..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
"Denemeler"de gördüðüm þeyi Montaigne'de deðil, kendimde buluyorum. -Pascal
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Fantastik > Ýhsan Cihangir




29 Temmuz 2001
Eski Dünya Masallarý - Bölüm 3  
Ýcatlar ve Keþifler

Ýhsan Cihangir


Öykü, uzun bir geçmiþin öyküsü


:ECGI:
Buzul Güneyi ve Mo’lar:

Dünyanýn yuvarlak olduðunun ispatlandýðý zamanlardaydý. Ali Kâmil bey o sýralar buzul güneyindeki sürgün hayatýný yaþamaktaydý. Buzul güneyine giderken güney insanýn haklarýný koruma mahkemesi tarafýndan kendisine verilen tek kiþisel eþyasý olan koyun postundan yapýlma paltosuydu. Güya mahkeme, paltoyu ona buzul güneyinde üþümesin diye býrakmýþtý. Herhalde mahkemedekilerin dünyanýn bu bölgesinde geceleri sýfýrýn altýnda yüz dereceye ulaþan soðuktan haberleri yoktu. Bir de üstüne üstlük buzul güneyinde yýlýn altý ayý gece, altý ayý gündüz olarak yaþanýrdý. Ne hikmetse, Ali Kâmil beyin býrakýldýðý zaman gündüz yaþanmaktaydý. O kadar da insafsýz olamamýþlardý galiba, fakat en geç altý ay sonra gece olacaðýný da çok iyi bilmekteydiler. Ýþte böyle yeni dünyanýn genç insanlarý, eski dünyada da mahkemeler kurulur ve insanlar acýmasýzca yargýlanýr, sürgün edilirlerdi. Deðiþen bir þey yok dediðinizi duyar gibiyim þimdi.
Ali Kâmil beye gelelim. O buzul güneyinde geçirdiði ilk beþ haftayý hayatý boyunca hiç unutamayacaktý. Çünkü kendisindeki üstün mucitlik ve kâþiflik ruhunun ilk o zamanlar farkýna varmýþtý. Gündüzleri bile sýfýrýn altýnda elli dereceye varan soðuklardan paltosuyla korunamayýnca, kendisini buraya sürgün edilmeye layýk gören mahkemedekilere inat, hayatta kalabilmek için yeni çareler aradý ve buldu da sonunda, bu buluþ belki de hayatýnýn buluþu olacaktý.
Günlerce süren bir açlýk sefaletinden sonra, yapmasý gereken tek þeyin bir iki balýk yakalayýp çið de olsa yemek olduðunu akýl edebilen Ali Kâmil bey üzeri kalýn buz tabakasýyla örtülü okyanusun üzerinde, nispeten daha ince bir buz tabakasý aramaktaydý. Sonunda bulduðu bölgede buz o kadar inceleþmiþti ki, altýndaki suda yüzen irili ufaklý balýklar görülebiliyordu. Donan ellerine aldýrýþ etmeden var gücüyle o bölgedeki buz parçasýný yumruklarken, sarsýlan vücudunda kan akýþý hýzlandý, sanki bütün kan beynine hücum etmiþ gibi, yüzü kýpkýrmýzý kesildi, soluklanmak için durdu, siyah gözleri çakmaktaþý gibi parlýyordu. Ayaða kalktý, her zaman ki gibi ‘buldum buldum !’ diye koþmaya baþladý. Fakat bu seferki buluþu gerçekten onun için çok deðerliydi, belki de bu buluþu hayatýný kurtaracaktý. Heyecaný yatýþýnca durdu, yarým býraktýðý iþine devam etti, bir kaç saatlik uðraþtan sonra ince buz tabakasýný delmeyi baþardý, þimdi sýra balýklardan birini yakalamaya gelmiþti, uzandý balýðýn birini ellerinin arasýndan kaydýrmadan, maharetle yakaladý, delikten çýkardýðý balýðý daha fazla tutamadý, buzlarýn üzerine düþürdü. Ali Kâmil bey bir kaç debelenmeden sonra can veren balýðý eline aldý, önce öptü, sonra ona teþekkür etti, hatta bir süre balýðý yemeye bile kýyamadý. Çünkü o balýk, onun hayatýný kurtaracak buluþuna ilham kaynaðý olmuþtu.
