..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Herkesin derdi baþka. -Orhan Veli
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > Fantastik Roman > Etem Levent Bakaç




13 Aðustos 2006
Ters Akan Irmak  
Etem Levent Bakaç
43 yaþýnda olan avukat Nesrin hafta sonunu yýllardýr görmediði arkadaþýyla geçirmek üzere Sinop'a doðru yola koyulur. Hafta sonunun tam bir kabus haline geleceðini, gerçek ile hayallerin içinden çýkamayacaðýný henüz bilmemektedir.


:CJJH:
TERS AKAN IRMAK





Birinci Gün (Cuma)

Bazen insanlar hayatlarýnda, kötü veya farklý bir döneme girmek üzere olduklarýný içgüdüsel olarak hissederler. Yalnýzca derinlerde bir histir bu. Fazlaca üzerinde durulmaz ve önemsenmez. Fakat her an, pusuya yatmýþ yýrtýcý bir hayvan gibi yüzeye çýkmak üzere öylece bekler, görünürde nedeni olmayan bir tedirginlik yaratýr. Nesrin de tam olarak farkýnda olmasa bile, böyle bir güne baþlamýþtý.

Ankara’dan yola çýkalý henüz bir saat olmuþtu ve önündeki yol ip gibi dümdüz uzayýp gidiyordu. Araba kullanýrken sýkýntý veren bir dümdüzlüktü bu. Sabah erkenden yola koyulmak istemiþ, fakat son anda adliyede çýkan bir iþ bütün planlarýný altüst etmiþti. Þimdi ise neredeyse öðlen olmuþ, tam tepesindeki Haziran ayýnýn son günlerinin güneþi tüm yakýcýlýðýný hissettirmeye baþlamýþtý. Hiç hoþlanmamasýna raðmen arabanýn klima ayarýný en yükseðe getirdi. Gürültülü bir þekilde soðuk hava üflemeye baþlayan cihaz, arada sýrada en yüksek ayarda çalýþmaya itiraz edercesine týkanýr gibi oluyor, fakat sonra kaderine katlanýp üflemeye devam ediyordu.

Karadeniz’e ilk yolculuðuydu bu. Daha doðrusu bir yetiþkin olarak ilk yolculuðu. Üç veya dört yaþlarýndayken, annesi ve kendisinden biraz daha büyük olan kuzeniyle birlikte Ýstanbul’dan gemiyle Samsun’a gitmiþler, oradan da, teyzesinde bir kaç gün kalýp otobüsle Ankara’ya geçmiþlerdi. Hayal meyal hatýrlýyordu bu yolculuðu. Gemiyle yarýþ eden yunus balýklarý aklýndan hiç çýkmamýþtý. Bir de kuzeniyle kamaralarýnýn üst ranzasýnda oyun oynarken aþaðýya atlayýp çenesini yaralamasýný. ‘Uçtu uçtu ne uçtu?’ oyunu oynuyorlardý ve Nesrin “uçtu uçtu Nesrin uçtu” deyip parmaðýný yukarýya kaldýrmýþtý. Kuzeni alay eder gibi ona bakmýþ ve “aptal, sen uçamazsýn ki” demiþti. O da bunun üzerine kendisini ranzadan aþaðýya býrakývermiþ, çenesinin üstüne düþmüþtü.






Her yer kan içinde kalmýþ, geminin doktoru çenesine tentürdiyot sürerek bandajlamýþtý. Çenesinin altýndaki küçücük izi bugün ancak eliyle yoklayarak bulabiliyordu . Arabayý tek eliyle sürerken, öbür elinin iþaret parmaðýný izin üzerinde dolaþtýrdý ve gülümsedi. Bütün kuzenleri senelerce onunla alay etmiþler, “Nesrin haydi bir uçuversene” diye takýlmýþlardý. Yolculuðun ikinci gününde hava bozmuþ ve deniz çok dalgalanmýþtý. Bütün yolcularý deniz tutmuþ, hepsi yataða düþmüþtü. O ise dalgalarýn arasýnda sallanan geminin içinde bandajlý çenesiyle dolanýp durmuþ, etrafta oynayacak çocuk kalmadýðý için caný sýkýlmýþtý. Hatýrladýklarý bundan ibaretti. Yunuslar, çenesi ve dalgalar. Belki de yunuslardan baþka bir þey hatýrlamýyordu aslýnda. Fakat aile içinde bu yolculuk üzerine daha sonralarý o kadar çok konuþulmuþtu ki, sanki hatýrlýyormuþ gibi geliyordu kendisine.

Sevinç uzun zamandan beri bir hafta sonunda atlayýp gelmesi için ýsrar edip duruyordu. Sinop’un çok þirin bir þehircik olduðunu baþkalarýndan da duymuþtu Nesrin. “Bakalým göreceðiz” diye geçirdi içinden. En azýndan Sevinç’i tekrar göreceðine çok seviniyordu.

1985 yýlýnda birlikte hukuðu bitirdiklerinden ve 1993 yýlýnda Sevinç’in ani ve þaþýrtýcý bir kararla Sinop’a annesinin yanýna taþýnmasýndan beri hiç görüþmemiþlerdi. Tam on iki yýl olmuþtu demek ki. Sevinç’in Sinop’a taþýnma kararýný hiç anlayamamýþ, onu kararýndan vazgeçirmek için çok çaba sarfetmiþti. “Kýzým” demiþti, “ne yapacaksýn orada, sen büyük þehir yaþantýsýna alýþýksýn ve daha henüz otuz bir yaþýndasýn, ayrýca bunca zahmetle kurduðumuz büroda tam iþler yoluna girmiþken beni yüzüstü býrakýp gidemezsin.” Sevinç ise hiç oralý olmamýþ, “annem hasta, bana ihtiyacý var, hem Sinop’da çok az avukat varmýþ, ayrýca ben bu gürültülü þehir yaþantýsýný sevmiyorum ki, nereden çýkartýyorsun benim büyük þehir yaþantýsýna alýþýk olduðumu?” diye yanýtlamýþtý çabalarýný. Uzun uzun tartýþmýþ ve sonunda kavgalý ayrýlmýþlardý. Ýliþkilerin kesilme noktasýna geldiði bir küskünlük deðildi bu. Daha ziyade yakýn arkadaþlar arasýnda meydana gelen bir dargýnlýk. Ýki yýl sonra Sevinç’in düðün davetiyesini aldýðýnda kýzgýnlýðý hala geçmemiþ olduðu için düðüne gitmemiþ, “mutluluklar dilerim” diye yalnýzca iki kelimelik bir telgraf göndermekle yetinmiþti. Gerçi telgrafý yollar yollamaz yaptýðýndan dolayý piþman olmuþ, düðünün ertesi günü aramýþtý Sevinç’i, ama aralarýndaki kýrgýnlýðýn geçmesi ve yerini eski sýcak anýlara býrakmasý zaman almýþtý.







Þimdi ise çok iyi sayýlýrdý aralarý. Sýk sýk telefonlaþýyorlar ve özel hayatlarýndaki her deðiþikliði veya geliþmeyi birbirleriyle paylaþýyorlardý. Ýkisi de telefonda konuþmaktan hoþlandýðý için, bir ara her gün telefonlaþýr olmuþlardý. Fakat yüksek telefon faturalarý bunun böylece sürüp gitmesini engellemiþ, en sonunda haftada bir veya iki telefon konuþmasýnda karar kýlmýþlardý.

Nesrin dümdüz yolda arabayý sürerken heyecanlý olduðunu hissetti. Sevinç’i tekrar görmek güzel olacaktý. Sabaha kadar konuþup hasret giderirlerdi. Ne de olsa telefonda konuþmak yüz yüze sohbet etmenin yerini tutamazdý. O kadar çok þey vardý ki anlatmak istediði.

Kocasý Þenol nasýl biriydi acaba? Doktorluk yapýyordu Sinop’da. Uzmanlýk alaný kulak burun boðaz mýydý neydi? “Ýnþallah hýyarýn biri deðildir” diye düþündü. Sevinç’i aradýðýnda bir kaç kez telefonda konuþmuþlardý ve sesi oldukça sempatik gelse de; meslek hayatýnda, sempatik seslerin bir anlam ifade etmediðini, en sevecen seslerin arkasýnda en itici kiþiliklerin gizlenmiþ olabileceðini öðrenmiþti artýk Nesrin. Sevinç’in seçimine güveniyordu elbette. Severek evlendiðine göre mutlaka iyi birisi olmalýydý. Ayrýca Sevinç için gidiyordu zaten. Kocasýndan ona neydi.

Tam önünde giden kamyonu geçmek üzereyken, kamyonun baþka bir kamyonu sollamak istemesi üzerine ani bir fren yapmak ve düþüncelerinden sýyrýlmak zorunda kaldý. Uzun uzun kornaya basarak yüksek sesle baðýrmaya baþladý.

-     Geri zekalý serseri, görmüyor musun tam yanýnda olduðumu? Böyle birdenbire sola çýkýlýr mý hiç?

Kamyon þoförü hiç istifini bozmadan açýk pencereden elini çýkararak “acelen ne” der gibi salladý. Nesrin kamyonun yanýndan geçip giderken hýrsýndan hala kornaya basýp duruyordu küfür edercesine. Sinirleri yatýþtýktan sonra kendi haline gülmeye baþladý. Ne kadar saldýrgan olmuþtu son yýllarda böyle. Bazen durup dururken çatacak adam arýyor, özellikle trafiðin içinde tam bir canavar kesiliyordu. Nuri bir yandan, babasý diðer yandan onun bu anlaþýlmaz tavýrlarýný sürekli yüzüne vurup acýmasýzca eleþtiriyorlar, günün birinde bu nedenle baþýna kötü bir þey geleceðinden korkuyorlardý. Babasý “diþi maganda” lakabýný takmýþtý Nesrin’e. “Benim güzel magandam” diyordu sevgiyle sarýlarak, “seni erkek gibi yetiþtirmekle ne büyük hata etmiþim.”






Babasý 68 yaþýna raðmen hala oldukça yakýþýklý bir adam sayýlýrdý. Hatta son yýllarda yakýþýklýlýðýnýn arttýðý bile söylenebilirdi. Kýsa kesilmiþ beyaz saçlarý, yuvarlak yüz hatlarýna tezat teþkil eden uzun ve büyük burnu, ince dudaklarý ve aðzýndan düþürmediði piposuyla, bulunduðu her ortamýn odak noktasý haline gelmeyi kýsa sürede baþarýrdý. Özellikle kadýnlara yönelik sihirli bir çekiciliðe sahipti ve bunun fazlasýyla farkýndaydý. Gözlerinin kahverengisi o denli koyuydu ki, gözbebekleri koyuluðun içinde kaybolup giderdi. 12 Eylül’den sonra yurt dýþýna kaçmak zorunda kalmýþ ve on iki sene sonra ansýzýn çýkagelmiþti. Sürpriz yapar gibi. Hiç unutmayacaktý o geceyi. Israrla çalýnan kapýyý geceliðiyle açtýðýnda karþýsýnda babasýný görünce aðlamaya baþlamýþtý Nesrin. Babasý onu kollarýna almýþ ve uzun uzun saçlarýný okþamýþtý. Neden sonra gözlerine bakmýþ ve elini yanaðýnda gezdirerek “son senelerini biricik kýzýyla birlikte geçirmek isteyen bu ihtiyarý içeriye almayacak mýsýn?” demiþti. Oysa ne son senelerini yaþýyordu babasý, ne de ihtiyar gözüküyordu. Yalnýzca dramatik konuþmalarý eskiden beri severdi, o kadar. Dramatik konuþmalara o denli tutkuluydu ki, Nesrin bazen babasýnýn tiyatro oyuncusu olmasý gerektiðini düþünürdü. Kral Lear, Otello veya Hamlet rollerinde çok baþarýlý olacaðý kesindi.

Ýngiltere’den döner dönmez birbirinden kopuk ve habersiz yaþamlarýný sürdüren eski arkadaþlarýný tekrar biraraya getirmiþ ve tanýnmýþ yayýnevlerinin birisinde editör olarak iþe baþlamýþtý. Sol fikirlerinden ödün vermeyi kesinlikle düþünmüyordu. “Yenilgiye uðradýk, tüm dünyada yenilgiye uðradýk, hem de her alanda, ideolojik alanda bile, fakat çok önemli dersler çýkardýk yaþananlardan, bundan sonraki iktidar denememizde ayný hatalarý yapmayacaðýz” diyordu yalnýzca. Bir defasýnda Nesrin kendini tutamamýþ ve “peki yepyeni gýcýr gýcýr hatalar mý yapacaksýnýz bu sefer?” diye sormuþtu. Babasý önüne geçemediði bir öfkeyle bakmýþ ve cevap vermeye tenezzül etmemiþti. Solculukla dalga geçilmesinden hoþlanmazdý. Dalga geçen, her þeyden çok sevdiði kýzý bile olsa.

Acýyla ve öfkeyle yüzünü buruþturdu Nesrin birdenbire. Tutuklu olarak geçirdiði sekiz ay aklýna gelmiþti. Babasý yurt dýþýna kaçtýktan sonra bir gün siyasi polis, Sevinç ile birlikte kaldýðý evi basmýþ ve her tarafý didik didik etmiþti. Halbuki babasýnýn politik çevresiyle hiç bir iliþkisi olmamýþtý Nesrin’in. Herhangi bir örgütsel baðlantýsý olmaksýzýn en genel anlamda okuldaki solcu gruplarýn sempatizaný sayýlýrdý. Birbirleriyle kýyasýya mücadele eden





fraksiyonlarýn arasýndaki ideolojik farklarý bile bilmezdi. Babasýyla sýk sýk bu nedenle tartýþýrlar, babasý onu; “ne arýyorsun o maceraperestlerin arasýnda” diye suçlardý. Nesrin ise babasýnýn suçlamalarýna “onlar gerçek devrimci, eylem yapýyorlar, sizler gibi particilik oynamýyorlar” diye cevap verirdi. Kürþat’tan öðrenmiþti bu laflarý. Kürþat okuldaki öðrenci liderlerinden birisiydi ve toplantýlarda en ateþli konuþmayý yapan hep o olurdu. Onun yanlýþ bir þey yapabileceði veya söyleyebileceði Nesrin’in aklýnýn ucundan bile geçmezdi. Yýllar sonra Kýzýlay’da karþýlaþtýklarýnda, Kürþat’ýn büyük bir oyuncak ithalatçýsý olduðunu öðrenmiþ, çok þaþýrmýþtý. Kürþat ise “gençlik iþte” demiþti, “bol keseden atýyorduk” ve koca göbeðini hoplatarak kahkahalarla gülmüþtü.

Önündeki kamyonu geçmeye hazýrlanýyordu ki, kamyonun birdenbire sol þeride geçmesi üzerine sert bir fren yaparak yavaþladý. Kýzgýnlýðýný bastýrmaya gerek duymadan biraz önce yaptýðý gibi tekrar kornaya basmaya baþladý. Bir yandan da yüksek sesle söyleniyordu.

