..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Özyaþamöyküsü baþka insanlarla ilgili gerçekleri anlatmak için eþsiz bir araç. -Philip Guedella
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Bireysel > Hülya Atakan




18 Temmuz 2005
Karlovy Vary'de Bir Gün...  
Hülya Atakan
Genç, güzel bir sinema sanatçýsýydý, bir kez olsun ona dokunmak için birbirini ezerdi hayranlarý, þimdiyse yalnýz.., avunduðu her þey elinden alýnmýþ…


:CFHA:
Telefon acý acý çaldýðýnda perdeleri sýkýca kapalý karanlýk salonda kalýnca bir romaný okumaya yeni baþlamýþtý, nadir çalardý evin telefonu, aslýnda kapatmayý bile düþünmüþtü zaman zaman, arayanlar hep ayný grup insanlardý, filan gazeteden derdi yeni yetme bir muhabir, röportaj için þu saatte müsait olur muymuþ, ya da bilgiç bir üniversite öðrencisi, radyo, sinema, televizyon bölümünde okuyormuþ, tez hazýrlýyormuþ kendileriyle görüþebilir miymiþ, filan tarih uygun muymuþ.., konuþacak hiçbir þeyi yoktu, tüm hayatý oynadýðý yüzlerce filmle zaten herkesin gözü önündeydi, o filmleri izleyip yapsýnlardý röportajlarýný, yazsýnlardý tezlerini.., onu rahat býraksýnlardý… O yüzden bakmazdý telefonlara. Neyse ki romana yeni baþlamýþtý, konuya girememiþti henüz, aðýrdan alarak yerinden kalktýðýnda belki de yanlýþ numaradýr diye düþündü. Artýk kitaplarla avunuyordu. Romanlar, þiir kitaplarý onlardan da sýkýlýnca ansiklopedileri karýþtýrýyordu tüm gün…

Her akþam gün batýmýnda seyre daldýðý ahþap köþk kendi bahçesiyle birlikte yýkýlmýþ yerine yol yapýlmýþtý. Kala kala balkonun önünde iki, üç metrelik bir alan kalmýþtý sonra onu da çok gördüler, bir gün apartman kararý diyerek yýllarýný verdiði gülleri, karanfilleri acýmasýzca söküp betonla kapladýlar, otopark yaptýlar, artýk balkonun hemen önüne üç araba park ediyordu her gün. Sonunda artiz bozuntusu huysuz kadýndan intikamlarýný almýþtý komþular. Elinden oyuncaðý alýnmýþ çocuk gibi kalakalmýþtý, mutluluðu, yaþam sevinci hoyratça yok edilmiþti, baþka bir yere taþýnmaya gücü yoktu, aramaya da, balkonda kalmýþ birkaç saksýyý da içeri alarak sýmsýký çekti perdelerini. Onu ne balkonda ne de pencere önünde bir daha gören olmadý. Evden dýþarý çýkmadý günlerce, yapacak bir þey yoktu, zamanla buna da alýþacaktý ama küsmüþtü her þeye, herkese, hayata…

Film yönetmeni Serhat’tý arayan, þu kendi filmlerinin çekiminde sahnede lamba taþýyan þiþman çocuk, kilosuna raðmen nasýl da koþtururdu kan ter içinde saða sola yalpalayarak, þimdi ünlü bir yönetmen olmuþtu, filmlerinden birini izlemiþti televizyondan, beðenmiþti. Ne istiyordu? Röportaj için aracýlýða mý soyunmuþtu, yoksa yaþlý nine rolünü oynatacak figüran mý arýyordu?

Hiç biri deðildi, film festivali için onu Karlovy Vary’ye davet ediyordu. “Gelmek ister miydiniz” diye sormuþtu nazikçe, istemek… Karlovy Vary, yýllar önce bir film çekimi için Almanya’da bulunduklarý bir vakitte gittikleri, hayran kaldýðý þirin mi þirin bir kentti. Aslýnda o zamanlar Sovyetlerin idaresi altýnda Çekoslovakya’nýn küçük kaplýca kasabasýydý ama Almanlar da þehri sahipleniyordu hatta Almanca Karlsbad ismini Çekoslovakyalýlar bile tercih ediyordu. Karlsbad, “Karl’ýn Banyosu” demekti, aslýnda “Krallarýn Banyosu” kulaða daha hoþ geliyordu. Þehrin bir de bununla ilgili öyküsü olacaktý aklýnda kalan. 14yy’ýn ortalarýnda Roma imparatoru ve Çek Kralý 4. Charles’ýn -Karl- ünlü geyik avý sýrasýnda avýnýn peþinden koþan köpeðinin sýcak su kaynayan bir pýnara düþerek haþlanmasý ve köpeðin peþinden koþanlarýn kaplýcanýn varlýðýndan bu tesadüfle haberdar olduklarý yerdi Karlsbad. Þehrin duvarlarýnda bu öykünün resmedildiðini anýmsadý. Karl akýllý bir kral olmalýydý, sýcak suyun keþfi olan o günkü avdan hemen sonra Ruslar dahil tüm Avrupa’daki asil ve zenginlerin þifa aradýklarý bu yeri birbirinden güzel yapýlarla daha o günlerden itibaren donatmaya baþlamýþtý.

Valizi bir hafta öncesinden kapýda hazýr bekliyordu. Ailesiyle, anýlarýyla birlikte perili köþk artýk yoktu, söðüt aðacýyla, mimozalarýyla, manolyasýyla, elleriyle diktiði ardýç aðacýyla bahçesi elinden alýnmýþtý. Onu oraya baðlayan emanet edip de bir yerlere gidemediði çocuklarý gibi üzerine titrediði hiçbir þey kalmamýþtý.

