklara bile. Çýraðý, tam paydosta deðil de, ona beþ kala iþçilere bir þeyler almak için dýþarý çýktýðý için tokatladý. Çocuk aðlayarak çýkýp gitti ve bu olaya kimse sesini çýkartmadý. Olay benim yanýmda olmadýðý için ben sonra öðrendim. Açýkçasý bu adam iyice sabrýmý taþýrýyor. Onu bir gün babamýn deyiþiyle “eþek sudan gelinceye deðin” pataklayacaðým. Hak ediyor bunu. Yani hakkýný vermemek olmaz dimi ama? Tutucam kulaðýný bi sað yumruk gözüne, bi sol yumruk yüzüne, bi de götüne tepik. Bitti.

Diðer iþçiler saat dokuz buçuða doðru kendilerine gelmeye baþlamýþlardý. Gülüyorlar, birbirlerine kâðýt tomarý atýyorlardý. Tam kafadan vurmaya çabalýyorlardý. Bana da kâðýt attýlar ama bu benim gerilmiþ suratýmý esnetmeye yetmedi. Ben öylesine abuk sabuk hayaller kurup durdum. Uzun yolculuklara çýktým; hatta zengin bile oldum. Ama sonunda yine buraya döndüm ve haliyle acý bir dönüþtü bu benim için. Hayallerim öylesine gerçek görünüyordu ki buranýn gerçek olduðuna bir türlü inanamadým. Fakat duyduðum her ses, gördüðüm her þey, kokladýðým her koku beni gerçeklerimden kopardý. Þu anda yudumladýðým bulanýk acý çayým ise bunu bana daha belirginleþtirdi. Her yudumda “þerefe” diyorum. Geçen dokuz yýlým için diyorum bunu. Yani bana piþmanlýk ve lanet uyandýran dokuz yýl için. “Öylesine” geçen ama bende çok iz býrakan dokuz yýl için. Kimi sorumlu tutmalýyým bundan bilmiyorum. Böyle çalýþmamýn bir sorumlusu var ama kim? Sorumlusu “benim” demeyeceðim. Yani… Ben olmamalýyým… Hak etmiyorum bu yükü. Daha çok gencim… Suçlu olamam yani… Yani… Kendimi uçurumdan atmýþ olamam. En azýndan buna cesaret edemem.

Öðle yemeði paydosu 13.40:

Ýþte en sonunda öðle oldu ve onla bir arasý benim için daha iyiydi. Kafamdaki aðrý biraz azaldý. Bana kâðýt atanlara bende aynýsýyla cevap verdim. Yani kafama pýtýr pýtýr damlayan sular aldýrmayacak kadar iyiydim. Bu sular tavandan damlýyor. Hem de kireçli.

Binanýn en üstündeyiz, pencereden baktýðýmýzda önümüze kondurulmuþ olan binlerce binayý rahatça görüyoruz ama bizi yaðmurdan ve kardan koruyacak bir þapkamýz, yani çatýmýz yok. Öyle olunca da üstte biriken sular damlacýk olarak bize geri dönüyor. Artýk elbisenin kirlenmesinden vazgeçtik, gýcýk etmesin yeter. Tam hayale dalmýþým ve buz gibi bir damla “pýt” diye enseme düþüyor, oradan da sýrtýma doðru bir yolculuða çýkýyor. Tabii bende uyanýveriyorum.

Yemek zilinin çalmasýna birkaç dakika kala elimdeki iþi bitirdim ve oyalanmaya baþladým. Amacým sýralamada iyi bir derece edinmekti. Zil çalýnca bir atletizm þampiyonu gibi masanýn üzerinden atladým. Hýzlýca, hiçbir engel tanýmadan koþmaya baþladým. Eðer ki lanet masalardan birisine çarpmasaydým ilk beþe kesin girmiþtim ama olmadý. On birinci olabildim.

Bu iþ basite alýnmamalý. Bir yere düþülse anýnda düþenin üzerinden onlarca kiþi geçebilir (bu açýdan kesinlikle þanslýydým, çünkü “anayola” girmemiþtim daha). Yapamazlar mý? Yaparlar, çünkü deneyimini yaþadým. Birisi koþarken yere düþmüþtü. Ardýndan gelen kiþi az bir þey sakýnsa da onun koluna bastý. “Pardon” u da yemeðini yedikten sonra söyledi. Peki, düþene ne oldu denilebilir. Hiç! Ne olsun! “Vaþ” deyip kolunu ovaladý ve tekrar koþtu. Yani bu riski göze almýþtý. Yalnýz gerilere düþtüðü için çok üzgündü. Onun yerinde olmak hiç istemezdim. Ýnsan herhalde o an kendini çýrpýlan bir halý gibi hisseder. Herkes gelip ayakkabý numarasýný örneðin kafamdan öðrenebilirdi. Birisi, “ Aaa! 41 giyormuþum. Bak Ali seninki daha büyük; sen 42 giyorsun.” Ýþte o böyle derken bende “Evet,” derdim “onun ayaðý daha büyük.” Sonrada basardýk kahkahayý. Hatta onlar “moruklayýnca” torunlarýna kafama nasýl bastýklarýný anlatýrlardý.