Tepeden buzun altýnda yüzen balýklarý görünce : ‘onlar da benim gibi canlý, yaþamak için ýsýnmaya ihtiyaçlarý var. Onlar buzun altýnda hem de suyun içinde ýsýnabiliyorlarsa, ben neden ýsýnamayayým ? Hem de karada !’ diye düþündü.
Yediði balýktan sonra –çið de olsa- aklý daha iyi çalýþmaya baþladý. Bir süre balýklar hakkýnda düþündü. Güneyin doðusunda yaþayan insanlarýn da çið balýk yediklerini duymuþtu. Fakat onlar bunu, kendisi gibi zorunluluk icabý yapmýyorlardý. ‘Aslýnda tadý hiç de fena deðil’ diye mýrýldandý, sonra ‘keþke aklýmdaki tasarýmý çizecek bir kâðýdým olsaydý’ diye düþündü. Buzul güneyinde kâðýt var mýydý acaba, mucitlerdeki þüphecilik duygusu harekete geçti. Buzlarla kaplý bir kýtada çok küçük bir ihtimal de olsa kâðýt olabileceðini düþündü. Etrafýna biraz bakýndý, bunun imkânsýz olduðuna ikna olunca aramayý býraktý.
*****
Bir haftalýk bir çalýþmadan sonra, Ali Kâmil bey ‘buz kulübesi’ dediði sýðýnaðýný tamamladý. Bir maðarayý andýran yapýya uzun bir koridordan geçilerek ulaþýlýyordu. Kulübenin giriþini bir güney insanýnýn sürünerek zorlukla girebileceði kadar dar ve alçak yapmýþtý. Bunun sebebi dýþarýdaki soðuktan daha iyi korunabilmek olmalýydý. Giriþten itibaren koridorun yüksekliði ve geniþliði giderek artýyor, Ali Kâmil beyin adýmlarýyla yüz adým sonra geniþ, ferah buzdan bir odaya açýlýyordu. Henüz bir haftadýr kullandýðý kulübesinde, bir köþede yere serili halde bulunan koyun postundan paltosu, bir köþede yediði balýklarýn kýlçýklarý ve artýklarý bir yýðýntý halinde durmaktaydý. Ali Kâmil bey kulübesini yaptýðýna çok da sevinemiyordu, çünkü buzul güneyinde eninde sonunda (hem de altý ay süreyle) gece olacaðýný biliyordu. Altý ay, yani tam yirmi dört hafta zifiri karanlýkta oturmak ona oldukça korkutucu ve sýkýcý geliyordu.
Bir ara ateþ yakmayý düþündü, bu amaçla kulübesinden kuzey yönünde yüz bin adým ileri kadar gitti. Fakat, bu uçsuz bucaksýz buzlar ülkesinde tek bir odun parçasý bile bulamadý.
Aradan bir ya da bir buçuk hafta geçmiþti ki hava yavaþ yavaþ kararmaya baþladý. Bir anda aklýna gelen düþünceyle sarsýldý : ‘Aman Allah’ým burada açlýktan öleceðim’ dedi. Karanlýk bastýrdýðýnda balýk yakalayamayacaðýný düþündü. Kendisine altý ay yetecek kadar balýðý da günlerce uðraþsa yakalayamazdý. Zaten üç günde bir balýðý zor yakalýyordu.
Aklýna dýþarýda gördüðü, pijamalý hayvanlar geldi, penguenler, sonra ayaða kalktý ‘evet penguen yiyeceðim, ölmemek için her þeyi yapmaya hazýrým’ dedi, sonra zekâsýndan dolayý kendini bir kez daha tebrik etti.
Sýra penguenleri avlamak için kesici bir þey bulmaya gelmiþti. kulübesinin tepesinde oluþan, sivri dikitleri düþündü. Onlardan en büyüðünü býçak olarak kullanabilirdi. Aklýndakileri uygulamak için uzun koridordan yürüdü, sonra sürünerek kolayca dýþarý çýktý. Kulübeyi yaptýðý ilk günlerde girerken zorlandýðý aklýna geldi, zayýfladýðýný düþündü. Sonra çatýdaki en büyük dikiti bin bir güçlükle yerinden söktü, avcunun içerisine kurbanýný öldürmeye giden eli býçaklý katil gibi aldý, en kalabalýk penguen sürüsünün arasýna daldý, gördüðü en büyük penguene elindeki koca dikiti tam indirecekken, sanki o koca dikit kendi baþýna inmiþ gibi sarsýldý, daha fazla dayanamadý, bayýldý.