Ve iþte nihayet Karlovy Vary’de Grandhotel Pupp’daydýlar, gece gelmiþlerdi, pencereyi açýp nehrin sesini dinlemiþti sabaha kadar. Barok mimarili otel, hemen önünde keskin dönüþ yapan Tepla nehrinin kýyýsýnda, þehrin merkezindeydi. Çekoslovakya 40 yýl Sovyetlerin egemenliði altýnda kalmýþ, parçalanma iþaretleri gösterdiði yýllarda, on yýl öncesinden baþ gösteren kadife devrimin sonunda 1993 yýlýnda Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye ayrýlmýþtý. Karlovy Vary Çek Cumhuriyetinin sýnýrlarý içindeydi artýk. Bir zamanlar ne çok gezdiðini anýmsadý, dünyanýn her yerini görmüþtü herhalde. Kazandýðý paralar iki film arasýnda bulabildiði tüm boþluklarda dünyayý gezmeye harcanmýþtý, her seferinde kendisine eþlik eden bir alay insanla üstelik herkesin masrafýný üstlenerek. Þimdi kendisini Karlsbad’a davet eden ünlü film yönetmeni bile az mý gezmiþti onunla. Kahvaltýdalardý, yanýnda oturan Seyyar Serhat, þimdi o kendisinin masrafýný karþýlayacaktý demek… Caný bir þey yemek istemiyordu, þehri gezecekti, anýlarla kucaklaþmak için yalnýz olmak istiyordu. Zaten kimse de ona katýlmaya hevesli görünmüyordu, kulis yapacaklarýný söyledi Serhat, beþ Türk filmiyle katýlmýþlardý, birinde baþroldeydi. Öðleden sonra filmler gösterime girecekti. Saat dört gibi salonda olurdu, ayrýldý onlardan.

Otelin arkasýndan kalkan kablolu özel bir dað treniyle Diana tepesine çýktý, þehrin nerdeyse en yüksek noktasýydý, her yeri görebiliyordu buradan, demir korkuluklara yaslandý, temiz havayla doldurdu içini. Týpký aklýnda kaldýðý eski günlerdeki gibiydi þehir, hatta daha da güzeldi. Orman içinde þatoya benzer bir av köþkünde kendisi için bir akþam yemeði düzenlenmiþti, belki kýrk yýldan fazla olmuþtu, yaðmurlu bir gündü, sis kaplamýþtý þehrin üstünü, Almanya’dan yarým saat bile sürmeyen kýsa bir yolculuðun sonunda þimdi kaldýklarý otele inip kahve içmiþlerdi, bir de yanýnda buraya özgü oldukça sert bir içki. Bir demir perde ülkesiydi Çekoslavakya, Karlovy Vary’deki otellerin ve sokaklarýn hepsine Rus isimleri verilmiþti o zamanlar. Derin bir vadinin içinde yer alýyordu þehir, yemyeþil çam aðaçlarýyla kaplý daðlarla çevrili koyak ortasýnda uzun bir ip gibi Tepla nehri akýyordu. 19 yy’dan kalma nerdeyse ayný boy ve geniþlikte üç ve dört katlý binalar düzenli bir þekilde nehir boyunca dizilmiþti birbiri ardýnca. Açýk pembe, mavi, krem ve sarý tonlarýyla renklenen binalar masallar ülkesindeymiþ hissini veriyordu. Barok tarzýný yansýtan St. Mary Magdalene kilisesi, rokoko ve art nouveau tarzlarýnýn birleþimi tiyatro binasý, þehrin Rus egemenliðinde kaldýðý yýllarý hatýrlatan altýn renkli kubbesi ve mavi çatýsýyla Moskova’daki benzerlerini aratmayan St. Peter ve Paul Kilisesi ve hemen karþý tepede sýrtýný daða vermiþ ismi gibi ihtiþamlý klasik mimarisiyle þato görünümlü Imperior Otel. Görkemli binalar yanýnda sade olanlarý da vardý ve nehrin her iki kýyýsýnda dizili evler, dik çatýlarý, çatý katlarý, dar ve uzun pencere pervazlarýnýn gözleri okþayan dekoratif kabartmalarý, ünlü taþ ustalarýnýn elinden çýkmýþ her biri sanat eseri kapý süslemeleriyle barok tarzýnýn güzelliklerini yansýtýyorlardý, hem gösteriþten uzak bir sadelik vardý duruþlarýnda hem de muhteþem görünüyorlardý.

Sise ve yaðmura raðmen nehir boyunca hava kararana dek gezmiþlerdi. Hatta bir zamanlar Atatürk’ün mide rahatsýzlýðý nedeniyle tedavi için kaldýðý otelin önünde fotoðraflarý bile vardý. Þimdi bir plaket asýlmýþtý kapýsýna, þehri ziyaret eden tüm ünlülerin ki bunlarýn arasýnda devlet büyükleri ve sanatçýlar da vardý; kaldýklarý oteller, uðradýklarý kafeler ve pastanelerin giriþlerinde her birinin isimleri, fotoðraflarý hatta kiminin büstleri ve heykeli bile vardý. Goethe, Neruda, Gogol, Tolstoy, Freud, Schiller, Beethoven, Chopin, Bach, Paganini, Wagner, List, Brahms, bir süre burada yaþadýðý için kasabanýn sahiplendiði Mozart, Kazanova, Hitler, nehir kýyýsýnda bir evi olan Rus Çarý Deli Petro, Karl Marx ve niceleri. Grup olarak Marx’ýn heykelinin önünde çekilmiþ fotoðrafý anýmsadý, gelmeden önce bakmýþtý bir kez, havadan mýdýr nedir flu çýkmýþtý resim... Ve artýk birbirinden ünlü sinema sanatçýlarý geliyordu kaplýca kentine. Belki kýrk yýldýr uluslararasý film festivali düzenleniyordu ve akýn akýn sanatçýlar ile film yapýmcýlarýna ve onlarý görmek için gelen gençlere ev sahipliði yapýyordu þehir.

Yokuþ aþaðý inmek zevkli olacaktý, treni beklememeye karar verdi, aþaðýda akýp giden Tepla nehrine doðru yürümeye baþladý, levhada þehir merkezine mesafe 3.5 km’yi gösteriyordu, yeterince zamaný vardý. Sabah yürüyüþünü de yapmýþ olurdu böylece, mis gibi kokuyordu orman. Servi, mazý, ladin ve çam aðaçlarýnýn gölgesinde yalnýz baþýna yürüdü, kuþlar neþeyle cývýldaþýyordu, þehrin kükürt kokusu henüz hissedilmiyordu. Aðaçlarýn arasýnda kaybolmuþ sayfiye evlerinin önünden geçti.

Yukardan kuþbakýþý seyrettiði nefis binalara ulaþmýþ sayýlýrdý artýk, her yer yeni sulanmýþ yosun kokulu çimenle kaplýydý, evlerin balkon ve pencerelerinden, sokaklardan, kafelerden, maðazalardan öbek öbek çiçekler sarkýyordu, cývýl cývýl parlak renkleriyle yaþam sevincini ha bire artýrýp duran.