Komik mi, sinir edici mi bilmiyorum. Bildiðim bir þey varsa, o da sýrama geçip sýk sýk bozuk çýkan ve kokusuyla burnumun direðini kýran yemeði yediðimdir. Bugün þehriye çorbasý, iri iri doðranmýþ pýrasa, acayip bir makarna ve helva yedim. Yemekleri çok sevmesem de yine de yedim. Hatta yetmedi bir tanede ekmek yedim. Ancak böyle doyuyor karným. Bunlarýn hepsini yemeðimi hýzlý yediðim ve hýzlý bir koþucu olduðum için on beþ dakikada bitirdim. Sonra dýþarýda doðan güneþin çatýlardan kaldýrdýðý buharlarý gördüm ve kendimi dýþarý attým.

Arkadaþlarla dýþarý çýktýðýmýzda güneþ tarafýndan aldatýldýðýmýzý anladýk. Ama neyse ki kýzlarda aldanmýþtý da onlara bakabildik. Yanýmdakiler kýzlara bol bol laf attý. Ancak ben atmadým. Ben yapmam öyle þeyler. Efendi çocuðumdur yani. Ama “niye” dersek elbet bununda bir sebebi vardýr. Yaþým küçükken bir kýza omuz çarpýp laf atmýþtým. O da bana destekli bir tokat ve aðýr bir küfürle cevap vermiþti. Bayaðý etkileyici bir cevap olduðu için bunlarý yapmýyorum. Aðzýmý ne zaman açmaya hazýrlansam o anki durumum aklýma geliyor. Ah! Yanaðým elma gibi kýzarmýþtý. Baþýmý dakikalarca yerden kaldýramamýþtým. Gerçi þimdi öyle bir þey yapamazlar ama insan týrsmýþ bir kere. Biraz düþününce de en iyisinin bu yaptýðým olduðunu zannediyorum.

Aslýnda o kadarda kýzlardan uzak birisi deðilim. Yakýþýklý sayýlýrým. Bir yetmiþbeþ boyum, güzel siyah gözlerim, herkesin hayranlýkla baktýðý dolgun saçlarým ve yay gibi kaþlarým var. Bir tek burnum uzun ondan da bir þey olmaz. Ýþyerinde de beðendiðim bir kýz var zaten. Benim çalýþtýðým bölümde ortacýlýk yapýyor. Kýzýl saçlý, kahverengi gözlü, orta boyda, bebek suratlý sempatik bir kýz. Güzel kýz doðrusu. Sýk sýk birbirimize bakýp gülümsüyoruz. Ona gidip arkadaþlýk teklif edeceðim ama korkuyorum. Ya teklifimi kabul etmezse? Ya beni oracýkta mort ederse? Öyle bir hale düþmek istemiyorum. Bunu yaparsa bu iþyerinde çalýþamam. Ona her baktýðýmda bu yenilgiyi hissetmek beni kahreder. “Acaba” diyorum “kýz arkadaþlarýnýn birisiyle haber mi göndersem”? En azýndan bu daha güvenli olur. Ýsterse kabul etmez o zaman, umurumda bile olmaz bu. Hiçbir þey olmamýþ gibi yaþar gideriz. Ama bu diðer erkeklerin onunla arkadaþlýk kuracaðýna izin vereceðim anlamýna gelmez tabii. Hele biri teklif etmeye görsün anýnda pataklarým onu. Evet, evet bir yolunu bulup arkadaþlarýyla haber göndermeliyim. Ancak birde kabul etmesi de var. Hadi kabul etti diyelim, o zaman ne olacak? Asýl iþin zor tarafý o zaman baþlýyor. Ben kýzlarýn karþýsýna geçip hayatta konuþamam. Karným aðrýr, bacaklarým titrer, ateþim yükselir, kekelerim, hatta… Hatta çiþim gelir o ana altýma akýtýrým. Þimdi bile bunlarý düþünmek kalbimi gümbür gümbür attýrýrken o anda ne yaparým ben? Kalp krizinden ölürüm herhalde. Sonra arkamdan “kekeleyerek geberdi gitti enayi” derler. Kýzda “ben nerden bileyim onun bu kadar ödlek olduðunu, bilseydim ambulans çaðýrarak onunla konuþurdum” deyip arkamdan rahmet okur. Hep beraber çekindiðimiz resimlere bakýp “ay þu koca kafalý kim” der birisi. Bir baþkasý “hani þu titrek-kekeme var ya, iþte o” der. Diðeri “ha o mu” der ve sonra herkes ha ha ha, ki ki ki… Lanet olsun yüreðim sýkýþýyor ama yine de haber göndereceðim ona. En iyisi þiir yazmak.

Uçup gitti yaþam elimden.
Ama çiþim geldi korkudan.
Koþtum tuvalete heyecanlý.
Geç kaldýðým için ýslaktý donum.
Altýma etmiþim yani.