-     Bu kamyon þoförlerinin hepsi mi sapýttý bugün böyle? Hep bana denk geliyor allahýn belasý herifler. Hiç mi araba kullanmayý bilmez bunlar?

Kamyonun yanýndan hýzla geçerken kornaya bir kez daha bastý. Kamyon þoförü açýk pencereden elini çýkararak “geçeceksen geç, gürültü edip durma” demek istercesine salladý. Bu hareket üzerine iyice çileden çýkan Nesrin yana doðru eðilerek kamyon þoförünün yüzüne baktý. Adamýn bir anlýk kýrmýzý suratlý ve býyýklý görüntüsü nedenini anlayamadýðý bir þekilde sinirini daha da artýrmýþtý. “Biraz önceki kamyon muydu bu acaba?” diye düþünmekten kendisini alamadý. Fakat bu mümkün deðildi. Hiç bir yerde durmamýþ ve bir kamyon tarafýndan da geçilmemiþti ki. Bir süre sonra önünde ip gibi uzayan yol sinirlerini yatýþtýrmaya yetmiþti. Geçmiþte kalan anýlar gözlerinin önünden tekrar akýp geçmeye baþladý. Daldý gitti onlarýn içinde.

Hapiste geçirdiði sekiz ay hayatýnýn en acý ve çileli günleri olmuþtu. Daha henüz on sekiz yaþýnda bir genç kýz iken, türlü hakaretlere katlanmak zorunda kalmýþ, aþaðýlanmýþ ve defalarca dövülmüþtü. Yüzlerini hiç hatýrlamak istemediði fakat tüm çabalarýna karþýn bir türlü unutamadýðý sorgucular hep ayný þeyleri sorup durmuþlar, babasýnýn nereye kaybolduðunu, arkadaþlarýnýn isimlerini, gizli evraklarýný nereye sakladýðýný ve Nesrin’in örgütte ne gibi bir rol oynadýðýný öðrenmek için onu günlerce uykusuz býrakmýþlardý. Oysa hiç bir þey






bilmiyordu ki. Babasýnýn politik faaliyet ve iliþkileri nedense hiç ilgisini çekmemiþti. Daha küçük yaþta annesini kaybettikten sonra babasýnýn yanýna taþýnmýþ ve babasý yurt dýþýna kaçana kadar hep onunla birlikte olmuþtu. Fakat babasý tehlikeli olduðunu bildiði için olsa gerek, Nesrin’i kendi politik yaþantýsýndan hep uzak tutmuþtu. Yalnýzca arada sýrada Nazým Hikmet’ten þiirler okur, solculuðun insanlarý sevmek anlamýna geldiðini söylerdi.

Hapisten çýkýnca uzun süre kendine gelememiþ, daha yeni baþladýðý hukuk öðrenimine altý ay ara vermek zorunda kalmýþtý. Sevinç’e çok þey borçlu olduðu aklýna geldi birden ve içini sýmsýcak bir duygu kapladý. O kötü günlerde Nesrin’i hiç yalnýz býrakmamýþ ve pek de fazla olmayan tüm varsýllýðýný paylaþmýþtý Nesrin’le. Babasý zaman zaman Ýstanbul’daki bir dostu vasýtasýyla para göndermese yine de zor bitirirlerdi okulu.

Arabanýn saatine bakýnca zamanýn ne çabuk geçtiðinin farkýna vardý. Öðleden sonra üçe geliyordu neredeyse. Sevinç beþ-altý saatte gelirsin demiþti. Halbuki tam dört saattir yolda olmasýna raðmen daha Kastamonu’ya bile varamamýþtý. Kastamonu ise yolun yarýsý sayýlýrdý aþaðý yukarý. Biraz önce yolun kenarýndaki bir tabeladan Kastamonu’ya daha yüz yirmi kilometre olduðunu okumuþtu. Bu durumda beþ buçuk-altý saatte yolun yarýsýný ancak mý geride býrakmýþ olacaktý yani? Bu iþte bir gariplik vardý. Ya tabeladaki sayýyý yanlýþ okumuþtu, ya da tabelada bir hata vardý. Bir benzin istasyonuna girip sormaya karar verdi. Birkaç kilometre ilerideki benzin istasyonuna girerken, saðda duran kýrýk dökük at arabasý ve benzinliðin ortasýnda yer alan kirli yeþil renkteki küçük beton bina anlaþýlmaz bir þekilde tanýdýk geldi. Sanki biraz önce oradan geçmiþ gibi geliyordu Nesrin’e. Bu saçma düþünceyi kafasýndan silip atarak benzin pompasýna yaklaþtý ve arabadan indi. Burada durmuþken depoyu doldursa iyi olacaktý. Benzin tabancasýný deponun deliðine soktuktan sonra camlarý silmeye baþlayan yüzü terli genç görevliye Kastamonu’ya kaç kilometre olduðunu sordu. Çocuk elindeki siliciyi kovanýn içine daldýrýp ýslatýrken cevap verdi.

-     Aþaðý yukarý 115 kilometre abla, en geç birbuçuk saatte alýrsýnýz. Ýlerde yol tamiratý var, orada biraz vakit kaybedersiniz. Fakat tamirat bölümü fazla uzun sayýlmaz.
-     Peki, Ankara’ya kaç kilometre var buradan?
-     Burasý yolun yarýsý sayýlýr. Tam ortadasýnýz yani. Kastamonu da Ankara da aþaðý yukarý ayný uzaklýkta.






Olacak iþ deðildi. Yüz kilometreden biraz fazla bir mesafeyi ancak dört saatte mi alabilmiþti yani? Oysa hiç de yavaþ araba kullanmazdý. “Ankara’dan çýkarken trafikte çok zaman harcadým herhalde” diye düþünerek ödemeyi yaptý ve arabaya binip yoluna devam etti.

Benzinliðin arkasýnda kayýn ve ladinlerden oluþan seyrek aðaçlý bir koru baþlýyor ve hafif bir eðimle uzaktaki tepelerden birisine doðru yükseliyordu. Birbirine benzeyen küçük tepe ve korularýn hakim olduðu arazi giderek yeþillenmeye baþlamýþtý.

Kaybettiði zamaný telafi etmek istercesine daha hýzlý sürüyordu arabasýný. Bu gidiþle akþam yediden önce Sinop’a varamayacaktý. Neþesini bozmamaya karar verdi. Bir kaç saatin ne önemi vardý ki. Güzel bir hafta sonu tatili geçirip Sevinç ile hasret giderecek ve Pazartesi günü en geç öðleden sonra tekrar iþinin baþýnda olacaktý nasýl olsa. Klimayý biraz kýsarak kendisini yine düþüncelere býraktý.

Nuri’yle tanýþmasý geldi aklýna birdenbire. Kelimenin tam anlamýyla bir tesadüf sayýlýrdý ve zaten hayatýndaki tesadüflerin önemine çok inanýrdý. 20 Þubat 2001 Salý günüydü. O tarihi unutmasý mümkün deðildi.

Arzu adýndaki çok nadiren görüþtüðü bir arkadaþýyla sinemaya gitmiþler, sinema çýkýþýnda bir þeyler yemek ve sohbet etmek istemiþlerdi. Arzu “gel seni yeni açýlan bir yere götüreyim” demiþti, “hem çok leziz, hem de doyurucu salata çeþitleri var, birer kadeh de þarap içeriz.” Cinnah’ý kesen sokaklarýn birinde “Leon” isimli bir yere götürmüþtü onu. Eski görünümlü ahþabýn dekorasyona hakim olduðu bir yerdi. Boþ masa olmadýðý için, masalardan birisinin boþalmasýný beklemek üzere bara oturmuþlar ve birer kadeh kýrmýzý þarap söylemiþlerdi. Ýzledikleri film hakkýnda sohbet ederlerken bara uzun boylu, seyrek saçlý kýrk beþ yaþlarýnda bir adam yaklaþmýþ ve Nuri Bey’i görmek istediðini belirtmiþti. Barmen, Nuri Bey’in orada olmadýðýný ve gelmeyeceðini söylese de, adam ýsrarýný sürdürmüþ “Bakýn cep telefonu cevap vermiyor, ben eski bir arkadaþýyým ve Antalya’dan geldim, bir arasanýz ve Antalya’dan Faruk Bey burada deseniz mutlaka gelir” demiþti. En sonunda barmen ýsrarlara dayanamayýp telefon etmiþ ve hemen beþ dakika sonra içeriye, soðuk havaya raðmen üstündeki ince gömleðiyle orta boylu, çocuk yüzlü bir adam dalmýþtý. Yüzünde kocaman ve kendisine çok yakýþan bir gülümsemeyle Faruk’u






kucaklamýþ ve “hemen üst katta oturmasaydým bu havada zor gelirdim buraya” demiþti. Ýki adam bara onlarýn yanlarýna oturmuþlar ve Nesrin Nuri’yle göz göze gelmiþti. Garip bir bakýþmaydý bu ve aralarýnda ansýzýn güçlü bir çekim oluþmuþtu. Faruk heyecanlý bir þekilde konuþmaya devam ederken, Nuri gözlerini Nesrin’den ayýramýyor, Faruk’un anlattýklarýný sanki dinliyormuþ gibi arada sýrada baþýný sallamakla yetiniyordu. Yüzünde baþka hiçbir deðiþiklik olmaksýzýn birdenbire parlayýveren bakýþlarý vardý. Nuri’deki durgunluk o denli belirginleþmiþti ki, Faruk bir ara arkasýna dönüp Nuri’nin nereye baktýðýný anlamak zorunda hissetti kendisini. Tam o sýrada garson gelmiþ ve bir masanýn boþaldýðýný haber vermiþti. Nesrin yerinden kalkmak istemediði için “boþver” demiþti Arzu’ya, “barýn üstünde yeterince yer var, salatalarýmýzý da burada yeriz, ayrýca ben barda oturmaktan çok hoþlanýrým”.

Ýki adamýn konuþmalarýna kulak kabartan Nesrin, Faruk’la Nuri’nin Sorbonne üniversitesinden tanýþtýklarýný ve Faruk’un Antalya’da profesör olduðunu çýkartmýþtý. Nuri ise anladýðý kadarýyla politik olaylara iyice kendini kaptýrmýþ ve bu nedenle okulu bitirememiþti. “Boþveeer” diyordu Faruk’a, Nesrin’in daha sonralarý duymaya çok alýþacaðý bir þekilde, “iþletmeci olup da tekellere hizmet mi edecektik.”

Faruk fazla oturmamýþ ve yaklaþýk bir saat sonra ayrýlmýþtý. Nuri, Faruk’u soðuk
havaya ve üstündeki ince gömleðe aldýrmaksýzýn taksiye kadar yolcu etmiþ ve tekrar geri dönerek bardaki yerine oturmuþtu. Nesrin’e patavatsýzca bakmaya devam ediyor ve Nesrin de bundan hiç rahatsýz olmuyordu. Ýki kadýn evlerine gitmek üzere hesap öderken, Nuri ýsrarla bakmayý sürdürüyordu. Hiç çekinmeden ve tek kelime bile konuþmaksýzýn. Yalnýzca arada sýrada diliyle dudaklarýný ýslatýyordu, o kadar.

Bundan sonrasý aslýnda çok çabuk geliþmiþti. Nesrin, daha bir kaç gün bile geçmeden Leon’a tek baþýna gitmiþ, bara oturmuþ ve barýn arkasýnda çalýþmakta olan Nuri’ye “geçen gün neden bakýp durdun da hiç konuþmadýn?” diye sormuþtu. Nuri çocuksu yüzüne yakýþmayan ciddi bir bakýþla “bilmem, birdenbire aþýk olduðum için herhalde” demiþti hiç düþünmeden, “ayrýca bakýþmamýzýn sihirini bozmak istemedim”. Çok az konuþarak saatlerce karþý karþýya oturmuþlar ve sonra Nuri’nin üst kattaki evine çýkarak sabaha kadar seviþmiþlerdi. Nuri’nin çok þefkatli ve zarif bir sevgili çýkmasýna hiç







þaþýrmamýþtý Nesrin. Sanki bütün ömrü boyunca bu çocuk yüzlü, gösteriþsiz fakat içinde her zaman fýrtýnalar kopan adamý beklemiþ gibiydi.

Dört buçuk yýldýr birlikteydiler artýk ve ilk heyecanlarýndan hiç bir þey kaybetmemiþlerdi. Nuri’nin sesini telefonda bile duyunca heyecanlanýrdý Nesrin. Nuri artýk evlenmek istiyor ve çok baský yapýyordu kendisine. Fakat Nesrin kararsýzlýðýný sürdürüyordu. “Seni o kadar delicesine seviyorum ki” diyordu Nuri’ye, “evliliðin o anlamsýz zorunluluklarýnda seni kaybetmekten korkuyorum”. Nuri ise Nesrin’in kuþkularýný saçma buluyor, giderek artan bir huzursuzlukla beklemeyi sürdürüyordu.

Gözü arabanýn saatine takýldý. Saat beþi on geçiyordu ve hala Kastamonu’ya gelmemiþti. Nasýl olurdu bu? Hýzýný hiç yüzden aþaðý düþürmemiþti ki. Biraz ilerideki tabelada Kastamonu’ya hala yüz yirmi kilometre olduðunu okuyunca sinirle karýþýk þaþkýnlýðý daha da arttý. Ýki saattir ayný yerde gidip duruyor muydu yani? Gülmeye baþlayýp yavaþladý. Garip ve engel olamadýðý, aðlamaya daha yakýn bir gülmeydi bu. Ayný zamanda sinir ve öfke dolu.

Yolun sað tarafýnda bir benzin istasyonu belirdi. Giriþte, kenarlarý aþaðýya sarkan ve tekerlekleri kýrýk bir at arabasý ve istasyonun tam ortasýnda kirli yeþil renkte beton bir bina vardý. Böyle bir þey mümkün olamazdý, rüya görüyordu herhalde. Benzinliðe girip durdu ve arabasýndan inerek, dilini dudaklarýnýn arasýndan çýkarmýþ bir þekilde baþka bir arabanýn camlarýný silmekte olan yüzü terli çocuða yöneldi.

-     Ben iki saat önce sana yolu sorup buradan benzin almamýþ mýydým?

Çocuk, anlamakta zorluk çektiðini belirten bir yüz ifadesiyle cevap verdi.

-     Ben sizi hatýrlayamadým abla. Buradan çok araba geçmez, karýþtýrýyorsunuz herhalde. Ayrýca iki saat önce benzin aldýysanýz niye geri geldiniz? Benzinde bir sorun mu var?

Çocuða cevap vermeden hýþýmla arabasýna binerek çalýþtýrdý ve lastiklerin çakýllý yolda patinaj yapmasýna sebep veren bir hýzla benzinliðin çýkýþýna yöneldi. Benzinliðin arkasýndaki kayýn ve ladinlerden oluþan ve hafif bir eðimle uzaktaki tepelerden birisine doðru yükselen seyrek aðaçlý koru bu sefer hiç dikkatini çekmedi Nesrin’in.