Bakýmlý parklarla çevriliydi dört bir yan, dayanamayýp içeriye sokuldu, ahþap bir banka oturdu. Ortadan fýskiyeli küçük bir havuz, üzerini kocaman nilüferler kaplamýþtý ve minik bir serçe su içmeye çalýþýyordu, rengarenk çiçeklerle bezeliydi havuzun çevresi. Espadrillerini çýkardý hafif ýslak çimene bastý yalýn ayak. Evinin önündeki bahçe otoparka dönüþeli ancak birkaç ay olmuþtu, eski tanýdýklarla karþýlaþmýþ gibiydi, neþeyle doldu yüreði, içi hafifledi. Ýþte parlak kýrmýzý çiçekleriyle ben buradayým diyen sýcakkanlý begonyalar, iyimser ve neþeli halleriyle turuncu, beyaz, pembe aslan aðýzlarý, derin bilgeliðiyle morun her tonunda yükselen hezarenler ya biraz ilerde ýþýltýlar içindeki sarý papatyalar, arýlarýn üzerinde výzýldadýðý güneþ þapkalarý ve kasýmpatlarý, huzur veren yeþil çimenler ve üzerini kaplayan çingene pembesi petunyalar, henüz uyanmamýþ zarif kahkaha çiçekleri, bir o kadar narin bir o kadar alýmlý açýk pembeden beyazýn saflýðýna ulaþan katmerli güller –onlara bakarken yapraklardan bir tanesi düþüverdi havuza-, üzerlerinde yüzlerce mor, mavi ve beyaz minik çiçeklerin pýtrak verdiði lobelyalar.., hepsi boy boy, renk renk sanki ilahi bir ahenk içinde düzenlenmiþti, þuracýkta dursaydý hayat, dursaydý zaman ve bin bir güzellikler sunan çiçekleri seyretseydi kalan ömründe…

Eline geçen her þeye, her yere çiçek dikmiþti, annesi gibi teneke kutulara, seramiklere, toprak kaplara, hasýr sepetlere, cam ve plastik saksýlara.., bahçenin duvarlarý, balkonun korkuluðu, pencerelerinin önü, her yer çiçeklerle bezenmiþti, açmak için güneþin doðmasýný bekleyen beyaz gündüz sefalarýnýn yaný sýra havanýn kararmasýný bekleyen pembe akþam sefalarý da yer alýyordu ayný saksýda, biri kapandýðýnda diðeri açýyordu, nefis koku ziyafetlerine cömertçe davet ediyorlardý arýlarý, böcekleri, kuþlarý. Her sabah hatýrlarýný sorardý, her biriyle ayrý ayrý konuþurdu, komþularýn kendisine kabartýlmýþ kulaklarýný hissetse bile umursamazdý, nasýlsa yaþlý ve de çatlak artiz bozuntusu deðil miydi.

Kýyý bucakta kalmýþ ne varsa bir araya getirdiðinde hepi topu küçük bir daire alabilecek kadar ancak parasý çýkmýþtý. Onca ev gezmiþti karanlýk giriþler, rutubetli bodrumlar, hem havasýz hem ýþýksýz ara katlar ama þimdi oturduðu ev, bir bahçe katýydý, çok masraf gerektiriyordu ama arka bahçesini görür görmez içi ýsýnmýþtý hemen.

Mutfak ve salon pencerelerinin açýldýðý adam boyunu aþkýn ot ve çalýlarla kaplanmýþ bakýmsýz bir bahçesi vardý arkada ve salondan bahçeyle ayný seviyede küçük bir balkona çýkýlýyordu. Otlarýn arasýnda serpilmiþ gelincikleri fark etmiþti, kýrmýzý narin gelincikleri ve üzeri her zaman yeni yaðmýþ yaðmurun parlaklýðýný taþýdýðý için yaðmur çiçekleri adýný verdiði sarý ýþýl ýþýl düðün çiçeklerini. Hemen o an kararýný vermiþti, ot bürümüþ bahçede gördüðü yalnýzca düðün çiçekleri, gelincikler ve bir köþede duran manolya ve söðüt aðacýydý. Karþýda yýkýldý yýkýlacak viraneye dönüþmüþ en az yüz yýllýk terkedilmiþ ahþap bir köþk yer alýyordu yine terkedilmiþ aðaçlarýnýn birbirine kenetlendiði ormana dönüþmüþ bir bahçe içinde. Belki de bahçenin dibinde her nasýlsa varlýðýný sürdürmeyi baþarmýþ manolya ve söðüt aðacý da bitiþik köþke aitti bir zamanlar. Bacasýnda kendisi gibi terkedilmiþ bir yuva vardý, bir leylek yuvasý olmalýydý. Odalarý emlakçiyle gezerken kendilerine eþlik eden komþu çocuklarý geceleri orada hayaletlerin dolaþtýðýný söylemiþlerdi yemin ederek. Köþkün çatý kiriþlerinde, pencere pervazlarýnda ve balkon çýkmalarýnda belli belirsiz de olsa izleri görülen ahþap iþlemeler görmüþ geçirmiþ bir dönemi anlatýr gibiydi. Camlarý kýrýlmýþ, ahþap kaplamalarý yerlerinden oynamýþ, çatýsýnda saðlam kiremit kalmamýþtý belki ama çocuklarýn söylediði gibi orda halen birilerinin yaþadýðý doðruydu...