          Ve bundan bir benim haberim vardý.
          Cesur gözükürdüm hep.
          Ve…
          Üç yaþýmdan beri altýma etmezdim.
          Ama anladým þunu artýk.
          Donum hiç kurumamýþ benim.

Öðleden sonra. 4.00 çayý paydosu:

Ýkiyle dört arasý pek önemli bir þey olmadý. Bu saatlerde herkes midesindekini sindirme iþiyle ve yatýp uyuma isteðiyle mücadele eder zaten. Örneðin ben yaptýðým her harekette karnýma yumruk atýlmýþ gibi olurum.

Aslýnda bu saatlerde güzel bir uyku çekmek hiç fena olmaz. Hele birde güneþin altýnda olup sýcaktan uyuþmak mükemmel olurdu. Ýþte þimdi çalýþmaya devam ediyorum ve birileri sürekli karnýma yumruk indirmeye devam ediyor. Ve iþin kötü yaný normal çalýþma saati olan yediye kadar deðil “iþler bitene deðin” çalýþacaðým. Peki, iþler ne zaman bitecek? Kesin ben öldüðüm zaman.

Þuna inanýyorum ki bu iþyerinde çalýþtýðým her saniyede bu saniyenin yarýsý kadar ömrüm kýsalýyor. Bende bu yarým saniyelerin daha da fazlalaþmamasý için izin istedim. Ne oldu? Ne olacak tabii ki izin vermediler. Yani insan biraz düþününce onlarýn gelip benden izin istemesi gerekirken, onun yerine “beyler akþam mesai var” deyince ben onlardan izin istemek zorunda kalýyorum. Bir de kocaman “HAYIR!” yanýtý alýyorum. Bu bana fena koyuyor. Kendime akla uygun bir yanýt vermeye çalýþýyorum; ama olmuyor. Buna ne beden gücüm ne de kafa gücüm yetiyor. O an bana öyle geliyor ki saatler altmýþ dakikadan deðil de, katrilyonlarca dakikadan oluþuyor. Sanki ömrümce sokaða çýkamayacaðým ve hiç gün yüzü görmeyeceðim.

Diðer yandan bugün iþe baþladýðýmdan beri bir ilki gerçekleþtirdim. Þöyle oldu: Her zamanki gibi saat üç civarýnda kalkýp sallana sallana tuvalete gittim ( Þey! Saatiyle giderim de.). Adýmýmý tuvaletin ana giriþ kapýsýna attýðýmda bir de ne göreyim! Kapýsý açýk. Ara hole bakýyorum: kimse yok. Yani sýra beklemeden, birisiyle yarýþ yapmadan, tuvalete elimi kolumu sallaya sallaya giriyorum. Ne! Çok mu saçma? Yetmiþ beþ kiþilik atölyede iki tane tuvalet var. Birisi bayanlarýn olduðu için oraya erkek sinek bile giremiyor. Nerdeyse elli tane erkek bu bir tuvaleti kullanýyor ve ben þanslýyým. Ýþte bu bir ilk. Gerçi tuvaletler öyle güzel bir yer deðil. Girdiðim zaman asla burnumdan soluk almam; yani bunu yapamam, hatta etrafa bile bakamam. Dediðim gibi daha çok gencim ve bu kadarýna dayanamayýp oracýkta ölüveririm. Ve açýkçasý ölmek istediðim en son yer orasý. Ama insanlar (bende dahil) yine de oraya biraz vakit geçirmek için gidiyor. Belki bir sigara içecek. Benim gibi orda olmadýðýný varsayýp dinlenecek. Biraz güç kazanýp kendini “iyi” hissedecek. Ya da duvarlara çok önemli sanatsal deðeri olan yazýlar karalayacak. Veya ticari bir faaliyet gereði anlaþmalý olduðu eczaneye burnunun en ücra köþelerinden “hap” hazýrlayacak. Yapýlacak çok iþ var anlaþýlmasý gereken ve bunlarda özel beceri ister. Herkes bedeninden sýyrýlýp orda olmadýðýný varsayamaz (Þu meditasyon yapanlar bizim yanýmýzda halt iþlemiþ). O duvarlara bakýp da dehþete düþmemeyi beceremez herkes. Hele bunu bir zaman dilimi içinde yapmayý hiç beceremezler. Çünkü daha içeri kapýyý kapadýðýnýz an hemen bir yumruk sesi gelir.

-Ne oldu?

-Acele et!