Yüzü büyük bir olasýlýkla her zaman terli olan ve çalýþýrken dilini dudaklarýnýn arasýndan çýkartan çocuk arabanýn arkasýndan, Nesrin’in kýzgýnlýðýnýn sebebini anlayamamýþ salakça bir ifadeyle þaþkýn þaþkýn bakmaktaydý. “Abla” neden böyle sinirlenmiþ olabilirdi ki? Ayrýca onu hayatýnda ilk defa gördüðüne oldukça emindi. Hafýzasýna çok güvenir, bir hafta önce gelmiþ olan bazý sima ve özellikle arabalarý hatýrlamakta bile zorluk çekmezdi. Daha iki saat önce gelip benzin alan güzelce bir kadýný mý hatýrlamayacaktý?

Benzinlikten lastikleri öterek çýkan Nesrin büyük bir hýzla yoluna devam ediyordu. Baþkasý olsaydý belki Ankara’ya geri dönmeye karar verirdi. Fakat Nesrin’in inatçý kiþiliði böyle bir adýmý düþünmesine bile engel oluyor, onu hedefine bir an önce varmasý için daha da kamçýlýyordu. Bir terslik vardý bu iþte, ancak tersliðin ne olduðunu ve nedenini kendisine bir türlü açýklayamýyordu. Birdenbire delirmiþ olamazdý herhalde. O benzinliðe tam iki saat önce girip benzin aldýðýna adý gibi emindi. Bu kadar benzerlik olabilir miydi acaba? At arabasý, yeþil beton bina, yüzü terli salak bakýþlý çocuk, hayýr hayýr, mümkün deðildi bu. Hem bu arada geçen iki saate raðmen Kastamonu’ya hala yüz yirmi kilometre olmasýna ne demeliydi? Sinirli bir þekilde tekrar gülmeye baþladý. Tam altý saatte yüz yirmi kilometre yol alabilmiþti. Bu ortalamayla devam ederse yarýn sabah yedide Sinop’da olacaktý demek ki. Yorgunluðunu üzerinden atmak için uyur, uyandýktan sonra da Sevinç’le bir yemek yiyip Ankara’ya dönmek üzere yola koyulurdu. Kahkahalarla gülmeye baþladý birdenbire. Sinirli kahkahalarýna engel olamýyor, gözlerinden gelen yaþlar yolu bulanýk görmesine neden oluyordu. Neden sonra yüzündeki ifade biraz olsun gevþedi ve hýzýný daha da artýrarak yoluna devam etti.

Neler oluyordu böyle? Þaþkýnlýk içerisinde ne düþüneceðini bilemiyordu. Önündeki kamyonu geçmek üzere sol þeride geçtiðinde, sanki ne göreceðini biliyormuþ gibi yavaþladý ve kamyonla ayný hizaya gelince kafasýný saða çevirip kamyon þoförüne baktý. Patlýcan gibi kýrmýzý bir yüz ve aþaðýya sarkýk býyýklar. Adam da sýrnaþýk bir yüz ifadesiyle kendisine bakýyordu. Sinirlenerek gaz pedalýnýn sonuna kadar bastý ve hýzla kamyonun yanýndan uzaklaþtý. Yanýlýyordu herhalde, ayný kamyon kesinlikle olamazdý. Fakat o sarkýk býyýklý kýrmýzý surat gözlerinin önünden gitmek bilmiyordu bir türlü.

Yan koltuðun üzerinden geliþigüzel bir kaset alarak arabanýn kasetçalarýna koydu. Frank Sinatra gelmiþti eline ve ‘My way’ çalýyordu. Müzik sayesinde






biraz olsun sakinleþmeyi baþarmýþtý. Uzun bir süre müzik dinleyerek ve tabelalara bakmamaya çalýþarak yoluna devam etti. Kafasý durmuþ gibiydi sanki ve hiç bir þey düþünmeden araba kullanýyordu sadece.

Birdenbire kendisine gelip etrafa baktýðýnda Kastamonu’ya girmekte olduðunu farkederek rahat bir nefes aldý. Müzik çoktan durmuþtu. Saate bakýnca gözlerine inanamadý. Sekiz buçuða geliyordu neredeyse. Yani tam tamýna dokuz buçuk saattir yoldaydý ve son üç buçuk saatte yalnýzca yüz yirmi kilometre yol alabilmiþti. Sýrtýnýn aðrýyýp, gözlerinin yandýðýný hissetti. Bu þekilde yola devam etmesi mümkün deðildi. Mutlaka dinlenip, bir þeyler yemesi gerekiyordu. Þehrin merkezinde uygun bir yere park ederek arabasýndan indi ve her tarafý tutulmuþ olan vücudunu hareket ettirmeye baþladý. Biraz ilerideki köþede, önünde bahçesi olan bir kebapçý görerek sevindi. En azýndan karnýnýn açlýðýný giderebilecekti demek ki. Tuvalet ihtiyacýný giderdikten sonra bahçedeki masalardan birisine oturup sipariþini verdi. Ýlk önce çorba ve arkasýndan tavuk ýzgara istemiþti. Aniden aklýna cep telefonunun buradan çekmesi gerektiði geldi ve çantasýndan telefonunu çýkartarak heyecanla Sevinç’in numarasýný aradý. Evet numara çalýyordu. Biraz sonra Sevinç’in sesi duyuldu.

-     Alo, ben Sevinç.
-     Merhaba hayatým, benim, Nesrin. Nerede olduðumu söylesem inanmazsýn. Ayrýca sinir diye bir þey kalmadý. Çýldýrmak üzereyim.

Sevinç teleþla, fakat rahatlamýþ bir sesle konuþmaya baþladý.

-     Nesrin geldin mi nihayet? Meraktan çatlattýn bizi kýzým. Belki elli kere aradým seni, ama bir türlü çýkaramadým. Nerede olduðunu söyle de gelip alayým hemen.
-     Ýnanmayacaksýn ama, daha Kastamonu’ya yeni vardým. Tam dokuz buçuk saattir yollardayým. Sanki hep ayný yollarda gidip duruyormuþum gibi geliyor. Son yüz yirmi kilometreyi herhalde altý saatte falan aldým. Git git bitmiyor. Delirmeme az kaldý. Bir þeyler yiyip yola devam edeceðim. Artýk baþka çarem yok herhalde. Saat dokuzda yola çýksam ne zaman orada olurum dersin?

Uzun bir sessizlikten sonra gelen Sevinç’in sesinden, tedirginliði belli oluyordu.





-     Dokuz buçuk saattir yolda mýsýn? Çok yavaþ kullanmýþ olmalýsýn arabayý. Fakat bu saatten sonra devam etmesen daha iyi olur gibi geliyor bana. Sinop’a yaklaþtýkça yol çok virajlýdýr. Karanlýkta ve yorgun bir halde nasýl olur bilmem ki. En iyisi orada bir otelde kalýp yarýn sabah erkenden yola koyulman. Kahvaltýya bile yetiþebilirsin, ne diyorsun? Daha fazla zorlama kendini.

Nesrin sinirlendiðini hissediyordu. Çocuk muamelesine eskiden beri dayanamazdý.

-     Buralarda kalmak istemiyorum. Ayrýca hiç de yavaþ kullanmadým arabayý. Bir þeyler ters gidiyor diyorum, anlamýyor musun? Birazdan yola çýkarým ben. Oraya varýnca tekrar ararým. Haydi, þimdilik hoþçakal.
-     Tamam hayatým, sinirlenme. Fakat dikkatli gel. Gelince de þehre girer girmez ara. Daha fazla merakta býrakma bizi. Þenol hemen gelip alýr seni. Tamam mý bitanem.
-     Tamam, inþallah bundan sonra bir terslik olmaz. Yatmayýn sakýn, beni bekleyin, belki biraz oturup konuþuruz.

Nesrin telefonu kapatýr kapatmaz biraz ileride bekleyen garson masaya gelip hafifçe öne doðru eðilerek konuþmaya baþladý.

-     Buyrun efendim, ne arzu edersiniz? Özellikle pidemizi çok tavsiye ederim. Bu civarda daha lezzetli bir pide bulamazsýnýz.

Bugün her þey ters gidecekti anlaþýlan. Nesrin kýzgýnlýðýný saklamaya gerek duymadan adama cevap verdi.

-     Biraz önce oturur oturmaz sipariþ vermiþtim ya. Hem de size vermiþtim. Bu kadar çabuk da unutulmaz ki. Ne biçim sipariþ alýyorsunuz öyle?
-     Hayýr efendim. Yanýlýyorsunuz. Ben sizin sipariþinizi almadým. Alsaydým hatýrlamaz mýyým? Telefon konuþmanýzýn bitmesini bekliyordum masaya gelmek için.
-     Caným, sipariþ verdiðimi unutacak deðilim herhalde. Hiç olmazsa hatanýzý kabul edin.
-     Özür dilerim efendim, ben sipariþ aldýðýmý hatýrlamýyorum ama, belki de siz haklýsýnýzdýr. Bir karýþýklýk oldu herhalde. Sipariþinizi hemen hazýrlattýrýrým.





-     Her neyse, fazla vaktim yok. Hemen yola koyulmam lazým. Bana bir mercimek çorbasý, bir de tavuk ýzgara getirin lütfen. Ama çok acele olsun. Yeterince vakit kaybettirdiniz bana zaten.
-     Hemen geliyor efendim. Merak etmeyin, çok çabuk hazýr olur, vakit kaybetmezsiniz. Bir hatam olmuþsa eðer, tekrar özür dilerim.

Garsonu azarlamasý bile rahatlamasýna neden olmamýþtý. Kendisini çok yorgun hissediyordu ve önündeki yolu düþündükçe yorgunluðu kendiliðinden daha da artýyordu. Sevinç’in dediði gibi burada kalýp ertesi sabah mý yola devam etseydi acaba? Bu düþünceyi kafasýndan hemen silip attý. Küçük yaþtan beri, önünde sevmediði bir iþ varsa hemen bitirmek isterdi. Zevk aldýðý ve severek yaptýðý iþleri ise zamana yaymayý tercih ederdi. Bu seyahat ne olursa olsun bu gece içerisinde tamamlanmak zorundaydý. Sinop’a varýþý ertesi güne kalýrsa, hafta sonu tatilinden hiç bir þey anlamayacaðý kesin gibiydi.

Garsonun söz verdiði üzere biraz sonra gelen yemeðini aceleyle bitirerek bir sigara yaktý. Günde yalnýzca üç-dört adet sigara içerdi. Genellikle kahveyle birlikte ve akþam yemeðinden sonra. Nuri gibi tiryaki sayýlmazdý yani, fakat yine de hoþuna gidiyor ve býrakmayý düþünmüyordu. Cüzdanýný çýkartarak hesabý ödemek üzere eliyle garsonu çaðýrdý. Biraz önce azarlandýðý için koþarak masaya gelen garson, kolunu doksan derece kývrýlmýþ bir þekilde önünde tutarak konuþuyordu.

-     Buyrun efendim, baþka bir þey mi arzu ettiniz?
-     Hayýr ödemek istiyorum. Borcum ne kadar?

Garsonun ciddi ve saygýlý yüz ifadesi yerini þaþkýnlýða býrakmýþtý.

-     Pardon efendim, anlayamadým. Biraz önce ödemeyi yaptýnýz ya.

Þaþkýnlýk sýrasý Nesrin’e gelmiþti. Elindeki cüzdanýn fermuarýný açarak söylenmeye baþladý.

-     Saçmalamayýn lütfen. Daha yemeðimi yeni bitirdim. Ne zaman ödemiþ olabilirim ki? Çabuk söyleyin, ne kadar tutuyor?

Garson ceketinin sað cebinden bir kaðýt parçasý çýkartarak masaya doðru eðildi. Bir yandan da konuþmasýný sürdürüyordu.





-     Fakat hanfendi, neden yalan söyleyeyim ki size? Ayrýca sizden iki defa hesap nasýl alabilirim? Bakýn iþte, on iki lira elli kuruþ tutmuþ ve size yirmi lira karþýlýðýnda yedi buçuk lira geri vermiþiz. Ýkibuçuk lirayý da bahþiþ olarak býrakmýþsýnýz. Bugün kafanýz biraz karýþýk galiba. Fakat inanýn bana, ödeme yaptýnýz.

Nesrin iyice þaþýrmýþ bir þekilde kekeleyerek itiraz etmeyi sürdürdü.

-     Fakat...fakat...nasýl olur bu? Ben hesabý ödemediðime eminim. Karýþtýrýyor olmayýn sakýn? Belki baþka bir müþteriyle karýþtýrýyorsunuzdur.

Fakat garson kendisinden çok emindi.

-     Hanýmefendi, kesinlikle mümkün deðil. Kaç tane müþteri var ki zaten þunun þurasýnda. Sekiz masa ya var, ya yok. Bunu da karýþtýracak olursak, vay bizim halimize. Siz ödeme yaptýnýz, gönlünüz rahat olsun. Biraz yorgunsunuz galiba. Unuttunuz ödediðinizi. Herkesin baþýna gelebilir.

Nesrin kendisini artýk gerçekten kötü hissetmeye baþlamýþtý. Bu kadar çok saçma sapan olayýn ayný gün içinde ardý ardýna meydana gelmesine bir anlam veremiyordu. Bir yýlý aþkýn bir süredir tatil yapmamasýnýn ve dolayýsýyla oldukça yorgun olmasýnýn bugün yaþadýklarýyla bir baðlantýsý olabilir miydi acaba? Bir þeyler söylemeye çalýþtý fakat beceremedi. En sonunda “teþekkür ederim”
gibi belli belirsiz mýrýldanarak ayaða kalktý ve otuz metre ileride duran arabasýna doðru yürümeye koyuldu. Bir rüya içinde hareket ediyormuþçasýna arabayý
çalýþtýrýp hareket etti. Bu kabus bir an önce sona ermeliydi artýk. Þehir çýkýþýndaki bir benzinlikten depoyu doldurarak þehri terketti. Evler ve dükkanlar geride kalmýþ, hava da kararmaya baþlamýþtý. Garip bir renk almýþtý gökyüzü. Kýzýlýmsý ve nedense kendisine ürkütücü gelen bir renk. Biraz olsun rahatlamak ve içinde bulunduðu karartýcý düþüncelerden uzaklaþabilmek umuduyla kasetçalara yeni bir kaset koydu. Ne tür bir müzik koyduðunun bile farkýna varmadan arabayý sürüp duruyordu. Restorandaki garsonun o anda ahçýya “demin dört numaralý masada oturan kadýn biraz kafayý üþütmüþtü herhalde, ilk önce, henüz sipariþ vermediði halde, demin sipariþ vermiþtim diye tutturdu, sonra da ikinci kere hesabý ödemeye kalktý” dediðini duysaydý, caný büyük bir ihtimalle daha da sýkýlýrdý.