*****
Uyandýðýnda kendini tanýdýk bir ortamda buldu, bulunduðu yer ona göre buzdan sýðýnaydý, fakat sanki sýðýnaðýna birileri bir þeyler yapmýþtý. Yattýðý yerden tavaný görebiliyordu, tavanýn oval olduðu dikkatini çekti, halbuki kendisi onu düz tasarlamýþtý. Sol yanýnda bir sýcaklýk hissetti, yattýðý yerden baþýný hafif kaldýrdý, ensesindeki müthiþ aðrýya aldýrýþ etmeden, merakýný gidermek için sýcaklýðýn geldiði tarafa baktý. Gözlerine inanamýyordu, buzul güneyinde yanan bir ateþ, hem de har har yanan bir ateþ...
Ya burasý kendisine ait deðildi ya da dünyanýn bu bölgesinde yaþayan garip yaratýklar vardý ve onun sýðýnaðýna yeni yeni þekiller vermiþlerdi.
Dýþarý çýkýp dört bir yaný kolaçan etmek istedi (Dört bir yaný kolaçan etmek eski güney insaný dilinde çevreyi araþtýrmak, gözlemlemek anlamýna gelir). Sonra bu fikrinden nedense vazgeçti, aslýnda nedeni açýktý, ensesinden baþýna doðru ilerleyen o müthiþ aðrý onun merak duygularýný yavaþ yavaþ öldürüyordu. Öylece, kýpýrdamadan belki de beþ-altý saat yattý, fakat uyumadý, düþündü, düþünmeyi düþündü. Düþünemiyordu... Aldýðý darbe yüzünden geçici bir hafýza kaybýna uðramýþ olabileceðini düþünür gibi oldu, belki de ateþi yakmanýn bir yolunu bulmuþtu ve tavaný da oval yapmýþtý.
Sonra dýþarýdan gelen anlamsýz seslerle irkildi, kalkýp bakmak istedi, baþaramadý. Meraký içeriye giren (hem de bir kapýdan) garip giyimli, kýsa boylu, ablak suratlý insanlarý gördüðü zaman iki kat daha arttý, bu insanlar düþündüðü garip yaratýklar olamazdý, çünkü bunlar basbaya insandý.
Ýki kiþiydiler ve aralarýnda bir þeyler konuþuyorlardý sanki halledemedikleri bir mesele varmýþ gibi, sonra içlerinden biri Ali Kamil beye döndü, yüzünü buruþturdu, tek elini havaya kaldýrdý, iþaret parmaðýný ileri doðru uzatarak konuþmaya baþladý. Fakat Ali Kamil bey söylediklerinden tek kelime anlayabilmiþ deðildi, onlara hiçbir þey anlayamadýðýný anlatmaya çalýþýr gibi gözlerini kýstý, ellerini ‘olmadý’ manasýnda iki yana salladý. Adamlar durumu anlamýþ görünüyordu, ‘demek ki zeki insanlar’ diye geçirdi içinden.
Ýki garip insanýn aralarýndaki hararetli konuþma, içlerinden birisinin (içlerinden birisi diyorum, çünkü hiçbir farklarý yoktu...) dýþarý çýkmasýyla son buldu. Fakat çok geçmeden garip adam, yanýnda Ali Kamil bey için son derecede tanýdýk bir simayla geri döndü. Tanýdýk simalý adam karþýsýnda Ali Kamil beyi görünce þaþýrmadý, normal, gündelik bir olaymýþ gibi konuþmaya baþladý :
“Merhaba delikanlý, sanýrým benim geldiðim yerden geliyorsun.”
“Evet efendim, ben sizi çok iyi tanýyorum, siz mucitlerin mucidi Abdülfeyyaz bey deðil misiniz? Sizin resimleriniz orta güneydeki mucitler ve kaþifler kentimizin tüm sohbet odalarýnda asýlýdýr. Ýnsanlarýmýz sizi öve öve bitiremezler, fakat sizin öldüðünüzü zannediyorduk, nasýl olurda þimdi böyle karþýmda...”