Etmezsek davul sesi gelmeye baþlar. Olmadý darbuka! Bunlar iþe yaramadý da hala dinlenmeye uðraþýyorsak ýþýk ya tümden gider ya da yanýp sönmeye baþlar. Hadi bunlarý baþarýyla geçtik diyelim. Bu seferde zaten takip ediliyorsunuzdur. Kim yapar bunu? Eh bunda bilmeyecek ne var! Tabii ki usta baþý. Ona ve patronlara göre tuvalet iþi “iki dakikalýk” iþtir. Bu yüzden ayna bile yoktur ki kirlenmiþ yüzümüze bakalým. Niye? Sýrf genç erkekler bu tür “gereksiz” iþlerle uðraþmasýn diye. Hatta öyle düþünürüm ki bunlar tuvalete kamera bile koymuþtur. Ýþte bundan dolayý orda bile tam rahat edemem. Sanki bir köþeden bana bakýyorlar. Niçin? Olur ya, gereksiz iþlerle uðraþmayalým diye. Kendi kendime bu düþüncenin mantýksýz bir þey olduðunu söylüyorum ama içimden baþka bir ses “sen öyle san” diyor. Gerçi bizim þehvet düþkünü patron tuvaletin halini kamerayla bile görse ölürdü herhalde. Bu yüzden bayanlarýn tuvaletini bizimkine tercih ederdi. Yani belki orasý hem daha “güzel” hem de daha temiz. Eh durum bu iken o, yani patron boncuk boncuk gözleri ile niye kýzlarý dikizlemesin ki? Hem yapmadýðý iþ mi? Gider olmayan saçlarýný tarar ve kýzlara yað çeker. Kýzlar ise ondan iðrenseler de, bazen karþý dursalar da pek seslerini çýkartmýyorlar. Kim bilir belki daha fazla para almayý umut ediyorlardýr. Ve böylece hayatlarýnýn kurtulacaðýna inanýyorlardýr. Ben ne diyeyim onlara! “Çok Türk filmi izlemiþsiniz,” diyorum. Doðru diyorum ama dimi? Eskidenmiþ onlar. Fakat bazen para deðil, umut bile birçok kapýyý açmaya yetiyor. Zaten patronda bu konularda deneyimli. Ýþ paramýzý vermeye, sigortamýzý yapmaya gelince para yok kriz var, ama þehvet tatmininde ve milyarlarca liralýk ev almada para bol. Kendisi iyi bir arabayla her þeyin çözüleceðine inanýr. Belki de çözülür... Ýstediklerine sahip olur ve sonra bize güzel bir ahlak dersi verir. Bizde ona avanak avanak bakýp “doðru” deriz. “Onun yüce aðzýndan çýkan her söz bizi derinden etkiler ve gözlerimiz yaþlarla dolar”. Hatta kimimiz salya sümük gidip onu öpmeye çalýþýr. O da buna dayanamayýp “zam ertelendi” der. Bence haklý.

Bütün bunlarýn gözümün önünde olmasý berbat bir þey. Ýster istemez burdaki her kadýný kendimce sahipleniyorum. Bu ise bir tür namus duygusu uyandýrýyor bende. Onlarý korumak istiyorum.

Biraz düþününce onun sýk sýk, “Ekmeðinizi veriyorum” sözünün yalan olduðunu anladým. Tam tersi hiçbir þey vermeden her þeyimizi alýyor. Hatta namusumuzu bile. Kendimizin sandýðýmýz her þey öylece basit bir biçimde yok olup gidiyor. Ýnsanýn çok büyük deðerler atfettiði þeylerin yok olup gitmesi öyle bir þey ki bunlarýn biraz sarsýlmasý bile beni yok ediyor sanki. Ve kimse elimden tutmuyor o an. Ben eriyip düþüyorum diðeri bakýyor. Peki, ben bunu hak ettim mi? Yani birisi düþerken bende öylece bakamý kaldým? Baþkalarý da benim hakkýmda böyle mi düþünüyor? Þu anda bile bana bakýp “umursamaz” mý diyorlar? Gerçektende böyle midir?

19.37, tuvalette:

Baþým yine çok aðrýmaya baþladý. Belki de ölmek üzereyim. Bu halimle bile çok hýzlý çalýþýyorum. Sýrf biraz erken eve gideyim diye. Burda da boðulmamak elde deðil. Hesapta dinlenmeye geldim, fakat ölüm tehlikesi yaþýyorum. “Burda deðilim” diyorum kendi kendime “burda deðilim”.

Gece 23.14:

Yorucu bir gün daha geçti gitti. Bu sözü burda böyle söylemek kolay ama aðzýmýn söylediðine bedenim “Ne diyorsun lan sen!” diyor. Çalýþýrken geçmeyen ecel saatleri þimdi hýzlý geçmiþ görünüyor bana. Çalýþýrken nasýl iþyerinden asla çýkamayacaðýmý düþünüyorsam, þimdi de bir türlü orda çalýþmýþ olduðuma kendimi inandýramýyorum. Hatta þu anda hiç belim aðrýmasaydý kimse de inandýramazdý beni buna. Ýyi görmemeye baþlayan gözlerimle bir düþ gördüðümü iddia ederdim. Ama olmuyor iþte! Bedenimdeki izler bunlarýn düþ olmadýðýný kanýtlýyor. Ben ne kadar yok desem de aðrýlar kendini amansýzca dayatýyor. Ruhumda inanýlmayacak düzeyde bir coþku ve yaþama sevinci var ama bedenim buna cevap veremeyecek kadar yorgun ve halsiz. Bulduðu yere kývrýlýp uyumak istiyor bedenim. Bu da zaten birçok þeyin kanýtý sayýlabilir.