Uzunca bir süre sonra, virajlý yollardan yukarýya týrmandýðýný farketti ve sevindi. Sevinç yolun son kýsmýnýn çok virajlý olduðunu söylememiþ miydi? Saate bakmaya cesaret edemiyor fakat vaktin hýzla geçmekte olup geceyarýsýna doðru yaklaþtýðýný hissediyordu. Virajlar bir türlü bitmek bilmiyor, kýsa düzlüklerden sonra tekrar dönerek çýkmaya baþlýyordu. Kafasýnda hedefe varmaktan baþka bir düþünce kalmamýþtý artýk. Sýrtý kötü bir þekilde aðrýdýðý için koltuðun üstünde iyice geriye doðru kaykýlarak sýrt adelelerini germeye çalýþtý. Etrafýn zifiri karanlýk olmasý nedeniyle, yalnýzca yolun kenarýndaki aðaçlarý seçebiliyordu. Kendisine asýrlar gibi gelen bir zaman diliminden sonra virajlar nihayet sona erip yol düzleþti. Küçük ve ýþýksýz köylerin arasýndan bu karanlýkta mümkün olan en yüksek hýzla yol alýyor, çok nadiren karþýdan gelen bir araba görünce biraz yavaþlýyordu. En sonunda arabanýn farlarý tarafýndan aydýnlatýlan bir tabelada Sinop’a on kilometre kaldýðýný okuyunca rahat bir nefes alýp saate bakmaya cesaret edebildi. Geceyarýsýný yirmi dakika geçiyordu. Yani baþka bir deyiþle beþ saatlik yolu tam onüç buçuk saatte alabilmiþti. Sevinç’le Þenol ne düþüneceklerdi acaba? Herhalde ayný yerlerden bir kaç kez geçtiðine inanacak deðillerdi. Zaten en iyisi böyle bir þey anlatýp daha fazla rezil olmaktansa hiç konuþmamaktý galiba. Ne düþünürlerse düþünsünler diye geçirdi içinden.

Sinop’un ana caddesi olduðunu tahmin ettiði, iki tarafý da dükkan ve bankalarla dolu olan bir yoldan dümdüz ilerleyip bir meydana geldi. Arabayý meydanýn kenarýnda bir yere park ederek motoru durdurdu. Birdenbire gelen sessizlikte kafasýnýn içinin nasýl uðuldadýðýný duyumsayarak elinde olmadan irkildi. Meydanýn bir tarafýndan aþaðýya doðru inmekte olan geniþ caddede tek tük insanlar görülüyordu. Çantasýndan cep telefonunu çýkartarak Sevinç’i aradý.
Telefonunu hemen açan Sevinç telaþla konuþmaya baþladý.

-     Nesrin, geldin mi caným? Neredesin söyle de, Þenol hemen gelip seni alsýn.

Ölü gibi bir sesle bulunduðu yeri tarif etmeye koyuldu. Tarifin daha yarýsýna varmadan Sevinç atýldý.

-     Tamam, tahmin etmiþtim zaten. Hükümet Meydaný’ndasýn. Bize çok yakýnsýn. Þenol beþ dakikada orada olur. Kafaný takma sakýn. Yarýna kadar dinlenirsin, hiç bir þeyciðin kalmaz. Arabanýn yanýndan ayrýlmadan orada bekle.






Nesrin arabadan inip bacaklarýnýn uyuþukluðunu gidermeye çalýþýrken, meydanýn karþý tarafýndaki sokaðýn baþýnda kendisine doðru gelmekte olan bir adam belirdi. Gülümseyerek geldiði için Þenol olduðu belli oluyordu. Kýrkbeþ yaþlarýnda, orta boylu, hafif tombul ve çocuk yüzlüydü. Arabanýn yanýna ulaþmadan konuþmaya baþlamýþtý bile.

-     Merhaba Nesrin, hoþ geldin. Ayný Sevinç’in tarif ettiði gibisin. Ýstersen sen yan koltuða otur da ben kullanayým. Çok yakýn zaten. Ayrýca sen bugün yeterince araba kullanmýþ sayýlýrsýn. Öyle deðil mi?

Nesrin tebessüm etmeye çalýþarak Þenol’un elini sýktý. Geliþigüzel laflar söylüyor, fakat söylediklerini kendisi bile anlamýyordu.

Meydanýn karþý tarafýndaki sokaða girerek bir yan yola saptýlar. Biraz
sonra yoldan ayrýlýp boþ bir arsaya park ettiklerinde, Nesrin karþýsýnda üç katlý eski bir ev gördü. Evin etrafýnda küçük sayýlamayacak ve çitlerle çevrili kendi haline býrakýlmýþ, sevimli bir bahçe vardý. Eve arka tarafýndan yaklaþmýþ olmalýydýlar. Nesrin’in eve bakmakta olduðunu gören Þenol tekrar konuþmaya baþladý.

-     Ýþte bizim evimiz de bu. Eski göründüðüne bakma. Dýþ cepheyi onarmaya paramýz yetmedi. Ýnþallah bu yýl içinde herþey bitecek. Fakat içi fena sayýlmaz. En üst katý tamamiyle sana ayýrdýk. Rahat edersin umarýz. Manzarasý harikadýr. Ev bir tepenin üstünde olduðu için, deniz olduðu gibi ayaklarýnýn altýnda sayýlýr.

Þenol bagajdan aldýðý çantayla eve doðru yürürken kapý açýldý, Sevinç heyecanla dýþarýya fýrlayarak ve çýðlýklar atarak Nesrin’i kucaklayýp öptü. Hiç deðiþmemiþti Sevinç, yalnýzca biraz kilo almýþtý belki o kadar. Ayný düz kumral saçlar, kocaman gözler ve Nesrin’in hep imrendiði pürüzsüz bembeyaz cilt. Ayrýca aldýðý kilolar da Sevinç’e yakýþmýþ, eski çocuksu görüntüsü yerini daha kadýnsý bir havaya býrakmýþtý. Nesrin’i elinden tutup içeriye götürürken, öðleden beri gözlerinin yolda olduðunu anlatýyordu.

Nesrin içeriye girer girmez kendisini bir koltuða býrakarak baþýný arkaya yasladý. Býraksalar hemen gözlerini kapayýp uyuyacak gibiydi. Sevinç þefkatle karýþýk muzip bir ifadeyle Nesrin’e yöneldi.






-     Kýzým onüç buçuk saatte geldin buraya, biliyor musun? Tam onüç buçuk saat. Bu bir rekor. Bizim bir Alpaslan aðbimiz vardýr. Sekiz dokuz saatte gelir Ankara’dan. Fakat sen onu da geçtin. Anlat bakalým, nasýl yaptýn bunu? Zor oldu mu?

Sinirlendiðini hisseden Nesrin tam cevap vermek üzereydi ki, aniden deliler gibi gülmeye baþladý. Ne yaparsa yapsýn, gülmesine engel olamýyor, çýlgýnlar gibi gülerken bir yandan da gözlerinden gelen yaþlarý silmeye çalýþýyordu. Sevinç ile Þenol þaþkýnlýkla birbirlerine baktýlar. Þenol merdivenlerden üst kata çýkarak elinde bir çantayla geri geldi. Hala gülmekte olan Nesrin’in yanýnda, çantadan çýkardýðý bir iðneyi enjeksiyon için hazýrlayarak koltuða döndü.

-     Anlaþýlan senin sinirlerin iyice bozulmuþ. Sana bir sakinleþtirici vereceðim. Yarým saat içinde derin bir uykuya dalarsýn, yarýn da hiç bir þeyin kalmaz. Tamam mý?

Ýðne yapýldýktan sonra Sevinç Nesrin’in koluna girerek onu en üst kata çýkardý. Bu arada Nesrin biraz sakinleþmiþ ve hiç konuþmaksýzýn donuk bakýþlarla etrafýna bakýyordu. Neye baktýðýnýn farkýnda olmaksýzýn ve hiç bir þey görmeden. Sevinç’in yardýmýyla soyunup geceliðini giydi ve kendisini yataðýn üstüne býrakýp gözlerini hemen kapadý. Etrafýndaki hiç bir þeyin farkýnda deðilmiþ gibi gözüküyordu. Ýnce yorgan bile üstüne Sevinç tarafýndan örtüldü. Derin bir uykuya dalmak üzereyken, gözlerinin önünde bir þeyler belirip sonra tekrar kaybolmaya baþladý. Kirli yeþil renkte beton bir bina, terli bir yüz, aþaðýya doðru sarkýk býyýklar, patlýcan gibi kýrmýzý bir surat, kolunu doksan derece kývrýlmýþ þekilde önünde tutan papyonlu bir garson ve virajlý yollar. Virajlý yollar gözünün önünden gitmek istemiyor, sanki ayný virajý sürekli bir kez daha dönüyordu. En sonunda beyni tamamiyle boþalmýþ bir þekilde kendisini güzel bir uykuya býraktý.

Rüyasýnda yemyeþil bir bahçenin içindeydi ve üzerinde yerlere kadar uzanan beyaz bir elbise vardý. Çýplak ayaklarýyla otlarýn üzerinde dolaþýp, her tarafý kaplayan çiçeklere dokunuyordu. Otlarýn iç açýcý serinliði bütün vücudunu sarýp sarmalýyor, her taraftan fýþkýran neþe ve sevincin girdabýnda oradan oraya zýplayýp duruyordu. Her þey o denli güzel ve ferahtý ki, kendisini cennette hissetti. Kuþlarýn cývýltýlarý ve aðustos böceklerinin cýrcýrlarýndan baþka hiç bir ses duyulmuyordu. Bir de çok uzaklardan gelen bir su sesi.





Sonra otlarýn içinde dolu bir su þiþesi buldu ve þiþeyi dudaklarýna götürerek biraz içti. Enfes bir tadý vardý suyun, daha önceden hiç tanýmadýðý tatlý ve uyuþturucu bir tat. Kendisini yeni doðmuþ gibi hissediyordu. Neredeyse ayaklarý yerden kesilip kuþlarla birlikte uçmaya baþlayacaktý. O kadar hafiflemiþti sanki. Þiþenin içindeki suyla çiçekleri sulamaya baþladý. Suyun deðdiði çiçekler gözlerinin önünde büyüyüp geliþiyor ve rengarenk bir kýlýða girip güzelleþiyordu. Elindeki þiþeyle bütün bahçeyi dolaþtý. Þiþenin içindeki su bitmek bilmiyordu bir türlü. Kendiliðinden yeniden doluyordu. Çiçeklerden sonra otlarý sulamaya baþladý. Bahçenin içinde neþeyle zýplayýp duruyor, suyun verdiði gücü her tarafa daðýtýyordu.




























Ýkinci Gün (Cumartesi)

Perdenin aralýðýndan sýzan güneþ ýþýðý tam yüzüne gelip yüzünün ýsýnmasýna neden olmasaydý uyanmaya hiç niyeti olmayacaktý Nesrin’in. Gözlerini bir kaç kez kýrpýþtýrdýktan sonra kolunu havaya kaldýrarak açýk elini güneþ ýþýnlarýna karþý siper etti. En sonunda gözlerini açabilmiþti. Kendisini dinlenmiþ hissediyordu, fakat aðzýnda hiç hoþ olmayan garip bir tat vardý. Uzun zamandýr yemek yememiþ ve bol miktarda sigara içmiþ gibi. Bir süre hareketsiz kalýp bomboþ ve hiçbir duygu içermeyen bakýþlarýný tavanda gezdirdikten sonra aklýna nerede olduðu geliverdi birdenbire.

Bazý sabahlar uyandýðýnda kendi yatak odasýnda bile nerede olduðunu tam olarak anýmsayamaz ve sanki hayatýnda ilk kez görüyormuþ gibi odadaki eþyalara bakardý. Telaþla dirseklerinin üstünde doðrulup etrafýna göz gezdirdi. Duvarlarý açýk sarý bir renge boyanmýþ orta büyüklükte bir odadaydý. Odada mobilya olarak üstünde uzanmakta olduðu iki kiþilik yatak haricinde, yataðýn sað tarafýnda kapaðý aynalý küçük bir gardýrop, sol tarafýnda ise baþucu hizasýnda bir komodin bulunmaktaydý. Yerleri kaplayan eski ahþap parkenin üstüne büyükçe ve kýrmýzý renklerin hakim olduðu bir kilim serilmiþti. Kilimin tam ortasýnda Ankara’dan yola çýkarken giysileriyle týka basa doldurduðu çanta duruyordu. Çantanýn yarý dolu görüntüsüne bakýlýrsa, Sevinç giysilerinden bazýlarýný dün gece çantadan çýkartarak gardýroba asmýþ olmalýydý. Yataðýn baþucunun üstündeki pencerelerin perdeleri, Nesrin’in uyanmasýna neden olan incecik bir aralýk hariç sýký sýkýya kapalý olduðu için, odada loþ bir ýþýk hakimdi. Loþ ýþýða raðmen - belki de özellikle bu nedenle - her þey son derece sade ve sevimli gözüküyordu.

Nesrin coþkuyla yataktan fýrlayarak yataðýn kenarýnda ayakta durdu ve yüzüne dökülmüþ olan uzun saçlarýný elleriyle arkaya doðru taradý. Sonra ojeli ayak parmaklarýnýn üstünde ses çýkarmamak istercesine yükselerek gardýroba yürüdü ve kapaðýný açtý. Evet yanýlmamýþtý. Sevinç dün gece, herhalde kendisi uyuduktan sonra, buruþabilecek tüm giysilerini gardýroba düzenli bir þekilde yerleþtirmiþti. Öðrencilik yýllarý aklýna gelerek ister istemez gülümsedi. Sevinç eskiden beri Nesrin’in daðýnýklýðýna takýlýr, fakat onun eþyalarýný elinden geldiðince toparlamaktan da geri kalmazdý.





Sabahlýðýný askýdan çýkartarak ince ve biçimli vücudunun tüm hatlarýný açýkça ortaya seren kýsacýk geceliðinin üstüne giydi ve çýplak ayaklarýyla kapýya doðru yöneldi.

Kapýyý açar açmaz gözlerini kamaþtýran ýþýk, sabahýn erken saatlerinin çoktan geçilmiþ olduðunu ve gürültü yapmamak için ayak parmaklarý üzerinde yürümesinin gereksizliðini herhangi bir þüpheye yer býrakmayacak bir þekilde belli ediyordu.