Akþam olunca o terkedilmiþ köþkte bir telaþtýr baþlardý... Ve o telaþý izlemek için batan güneþle birlikte pencerenin önüne oturur, viraneyi seyre dalardý. Köþkün ýþýklarý yanardý bir bir… Annesini görürdü yemek hazýrlarken, piþirdiði pilavýn buram buram kokusu gelirdi buharýyla birlikte, masaya dizdiði tabaklarýn þýngýrtýlarýný duyardý, babaannesi banyoda akþam namazý için aptes alýyor olurdu, çeþmeden akan suyun sesi gelirdi kulaðýna, babasý iþten yeni dönmüþ kapýdan içeri girerdi, kardeþiyle tüm gün bahçede oynamýþ yorgun düþmüþler, her ikisi de babalarýnýn kollarýna asýlý eve girerlerdi, ablasý çýkardý odasýndan yalnýzca yemek yemek için, dikiþ makinesinde beyaz iþ yetiþtirirdi, akþam olduðunda ancak býrakýrdý iþini, Balat’taki bir kilisenin sipariþi olurdu çoðu kez. Bazý geceler komþu Sezai Amcayla verandada tavla oynardý babasý ve zarlarýn tahtaya vuran týngýrtýlarý, pullarýn sert kapýlanma sesleri gelirdi, bazen annesi kardeþiyle kendisine seslenirdi eve girsinler diye, akþam bahçede oynamak iyi sayýlmazdý, inler cinler alýrdý insanlardan boþalan yerleri Allah muhafaza. Demek doðruydu... Sonra kýsýk ateþte kaynayan mavi-beyaz çiçekli emaye çaydanlýðýn melodisi duyulurdu ve çay kaþýklarýnýn tatlý þýkýrtýlarý cam bardaklarla buluþtuðunda uzar giderdi.

Bir gün kazýcýlar göründü, kazýcýlarla birlikte damperli, kepçeli kamyonlar, küçük yalnýzca küçük bir darbede içinde yaþayanlarla birlikte yere indirdiler köþkü ve yýðýlýp kalan enkazý kamyona yüklediler. Sonra yol çalýþmalarý baþladý, evinin hemen önüne koca bir þantiye binasý kurdular, günlerce kazý yapýldý, kum çakýl taþýndý, serildi, sýkýþtýrýldý, asfalt döküldü ve üzerinden výzýr výzýr geçen arabalara dönüþtü ahþap köþk.. Onlar.., kim bilir nereye gitmiþlerdi, terk etmiþlerdi onu, bilseydi nereye gittiklerini, emindi peþlerinden gidecekti ama sessizce çekip gitmiþlerdi, arkalarýnda hiçbir iz býrakmadan.

Yürüyerek indiði Taple nehrinin kýyýsýnda, köprünün hemen giriþine asýlmýþ, ön planda baþýnda yazmasýyla kendi resminin de bulunduðu büyükçe reklam panosunu gördü… Yýllar olmuþtu çekileli. Çok gerilerde kalmýþtý, öylesine eskiydi ama hatýrlýyordu her þeyi, bir köydeydiler Güney Doðu’da, önce yýkýk dökük evlere bakýp terkedilmiþ bir köy olduðunu düþünmüþtü, daha doðrusu oralarda ancak hayvanlarý yaþýyor olabilirdi, hayýr köy terk edilmemiþti ve kapýya benzer boþluklardan bir süre sonra boy boy çocuklarýn çýktýðýný gördü, ellerinde bir parça ekmek, meraklý gözlerle, araya bir miktar mesafe koyarak yanlarýna sokulmuþlardý. Diðer evler gibi topraktan yapýlmýþ bir evdi çekim yaptýklarý yer de. Dýþarýda yakýcý bir güneþ vardý ortalýðý yakýp kavuran, baþý dahil her yerini kapatan canlý renklerde, koca güllü pamuklu giysiler vardý üzerinde, koca mor güllerini sevmiþti þalvarýnýn. Çekimlerin yapýldýðý o bir ayda, uzun bir süre banyo yapamamýþlardý, içecekleri su bile sýnýrlýydý, gece baþýný koyduðu kütük gibi yastýk, sert yatak, cibinlikle birlikte her yerini delip geçen iri sivri sinekler gün boyu yapýlan üst üste çekimlerin yorgunluðunu giderecek yerde daha da artýrmýþtý ama hiç mi hiç þikayet etmemiþti.

Þimdiki sanatçýlar öyle miydi? Listeleri önden gidiyordu. Yalnýzca kendileri deðil beraberinde götürdükleri terzileri, berberleri, makyajcýlarý, þoförleri, diyetisyenleri, menajerleri ve psikologlarýnýn da istekleriyle uzun bir liste oluyordu olmazsa olmaz gereksinimler. Beþ yýldýzlý otellerin kral daireleri, süitleri, her yer onlarýn isteklerine göre yeniden özel olarak düzenleniyordu. Spor salonu, havuz, sauna, lobi, restoran onlara tahsis ediliyordu, üzerlerine bakýmda yazýlýyordu, kimsenin girmesine izin verilmiyordu.

Mesleðinin, ününün zirvesindeki yýllar neredeyse her aya bir filmin düþtüðü Yeþilçam günleriydi. Þimdi kimsenin onlarý seyretmeye tahammülleri yoktu belki ama o zamanlar en basit teknikten yoksun son derece zor þartlar içerisinde çekilen filmlere insanlar yine de seve seve gelirdi, daha iyisini görmemiþlerdi ki kýyaslasýnlar... Halkýn beklentilerine göre belirlenirdi filmin konusu, masallara benzerdi, hep el deðmemiþ olurdu bakir aþklar, zengin oðlanla fakir kýzýn çetin yollardan geçen sevdalarý tanýdýk olsa da yine boþanýrdý gözlerden yaþlar, hedef seyirciyi duygu seline boðmaktý, önce aðlatmak sonra güldürmek, taþ kalplilerin bile gözlerinden yaþlar boþanýrdý, herkes rahatlar ve böylece mutlu olurdu.., gerçekçi olmasa da konular insanlar bir süreliðine kendilerini kaptýrýrdý tüm olup bitenlere. Sonra daha sosyal içerikli konular iþlenir oldu. Bu ülkede köþkte yaþayan beþ altý nüfusun dýþýnda köyde yaþayan milyonlar vardý giyiniþleriyle, konuþmalarýyla, yoksulluklarýyla köþktekileri utandýran ama nihayet onlarý da hatýrlamýþtý birileri. Bu filmi de o dönemlere aitti.

Panonun altýnda bir sýra ateþ kýrmýzýsý sardunyalar onlar fark etmese de insanlarý sevgiyle selamlýyordu, gülümsedi onlara. Nehrin iki yakasýnda yer alan yüz yýllýk aðaçlar sokaklarý Temmuz güneþinin sýcaðýndan koruyordu. Aðaçlarýn serinliðinde sarý siklamenlerin ortasýnda uzanan beyaz glayöller, tepelerindeki çiçekleri nasýl da hiç böbürlenmeden sessiz sedasýz taþýyorlardý.