Saat beþ civarlarýnda gözümü sürekli kumaþ parçasýna girip çýkan iðneden ayýrdýðýmda farklý bir yerde olduðumu anladým. Hafiften bir rüzgârýn estiði engebeli, yemyeþil bir ovaydý orasý. Tertemiz bir bahar kokusu insaný ferahlatýyordu. Her yerde belirli aralýklarla dikilmiþ aðaçlar vardý. Kimisinin dallarý yeni yetmeye baþlayan meyvelerle eðilmeye baþlamýþtý. Gökteki kuþlar daireler çizerken, aðaçtakilerse doðanýn melodisine eþlik ediyordu. Benim de içinde yürüdüðüm dereden ise bir ses cümbüþü yükseliyordu. Her adým atýþýmda soðuk su ayaklarýmý gýdýklýyor ve beni heyecanlandýrýyordu. Güneþ her yeri ama özelde beni kucaklamýþtý. Tabii ki bende onun sýcak kollarýna kendimi býrakmýþtým. Ara sýra da olsa kulaðýma inek, eþek ve tavuk sesi geliyordu. Onarlý göremiyordumsa da yakýnýmda olduklarýný hissedebiliyordum. Dereden çýkýp bir süre yeþilliklere uzandým.

Gökteki bulutlarýn bazýlarý bir koyuna, bazýlarýysa insan organlarýna benziyordu. Gözlerimi kapatýp uzunca bir süre yattým orda. Sonra tedavi olmuþ bir hasta gibi kalktým ve tekrar yürümeye baþladým. Ýleride büyük ve güzel bir malikâne vardý. Onlarca penceresiyle güneþi aðaçlarýn üzerine yeniden doðuruyordu. Evin görünümü biraz kollarý kýsa bir aðaca benziyordu. Evin üzerinde beþ tane sivri kule vardý. Ortadaki en büyük olanda bir de çan vardý. Evin alt tarafý üst tarafýna göre daha inceydi. Bu yüzden sanki iki kolu var hissine kapýlýyordu insan. Yýllarca aðýrlýk çalýþýp kas yapmýþ bir insana benzetiyordum onu. Bu haliyle kendini saran uzun aðaçlarýn yanýnda hiç de bir taþ yýðýný gibi gözükmüyordu. Bunu, yüzeyini sarmýþ olan asma aðaçlarý daha da belirginleþtiriyordu. Ön cephesinde gülümser gibi bir izlenim veren büyük bir kapýsý ve iki tane büyük penceresi vardý. Etrafýndaki her þeye o hükmetse de, ayný benim gibi hükmettiði þeylerin kendini sarmasýna ses çýkartmýyordu. Zaten o da benimdi. Benim bir görünümümdü. Giriþ merdiveninden çýkarken sanki baþka bir yere deðil de içimde açýlan bir kapýdan girmeye hazýrlanýyordum. Onu sýmsýký sarýp içime hapsettim. Onu içime yerleþtirmede hiç zorluk çekmiyordum. Çünkü ikimizde birleþerek rahatlýyorduk.

Salona girdiðimde uzun bir masada onlarca çeþit kahvaltýyý hazýr bekler buldum. Önce banyomu yapýp sonra yemek yemeye karar verdim. Koþa koþa banyoya gittim ve tam bir buçuk saat banyoda kaldým. Ellerim buruþ buruþ olmuþtu. Suyun içinde bir yandan kaðýttan gemi yapýp yüzdürürken, bir yandan da plastik ördeðim “vak vak” yapýyordu. Banyom bitince ikindi kahvaltýmý yaptým. Aðzýma attýðým her lokmada hayatýn farklý bir tadýný tadýyordum. Yiyecek o kadar çok þey vardý ki, hepsinden birer lokma almak bile karnýmý doyurmaya yetti. Ardýndan üzerime elbiselerimi giyip arabama bindim. Hedefim doðruca þehrin merkeziydi. Arabada giderken gözüm yanýmdan akýp giden daðlara, tarlalara, aðaçlara ve kuþlara takýlýyordu. Arabada oturduðum halde uçmuþ olduðumu biliyordum. Ve ardýndan bir köprü gözüktü. Büyükçe bir nehrin üzerine kuruluydu. Uzun kollarýný nehrin öte yanýna, týrnaklý ayaklarýný da bu yanýna dayamýþtý. Kamburunu çýkarmýþ acemi bir asker gibi sýnav çekmeye hazýr bekliyordu. Sýrtýna geldiðimde birden durdum. Niye durduðumu açýkçasý bilmiyordum. Nehire daha yakýndan mý bakmak istiyordum? Hayýr! Bu daha sonraki bir iþti. Öylesine mi bakmýþtým? Bu da hayýr! Sonra anladým ki sorun masuramýn bittiðini bana baðýrarak anlatmaya çalýþan çýraktý. Kapattýðým kemerin köprüsünün üzerine attýðým zikzaklar hemen kendi kendine açýlýyordu. Böylece yola devam edemiyordum. Daha doðrusu düþümdeki köprünün bir ucu benim kapattýðým kemere dayalýymýþ. Ordan girince direkt düþümdeki nehrin öte yaný olan buraya, yani tozlu atölyeme gelmiþtim. Ýyi de ben ne zaman atölyeden çýkmýþtým?