Çýktýðý oda antreye benzeyen kare þeklinde bir yere açýlýyordu. Sað tarafta aþaðýya giden merdivenler, merdivenlerin yanýnda buzlu camýndan banyoya girildiði anlaþýlan bir kapý ve tam karþýsýnda çift kanatlý kapýsý açýk duran büyük bir oturma odasý yer almaktaydý. Antrenin ortasýna doðru bir kaç adým atýnca sol tarafa doðru dönen geniþ bir açýk mutfak bulunduðunu farketti. Aðzýndaki garip tadý su içerek gidermek amacýyla mutfaða girer girmez adeta nefesi kesildi. Mutfaðýn uzunlamasýna olan cephesi geniþ bir terasa açýlýyor ve bütün görüþ alanýný mavinin neredeyse tüm tonlarýný içinde barýndýran bir deniz manzarasý kaplýyordu. Nesrin teras zemininin hafif nemli ve soðuk olmasýna aldýrmaksýzýn çýplak ayaklarýyla terasýn kenarýna kadar yürüyüp durdu ve gözlerinin yaþarmasýna neden olan doyumsuz güzelliði seyretmeye koyuldu.

Sinop limaný ayaklarýnýn altýnda sayýlýrdý. Sol taraf Sinop burnuna ve açýk denize doðru alabildiðince uzanýyor, birbirlerinin üstünden oyun oynarmýþçasýna yuvarlanan dalgalarýn etrafa saçtýklarý beyaz köpükler koyu mavi sularýn üstünde birdenbire kaybolup yeniden oluþan uzun damarlar meydana getiriyordu. Sevinç’in telefonda söylediði bir cümleyi anýmsadý. “Bizim Karadeniz Akdeniz’e benzemez” demiþti Sevinç, “evcilleþtirilemeyecek kadar vahþidir, hem seversin, hem de korkudan için ürperir”. Þimdi daha iyi anlýyordu Sevinç’in ne demek istediðini.

En sonunda büyülenmiþ gibi baktýðý açýk denizden gözlerini ayýrýp tam önündeki limanýn durgun sularýna býraktý. Yaklaþýk ikiyüz metre kadar denizin içine giren beton iskelenin üstü, bulunduðu yerden karýnca büyüklüðünde gözüken insanlarla doluydu. Ýskeleye büyük ve beyaz bir yolcu gemisi yanaþmýþ, güvertesinden sallandýrdýðý bir vinçle iskeleden yük almaktaydý. Limanýn sularý
genelde açýk mavi bir renge sahipti, fakat yer yer koyulaþan þeritler yosun tabakalarýna iþaret etmekteydi.






Sahilde, iskelenin biraz gerisinde Sinop kalesi yükseliyor, senelerin sýrtýna yüklediði asil ve yorgun görüntüsüyle, iskelenin üstündeki telaþlý ve velveleli kalabalýða tezat teþkil ediyordu.

Limanýn batýsýnda, duvarlarý denizin içinden yükselen büyük gri bina meþhur Sinop hapishanesi olmalýydý. Kimler yatmamýþtý ki burada. “Dýþarda deli dalgalar, gelip duvarlarý yalar”. Sabahattin Ali’nin dizeleri geldi aklýna Nesrin’in. Sahil, hapishane duvarlarýnýn yanýndan girintili çýkýntýlý devam etmekte, ileride küçük ve sevimli kumsallara yer vermekteydi. Tek bir bulut bile yoktu gökyüzünde. Rüzgar hafif esintiler halinde yüzüne vurup, saçlarýnýn dalgalanmasýna neden oluyor, Ankara’dan alýþkýn olmadýðý nemli hava bir pus halinde denizin üstünde çöreklenmiþ oturuyordu.

Ýskelenin tam karþýsýnda – þehre bakan tarafta – büyükçe bir parkýn içinde çay bahçeleri vardý. Yavaþ yavaþ dolmaya baþlayan yüzlerce masa, kalenin altýna kadar uzanýyor, ellerinde çay tepsileri taþýyan garsonlar masadan masaya koþturarak servis yapýyorlardý.

Gözlerini çay bahçelerinden ayýrýp etrafýna bakýnca terasýn, bulunduðu katý tümüyle çevrelediðini farketti. Yavaþ yavaþ ýsýnmaya baþlayan taþ zeminin üzerinde yürüyerek terasýn daha dar olan arka tarafýna gitti. Burada karþýlaþtýðý manzara ön tarafýnkinden tümüyle farklýydý. Sinop burnunun öbür yanýna açýk deniz hakimdi. Rüzgar açýk deniz tarafýndan esmekte olduðu için büyük dalgalar sahile ve kayalara vuruyor, her tarafý köpük içinde býrakýyordu. Sanki limandaki durgun sularýn burasýyla bir alakasý yokmuþ gibiydi. Koyu mavi renkteki kabarýk sular göz alabildiðince uzayýp gidiyor, ufukta göðün açýk mavisiyle karýþýp belirsiz bir çizgi oluþturuyordu. Tüm vahþiliðine raðmen huzur verici bir görüntüydü bu. Hiç býkmadan inip kalkan dalgalarýn haricindeki tek hareketlilik, denizin çok üstünde yükseklerde bir taraftan öbür tarafa uçup bir þey unutmuþçasýna aniden geriye dönen kuþ sürüleri tarafýndan meydana getiriliyordu.

Uzun süre bu güzel manzarayý seyrettikten sonra, içindeki coþkunun tekrar kabardýðýný hissederek geriye döndü ve bir an önce giyinip aþaðýya inmek üzere
odasýnýn yolunu tuttu. Su içmeyi unutmuþtu, fakat zaten gerek de kalmamýþ, aðzýndaki garip tad, bütün çevreye yayýlan tatlý ve iç açýcý kokular nedeniyle








neredeyse tamamiyle kaybolmuþtu. Çok acýktýðýný hissediyor, içi sevinçle dolup taþýyordu. Dün yaþadýðý anlamsýz saçmalýklara raðmen ne iyi etmiþti buraya gelmekle. Kilimin üstünde duran deri çantadan tuvalet çantasýný alýp banyoya girdi ve yüzünü yýkadýktan sonra uzun uzun diþlerini fýrçaladý. Makyaj yapmak içinden gelmiyordu. Saçlarýný tarayýp arkadan baðlamakla yetindi.

Banyodan çýkarken alt kattan gelen sesleri duydu. Sevinç ile Þenol’un seslerinin arasýna bir kýz çocuðunun sesi karýþýyordu arada sýrada. Sevinç’in beþ yaþýndaki kýzý Nilüfer olmalýydý bu. “Anne, arkadaþýn ne kadar uykucuymuþ; ne zaman kahvaltý yapacaðýz?” diyordu. Gülümseyerek odasýnda sabahlýðýný ve incecik geceliðini üstünden çýkardý. Sutyenini de dün gece Sevinç çýkarmýþ olmalýydý; sutyenle yatmaktan hiç hoþlanmadýðýný unutmamýþtý herhalde. Üstünde bir tek siyah külotu kalmýþtý. Gardýrobun kapaðýný açmak üzereyken gözü kapaðýn dýþ tarafýndaki boy aynasýna takýldý ve duraksadý. Son aylarda Nuri’nin sevecen diretmesiyle aldýðý iki-üç kiloya raðmen neredeyse kýrýlgan bir inceliðe sahipti vücudu hala. Göðüsleri ise küçük olduðu için sarkmamýþtý. Babasýnýnkilere benzeyen koyu gözleri ve çýkýk elmacýk kemikleri uzun siyah saçlarla çevrelenmekteydi. Kýrküç yaþýnda olduðunu birazcýk olsun belli eden tek þey, gözlerinin altýnda her yýl önlenemez þekilde artan kýrýþýklardý. Ellerini gözlerinin altýnda biraz gezdirdikten sonra gardýrobun kapaðýný açarak sade bir tiþörtle kot pantalonunu seçti ve alelacele giyindi. Hem kendisi çok acýkmýþtý, hem de küçük Nilüfer’i daha fazla bekletmek doðru olmazdý. Ayaklarýna burnu açýk terliklerini geçirerek odadan çýkýp merdivenlere yöneldi.

Merdivenlerden inerken artan sesler, kendi katýndaki mutfaðýn altýna düþen odadan gelmekteydi. Tam odaya girerken, çýkarabildiði en neþeli tonda seslendi.

-     Günaydýýýn. Sizi çok beklettiysem kusuruma bakmayýn. Fakat saatin hiç farkýnda deðilim. Dün oldukça yorulmuþ olmalýyým ve inanýlmaz bir þekilde acýktým.

Kapýlarý açýk duran büyük balkonun hemen önündeki masanýn üstüne içi kýzarmýþ ekmeklerle dolu hasýr bir sepeti yerleþtirmekte olan Sevinç’in yüzündeki gülümseme aniden kaybolarak yerini þaþkýn bakýþlara býraktý. Þenol ise kapýda duran Nesrin’e bir süre baktýktan sonra gözlerini baþka bir yöne
kaydýrdý. Masada oturan küçük kýz aðzý açýk bir þekilde bakýþlarýný







sürdürüyordu. “Ne oldu bunlara böyle, bende garip bir þey mi var?” diye içinden geçiren Nesrin elinde olmaksýzýn baþýný öne eðerek kendi üstüne bakmak ihtiyacýný hissetti. Önüne bakar bakmaz irkilerek kendine geldi ve aðzýndan sanki çok uzaklardan geliyormuþ gibi kesik bir çýðlýk çýktý. Gerçek olamazdý bu, rüya görüyor olmalýydý. Üstünde bütün vücudunu olduðu gibi açýkta býrakan kýsa ve incecik geceliðinden baþka hiç bir þey yoktu. Göðüsleri, çýplak bacaklarý, kalçalarý, her tarafý, hatta siyah külotu bile ortadaydý. Bir þeyler söylemeye çalýþtý fakat beceremedi. Bütün bedeni ve aðzý kilitlenmiþ gibiydi sanki. Sonra hýzla geriye dönerek koþar adýmlarla merdivenlerden yukarýya çýktý ve odasýna girip kendisini bir külçe gibi yataðýn üstüne býraktý. Hýçkýrýklarýna engel olamýyor, boðazý düðümlendiði için nefes almakta zorlanýyordu. Ýyice bozulmuþ olan sinirleri mantýklý bir þekilde düþünmesine olanak vermiyordu. Zaten mantýkla açýklanacak neresi kalmýþtý ki bu saçmalýklarýn. Aklýna kot pantalonu ve tiþörtü gelerek ayaða kalktý ve gardýroba gitti. Askýya asýlý duran kot pantalonunu ve rafa düzgünce yerleþtirilmiþ tiþörtünü görünce sinirleri büsbütün bozulmuþtu. Delirme iþaretleri miydi bunlar acaba? Hayalinde yaptýðý bazý iþleri gerçekten yapmýþ gibi mi hissediyordu? Daha önce de farkýnda olmaksýzýn buna benzer olaylar yaþamýþ olabilir miydi? Kafasýný düþünmeye zorladýkça iþin içinden çýkamaz oluyor, giderek tüm benliðini ürperten bir paniðe kapýlýyordu. Ýki gün öncesinin özgüveni tam Nesrin’i yokolmuþ, yerine korku ve çaresizlikten ne yapacaðýný bilemeyen ve sinirlerine hükmedemeyen ürkek bir kadýn gelmiþti.

Aralýk duran kapýdan Sevinç’in içeriye girdiðini gören Nesrin birdenbire rahatlayarak gidip ona sýkýca sarýldý. Bir yandan kesik hýçkýrýklarla aðlýyor, diðer yandan hýçkýrýklarýn arasýnda konuþmaya çabalýyordu.

-     Özür dilerim Sevinç. Bana ne olduðunu bilmiyorum. Ýnan bana giyindiðimi anýmsýyorum. Fakat sonra kapýnýn önünde öylece buluverdim kendimi. Çok utanýyorum. Ne olur inan bana. Böyle giderse çýldýrmak üzereyim.

Sevinç, Nesrin’i sakinleþtirmek üzere onu küçük bir çocuk gibi kucaklayýp sýrtýný okþamaya baþladý.








-     Sakin ol bitanem. Özür dileyecek ne var ki? Farkýnda olmadan çok yorulmuþsun herhalde ve sinirlerin iyice bozulmuþ. Bu hafta sonu iyi bir dinlenirsen hiç bir þeyciðin kalmaz. Zaten ne diye abartýyorsun ki, hepimizin baþýna gelebilir bunlar. Belki de Þenol’un dün gece yaptýðý iðne biraz kuvvetli gelmiþtir. Haydi giyin þimdi de aþaðýya inelim. Bak göreceksin, güzel bir kahvaltýdan sonra kendini çok iyi hissedeceksin. Haydi tatlým, haydi giyin. Dur ben de yardým edeyim sana.

Nesrin yüzünü Sevinç’in banyodan getirdiði küçük bir havluyla kuruladýktan sonra çabucak giyindi ve aynada kendisine baktý. Gözlerinin etrafý hafifçe kýzarmýþtý. Makyaj yapmaya niyeti olmadýðý halde gözlerinin altýný pudralamak zorunda kaldý. Aþaðýya gitmeye biraz utanýyor, kahvaltý masasýna oturulacaðý aný mümkün olduðu kadar ertelemeye çalýþýyor gibiydi. En sonunda Sevinç Nesrin’in koluna girerek onu merdivenlere yönlendirdi. Bunu yaparken konuþmayý baþka konulara getirmek için anlatmaya baþlamýþtý.

-     Umarým, bizim çatý katýmýzýn manzarasýný seyretmiþsindir. Terasýmýza her çýkan, Sinop’un en doyumsuz manzarasýnýn buradan görülebileceðini söylüyor. Bu ev oldukça eski olmasýna raðmen, yalnýzca bu manzara nedeniyle burada kalmaya ve evi mümkün olduðunca onarmaya karar verdik. Ne dersin? Doðru yapmýþ mýyýz?
-     Sevinç, ne diyorsun sen. Bu sabah uyandýðýmda adeta büyülendim. Sinop’u henüz hiç tanýmýyorum, ama bu evden baþka hiç bir yerde yaþamak istemezdim sanýrým. Bütün deniz adeta ayaklarýnýn altýnda. Gözlerimi manzaradan hiç ayýrmak istemedim ve donup kaldým neredeyse. Bu akþam yemeðini orada yesek ne güzel olurdu.
-     Bakalým, erken karar vermek yok. Þu anda baþka planlarýmýz var. Þenol galiba bir yerde yer ayýrtmýþ. Mevsimi olmamasýna raðmen balýklar fena deðilmiþ. Fakat en azýndan geceyi bizim terasta bitirebiliriz.

Kahvaltý odasýna girip balkonun önündeki masaya oturduklarýnda Þenol çaylarý doldurmakla meþguldü. Sanki daha biraz önce oldukça garip bir olay olmamýþ gibi, odaya giren iki kadýna gülümseyerek baktý.

-     Kahvaltýmýzý çabuk yapalým, yoksa bu gidiþle plajda yer bulamayacaðýz. Beyaz Ev’in yakýnlarýnda bir yer bulmak istiyorsak en geç bir saat sonra orada olmalýyýz. Vallahi ben kendimi aç kurt gibi hissediyorum. Býraksalar þurada oturan küçük kýzý bile yiyeceðim.