Yalnýzca köþk deðildi çýkýp giden hayatýndan yýllarýný verdiði bahçesinin büyük bir bölümü de yola dahil edilmiþti ve kala kala koca bahçeden iki bilemedin üç metrelik bir yer kalmýþtý geriye. Bahçeyi o hale getirebilmek için ne çok çabalamýþtý oysa, adý çatlak artiz bozuntusuna çýkmýþtý. Gönüllerini kazanmak için ceplerini þekerle, çikolatayla doldurmasýna, bayram harçlýklarýný unutmamasýna raðmen çocuklar bile onun geçimsiz bir yaþlý olduðuna ikna olmuþlardý. Daha ilk taþýndýðý gün, yataðýný kurmadan bahçedeki mezbeleliði, çuvallar dolusu çöpü toplamýþ, otlarý ayýklamýþtý. Evden arta kalan tüm parayý bahçeye yatýrmýþtý, topraðý yenilemiþ, çiçekçilere danýþarak tohumlar almýþ, ekmiþ, sulamýþ, gübrelemiþ, ilaçlamýþtý, baþlarýnda sabahlamýþtý her birinin ve sonunda cennetten bir köþeye dönüþtürmüþtü. Sarý pýtýr pýtýr çiçekleriyle mimozalar çevirmiþti yan duvarlarý, manolyanýn da bulunduðu köþeyi bahar yýldýzlarý aydýnlatýyordu, bodur bir ardýç aðacý dikmiþti söðütle manolyanýn arasýna, zambaklar, lale, yýldýz ve düðün çiçekleriyle hemen balkonun önünde dizilmiþlerdi saf saf, horoz ibikleri, hatmi çiçekleri ve çayýr güzelleriyle birlikte salkým saçak bilge söðüdün gölgesi altýnda olmaktan mutluydular, pembe-mor küpeli çiçekler balkon korkuluklarýna asýlmýþtý saksýlarýyla, sarmaþýk güller balkonun çevresini dolanmýþtý daha ilk yazdan, duvarlardan sarkan beyaz sardunyalara pembe ve mor petunyalar eþlik ediyordu. Hercai menekþeler, onlarsýz olmazdý, her yerdeydiler mavi, mor, pembe, kýrmýzý.., ve pýtýr pýtýr mine çiçekleri. Bahçesinin arkasýna küçük bir limonluk bile yaptýrmýþtý, tohumlarý burada çimlendiriyor, biraz büyüdükten sonra bahçeye alýyordu. Her þey yetiþtirmiþti orada, çileðin ilk meyvesini gördüðünde çocuklar gibi çýðlýk atmýþtý sonra kýzarmasýný beklemiþti sabýrsýzca. Komþular ellerine ne geçerse bahçeye atmaya devam etmiþlerdi eski alýþkanlýklarýyla. Balkon ve pencerelerden her savrulan çöp için az mý kavga etmiþti. Önce apartmanýn giriþine uyarýlar asmýþtý, kimse muhatap almadý yazýlanlarý sonra tek tek posta kutularýna attý o da olmadý, atýlan çöpleri toplayýp kapýlarýnýn önüne býraktý her birinin. Hiçbir iþe yaramadý yaptýklarý sonra gizlendi eve bekledi, bahçeye bir þey atýldýðýný görür görmez çýktý dýþarý küfürle karýþýk avaz avaz baðýrdý, aðzýna ne geldiyse. Savaþý kazanmýþtý ya sonunda. Demek herkesin anladýðý bir dil vardý. Ýþte bu kadardý, artýk mendil bile silkelemeye korkar olmuþtu komþular. Çatlak artiz bahçesini ve hayallerini bir süreliðine kurtarmýþtý.
Tüm gününü alýyordu bahçedeki iþler, Devletin verdiði üç aylýk mütevazý maaþýný alýr almaz soluðu çiçek pazarlarýnda alýyordu. Yiyecek ekmek bulamasa da hiçbir þeye deðiþmeyeceði güzel bahçesini seyretmek ona açlýðýný unutturuyordu. Geceler boyu çiçekler üzerine okuduðu kitaplardan öðrendiklerini bahçesine uygulardý, hangi çiçek sudan ve güneþten hoþlanýr, hangisi sevmez, hangisi fosfatý, hangisi nitratý tercih eder bilirdi, çiçeklerine dadanan böceklere karþý savaþmayý da öðrenmiþti. Mahallenin çiçeksiydi tek dostu, bahar gelmeden tohumlarýn listesini yapar, ona teslim ederdi. Çiçekçi Suavi bulur buluþturur en olmaz isteklerini bile yerine getirirdi, bazen yanýnda çalýþan çocuðu yollardý kendisine, bir ihtiyacý var mý baksýn diye. Topraðýn havalanmasý için kendisine yardým etmesine ses çýkarmazdý genç çýraðýn ama bastýðý her þeye dikkat etmesi için sýk sýk uyarmak zorunda kalýrdý.

Karlovy Vary aslýnda 55 bin nüfuslu küçük bir kasabaydý ama yazýn özellikle festivalin yapýldýðý Temmuzun ilk haftalarý 200 bine çýktýðý oluyordu. Kasabada 60’dan fazla yerden kaynak suyu çýkýyordu ama yalnýzca 12’si tedavi amaçlý kullanýlýyordu. Yüz yýllar öncesinden yapýlmýþ sütunlu kameriyeler altýndaki çeþmelerden þifalý sular akýyordu. Numara verilmiþti çeþmelerine, her birinin tedavi ettiði hastalýklar, sularýn içerdiði mineraller oranlarýyla birlikte asýlýydý duvarlarda. Bazý sular banyo için bazýsý da içmek için kullanýlýyordu. Yapýlan kürlere birbirinden farklý güzergahta yapýlan yürüyüþler de dahildi, mineral suyla tedavi dýþýnda oksijen banyolarýndan çamur banyolarýna kadar her þeyi ihtiva ediyordu tedaviler. Son derece modern tekniklerle, alýþýlmamýþ yöntemler uygulanýyordu otellerde, kaldýklarý yer de bir termal oteldi, aslýnda her yer anlaþmalý ünlü doktorlarla donanýmlý birer hastane gibi çalýþýyordu, bir saðlýk cennetiydi kasaba.