“Tamam, biraz soluk al bakalým, amma da çok soru sorarmýþsýn. Evet dediðin gibi ben Abdülfeyyaz beyim. Fakat mucitlerin mucidi olduðumu bilmiyordum, bilmiyorum hangi icadýmla bu seviyeye ulaþtým? Zannýnýzýn aksine ölmedim, güney insanýnýn haklarýný koruma mahkemesi beni buraya gönderdi, kafalarýnca ölüme terk ettiler beni, fakat onlarýn bilmediði bir þey vardý bende, engellenemez mucitlik ruhu... Evet bu sayede hayatta kalmayý baþardým, mesleðimin deðerini buraya gelince anladým.”
“Efendim size sormak istediðim daha çok þey var aslýnda, burasý neresi veya benim buzdan yaptýðým sýðýnaðýma neler oldu böyle, bu garip insanlar kim, sizi neden buraya gönderdiler?”
“Bütün sorularýna cevap bulacaksýn delikanlý, fakat ilk önce sen söyle bakalým burada ne arýyorsun ve penguenleri neden öldürmeye çalýþýyordun?”
“Beni de buraya güney insanýnýn haklarýný koruma mahkemesi gönderdi, zararlý icatlarým ve keþiflerim varmýþ dediklerine göre...”
“Demek sen de bir mucitsin, peki son icadýn neydi?”
“Son icadýmý buraya geldiðimde yaptým, fakat þimdi bundan þüpheliyim, kendime buzdan bir sýðýnak yaptýðýmý hatýrlýyorum. Keþif noktasýnda; buz her ne kadar soðuk da olsa, buzla kapalý bir ortam oluþturulduðunda sýcaklýðýn bir insanýnýn yaþayabileceði seviyeye ulaþtýðýný buldum.”
“Güzel, fakat bunu senden önce yüzlerce insan buldu, fakat ilk bulanýn bir eski mo insaný olduðu söyleniyor.”
“Eski mo insaný mý?”
“Evet, sana mo’larý anlatmadým deðil mi? Biraz önce gördüðün o iki garip insan mo dur. Yani buzul güneyinde yaþayan insanlar vardýr, buraya nasýl geldiklerini herkes bilmez, fakat onlar vardýr iþte. Onlara mo denmesinin sebebi de, kullandýklarý dilde bolca ‘mo’ hecesi bulunmasýndandýr. Burasý da, yani þu içinde bulunduðumuz yapý onlara -yani mo’lara- aittir. Ben senelerdir buradayým, onlarýn dillerini öðrendim, biraz önce sana bazý sorular sormamý istemiþlerdi, fakat ikincisine cevap alamadým sanýrým.”
“Nasýl? ne gibi sorular?”
“Þöyle, ilk sorumun cevabýný aldým zaten, buraya nereden ve neden geldiðin gayet açýk, ikincisi o penguenleri neden öldürmeye çalýþýyordun ? Evet, bunun cevabýný bekliyoruz senden...”
“Efendim ! Benim o hayvanlarý öldürmek istememin tek sebebi, karnýmýn günlerdir aç olmasýydý, aslýnda balýkla falan idare ediyordum, baktým ki günlerce hava karanlýk olacak ve ben balýk yakalayamayacaðým, o hayvanlardan bir iki tane avlayýp depolamayý düþündüm. Bu bana altý ay boyunca yeterdi. Tek amacým hayatta kalabilmekti, biliyorum penguen eti yemek pek alýþýlmýþ bir þey deðil ama...”
Abdülfeyyaz bey bir felaket haberi almýþçasýna yüzünü buruþturdu, ayaða fýrladý, odada muhafýz askerler gibi hazýr olda bekleyen iki garip adama durumu çaktýrmak istemediðinden tekrar yerine oturdu, kýsýk sesle :
“Aman delikanlý, sen neler söylüyorsun, penguen mo’lar için kutsal bir hayvandýr. Senin onlarý öldürmeni býrak, öldürmeye yeltenmen bile ölümüne sebeptir... uygun bir yalan bulalým da bu iþten kurtulalým, þimdi ben kalkýp onlara senin penguenleri yemek için öldürmek istediðini söylersem çok kötü olur” dedi.
“Ýnanýn bunu bilmiyordum efendim, evet sanýrým durum ciddi, ne söylesek acaba ?”
“Benim aklýma hiçbir yalan gelmiyor delikanlý, aslýnda en iyisi dürüst davranmak, o zaman belki affedilirsin. Hem ne yalan söylesek yavan kaçar, çünkü elinde penguenlere doðru doðrultulmuþ bir dikitle yakalandýn ki dikit burada en keskin silahtýr...”