Nilüfer kýkýrdayarak ekmeðine yað sürmeye baþladý. Büyük bir iþtahla
kahvaltýlýklara bakan Nesrin, en sonunda tabaðýna her zamanki gibi yalnýzca beyaz peynir, zeytin, domates ve salatalýk aldý. Ne denli aç olursa olsun kahvaltýda sucuk, yumurta, tereyað gibi kendisine aðýr gelen þeyleri eskiden beri yiyemezdi.

Þenol, biraz önceki olayý unutturmak istercesine konuþup duruyor, havanýn çok güzel olduðunu, öðleni Beyaz Ev’de bir tost veya sandviçle geçiþtirdikten sonra akþam Saray restoranda balýk yiyeceklerini anlatýyordu. Gerçi balýk zamaný deðildi ama, çarpan veya kefal yiyebilirlerdi. Þenol’un konuþmasýný gülümseyerek dinleyen Nesrin, Þenol’un abartýlý yüz mimiklerinden ve gözlerinin bir yanýp bir sönen pýrýltýsýndan esas amacýnýn kendisinin tedirginliðini gidermek olduðunu kolaylýkla anlayabiliyordu. Kýsa bir sessizlikten faydalanan Sevinç araya girdi.

-     Eeee, anlat bakalým Nesrin. Havadisler sende. Kemal amca nasýl? Hala kapitalizme karþý savaþa devam ediyor mu? Avukatlýk büron nasýl gidiyor? Ortak almamakta direniyor musun? Ve en önemlisi, Nuri’yi anlat bize. Nasýl birisi? Ankara’ya düðüne ne zaman geleceðiz? Anlatsana kýzým, meraktan çatlayacaðým neredeyse.

Moralini bozmamaya ve ne olursa olsun hafta sonu tatilinin keyfini çýkarmaya kararlý gözüken Nesrin çayýný tazelemesi için Þenol’a bardaðýný uzatýrken gülerek cevap verdi.

-     Biraz yavaþ ol Sevinçciðim. Bu kadar çok soruyu bir anda nasýl cevaplayayým ben? Babamdan baþlayalým istersen. Ýyi deðil, çok iyi sayýlýr. Yurt dýþýna çýkarken býraktýðý yerden devam ediyor. Solun çöküþü hiç moralini bozmuyor. Son seçimlerde 60.000 oy almýþlar. Ýyi bir baþlangýç sayýlýr ve ayrýca solun gücü yalnýzca oyla ölçülmez diyor. Bu arada 45 yaþýnda bir sevgili de buldu. Keyfine diyecek yok doðrusu. Sýk sýk görüþüyoruz ve hatta bazen da tartýþýyoruz bile. Selam söyledi sana. Sevinç kýzýmý benim tarafýmdan kucakla ve öp dedi. Bilirsin ikinci kýzý sayar seni. Büroma gelince; fena gitmiyor sayýlýr. Ortak almadým gerçi ama, Mahmut’la çok yakýn çalýþýyoruz. Sen de okuldan tanýrsýn. Ayý Mahmut derdik hani. O zamanlar zaten iriydi. Þimdi dev gibi bir þey oldu. Fakat çok iyi anlaþýyoruz. Pazartesi günü benim duruþmalara o girecek. Böyle iþte.






Sevinç hiç duraksamadan üsteledi.

-     Peki ya Nuri? Konuþmak istemiyor musun yoksa? Nuri’den anlat bize.
-     Yok caným, neden konuþmak istemeyeyim ki? Dört buçuk yýldýr birlikteyiz. Ve gayet iyi gidiyor. Bilmem ki baþka ne diyeyim?

Sevinç’in itirazý gelmekte gecikmedi.

-     Bu kadarcýk mý sadece? Ciddi olamazsýn. Anlatsana kýzým, nasýl tanýþtýnýz, nasýl birisi, babanla arasý nasýl, evlenecek misiniz, ne zaman? Ne bileyim anlat iþte.
-     Aman Sevinç, sen de devamlý ayný þeyleri anlattýrýp duruyorsun bana. Nasýl tanýþtýðýmýzý telefonda belki bin kez anlatmýþýmdýr. Olaðanüstü yakýþýklý sayýlmaz. Sana daha sonra birlikte çektirdiðimiz bir fotoðrafý gösteririm. Bilirsin ben zaten öyle güzel adamlardan pek hoþlanmam. O da solcu olduðu için, babamla benden daha iyi anlaþýyor. Bazen benden habersiz kafa çekmeye bile gittikleri oluyor. Evlenme iþini henüz tam bilemiyorum, çok kararsýzým.
-     Kararsýzým ne demek kýzým? Kartlaþýyorsun artýk. Elini çabuk tut biraz. Çocuk yapmayý hiç düþünmüyor musun?
-     Çocuk için artýk treni kaçýrdým sayýlýr. Ben kýrk üç yaþýndayým, Nuri de kýrk sekiz. Bu yaþlarda çocuk doðurmak biraz riskli olur herhalde. Sen de son anda hallettin o iþi bence.
-     Yok caným, týp o kadar ilerledi ki artýk, hiç bir sorun çýkmaz. Gazetelerde okumuyor musun? Elli-elli beþ yaþýndaki kadýnlar bile doðum yapabiliyor. Ayrýca senin vücudunun bir genç kýzýnkinden farký yok. Öyle deðil mi Þenol?

Sevinç konuþmasýnýn burasýnda biraz duraksadý. Biraz önce Nesrin’in kapýnýn aðzýndaki yarý çýplak görüntüsünü ima ettiði sanýlabilirdi, hiç öyle bir niyeti olmasa bile. Nesrin’in duraksamasýný fýrsat bilen Þenol araya girdi.

-     Kýzlar, konuþmanýzý bölmek istemem ama, daha çok vaktiniz olacak. Kahvaltýyý fazla uzatmayýp toparlansak ne dersiniz? Yoksa Beyaz Ev’in orada gerçekten yer bulamayabiliriz. Bugün Cumartesi, bütün Sinop akýn eder plaja.






Sevinç yapmacýk bir kýzgýnlýkla Þenol’a yöneldi.

-     Sevgilim, sen de iki laf ettirmiyorsun insana. Hem þu Beyaz Ev’in orada ne var anlamýyorum. Yoksa en güzel kýzlar oraya mý geliyor? Onun için mi acele ediyorsun, kart zampara?

Þenol ayný yapmacýk kýzgýnlýkla yanýtladý.

-     Teessüf ederim Sevinç. Kart zampara da ne demek oluyor? Nerem kart benim? En fazla olgun erkek diyebiliriz. Hem sonra genç kýzlarýn orta yaþlý erkeklerden hoþlandýðýný bilmiyorsun galiba?
-     Genç kýzlardan bahsetmeden önce sen þu göbeðini içine çek bakalým. Her sene biraz daha büyüyor nedense.

Hep birlikte gülüþerek çaylarýndan son yudumlarýný alýrlarken Nesrin’in aklýna, beraberinde getirdiði hediyeler geldi.

-     Sizlere bir þeyler getirdim ben Ankara’dan. Aþaðýya gelirken yanýma almayý unutmuþum. Gecikmiþ düðün hediyesi olarak kabul edersiniz artýk. Nilüfer’ciðim sana da üstü yazýlý bir tiþört getirdim. Ýnþallah büyük gelmez. Resimde gördüðümden biraz daha zayýfmýþsýn.

Nilüfer sevinçle atýldý.

-     Çok teþekkür ederim Nesrin teyze. Büyük gelmez. Zaten modaya göre bol olmasý gerekiyor. Fakat sen esas anneme, bana ayný seninki gibi siyah bir külot almasýný söylesene. O kadar istedim, bir türlü almýyor. Bak anne, Nesrin teyze de siyah külot giyiyormuþ. Bana neden almýyorsun?

Þenol kaþlarýný çatýp Nilüfer’i azarlamak üzere uygun kelimeler ararken, Sevinç çayýndan aldýðý son yudumu etrafa püskürterek telaþla ayaða fýrladý. Nesrin ise ne diyeceðini bilemez bir þekilde þaþkýn gözlerle Nilüfer’e bir süre bakakaldýktan sonra kahkahalarla gülmeye baþladý. Dün geceki gibi bir sinir gülmesi deðildi bu. Ýçinden gelen sahici kahkahalardý. Ýlk önce Þenol katýldý Nesrin’e, sonra da Sevinç. Sevinç’in gözlerinden yaþlar geliyor, etrafý çýnlatan kahkahalarýnýn arasýnda Nesrin’e sürekli ‘görüyor musun cadalozu?’ diyordu. Komik bir þey söylemiþ olduðunun farkýna varmýþ olan Nilüfer bir yandan






büyükleri güldürmenin ne denli kolay olduðunu düþünürken, diðer yandan annesinin omuzlarý açýk bluzunu çekiþtirerek bu fýrsatý kaçýrmak istemiyormuþçasýna ‘alacaksýn deðil mi anne, alacak mýsýn?’ diye üsteliyordu.

Nesrin gülmesi biraz yatýþtýktan sonra yukarýya çýkmak üzere merdivenlere yöneldi. Odasýna varýr varmaz içine bikinisini giyip plaj için gerekli eþyalarýný toparlamaya baþladý. Fazla deðildi bunlar aslýnda. Senelerdir kullandýðý siperlikli kýrmýzý þapkasý, gelirken aceleyle marketten aldýðý uyduruk bir güneþ kremi, plaj havlusu ve plaj terlikleri. Ýkinci bir mayoya bile ihtiyaç duymaz, çocukluðundan beri denize girdikten sonra mayosunu üstünde kuruturdu. Kumsala giderken defileye çýkacakmýþ gibi hazýrlanan ve ikide bir mayosunu deðiþtirip salýna salýna ortalýkta dolaþan kadýnlara da sinir olurdu. Oldukça koyu tenli olduðu için güneþten hiç rahatsýzlýk duymaz, çoðu zaman güneþ kremini bile sürmeyi unuturdu.

Nuri’nin olaðanüstü hassas teni aklýna geldi birdenbire ve muzipçe gülümsemekten kendisini alamadý. Ýki yýl önce üç günlük bir Kaþ tatili sýrasýnda tam olarak farkýna varmýþtý Nuri’nin güneþ ýþýklarýna karþý ne denli dayanýksýz olduðunu. Bütün gün güneþ þemsiyesinin altýnda gölgede oturmuþ olmalarýna raðmen Nuri’nin omuzlarý ve bacaklarý pancar rengini almýþ ve akþamüstü acýmaya baþlamýþtý. Nuri pantolon ve gömleðini giyemediði için odalarýndan çýkamamýþlar, akþam yemeðini odanýn balkonunda almak zorunda kalmýþlardý. Üstelik Nuri’nin iniltileri nedeniyle sabaha kadar uyuyamamýþ, acýlarýný biraz olsun hafifletmek için gece boyunca sýk sýk kremlemiþti onu. “Madem tenin bu kadar hassas, ne diye bütün gün oturursun kumsalda, acý çekmek hoþuna mý gidiyor?” diye sormuþtu sabah olduðunda. Nuri ise, Nesrin’in o çok sevdiði çocuksu yüz ifadesiyle gözlerini ona dikmiþ ve “her seferinde bir daha kesinlikle güneþe çýkmayacaðým diyorum kendi kendime, fakat sonra boþ verip tekrar çýkýyorum, ne yapayým, denizi o kadar çok seviyorum ki” demiþti.

Bir elinde plaj çantasý, diðer elinde içinde hediyelerin bulunduðu poþet aþaðýya inerken bunlarý düþünüyordu Nesrin. Biraz önce kahvaltý yaptýklarý odaya girdiðinde Sevinç’in masanýn üstünü boþaltmýþ olduðunu gördü. Hediyeleri poþetten çýkarýp masanýn üstüne özenle yerleþtirdi. Sevinç ile Þenol’a çok severek ve beðenerek aldýðý güzel bir gümüþ çerçeve getirmiþti. Yatak odasý olduðunu tahmin ettiði yan odadan sesler geliyordu. Çekmeceler ve kapaklar açýlýp kapanýyor, odanýn kapýsý kapalý olduðu için alçak sesle yapýlan konuþmalar anlaþýlmýyordu.






En sonunda Sevinç odadan dýþarýya çýktý. Elinde büyükçe bir çanta taþýyordu. Masanýn üstündeki hediye paketlerini görünce çantayý yere býraktý ve yüzünde çocuksu bir heyecanla masaya koþup diðerinden biraz daha büyük olan paketi açmaya koyuldu. Paketin içinden çýkan eski görünümlü gümüþ çerçeveyi çok beðendiði yüz ifadesinden ve gözlerinin pýrýltýsýndan belli oluyordu. Nesrin’in yanýna giderek ona sýkýca sarýldý ve “çok teþekkür ederim hayatým, ne kadar ince bir zevkin var, burada hep birlikte çektireceðimiz bir fotoðrafý koyacaðým içine” dedi. Bu arada Nilüfer’de gelmiþ, kendi paketini açmakla meþguldü. Paketin içinde ne olduðunu bildiði halde heyecandan yerinde sýçrayýp duruyor, renkli kurdeleyi çözmeye çalýþýrken küçük pembe dilini dudaklarýnýn üstünde gezdiriyordu. Paketten çýkardýðý kiremit rengindeki tiþörtü prova eder gibi önünde tutarak Nesrin’e seslendi.

-     Çok teþekkür ederim Nesrin teyze. Çok güzelmiþ. Hem de hiç bile büyük deðil. Tam olacak bana göreceksin.

Bir kaç dakika sonra hep birlikte aþaðýya inip evin ön tarafýnda bulunan koyu renkli büyük cipe yöneldiler. Bir saat önce masmavi olan gökyüzünde tek tük bulutlar belirmiþ ve sanki asýlýymýþçasýna öylece hareketsiz duruyorlardý. Elini gözlerine siper edip pýrýl pýrýl gökyüzüne bakan Nesrin, sabahki ferahlatýcý rüzgarýn dindiðinin ve havanýn oldukça nemli olduðunun farkýna vardý. Üstündeki kýsa kollu tiþört þimdiden vücuduna yapýþmýþtý bile.

Çantalarýný bagaja yerleþtirdikten sonra arabaya bindiler. Nesrin direksiyona geçen Þenol’un arkasýna oturdu. Þenol’un kontak anahtarýný çevirmesiyle birlikte homurdanmaya baþlayan cip otomatik viteste öne atýldý.

Çok geçmeden içeriyi klimadan yayýlan tatlý bir serinlik kapladý. Daracýk ve eski evlerle dolu bir sokaktan aþaðýya inerek Nesrin’in geceden hatýrladýðý Hükümet Meydaný’na çýktýlar. Arabalarýn þehre girerken kullandýðý ana caddenin paralelinde yer alan biraz daha dar bir caddeye saparak saðlý sollu dükkanlarýn bulunduðu bir yolda ilerlemeye baþladýlar.