Bu düþ beni rahatlatmýþ ve güç vermiþti. Gerçi bu her günkü kurduðum bir düþtü, ancak bu sefer baþka bir yerdeydim. Gidip gelmiþ ve canla baþla çalýþýyordum. Sadece ben mi? Herkes çalýþýyordu. Ýnanýyorum ki herkes kendi düþünü kurmuþtu ve bu kararan havada insanýn kendisine aydýnlýk bir yol açmasý anlamýna geliyordu. Her pedala basýþta, her iplik temizlemede, ütüyü her indiriþte kendi gerçekleþmesini diledikleri dünyalarýna bir adým daha atýyorlardý. Belki bazen karþýlaþýyorduk da fark etmiyorduk birbirlerimizi. Ama onlarýnda yanlarýmda olduklarý açýkça ortadaydý. Bunu yüzlerindeki ve gözlerindeki ifadelerden anlýyordum. Herkes yaptýðý iþe bakýyordu; fakat farklý bir þey görüyorlardý. Ýþte bu yüzden her hareketleri o yüce hedeflerine ulaþmaya çalýþmanýn korkusunu ve heyecanýný yansýtýyordu. Yeni bir hareket… Yeni bir adým… Yeni bir umut. Ýþte hepsi bu!

Saat yedi olduðunda dýþarý bir þeyler almak için giden çýraða tuzlu bir bisküvi aldýrdým. Yani bu “saati belirsiz” mesaiden yine karlý çýkacaktý. Bizimde (mesaileri alýrsak tabii) cebimize para girecekti. Ama açýkçasý gidenler beni daha fazla düþündürüyor. Kendimin sürekli bir hastalýða gittiðini hissedebiliyorum. Bunun teþhisini koyduracak ne bir sigortam (olsa ne iþe yarar ki dimi ama), ne de param var; ama hissedecek bir duyum var. Aslýnda genç olarak, daha yeni doðan bir güneþim, ama sanýrým erkenden batýp gidecek bir güneþ.

Herkeste bir yorgunluk olsa da makineciler bastýrýyor, ütücülerse hemen ütülüyordu. Bizi gören çok büyük bir iþ yaptýðýmýzý sanýrdý. Yani çok çabalýyorduk. Herkes bir þeylerinden feragat etmiþti. Örneðin bugün dizilerimiz vardý. Bunu bana Ali hatýrlattý. Bana:

“Anaa! Erinç bu ne?” dedi. Hemen ona baktým. Elini pantolonunun arkasýna deðdirip “bak” dedi, eli terliydi.

“Kýçým terlemiþ anasýný satim!”

“Zaten senin ancak oran terler” diye cevap verdim.

“Bu iþ bizi bozmasýn” dedi.

“Bugün o dizi vardý”.

“Kaçtý gitti! Hem onu hem de keçileri kaçýrdýk. Ama sen tümden þaftý daðýtmýþsýn” dedi.

“Aynen öyle” dedim. Gayet normaldi bu. Hayatta her þeyi kaçýrmýþ bir insanýn birde kendini daðýtmasý çok normal gözüküyordu bana. Basit bir televizyon izlemem bile izine tabiiydi. Rahatlayýp uçtuðum þeyler bile benim elimden alýnmýþken ben neyim ki?