Bir örnek giyinmiþti insanlar, baskýlý tiþörtler, kýsa þortlar, þýk siyah gözlükler; bazýlarýnýn ki ayna gibi yansýyordu, her tarafý açýk, rahat sandaletler, siperlikli þapkalar, bellerinde yada sýrtlarýnda taþýdýklarý küçük çantalarýyla hafiftiler. Canlý parlak renklerdi her birini farklý kýlan, çocuklarýn elinde aðýzda eriyen þehrin ünlü ince kaðýt helvalarý vardý, büyüklerinkinde ise yassý, porselen ibrikler, küçük bir seramik kupa da kendisi aldý tezgahtan. Yýlýn on iki ayýný betimleyen alegorik kabartma ve heykelleriyle þehrin sembolü olan ve çeþmelerden beþinin bulunduðu 130 m uzunluðunda, 20 m geniþliðinde, 124 sütunlu sundurmanýn altýnda sýranýn kendisine gelmesini bekledi, kupasýna doldurduðu sýcak su genzini yaktý. Kükürt kokusu tadýyla aðzýnda asýlý kaldý, hoþuna gitmedi. Midesinin gurultusu dýþardan duyulabiliyordu, kahvaltý yapmadýðýný anýmsadý, bir þeyler atýþtýrmak için nehrin karþý kýyýsýnda bulunan bir restorana doðru yürüdü, her iki tarafý çiçeklendirilmiþ taþ köprüyü geçti. Nehir boyunca iki yakayý birbirine baðlayan 50’dan fazla köprü olmalýydý, aþaðýda akan berrak suya baktý, içindeki göçmen balýklara zarar vermemesi için oteller kaplýcalarýnýn atýk sýcak sularýný ancak soðutup arýttýktan sonra nehre geri verebiliyorlardý. Dýþarýda nehri gören küçük bir masaya oturdu, böylece önünden gelip geçen turistlerin etrafa nasýl hayranlýkla baktýklarýný, gözlerindeki yaþam pýrýltýlarýný görebilecekti. Aþaðýda akan nehir gibi yukarda da bir insan selidir akýp gidiyordu. Festival nedeniyle olmalý diye düþündü. Diana tepesinden çevreyi seyrederken ormanýn içinde çadýrlar görmüþtü, kamp kurmuþ gençlerin, genç ruhlularýn kaldýðý çadýrlar. Kasaba týka basa doluydu.

Her sabah çayý ateþe koymadan mutlaka bir sigara yakardý ama burada, otelde ve de sokakta yasaktý sigara içmek. Sigara içemeyince kahvaltý yapmak da caný istememiþti. Saat on ikiye geliyor olmalýydý, yavaþ yavaþ pastanelerin, kahve ve restoranlarýn içleri ve dýþarýdaki masalar dolmaya baþlamýþtý. Garson ona siyah bira önerdi, ünlü Çek birasý, yolda fabrikasýný görmüþlerdi. Birayý sevmiyordu baþka ne içebilirdi?, þehrin ünlü bir içkisi vardý ilk geldiklerinde tattýðý, likör gibi bir þeydi, içinde yirmi çeþit farklý ot olan, þatodaki akþam yemeðinde “yaþam iksiri” diye tanýtmýþlardý. Aslýnda biraz viskiyi de andýrýyordu, hoþuna gitmiþti. Çýkaramamýþtý ismini þimdi ama mönüye baksa hatýrlayabilirdi.

Genç garson küçük bir likör bardaðýnda yanýnda küçük þiþesiyle birlikte Becherovka’yý getirdi, Tarçýn ve karanfilin kokusunu aldý. %38 alkol, %10 þeker yazýyordu üzerinde. Tepede müze haline getirilmiþ evi de bulunan eczacý Jean Becher, Becherovka’yý imal ederken tedaviye gelen hastalarý hedeflemiþti. 13. kaynak suyu olarak biliniyordu, alkolü yüksekti fakat her derde deva, midevi bir içkiydi. Aç karnýna içmekte tereddüt etmedi, bir tane daha doldurdu.

Her derde deva…, onu eski günlerine geri götürebilir miydi. Yeniden herkesin dönüp dönüp baktýðý o büyüleyici kadýn yapabilir miydi. Göz kenarlarýndaki kýrýþýklýklar artýk gizlenebilir olmaktan uzaktý, fazla kilo almamýþtý, hatlarý halen güzel bile sayýlabilirdi ama sarkýk deriler için henüz bir formül bulunamamýþtý, bulunsa da bir önemi yoktu, sarkýk göðüsleri, kalýnlaþmýþ beli, buruþuk derisi ve gözlerinin altýndan sarkan torbalardan artýk rahatsýzlýk duymuyordu, barýþýktý kendisiyle. Mutlu olmak için genç ve güzel olmanýn dýþýnda da çok neden olmalýydý dünyada. Vardý da ve bunu öðrenmek acýmasýz geçen uzun yýllar içinde kolay olmamýþtý, üstelik yalnýz baþýna…

Diðer masalara gelen kocaman tabaklara bakýndý, aperatif yiyecekler bile aðýr ve yaðlý görünüyordu. Öneriler üzerine otelde Macarlarýn acýlý gulaþýna benzer bir türlü yemiþlerdi dün gece, biraz rahatsýz olmuþtu. Belki bir dondurma yiyebilirdi, evet vanilyalý bir dondurma fena olmayacaktý. Masanýn ortasýndaki vazodan kendisine göz kýrpan bir çift pembe-beyaz karanfili okþadý gözleriyle.

Nikotin açlýðý depreþmiþti yine, yasaktý, kurallara boyun eðecekti, açýk havada bir sigara ne güzel olurdu oysa. Sigarayý mutlaka býrakmalýsýn demiþti doktor. Yalnýzlýðýný paylaþan tek dosttu sigara, doktor bunu biliyor muydu, hayýr sanmýyordu, onun bildiði bir zamanlar yüzlerce film çevirmiþ genç ve güzel bir kadýn olduðuydu, “biliyor musunuz size hayrandým” derken bile kullandýðý dili, geçmiþ zamanda kalmýþtý. Þan, þöhret, alkýþlar.., deliler gibi ona bir kez olsun dokunmaya çalýþan hayranlarý nereye gitmiþti? Kimsenin uðramadýðý terk edilmiþ viraneye dönmüþ o köþk gibiydi, anýlarýyla avunmaya çalýþan ahþap köþk. Her kýþ kullanacaðýný söyleyip de hiç kullanmadýðý þöminesinin üzeri ödül ve plaketlerle doluydu, yaþanan güzel günlerden kalan resimler ve madalyalar süslüyordu duvarlarý. Ölünce diðer eþyalarýyla birlikte bahçede bir zamanlar topladýðý çöpler gibi torbalara doldurulup atýlacaktý, onlarý emanet edeceði hiç kimsesi yoktu. Hiç kimsesi… Kýrk yýl önce aldýrdýðý o üç aylýk bebek; film setinde tanýþmýþtý babasýyla, ne kadar yakýþýklýydý, ailesi duyacak diye ödü kopmuþtu, adam evliydi ve hiçbir þey için söz verilmemiþti, yeni bir filme baþlanacaktý, köþkün aklý bir karýþ havada genç kýzýydý yine, hamile olamayacak kadar ince belli olmalýydý.., doðursaydý eðer þimdi kendisine hizmet eden genç garson kadar torunuyla birlikte gelecekti belki buraya.