“Anlýyorum, zaten hayatým buraya geldiðim ilk günden beri tehlikede, alýþtým buna, þansýmýzý bir deneyelim bari. Siz onlara benim bir mucit olduðumu ve buraya sürgün edildiðimi söyleyin, sonra penguenlerin onlar için kutsal olduðunu bilmediðimi ve onlardan bu konuda özür dilediðimi de ekleyin efendim !”
“Pekala, bir deneyelim bakalým delikanlý...”
Abdülfeyyaz bey, kafasýndaki keçi derisinden yapýlma þapkasýný çýkardý, iki garip adama karþý en iyi tavrýný takýndý, gülümseyerek konuþmaya baþladý. Adamlar ciddi edalarýný hiç bozmadan Abdülfeyyaz beyi dinlemekle yetindiler, sonra tek kelime bile etmeden sýðýnaktan çýkýp gittiler.
Ali Kamil bey merakýný gizleyemedi, Abdülfeyyaz beyin yüzündeki gülümsemeden ümitlenmiþ olacak ki :
“N’oldu efendim? Affedildim mi? Hiçbir þey söylemediler ama...Siz onlara ne söylediniz?”
“Sorularýný ard arda sýralamak senin huyun olmuþ delikanlý... Gelelim senin akýbetine; sanýrým büyüklerine danýþmaya gittiler, fakat durum hakkýnda hiçbir þey söylemediler, sen de gördün.”
“Evet haklýsýnýz, beklemekten baþka yapýlacak bir þey yok sanýrým.”
*****
Ali Kamil bey yataðýnda sýr üstü yatmýþ gözleri odanýn tavanýný süzerken, bir taraftan da gördüklerini anlamlandýrmaya çalýþýyordu, nasýl olurda buzul güneyinde ateþ olabilirdi, odanýn tavanýný bu þekilde (oval) havada durdurmayý nasýl baþarabilmiþlerdi, neden hiç kimsenin mo’lardan haberi yoktu, bu insanlar burada çið balýktan baþka ne yerlerdi, neden buzul güneyinde yaþamayý tercih etmiþlerdi...Bu sorularýn cevabýný ancak Abdülfeyyaz bey verebilirdi herhalde, fakat þimdi bu kritik zamanda onu soru yaðmuruna tutmaktan da çekiniyordu. Tam o bunlarý düþünürken, Abdülfeyyaz bey aklýný okumuþçasýna konuþmaya baþladý :

“Orta güneyin doðusunda yaþayan insanlarý duydun mu bilmiyorum, onlarýn yemek kültürlerinde çið balýk birinci sýrayý alýr, çið balýða telaffuzu zor bir isim seçmiþler, ona ‘suþi’ demiþler, zaten onlarýn dili böyle telaffuzu zor bir sürü kelimeden oluþur. Her neyse, iþte orta güneyin doðusunda yaþayanlarýn bir zamanlar burada yani buzul güneyinde yaþadýklarý söylenir, Mucitlik mesleði bir zamanlar onlara aitmiþ, fakat bizim insanlarýmýz övünüp dururlar; mucitlik mesleðini biz kurduk diye, ne garip deðil mi? mucitliðin de bir mucidi var... Ýþte o insanlarýn torunlarýdýr mo’lar, buzul güneyinde yaþamaya direnen tek insan topluluðudur. Neden direnmiþler diye soracak olursan, bunun cevabýný ilerleyen günlerde kendi kendine bulacaðýný söyleyebilirim. Yani söylemek istediðim endiþelenme mutlaka affedileceksindir, mo’larýn yaþam tarzlarý her ne kadar ilkelse de, düþünceleri ilkel deðildir. Penguen meselesine gelince, belki penguenin kutsal sayýlmasý sana saçma gelebilir, fakat orta güneyde de ineðe ne kadar çok deðer verildiðini biliyorsun, belki tapma anlamýnda deðil ama, biliyorsun tanrýlarýn hayvaný olduðu için ona her orta güney insaný sahip çýkar. Pengueni de bu þekilde düþün.”