Ýþlerin hepsini 21:47’ yi oniki saniye geçe diktik ve bitirdik. Ama sadece biz, yani makineciler bitirdi. Daha ütülenecek, kalite kontrolü yapýlacak çok iþ vardý. Büyük ihtimalle sabahlayacaklardý onlar. Biz kalkýp eve giderken kalanlar bize bakýp herhalde ne zaman kendi evlerine gideceklerini düþünüyorlardý. Ben ise iþim biter bitmez hemen “pýt” diye makinemi kapattým. Sevdiðim kýza bir bakýþ fýrlatýp masadan poþetimi aldým. Sevdiðim kýzý da iþleri temizlemeye almýþlardý. Üzüldüm ona! Sonra masanýn üzerinden “hoop” atladým. Az daha düþecektim ama kimin umrunda? Ardýndan hýzlýca kabanýmý almaya gittim. Alýr almaz da koþar gibi sokaða… Dýþarýdaki o pis ve sisli havayý içime çekmek bile benim iþyerinden kurtulma mutluluðumu dindiremedi. Ama mutlulukta kýsa sürdü. Eve gitmek için yolumu uzattýðýma piþman oldum. Kar iþyerinden ilk çýkýþýmda hemen hissettiðim bir þey deðildi. Ama yürüdükçe karýn yaðýþýný ve soðukluðunu hissettim ve titremeye baþladým. Evde sobanýn yandýðýný bilsem, en azýndan kendimi yedi yüz adým sonra her þey bitecek diye avuturdum. Ama o bu günkü yakýlacak kömürün çoktan yakýldýðýný ve herkesin üstüne battaniyeyi alýp ona sýmsýký sarýldýðýný biliyordum. Kesin bana da ince ve delik battaniyeyi býrakmýþlardý. O an cehennemin sýcak olmasýnýn iþime yarayacaðýný düþündüm. Yani en azýndan soðuktan sýrtarmaktansa, sýcaktan erimek daha iyidir. Absürd mü? Bence de! Böyle olunca artýk býrakayým güzel yaþamayý ýsýnmak bile delik battaniye olmasa hayal oluverecekti. Hatta o bile soðukluðun arasýndan uzaklara kaçtý. Eh bize de titreyen bedenlerle birilerine kaban dikmek kaldý. Yanýnda da yorgunluk ve baþ aðrýsý hediye. “Açýkça” anlaþýlýyor ki dünya birileri için yaþanýlasý ama biz kaban dikenler için asla! Yani bizim iþimiz dikmek: giymek deðil. Onlar sýcacýk giyip “oh” desinler yeter. Biz 1212’den kalma kaban benzeri þeylerle idare ederiz. Hem giderek soðukta bize iyi davranmaya baþlýyor. Biz de zaten buz gibiyiz, o yüzden onu pek týnlamýyoruz. Sýcak bedenler üþür dimi ama? Yoksa benim için soðukluðun eksi on mu, yoksa eksi kýrk mý olmasýnýn ne önemi var? Hatta isterse eksi iki yüz olsun. Bunu bile birisi “hissettin mi eksi iki yüz olmuþsun” derse anlarým (tabii ölmemiþ olursam). Bende ona “Ya! Gerçekten mi? Hiç belli olmuyor” derdim.

Eve geldiðimde (Ne yazýk ki!) bütün tahminlerim doðru çýkmýþtý. Babam yatmýþtý ve horluyordu. Annem ise babamýn yanýna oturmuþ onun horlamasýna homurdanýyordu. Ýki kýz kardeþim üzerilerine bir tane büyük battaniye almýþlardý ve büyük ihtimalle iþyerinde kendilerine asýlan erkekler hakkýnda konuþuyorlardý. O zibidilerin bir isimlerini verseler kafalarýný kýrardým onlarýn, ama vermiyorlardý ki!

Diðer iki küçük erkek kardeþimde bir battaniyenin içindeydi. Büyük olaný küçük olaný dövmüþtü anlaþýlan ve þimdi küçüðün gönlünü almaya çalýþýyordu. Ben gelince bu gönül iþine daha da gayretlendi. Küçüðe “hadi sen de bana vur ödeþelim” diyordu. Küçükte bana bir bakýp abisinin suratýna bir tane indirdi. Bunu yapýnca rahatlamýþ ve gülmeye baþladý. Sonra da boks yapmaya baþladýlar. Büyük olaný bana nasýl özenip 12 yaþýnda konfeksiyona baþladýysa o da þimdiden öbürüne özenip iþe girip para kazanmak istiyordu. Bu isteðinin ona ne getireceðini bilmese de istiyordu bunu. Engelleyebilecek miyim onu? Kim bilir, belki.

Yere baktým delik battaniye beni öylece yerde bekliyor. Hiç hoþuma gitmedi bu. Sonra anneme horultular arasýnda bir “Nasýlsýn?” dedim. Annem ise sanki ona pazar fiyatlarýný sormuþum gibi, “Pazar bi pahalýydý… domates bir milyon… patlýcan iki milyon… patates beþ yüz bin… k……” . “Tamam!” dedim ona. “Tamam, sormadým bunlarý sana! Bana ne pazarýn fiyatlarýndan. Ne yemeði yaptýn? Bana “Ýþte her þey pahalý olduðu için bir þey yapamadým. Dünden kalan çorbayla makarna var. Paramýz bunlara yetiyor,” dedi. Sesimi çýkartmadým. Sonra ona yine bakmaya baþladým. Önce yatmak ister gibi hareket ettiyse de ardýndan kalkýp o hasta haliyle kalkýp yemekleri ýsýttý. Yemeðimi hýzlýca yedim ve ardýndan çayýmýzý içtik. Belik bu koskoca günde bana en fazla canlýlýk veren þeylerden birisiydi bu çay. Bana ölüm anýnda hastaya verilen su gibi geldi. Sonra herkes öksürmeye baþladý; birbirine bakýnýp aðrýyan yerlerini anlattý. Aðrýmayan yerimiz yokmuþ meðerki! Karnýmýz, baþýmýz, bacaklarýmýz, gözümüz, diþimiz… Hepimiz hastayýz yani.