Bir nefes duman çekebilseydi içine þimdi, yalnýzca bir nefes, çantasýnda bir paket vardý ama her yerde sigaranýn üzerindeki çarpý iþaretli hatýrlatmalar canýný sýkýyordu, sokaklarýnda bile sigara içilmediðini bilseydi belki de gelmezdi. Ama yok, iyi ki de gelmiþti, yýllar olmuþtu seyahat etmeyeli, gezmeyeli, özlemiþti. Gelen hesabý ödedi, 250 Krona.

Yavaþ yavaþ filmin gösterileceði festival binasýna doðru gidebilirdi. Film beðenilecek miydi acaba? Binanýn çevresi gençlerle doluydu. Bakalým bir köylü Türk ailesinin yaþam mücadelesi buradaki gençlerin ilgisini çekecek miydi? Daha vakit vardý, turistler için vitrini rengarenk albenili eþyalarla süslü, hatýra eþyalar satan dükkanlardan birine girdi. Ne iþe yaradýðý belli olmasa bile bir yýðýn eþya çok güzel sunulmuþtu. Keþke hediye alacak bir yakýný olsaydý, bir tanýdýk.., belki onu buraya davet eden Serhat Beye bir þey alabilirdi. Kupalar, oraya özgü porselen ve seramik yemek takýmlarý, Moser camýndan pastel renkli kadehler, sonra lokantada içtiði boy boy dizili yeþil Becherovka þiþeleri sýralanmýþtý raflarda, her biri ýþýl ýþýl Bohemya kristali vazolar, asimetrik tarzda düzenlenmiþ kristal çiçekleriyle seramik ve cam vazolar, geleceði simgeleyen tomurcuk ve gonca kristal güller, neþeyi ve yaþamý simgeleyen her renk ve büyüklükte olgun çiçekler, ünlü Mozart çikolatalarý, Viyana kahveleri -aslýnda Türk kahvesiydi-, parfümlü banyo sabunlarý, renkli banyo tuzlarý, matruþkalar, bir yýðýn ývýr zývýr eþya, hepsini yokladý, eline aldý, evirdi çevirdi, fiyatlarýný arandý gözleri, sonra aldýðý yerlere koydu, belki gösteriden sonra bir daha uðrayabilirdi. Çýkarken camekan içindeki tezgahta yöreye özgü bordo renginde granat taþýndan yapýlmýþ takýlara iliþti gözü, kolye ve yüzükler, Serhat Bey’in kolye taktýðýný fark etmiþti, ince gümüþ bir bantla çevrelenmiþ küçük bir granat taþlý kolyeyi beðendi, hediye paketi yaptýrdý.

Uluslararasý üyelerden oluþan jüri heyeti, 250’nin üzerinde filmi bir hafta içerisinde izlemeye çalýþýyordu. Filmler merkezde birbirine yakýn 13 ayrý sinema salonunda gösterime giriyordu. Duvarlarý siyaha boyanmýþ festival binasýnýn önüne geldiðinde saat de dörde gelmek üzereydi. Binanýn her iki tarafýnda göðsünün üzerinde kocaman karpuz þeklinde lamba taþýyan çýplak genç kýz heykellerine iliþti gözü, kapýnýn önündeki gençler festival amblemli þapkalar ve içecekler daðýtýyordu sokaktan gelip geçenlere, su þiþesi aldý birinden, içeri girdi, biletçi aldý onu ve ortada yan sýralarda grup için ayrýlmýþ yere götürdü, birlikte geldikleri film ekibiyle selamlaþtý ve gösterilen koltuða oturdu. Biraz sonra baþladý gösteri. Salon sessizliðe gömüldü.

Serhat kulisleri iyi yapmýþ olmalýydý, çýktýklarýnda uzun bir kuyruk oluþmuþtu dýþarýda, herkes tebrik ediyor, özellikle baþroldeki köylü kadýný görmek istiyorlardý, üzerindeki özensiz giysilerinden rahatsýz gibi oldu. Keþke kuaföre falan gitseydi, hiç de olmazsa dudaklarýný boyasaydý ya...

Akþam kendi aralarýnda bir parti düzenlediler, mecburi seremoni devam ederken sokaða attý kendini, müziðin geldiði ahþap kolonlarýn üzeri dantel gibi iþlenmiþ sundurmaya kadar yürüdü, bir konser vardý parkta, bir flüt bir de kemandan oluþan, sabah ormanda çadýrlarýný gördüðü gençler olmalýydý dinleyiciler, çimenlere serilmiþ sessizlik içindeydiler, bu bir aðýttý, Mozart’ýn Requemiydi, yeni baþlamýþ olmalýydýlar. Öleceðini hisseden Mozart’ýn kendisi için bestelediði aslýnda para karþýlýðý yaptýðý bir sipariþti ama hastalýðý nedeniyle sonunu hissederek yazdýðý iç yakýcý bir çalýþmasý olmuþtu, genç yaþta ölümüyle de yarým kalmýþtý. Bir rivayete göre sadece altý kiþinin katýldýðý Mozart’ýn cenaze duasýndan sonra bu küçük kafile yaðmur nedeniyle mezarlýða kadar tabuta eþlik edemeyince cenaze ortada kalmýþ ve dilenciler için ayrýlan bir mezara gömülmüþtü. Bütün araþtýrmalara raðmen mezarýnýn yeri öðrenilememiþti, tabutun nasýl olup ta sahipsiz kaldýðý ölüm sebebi gibi bir sýr olarak kalmýþtý. Dahi bestecinin sefalet içindeki ölümünü müziðin iniþli çýkýþlý ilahisi içinde hissederek biraz uzaktan da olsa sonuna kadar dinledi. Zarif sokak lambalarý aydýnlatýyordu her yeri, gündüz ki halinden daha bir güzeldi etraf, parktaki gece sefalarýnýn kokusunu çekti içine. Uzun bir yol kat etmiþti, zik zaklý, acýlý, sevinçli, aþklý, nefretli. Ýçi yanmýþtý her iniþte ve kolay olmamýþtý yokuþlarý çýkmak ve yolun sonu görünmüþtü. Artýk akan zaman baþkalarýna aitti, kendisi hakkýný kullanmýþtý. Bir gelecek yoktu onu bekleyen.., çocuðu.., bir ailesi olmamýþtý ve sonunda avunduðu bahçesi de çalýnmýþtý elinden. O karanlýk eve geri dönmek istemiyordu. Yaþama tutunduðu ipler kopmuþtu. Bir þey kalmamýþtý yaþanacak, yaþadýklarýný paylaþacak… Ýþte o yüzden yarýn ki oylamanýn ve ödülün hiçbir önemi yoktu hayatýnda. Onlarca plaket ve bir o kadar altýn madalya asýlýydý duvarlarýnda zaten. Ama o metal þeyler, evet zor kazanýlmýþtý ama mutluluk vermiyordu ki.