Ali Kamil bey Abdülfeyyaz beyin bu konuþmasýndan sonra biraz daha rahatladý, baþýndaki aðrý hafiflediði için doðruldu, yastýðýný arkasýna destek yaparak buzdan duvara dayandý, fakat hiçbir soðukluk hissetmedi, ‘bu yastýðýn içinde ne var acaba?” diyerek mýrýldandý, Abdülfeyyaz bey bunu duymuþ olacak ki :
“O yastýk ayý postundan yapýlmadýr, sen hiç buzul güneyinde bir ayýya rastladýn mý? Orta güneydekilerin aksine beyaz postlarý vardýr ve bu onlarý sýfýrýn altýnda yüz dereceden bile korur.” dedi.
“Demek burada ayýlar da var, hem de beyaz... Hiç rastlamadým, iyi ki de rastlamamýþým.”
“Yo, tehlikesizdirler, tabii ailelerine zarar vermediðin sürece, penguenler kadar olmasa da çok sosyal hayvanlardýr.”
“Aman efendim, ayýnýn tehlikesizi mi olur?”
“Olur tabii, aslýnda hiçbir hayvan tehlikeli deðildir, biz insanlar onlarýn özel hayatlarýna müdahale ederiz ve bu onlarý çok kýzdýrýr...”
“Bu kadar basit deðil bence efendim, diyelim ki ben okyanusun ortasýna düþtüm ve bir köpek balýðý geldi, beni kendisine akþam yemeði yaptý, onun özel hayatýna karýþtýðým için mi yaptý bunu, hayýr bence bunun tek sebebi onun bir etobur olmasýdýr.”
“Ben hayvanlarla anlaþmanýn yolunu buldum delikanlý, ben istemezsem o köpek balýðý beni akþam yemeði yapamaz, her neyse þimdi bunlarý boþ ver de baþka þeylerden konuþalým, istersen sana þu ateþ olayýný anlatayým, hým ne dersin?”
“Evet, gerçekten çok iyi olur efendim, bu kafamý çok kurcalýyordu !”
“Ateþ, yüksek ýsý enerjisi demek deðil mi? Bir kere onu elde ettikten sonra, söndürmeden, devamlý üretebilirsin. Mo’larýn anlattýklarýna göre atalarýnýn –daha bir göbek önceki atalarýnýn- ateþi yakmalarý zor olmamýþ, sürtünmeyle elde etmiþler onu, iki dal parçasýný aðaçtan yapýlma bir oyukta birbirine sürterek... Çok zamanlarýný almýþ bu iþ, ama olmuþ iþte. Ateþ odasý dedikleri odada baþarmýþlar bunu ilk defa, baþlangýçta her iki saatte bir adam deðiþtirmiþler, yani herkes iki saat süreyle ve sýrayla iki dal parçasýný sürtmüþ ve dediklerine göre doksan altý saat sonunda ateþ çýkmýþ, o gün bu gündür o odayý ateþ odasý olarak kullanýrlar, orada ateþ hiç sönmez ve söndürecek kadar kötü niyetli bir mo veya bir yabancý inanýþlarýna göre tanrýlarýn gazabýna uðrar. Bu yüzden mo’lar için ateþ birinci derecede kutsal bir varlýktýr. Nasýl olmasýn ki sýfýrýn altýnda yüz derecelerde yaþamak zorunda olan insanlar için ateþ elbette çok deðerlidir. Ýþte ateþin öyküsü bu delikanlý...”
“Peki efendim, ateþi söndürmeyecek kadar çok odunu nereden buluyor bu insanlar?”
“Kolay, buzul ormanýna gidiyorlar, oradan kýzaklarla getiriyorlar.”
“Buzul ormaný mý?”
“Evet. Delikanlý sanýrým sen buzul güneyini dünyanýn terkedilmiþ bölgesi sanýyorsun, doðru ya bizim kitaplarýmýz öyle yazýyor, ama hiç de öyle deðil, mucitler ve kâþifler kentindeki hiçbir kitap hatta orta güneydeki hiçbir kitap buzul güneyi hakkýndaki doðrularý yazmýyor, yazamýyor, çünkü tamamen bilimsel varsayýmlardan yola çýkýlarak yapýlmýþ yorumlardýr onlar, buzul güneyini görerek, gezerek yazan bir yazar yoktur henüz, ancak þunlarý söylerler : buzul güneyine güneþin ýþýnlarý çok büyük bir açýyla gelir, bu yüzden sýcaklýk çok düþüktür ve bu düþük sýcaklýk bitkilerin ve bazý hayvan türlerinin haricindeki hayvanlarýn yaþamasýna izin vermez. Ali Kamil, bunlar tamamen varsayýmdýr. Sen iyileþ, çýkar gezeriz, buzul güneyinde taze sebze bile bulacaðýz göreceksin...”