Toplu bir ölüm, toplu bir katliam var bu daracýk nemli evde. En kötüsü de vaktinden önce ölüyoruz. Dünyaya kazýk çakmadan çekip gitmektir bizi hýrpalayan. Yaþamak istiyoruz… Yaþamak istiyorum… Uzunca güzel bir yaþam. Her þeyin iyi bir sonla biteceðine inanmak istiyorum. Sabah uyandýðýmda yataktan çýkmak için can atmayý istiyorum. Öyle ki bunlarý her gece bir buçukta yattýðým halde sýrf daha güçlü olmak için on iki de yatarak istiyorum. Yarýn uyandýðýmda yataktan kalkmak istemeyeceðimi ve beni her geçen an da tekrar tekrar öldüreceklerini bile bile bunlarý istiyorum. Ya da…

Belki de yarýn her þey deðiþir. Belki bu yaþananlarda bir düþtür. Biraz sonra uyanýp bu olanlara gülüp geçeceðim. Hatta hatýrlamam… Hatýrlamak istemem. Ya da altýlýyý tutturup zengin olurum. Belki de öyle bir þey olur ki, ben daha hiçbir þey anlamadan bir bakmýþým her þey deðiþmiþ. Yani böyle olmalý dimi? Baþka yolu yok! Yaksa nasýl yaþar insan? Nasýl hala umut eder? Neye dayanarak? Neyi isteyerek olmasýný diler? Vicdan azabýndan nasýl ölmez? Benim gibi hayalleriyle nasýl boðulmaz? Yaþamýnýn iplerini nerelere baðlar ki? Güldüðünü zannederken sýrýttýðýný nasýl anlamaz? Nasýl!..

Öyle görünüyor ki bunlarý yaþamakta acý anlamakta… Neyse artýk gidip yatma zamaný. Yataðýn içinde kývrýlýp iyi bir rüya görmek için uðraþacaðým. Býrakayým da beni biraz daha avutsun. Gittiði yere kadar gideceðim. Her öldüðümde yeniden, yeniden dirileceðim. Ýnadýna bir yaþam olacak benimkisi. Ýnadýna düþler görüp, hayaller kuracaðým. Sonuna kadar yaþayacaðým. Hemen ölmek yok öyle. Dünyanýn tam ortasýna bir tane kazýk çakmadan gitmek yok.

Uyurken bir bakacaðým peri gelmiþ. Ondan balkabaðýndan araba isteyeceðim. Bunu yapmak onun için kolay olsa gerek: hemen yapar. Yapamazsa hiç gelmesin daha iyi. Defolsun gitsin baþka yere. Hem benim ayaklarýmda büyük, minik ayakkabý olmaz. Onun için prensesten de hayýr yok. En iyisi ben kurt adam olayým. Kýrmýzý baþlýklý kýz gelirse daha o, “Nine kulaklarýn niye bu kadar uzun?” bile demeden onu güzel bir mideye indireceðim. O zaman anlar dünyanýn kaç bucak olduðunu. Midemde ki yeri rahat mýymýþ anlar o zaman. Elbisesi de ne kadar güzeldi onun. Elbisesini de ben diktim zaten. Sonra… Sonra karanlýk ormanda uðuldayarak dolaþacaðým. Aðaçtan aðaca zýplayacaðým. Durup dururken temiz havayý koklayacaðým. Ardýndan yüksek bir yere çýkýp güneþin doðmasýný izleyeceðim. Yeni bir günün baþlangýcýný yani. Yani… Yeni bir yaþamý.

42 Mart 1387 Erinç Süzülen


.Eleþtiriler & Yorumlar

:: tebrikler
Gönderen: Kâmuran Esen / Bolu/Türkiye
15 Ekim 2005
Sevgili Mikail Boz; Ýyi ki kaçýrmamýþým öykünüzü.Öyküyü çok baþarýlý buldum.Espri, ironi,baþ kaldýrý,sitem, özlem vb ne ararsan var.Ve bunlarýn hepsi o kadar ustaca yerleþtirilmiþ ki!Son zamanlarda izedebiyat'ta okuduðum en güzel öykülerden biri.Tebrik ederim.Sizi izleyeceðim.Devamýný dilerim...Sevgiyle kalýn...Kâmuran SEEN




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Yeþil Canavar
Utanç
Dalgakýran
Ölüm Döþeðinde Puslu Aþka Keþfi (2)
Uyanýþ
Ütopik Sahiller (2)
Ütopik Sahiller (1)
Ütopik Sahiller (3)
Ölüm Döþeðinde Puslu Aþk Keþfi (1)
Ecstasy

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Seni Düþünmek [Þiir]
Yüzyýllýk Yalnýzlýk [Þiir]
Kan (At) Lý Geceler [Þiir]
Hedef [Þiir]
Mahpus [Þiir]
Iþýk Hýzýný Geçmek Mümkün Mü? [Deneme]
Týrnak Yeme Meseli [Deneme]
Kim Ýçin Din ve Vicdan Özgürlüðü? [Deneme]
Yalnýzlýk [Deneme]
Mutlu Bir Evlilik Ýçin 4 Altýn Kural [Deneme]


Mikail Boz kimdir?

Mikail BOZ

Etkilendiði Yazarlar:
N. Gogol, F. Kafka, J. M. Coetzee, L. F. Celine, M. Proust, A. Camus


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Mikail Boz, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.