Her bir kaynaða ait çeþmenin yer aldýðý kimi mermer kimi ahþap sütunlu kameriyelerin yaný sýra yaklaþýk 14 metreye yükselen gayzerin içinde bulunduðu modern mimarili Vridelni Salonunda da bir gösteri olmalýydý, kalabalýk dýþarý taþmýþtý. Bukleleri omuzlarýna sarkan sedef sarýsý takma saçlarýyla, yüzlerini Venedik maskeleriyle gizleyen ortaçað kýyafetleri içerisinde iki genç kýz geçti önünden, dantel iþlemeli iç etekleri hýþýr hýþýr yerleri süpürüyordu.

Gece yarýsýný geçmiþ olmalýydý. Evet yanýlmamýþtý, saat bire geliyordu, otele doðru yürüdü. Lobi gündüzden daha bir kalabalýktý sanki, yeni gelenler vardý, orta yaþlý bir kadýn boyundan büyük bir valizi asansöre sokmaya çalýþýyordu, komilerden biri tekerlekli sandalyedeki daha yaþlý bir hanýmý itiyordu, anne kýz olmalýydýlar ya da iki kýz kardeþ, üstü çillerle kaplý minik burunlarýyla birbirlerine çok benziyorlardý. Birlikte asansöre bindiler, kendisine bir göz attý aynada, daha bir torbalanmýþ siyah göz kapaklarýyla yorgun görünüyordu.

Odasýna girer girmez, pencere kanatlarýný açtý sonuna kadar, taze hava çam kokusuyla birlikte içeri doldu sabýrsýzca. Derin derin içine çekti, nehrin sesine kulak kabarttý, evet duyabiliyordu, otelin tam önünde nerdeyse 90 derecelik bir açýyla sola Atatürk’ün kaldýðý otele dönüyordu nehir, tüm yýldýzlar sanki Karlovy Vary’nin üzerinde toplanmýþlardý bu gece, pýrýl pýrýl açýktý gökyüzü. Ama o da ne, içlerinden bir tanesi arkasýnda parlak izler býrakarak kaydý düþtü, koyu karanlýk ormanýn içinde kayboldu. Odasý muntazamdý, yataklar toplanmýþ, masada mevsim meyvelerinden oluþan küçük bir sepet de unutulmamýþtý, raflarýnda davetkar yumuþacýk temiz havlular, hoþ kokulu sabunlar, þampuan, duþ jelleri, kremler dizili banyoda ýlýk bir duþ aldý, geceliðini giydi, Rilke’nin bir þiiri takýlmýþtý duþ yaparken aklýna, tekrarladý yeniden.., binlerce kök salarak; kavramak hayatý derinden; ve ortasýndan geçerek acýnýn; olgunlaþmak hayatýn ta ötesinde; ta ötesinde zamanýn!.. Bir sigara içecekti artýk, bu kadar bile dayanmasý büyük bir þeydi. Zevkten eli titreyerek çekti dumanlarý hýzlý hýzlý. Tüm gün sigarasýzlýktan hafif baþý tutmuþtu, bir aðrý kesici iyi gelirdi. Çantasýna bakýndý, küçük hediye paketi geldi eline, Serhat’a vermeyi unutmuþtu. Bir bardak soðuk su doldurdu buzdolabýndan, bir tane yuttu, boðazýna takýlýr gibi oldu hap, bir tane de rahat uyumak için sonra bir tane daha aldý, hemen uykuya dalmak iyi olur diye düþündü, sonra bir tane daha, bir tane daha almak istedi, sonra bir tane daha ve bir tane daha ve bir tane…

Iþýklý bir kapý açýldý onu ahþap köþke götüren ve yine ýþýklar içinde kendi bahçesi uzanýyordu önünde, söðüt aðacýnýn dallarýna salýncak kurulmuþtu, görüntüler daha bir netleþti sonra, kendisini gördü.., salýncakta kardeþini sallýyordu, ablasý verandada kanaviçe iþliyordu, annesi baðýrýyordu mutfak penceresinden, “daha yavaþ salla, daha yavaþ, uyanacak”…. Artýk o da oradaydý, onlarýn yanýnda, sonsuza kadar…





Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn bireysel kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Salih Ustanýn Düþü

Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Beyaz Sessizlik
Zor Yýllar

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Bacon, Montaigne, Russel ve [Deneme]
Hiç mi Deðerleri Yok?.. [Deneme]
Arka Bahçeli Ev… [Deneme]
Karafatmaya Karþý Gelin Böcekleri [Deneme]
Batýdan Doðuya Ilýk Esintiler [Deneme]
Küçük Dostum [Deneme]
Marguerite Duras ve Karasineðin Ölümü [Deneme]
Serin Sýcak Bir Aðustos Gecesi [Deneme]
Haremden Boðaz Manzarasý [Deneme]
Charles Köprüsünden Notlar [Deneme]


Hülya Atakan kimdir?

-

Etkilendiði Yazarlar:
-


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Hülya Atakan, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.