Sinop þehri, en uç kýsmýna Boztepe Burnu adý verilen bir yarýmadanýn güneye bakan tarafýnda kurulduðu için þehrin tek bir giriþ ve çýkýþý vardýr. Þehre girer girmez, belki 10-15 dakikalýk bir yürüyüþ sonrasýnda insan kendisini






Sinop’un merkezi olarak adlandýrýlan Hükümet Meydaný’nda bulur. Meydandan deniz tarafýna doðru inince Sinop’un en eski oteli olan Büyük Otel, çay bahçeleri, iskele ve Sinop kalesi görünür.

Meþhur Sinop hapishanesinin ana kapýsý þehire girer girmez ana caddenin sað tarafýndadýr. Fakat denizin içinden yükselen hapishane duvarlarýný iskele tarafýndan da görmek mümkündür. Seneler önce kapatýlmýþ olup artýk mahkum barýndýrmayan Sinop hapishanesi ziyaretçilere açýktýr. Ýsteyen herkes hapishaneyi bir müze gibi gezebilir.

Þehre girerken sol tarafta açýk deniz, sað tarafta ise Boztepe Burnu tarafýndan korunan liman denizi yer alýr. Bu konumuyla Sinop’un, hangi yönden rüzgar alýrsa alsýn, iki denizinden birisi mutlaka sakin ve çarþaf gibidir. Sinop’lular açýk denize arka deniz, liman tarafýna ise ön deniz derler. Arka denizde kocaman dalgalarýn kilometrelerce uzanan kumsallara vurup suyu bulanýklaþtýrdýðý günlerde, ön denizin küçük kumsallarýndan birisinde en ufak bir kýpýrtý bile olmayan sularda yüzmek mümkündür. Elbette tersi de olabilir. Karayel estiðinde ön denizde oluþan dalgalar tarafýndan sýð sularda toplanan yosun ve deniz analarý, Sinop’lularýn ve onlarý takip eden az sayýda turistin arka denize akýn etmelerine neden olur.

Arka denizin göz alabildiðince sürüp giden koy ve kumsallarý en kalabalýk günlerde bile güney sahilleriyle karþýlaþtýrýldýðýnda ýssýz sayýlýr. Öyle ki, bazan kilometrelerce yürüyüp yalnýzca bir kaç kiþiye rastlarsýnýz.

Þehre girdikten sonra Hükümet Meydaný’ndan iskele tarafýna deðil de, Boztepe Burnu tarafýna düz devam edilirse Karakum gelir. Ýsmini plaj kumunun doðal renginden alan bu bölgenin yüksek kýsýmlarý rüzgarlý olmasýyla ünlüdür. Son yýllarda yeni yerleþim alanlarý kurulan Karakum’un sonrasýnda ise Boztepe Burnu ve açýk deniz vardýr.

Ýskelenin önünde bulunan çay bahçeleri bölgesinden kafanýzý kaldýrýp Karakum istikametindeki tepelere bakarsanýz en yüksek noktada bir bina kompleksi görürsünüz. Burasý Amerikalýlar tarafýndan 1950’li yýllarýn baþýnda Sovyetler Birliði’ni gözetlemek üzere kurulup, yaklaþýk on iki-on üç yýl önce kendi haline terkedilen radar istasyonudur. Ýstasyon genel kanýnýn aksine soðuk savaþ sona erdiði için deðil, ayný iþ uzaydan daha iyi ve daha ucuz yapýlabildiði için terkedilmiþtir.





Ýþte Sinop en genel hatlarýyla bundan ibarettir. Þehir giriþinden ayrýlýp ön denizin plajlarýna ve yazlýk yerleþim bölgelerine giden virajlý yol dahil edilmezse, Sinop’un bir ucundan diðer ucuna yarým saatte yürümek hiç de zor deðildir. Belki de bu nedenle, Sinop’a ilk defa gelen herkes kendisini kýsa zamanda evindeymiþ gibi hissedip hiç yabancýlýk çekmez. Hep burada yaþamýþ ve hiç ayrýlmayacakmýþ sanýr.

Sýkýþýk çarþý trafiðinde dura kalka ilerlerlerken Nesrin de ayný duygulara kapýlmýþtý. Tam bir büyük þehir insaný olmasýna ve yaþama gücünü hareketli metropol yaþantýsýndan almasýna raðmen çok benimsemiþti bu küçücük kenti. Ankara’dan yola çýktýðýndan beri yaþadýðý garip ve sinir bozucu olaylar bile buna engel olamýyordu. Minyatür bir havasý vardý Sinop’un. Ýnsan, herkesin birbirini tanýdýðý sanýsýna kapýlýyordu kýsa bir süre sonra. Ve yalnýzlýðýn buraya yabancý bir kavram olduðuna.

Bu arada önlerindeki bir kamyonun daracýk bir sokaða girmek üzere manevra yapmasý nedeniyle durmak zorunda kalmýþlardý. Klimanýn iyice serinlettiði arabadan etraftaki insanlarý seyreden Nesrin biraz ilerde bir hýrdavat dükkanýnýn önünde duran uzun saçlý bir kýz çocuðu gördü. En fazla üç-dört yaþýnda olan çocuktaki anormallik saçlarýnýn yemyeþil bir renge boyanmýþ olmasýydý. Birdenbire çocuðun da ona bakmakta olduðunu farketti. Göz göze gelmiþlerdi. Sonra çocuk gülümseyerek arabaya yaklaþmaya baþladý. Yüz hatlarýný çarpýklaþtýran ve insanýn içinin ürpermesine neden olan garip bir gülümsemeydi bu. Çocuk iyice arabaya sokularak yüksek kaldýrým taþýnýn üstüne çýktý ve soluk yüzünü arabanýn yan camýna yapýþtýrdý. Hala gülüyordu ve burnu yamyassý olmuþtu. Aðzýndan ve burnundan çýkan sýcak soluðu camýn buðulanmasýna neden olmuþtu ve gözlerinin derin yuvalarýna yerleþmiþ olan çýlgýnca bakýþ, aðzýnýn etrafýndaki gülümseme benzeri yayýlmaya adeta meydan okuyordu. Nesrin ister istemez arka koltuðun ortasýna doðru gerileyerek hafif bir çýðlýk attý. Ayný anda camdan yüzünü çeken çocuk bir þey söyledikten sonra
arkasýný dönüp küçücük bacaklarýndan beklenmeyecek hýzlý adýmlarla bir sokaðýn içinde kayboldu. Nesrin tam olarak emin deðildi ama, sanki çocuk “merhaba Nesrin” demiþ gibi gelmiþti kendisine. Bu arada avukatlýk bürosunun biraz ilerde yolun sað tarafýnda olduðunu anlatan Sevinç cümlesini bitirmeden kafasýný arkaya çevirerek “ne oldu” der gibi Nesrin’e bakmaya baþladý. Nesrin aniden yükselen heyecanýný henüz bastýramadýðý için soluk soluða konuþuyordu.







-     Gördünüz mü kýz çocuðunun yaptýðýný? Yüzünü cama dayayýp deli gibi baktý bana. Kimdi bu? Tanýyor musunuz? Yemyeþil saçlarý vardý.

Sevinç etrafa göz gezdirirken Þenol araya girdi.

-     Yeþil saçlý bir çocuk mu? Sinop’da benim bildiðim kadarýyla hiç yeþil saçlý çocuk yok. Herkesi de tanýrým aslýnda. Son günlerde gelen bir turistin çocuðudur belki. Emin misin yeþil saçlý olduðuna? Ýnsan çocuðunun saçýný yeþile boyatýr mý hiç? Belki muziplik yapmak isteyen peruka takmýþ bir çocuktur.

Nesrin sinirlenmeye baþladýðýný hissediyordu. Bu gidiþle yakýnda artýk deli muamelesi yapýlacaktý kendisine. Bu garipliklerin korkmadan üstüne gitmeye karar verdi kendi kendine ve isyankar bir ses tonuyla cevap verdi.

-     Caným, peruka takmýþ olup olmadýðýný nerden bileyim ben. Basbayaðý yeþil saçlý bir kýz çocuðuydu. Uzun saçlý, soluk yüzlü, üç-dört yaþlarýnda bir kýz çocuðu. Ýnþallah bir yerde görürüz de inanýrsýnýz bana.

Sevinç elini uzatarak Nesrin’in dizine koydu ve onu yatýþtýrmaya çalýþtý.

-     Tamam hayatým, yeþil saçlý diyorsan yeþil saçlýdýr. Bu aylarda yüzlerce turist gelir buraya. Artýk ana babalar çocuklarýný ne þekillere sokuyorlar. Þenol laf olsun diye konuþuyor iþte. Hani bir reklam vardý ya bir ara. Aðzý olan konuþuyor diye. Þenol’un konuþmasý da öyle. Sanki Sinop’a her gelene bizzat vize veriyormuþ gibi.

Þenol gülmeye ve sesini yapmacýk bir þekilde incelterek konuþmaya baþladý.

-     Yahu ben ne dedim þimdi? Ýnsan yeþille baþka bir rengi karýþtýramaz mý? Sinop’da benim bildiðim kadarýyla yeþil saçlý çocuk yok dedim, hepsi bu. Belki bu arada yarým düzine yeþil saçlý çocuk gelmiþtir güzel kentimize. Bakarsýn akþama doðru yeþil saçlý çocuklardan geçilmez olur.

Nesrin de gülmeye baþladý. Þu Þenol insanýn sinirini almayý ne güzel beceriyor, herþeyi ne kadar doðal abartýyordu böyle. Þenol’a uzun süre kýzgýn kalmak neredeyse imkansýz gibiydi. Ne olursa olsun bir yolunu bulup insaný






yumuþatýveriyordu. Hala büyümemiþ afacan bir çocuk havasý vardý tüm davranýþlarýnda.

Yolu kapatan kamyon bu arada nihayet dar sokaða sapabildiði için tekrar ilerlemeye baþlamýþlardý. Kýsa sürede çarþýnýn içinden geçerek evleri ve dükkanlarý geride býraktýlar. Saðlarýnda dalgalý açýk deniz gözüküyor, kabarýk sulara vuran güneþ sahilden uzaktaki dalgalarý ýþýltýlý ve parlak bir beyaza boyuyordu.

Küçük bir yarým daire çizerek þehre giriþ yoluyla birleþip çýkýþ istikametine doðru ilerlemeye devam ettiler. Nesrin tam ‘þehrin dýþýna mý çýkacaðýz acaba?’ diye içinden geçirirken soldan ayrýlan bir yola girip önlerine gelen bir çatalýn en saðýndan hafif bir meyille aþaðýya doðru kývrýldýlar. Ýki tarafý da çam aðaçlarýyla kaplý bir yoldu bu. Aðaçlarýn arasýnda tek tük binalar göze çarpýyordu. Þenol hýzýný artýrmýþ olmasýna raðmen, Nesrin yolun solundaki bazý tabelalarý okumayý baþarabiliyordu. Ýlk gözüne çarpan tabelanýn üstünde “Ormancýlar Kampý” yazýlýydý. Nesrin’in sormasýna fýrsat býrakmadan Þenol açýklamaya koyuldu.

-     Burasý ormancýlarýn tesisi. Çok sakin bir yerdir. Küçükken çok gelirdik buraya arkadaþlarla. Ufak ve güzel bir plajý da vardýr.

Sonra “Ayýþýðý” yazýlý bir tabelanýn önünden geçtiler. Nesrin “burasý nasýl bir yer?” diye sordu. Bu sefer Sevinç atýldý cevaplamak üzere:

-     Burada bungalow tipi evler var. Çok sevimli. Denizin üstünde çok güzel bir barlarý var ayrýca. Geceleri canlý müzik yapýlýyor. Gerçi çoðunlukla gençlerin gittiði bir yer ama, belki bu akþam yemekten sonra gelip biraz otururuz. Þenol bey rakýyý fazla kaçýrmazsa tabii.

Þenol yolun düzlüðünden faydalanýp iki elini yana açarak “hoppalaaaa” dedi. “Ne zaman araba kullanamayacak kadar sarhoþ oldum ki ben. Ayrýca kafayý bulursam arabayý býrakýp bir taksiye atlarýz. Öyle deðil mi hayatým?”.

“Öztürkler Kampý”nýn önünden geçtikten bir müddet sonra önlerinde bir çatal belirdi. Saðdaki yol yukarýya doðru devam ediyor, soldaki yol ise aþaðýda görünen sahile iniyordu. Þenol soldaki yola girerek biraz ileride arabanýn ön tekerlekleri kumun üzerinde olmak üzere sahile diklemesine park etti.






Evden çýktýklarýndan beri en fazla on beþ dakika zaman geçmiþti. Arabadan inip kendilerine plajda uygun bir yer buldular. Þenol arabanýn bagajýndan çýkardýðý güneþ þemsiyesinin borusunu kumun içine saplamaya çalýþýrken, Nesrin çevresine bakýnmakla meþguldü.

Yer yer ýslak ve ince kumlu kumsal oldukça dar sayýlýrdý. Kumsalýn sona erip yolun baþladýðý yerden, belli belirsiz dalgacýklarýn, hafif bir hýþýrdamayla gelip oynamakta olan çocuklarýn býraktýðý ayak izlerini bile yok edemeden yavaþ çekimdeymiþ gibi geriye çekildikleri mesafe denize en fazla on metreydi. Saða ve sola doðru yaklaþýk üçyüzer metre kadar uzanan plajýn bazý yerlerinde bu mesafe üç-dört metreye düþüyor, bazý yerlerinde ise denizin içinden baþlayan küçük kayacýklar denizin dýþýnda da devam ederek kumsalýn boylu boyunca bölünmesine neden oluyorlardý.

Her taraf çok kalabalýk olmasýna raðmen rahatsýzlýk duymamýþtý Nesrin. Ýrili ufaklý bir sürü çocuk, denizin baþladýðý yerde ve sýð sularda oynuyor, bir kaç tekne ve kayýk biraz açýkta kendi hallerinde sallanýp duruyorlardý.

Arkalarýnda hafif çaprazlarýnda sahilden yirmi metre kadar içeride, yan tarafý sandalye ve masalarla donatýlmýþ üç katlý beyaz bir bina yer almaktaydý. Nesrin’in oraya bakmakta olduðunu farkeden Sevinç “iþte Þenol’un meþhur Beyaz Ev’i burasý” dedi ve Þenol’a dönerek “kavuþtun mu Beyaz Ev’ine nihayet hayatým” diye ekledi. Þenol bir açýklama yapmak ihtiyacý duyuyormuþcasýna Nesrin’e yöneltti muzip bakýþlarýný.

-     Sen öyle dediðine bakma. Kendisi de hep buraya gelmek ister. Birincisi bu bölgenin kumu daha iyi. Ýkincisi güneþten bunalýnca Beyaz Ev’e gidip bir þeyler içebiliyor insan. Ve ayrýca yemekleri de gerçekten iyidir. Sahiplerini tanýyorum. Çok titiz insanlar, her þeyi kendi elleriyle ve özene bezene hazýrlarlar.