“Demek öyle, bunlarý gerçekten bilmiyordum efendim ve inanýn çok þaþýrdým. Size son bir soru sorabilir miyim?”
“Elbette sorabilirsin.”
“Þimdi, bu odalar buzdan yapýlma deðil mi?”
“Evet ve bu sýcaklýða nasýl dayanýyorlar da erimiyorlar diyeceksin deðil mi?”
“Evet, aðzýmdan aldýnýz.”
“Sen hiç izolasyon diye bir terim duydun mu veya okudun mu diye sorayým ilk önce...”
“Evet, kitab-ül hiyel de okumuþtum, hiyelcilerin üstadý Abdülmenfez beyin kitabý.”
“Evet orada yazar, molarýn yaptýðý da basit bir izolasyon yani koruma. Görmüþ olduðun bu duvarlar iki kat buzdan yapýlmýþtýr aralarýna ve üstlerine bir karýþýmý sývarlar, bu karþým macun kývamýndadýr ve rengi sütten daha beyazdýr, bu yüzden buzun üstünde belli olmaz.”
“Neler var peki bu karýþýmýn içinde ?”
“Neler yok ki, çam aðaçlarýndan reçine, taþlardan karpit, burada yaþayan ayýlarýn öz yaðlarý, sonra þimdi aklýma gelmeyen bir sürü þey ve karýþýmýn en önemli maddesi... onu bir sýr gibi saklarlar, yeni bir ev yapýlacaðýnda karýþýmý hazýrlamakla görevli bir usta mo insaný vardýr, sadece o bilir, bu ustalar yaþlandýklarýnda kendilerine bir öðrenci seçerler, karýþýmý ve tabii o sýr gibi saklý maddeyi de öðrenciye öðretirler.”
“Anlattýklarýnýz çok ilginç efendim, mo insanlarýnýn hepsi tam bir mucit galiba.”
“Evet, öyle sayýlýr, geleneklerinde bu vardýr, yani mucitliði herkes yapar, bir meslek gibi deðildir onlar için...”
Abdülfeyyaz beyin konuþmasý içeriye giren bir mo insanýyla yarým kaldý, adam sanki çok önemli bir sýrrý taþýyormuþçasýna vakur ve ciddi bir yüzle bir Ali Kamil beye bir Abdülfeyyaz beye bakýyordu. Sonunda Abdülfeyyaz beyde karar kýldý, konuþmaya baþladý, konuþurken mimikleri bir yükü atmanýn mutluluðuyla gevþedi, yüzündeki sertlik konuksever bir mo insanýn yumuþak yüz ifadesiyle yer deðiþtirdi. Buyurun der gibi iki orta güney insanýna kapýyý gösterdi, Abdülfeyyaz bey parmaðýyla ‘bir dakika’ iþareti yaptý :
“Mo’larýn büyüðüyle tanýþacaksýn Ali Kamil, göreceksin çok tonton, konuksever bir yaþlý mo dur kendisi...”
*****
Buzlarý temizlenmiþ, karlý kaplý yollardan, evlerin (buzdan yapýlma, bir orta güney insaný için ancak bir sýðýnak olabilecek) en büyüðünün giriþine ulaþtýlar. Elçi, kapýdan içeri girdi, girmeden önce diðerlerinin beklemesini ister gibi beþ parmaðýný ve elinin ayasýný göstererek dur iþareti yaptý. Ali Kâmil bey sakindi, Abdülfeyyaz beyin söyledikleri umutlandýrmýþtý onu. birkaç dakikalýk beklemeden sonra elçi, keçi derisinden yapýlma kapýnýn arasýndan baþýný uzattý gel iþareti yaptý. Ali Kamil bey Abdülfeyyaz beyden görerek ayaklarýndaki karý yere vurarak temizledi, Abdülfeyyaz beyin ardýndan alçak kapýdan baþýný eðerek içeri girdi.
Mo’larýn büyüðü, yaþlý, tonton adam misafirlerini ayakta karþýladý, mo’larýn büyüðü dediðime bakmayýn, adamýn yaklaþýk doksan santimetrelik boyu Ali Kamil beyin neredeyse beline geliyordu. Büyük mo’nun konuþmasý kýsa sürdü, sadece ‘tamo’ dedi, Abdülfeyyaz bey bunu, Ali Kâmil beyin anlayacaðý þekliyle ‘Lütfen oturun deðerli misafirlerim’ olarak çevirdi.
Ayý postundan yapýlma minderlere oturdular, büyük mo’nun içtiði dumanlý çubuk Ali Kâmil beyin dikkatini çekti, ‘bu bizim oradaki zevk otu olmasýn’ diye aklýndan geçirdi. Abdülfeyyaz bey dönüp ‘senin inançlarýný soruyor’ dediðinde düþündüklerine bir süre ara vermek zorunda kaldý. Konuþmasýna ‘aslýnda zor bir soru, ama maksadý belli, penguen meselesi deðil mi?’ diyerek baþladý, sonra ekledi : ‘Herkesin inandýðýna ben de inanýrým, bir yaratýcýnýn varlýðýna yani... Herkes inanýyor diye deðil tabii, sözlerimden böyle bir anlam çýkmasýn lütfen. Aklým bunu emrettiði için inanýrým, kutsal saydýðým çok fazla þey yoktur, yaratýcýnýn haricinde... Orta güneyde –yani benim geldiðim yerde- inek kutsal bir hayvandýr, buna pek gönülden inanmam, yani etinden yararlanýrým en azýndan, tabii saygýlýyým bu inanca, dinler tarihimizde inekle alâkalý uzun bir hikaye vardýr, halkýmýn ineði kutsal saymasý da bundan kaynaklanýyor zaten, aslýnda þimdi bu hikâyeyi anlatmak isterdim, fakat pek zamaný deðil sanýrým, dedim ya uzun bir hikâye...Sanýrým sizin inançlarýnýzda penguen kutsal bir hayvanmýþ, bunu bana Abdülfeyyaz bey efendim söyledi, inanýn buraya atýldýðým ilk günlerde hayatta kalma mücadelesi veriyordum ve penguenlerden birini avlayýp yemeye mecbur kalmýþtým, çünkü hava kararýyordu, altý ay boyunca balýk yakalayamayacaktým, penguenler de balýklara nispeten iri hayvanlar olduklarý için günde bir iki lokmasý bana altý ay yeter diye düþünmüþtüm. Sizin için kutsal olduklarýný bilsem, daha doðrusu sizin burada olduðunuzu bilsem buna asla kalkýþmazdým.” Ali Kamil bey konuþmasýný bitirdi, bir soluk aldý, dürüstlüðüne ve samimiliðine inanmalarý için yaratýcýsýna dua etti. Sonra Abdülfeyyaz beye döndü, ‘efendim lütfen aynen çevirin, tek bir kelime bile atlamayýn.’ diye kibarca rica etti. Abdülfeyyaz bey her iki gözünü de kýrparak ‘tamam’ iþaretini verdi, yaþlý mo ya döndü, Ali Kâmil beyin söylediklerini kelimesi kelimesine tekrarladý. Abdülfeyyaz bey konuþurken, yaþlý mo’nun yüzünde donuk bir ifade asýlý kalmýþ gibiydi, onun bu hali karþýsýnda konuþan insana iþkence gibi gelirdi, Abdülfeyyaz bey bunlara hiç aldýrmadan sözlerini bitirdiðinde, odanýn içine bir süre sessizlik hakim oldu. Sonra sessizlik, yaþlý mo’nun çürümüþ diþlerini göstererek gülümsedikten sonra, Ali Kâmil beye dönüp ‘yutamo’ demesiyle son buldu, Abdülfeyyaz bey hemen çevirdi : ‘sana aramýza hoþ geldin dedi.’

3.Bölümün Sonu.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn fantastik kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Eski Dünya Masallarý - Bölüm 1
Eski Dünya Masallarý - Bölüm 2

Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Yörük Hasan
Çapkýn Cemil'in Maceralarý
Bavul Cinayeti
Sarý Vosvos
Sarý Vosvos - Bölüm 2


Ýhsan Cihangir kimdir?

Yazan adam, þimdilik 22 yaþýnda; öðrencilik günlerinin bir an evvel geride kalmasýný isteyen sýradan bir üniversiteli. Ne yaþadaðý þehrin adý önemli ne de okuduðu üniversitenin, dedim ya o sýradan bir üniversiteli. . .

Etkilendiði Yazarlar:
Ýhsan Oktay Anar, Murathan Mungan.


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Ýhsan Cihangir, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.