Nesrin üstündekileri çýkarýp bikinisiyle plaj havlusunun üzerine uzanmaya hazýrlanýrken, Þenol ile Nilüfer denize girmiþlerdi bile. Sevinç tek parçalý mayosuyla þemsiyenin altýnda kalmayý tercih etmiþti. Teninin bembeyaz rengi, güneþ ýþýnlarýna karþý Nuri gibi hassas olduðunu iþaret etmekteydi. Nesrin sað kolunu kývýrarak kafasýný eline dayadý ve yüzünü Sevinç’e dönerek konuþmaya baþladý.






-     Söyle bakalým Sevinçciðim, nasýl gidiyor Sinop’ta hayat? Alýþtýn mý artýk buraya? Hiç özlemiyor musun Ankara’yý? En azýndan arada sýrada?

Cevap vermeden önce yüzü düþünceli bir ifadeye bürünen Sevinç en sonunda “alýþtým sayýlýr herhalde, ne bileyim, kýþ aylarýnda biraz daha zor oluyor burasý, Ankara’yý da arada sýrada özlemiyor deðilim doðrusu, ne yalan söyleyeyim” dedi. Bu yanýtý beklemeyen Nesrin biraz þaþýrmýþtý. Nedense Sevinç’ten, Sinop’ta yaþamanýn çok güzel olduðunu ve artýk baþka bir yere alýþmasýnýn mümkün olmadýðýný duymaya hazýrlamýþtý kendisini. Sevinç’i üzmek kaygýsýyla çok dikkatli sürdürdü konuþmayý.

-     Peki neden canýnýz sýkýlýnca atlayýp gelmiyorsunuz Ankara’ya? Evim yeterince büyük, ben sizi severek misafir ederim. Þenol’u Nuri’ye havale edip dolaþýp dururduk seninle ne güzel.

Sevinç’in gözleri parlayýverdi birdenbire. Ýçindeki coþku aðzýndan hýzla dökülen sözcüklerden de belli oluyordu.

-     Ne güzel olurdu gerçekten. Seninle son yýllarda hiç görüþmedik ya, ben de öyle pat diye gelivermeye çekiniyordum. Bakarsýn bu kýþ kapýný çalarýz bir haftalýðýna.

Sevinç konuþmasýný sürdürürken bir an önceki coþku gitmiþ, yüzü tekrar donuklaþmýþtý.

-     Esas sorun Þenol aslýnda. Sinop’dan hiç ayrýlmak istemiyor nedense. Bir kaç günlüðüne bir yere gidecek olsak hemen sýkýlýyor ve somurtup duruyor bütün gün. Dönünceye kadar da baþýmýn etini yiyor. Tek baþýma gelsem diyorum, ama annem öldüðünden beri Nilüfer’i býrakacak kimsem yok ki. Þenol hayatta beceremez o iþi. Sahi sence Þenol ile Nuri iyi anlaþýrlar mý?
-     Hiç merak etme bitanem. Þenol’u sen bana býrak. Nuri’ye postaladýk mý iþ tamamdýr. Nuri ona bir hafta boyunca nefes aldýrmaz. Ayrýca iyi anlaþacaklarýna da eminim. Nuri de isteyince çok komik bir adam olabiliyor. Ayný Þenol gibi.

Sevinç rahatlamýþ ve sevinmiþ gibi görünüyordu. Uzun bir sessizlikten sonra Nesrin aniden sordu.




-     Peki, mutlu musun?

Sevinç’in yüzünde ne anlama geldiði belli olmayan bir gülümseme belirdi. Memnuniyet, belirsizlik, ironi, her anlama çekilebilirdi gülümsemesi. Konuþmadan önce kumun üzerinde baðdaþ kurup ayaklarýnýn önündeki kumlarla oynamaya baþladý. Elini kumla doldurup yumruk haline getiriyor, sonra kumun yere süzülmesini seyrediyordu.

-     Mutsuz deðilim en azýndan. Yapmak istediðim her þeyi yaptým aslýnda. Sevdiðim bir adamla evlendim, çocuðum oldu, maddi açýdan sorunumuz yok, geleceðimizi garantiye aldýk. Bütün bunlar çok önemli benim için. Ama insan sürekli mutlu olamýyor herhalde, deðil mi? Arada sýrada içimde bir boþluk hissediyor gibiyim. Deðiþik heyecanlar yaþamak istiyorum belki. Fakat geçiyor sonra. Biliyor musun, ben bu konular üzerine fazla düþünmüyorum da artýk. Neyi deðiþtirebilirim ki? Aldýðým tüm kararlarý düþünerek ve isteyerek aldým. Ayný konular bugün tekrar önüme gelse, fazla bir þey deðiþmezdi herhalde. Tüm yaptýklarýmý tekrar yapardým. Peki ya sen, sen mutlu musun? Sen hep farklýydýn. Þu anda geriye bakýnca ne düþünüyorsun?

Nesrin’in kolu uyuþmuþtu. Uzandýðý yerden doðrulup o da Sevinç gibi baðdaþ kurdu. Sonra konuþmaya baþladý.

-     Geriye bakamýyorum ki. Hep farklý bir beklenti var içimde. Sürekli olarak hepsi bu olamaz diyorum kendi kendime. Tüm yaþadýðým ve yaþayacaklarým bundan ibaret olamaz. Sanki birdenbire çok farklý bir þey olacakmýþ ve beni uçurup götürecekmiþ gibi. Sonra hiç bir þey olmayacak, her þey böyle sürüp gidecek diye korkuya kapýlýyorum. Gerçekleþmesini istediðim þeyin ne olduðunu da bilmiyorum aslýnda. Bazen büyüyünce ne olacaðým diye düþündüðüm bile oluyor. Kendimi hala yetiþkin hissetmiyorum senin anlayacaðýn. Bu hep böyleydi zaten. Kim bilir, yaþlanýnca da böyle olacak belki. Ne istediðimi bilmiyorum kýsacasý. Huzursuzluk içinde kývranýp duruyorum. Mutlu anlarým olmuyor deðil elbette. Ama hep gelip geçici. Zaten dediðin doðru galiba. Sürekli mutluluk diye bir þey yok. En mutlu insanlar sahip olduklarýyla tatmin olabilenler. Öyle isterdim ki onlar gibi olmayý ve çok fazla düþünmemeyi.






-     Peki ya Nuri? Nuri’nin hayatýndaki yeri ne?

Nuri’nin adý geçince Nesrin’in koyu gözleri parlayývermiþti.

-     Onun yeri çok özel. Nuri olmasa ne yapardým gerçekten bilemiyorum. Herhalde bir bunalýmdan diðerine girer dururdum. O kadar iyi anlaþýyoruz ki, bu bile beni bazan korkutuyor. Ýyi anlaþmamýzýn en önemli nedeni birbirimizi rahat býrakmamýz sanýrým. Yapýþýk ikizler deðiliz yani. Ýkimizin de kendi hayatý var. Evlenirsek ne olur bilemiyorum. Bunun için kararsýzým zaten evlilikle ilgili olarak. Nuri çok ýsrar ediyor, ama ben sürekli yeni bir bahane uydurup erteliyorum kararýmý. Bakalým nereye kadar gidecek bu þekilde.

Sevinç kumlarla oynamayý býrakýp, þefkatli bir yüz ifadesiyle Nesrin’e yöneltti bakýþlarýný.

-     Hayat gelip geçiyor Nesrinciðim. Biz de artýk genç kýz deðiliz. Bir an önce karar versen iyi olur bence. Anlattýðýn kadarýyla herkesin gýptayla baktýðý bir iliþkin var. Daha ne düþündüðünü açýkçasý anlayamýyorum. Hayatta neyin garantisi var ki zaten?

Tam bu sýrada ýslak bir þekilde güneþ þemsiyesinin altýna girip çantanýn içini karýþtýrmaya baþlayan Þenol, iki kadýnýn konuþmasýnýn sona ermesine neden oldu. Çantadan çýkardýðý havluyla þemsiyenin yanýnda, seyrekleþmeye yüz tutan kýsa saçlarýný ve hafif kilolu vücudunu kurularken Nesrin ayaða kalkarak “beni sýcak bastý, denize girsem iyi olur; sen de gelir misin Sevinç?” dedi. Fakat Sevinç öðlen sýcaðýnda denize girmeye yanaþmadý.

-     Yok hayatým, sen gir. Güneþ çok tepede. Ýnsan farkýnda olmadan denizde bile yanýyor. Ben akþamüstü girerim. Fakat fazla açýlma, burasý Karadeniz. Akýntý alýr götürüverir maazallah.

Ýyi bir yüzücü olan Nesrin vücudunu alýþtýra alýþtýra ýslatmaktan hoþlanmazdý. Serin suyun içinde su kalçalarýna gelene kadar yürüdükten sonra suya daldý. Ýnsaný ferahlatan enfes bir serinliði vardý suyun ve görebildiði kadarýyla tertemizdi.







Güçlü kulaçlar atarak yüzmeye baþladý. Kýsa sürede sýð sulardaki
insan kalabalýðýndan uzaklaþmýþ, sahilden otuz metre kadar açýktan kumsala bakýyordu. Sevinç þemsiyenin altýnda kitap okumakla meþguldü. Þenol ise ortalarda gözükmüyordu. Bir þeyler içmek üzere Beyaz Ev’e gitmiþ olabilirdi belki de.

Kendisini çok huzurlu hisseden Nesrin suyun içinde sýrtüstü döndü ve bacaklarýný hafifçe hareket ettirerek gökyüzünü seyretmeye koyuldu. Küme küme sýralanan beyaz bulutlar bir saat öncesine göre biraz daha çoðalmýþ olmalarýna raðmen, güneþ ýþýnlarýný engelleyecek yoðunlukta deðillerdi. Yerlerinden hiç kýpýrdamýyor gibiydiler. Baþýnýn üstünden geçen ufak bir dalga neredeyse su yutmasýna neden olacaktý. Birdenbire etrafýndaki sularýn biraz öncesine göre daha hareketli ve soðuk olduðunu farketti. Suyun içinde toparlanýp gözleriyle sahili aradý. Fakat sahil adeta yok olmuþtu. Panik içinde etrafýna bakmaya devam etti. Denizin içinde dönüp durduktan sonra sahilden kilometrelerce uzakta, neredeyse Sinop burnu hizasýnda açýk denizin tam ortasýnda olduðunu anladý. Korkunç gerçek tüm çýplaklýðýyla önündeydi. Ne oluyordu böyle? Bir akýntýnýn onu alýp bir kaç dakika içinde buralara getirmesine imkan yoktu. Deðil Karadeniz’de, dünyanýn hiç bir denizinde böyle bir akýntý olamazdý. Sakinleþip yönünü tayin etmesi gerekiyordu. Kabarýk sularýn arasýndan hayal meyal seçebildiði Sinop evlerine göre, plajlarýn bulunduðu yer çok uzaklarda yalnýzca bir çizgi olarak seçebildiði yönde olmalýydý. Bütün gücünü ve cesaretini toplayarak o tarafa doðru yüzmeye baþladý.

Henüz beþ dakika kadar yüzmüþtü ki, yaptýðýnýn hiç bir anlamý olmadýðýný farketti. Oraya kadar yüzmesi mümkün deðildi. Yapabileceði tek þey, gücünü sýnýrlý kullanarak ne olursa olsun suyun yüzünde kalmak ve yakýnlardan bir kayýk veya teknenin geçmesini beklemekti.

Birdenbire omuzuna yumuþak ve suyun içinde bile yapýþ yapýþ bir ýslaklýk hissi uyandýran bir þey çarptý. Ortasý kýrmýzý bir deniz anasýydý bu. Önünde, saðýnda ve solunda baþka deniz analarý da belirdiler. Ýrili ufaklý yüzlerce deniz anasý. Ýçlerinden birinin karnýna yapýþtýðýný farkedince, sað elini kullanarak karnýndan söküp çýkardý onu. Caný yanmýþ, bastýramadýðý bir panik tekrar yükselmeye baþlamýþtý. Etrafýna hiç bakmadan deliler gibi yüzer buldu kendisini aniden. Her tarafýný sarmýþlardý sanki. Nefes nefese kalýncaya kadar yüzmeye devam etti. Kurtulmuþtu galiba deniz analarýndan.






Güçsüz kaldýðý için baþýný artýk suyun üstünde tutamýyordu. Arkasýndan gelen iri bir dalgaya gömülüp tekrar su üstüne çýktýðýnda oldukça fazla su yutmuþtu. Öksürüp böðürmeye baþladý ve biraz da kustu. Suyun rengi ürkütücü derecede karanlýktý ve çok bitkin hissediyordu kendisini. Artýk neredeyse her þeyi oluruna býrakýp dalgalarla mücadele etmekten vazgeçmek üzereydi. Fakat inatçý kiþiliði bunu yapmasýna izin vermedi. Ýsyan ediyordu tüm baþýna gelenlere. Tekrar gücünü toparlayarak etrafa bakýndý. Sinop burnundan bulunduðu yöne doðru gelen bir tekne gördü uzaklarda. En sonunda bir umut ýþýðý belirmiþti. Teknenin ne kadar yakýnýndan geçeceðini tahmin edemiyordu. “Dikkatlerini mutlaka üzerime çekmeliyim, son þansým bu, daha fazla dayanamam” diye düþündü.

Dakikalar bir türlü geçmek bilmiyor, gücünün giderek tükendiðini hissediyordu. En sonunda tekne, motorun çýkardýðý homurdanma duyulabilecek kadar yaklaþtý. Suyun içinde ellerini ve kollarýný sallayarak dikkat çekmeye çabalayan Nesrin, bir yandan da çýkarabildiði en güçlü sesle “imdaaat, buraya bakýn, yardým edin, buradayým” diye baðýrmaya baþladý. Bu arada küçük tekne sanki biraz daha yaklaþmýþ gibiydi.

Nihayet onu farkedip teknenin rotasýný deðiþtirdiler. Tam üstüne geliyordu tekne artýk. Sonra motor sesi sustu ve iki güçlü el Nesrin’i koltuk altlarýndan kavrayarak teknenin içine çekti. Birdenbire büyük bir rahatlama hisseden Nesrin, geçirdiði þok nedeniyle olsa gerek, ölümden kurtulduðunu idrak edememiþti hala. Þaþkýn ve ürkek gözlerle etrafýna bakýyor, sanki önemli bir þey olmadýðýný ifade etmek istercesine gülümsemeye çalýþýyordu. Gerilmiþ yüz hatlarý gülümsemeden baþka her þeye benziyordu aslýnda.

Teknedeki üç kiþiden biri onun bank gibi bir yere oturmasýna yardým ederek omuzlarýnýn üstüne bir örtü koydu. Rahatlama, mutluluk ve öfke gibi hisler içinde bulunan Nesrin oldukça kalýn bir ses duydu.

-     Kýzým sen delirdin mi? Ne iþin var buralarda? Ölümüne mi susadýn? Tesadüfen buradan geçmeseydik yarým saat içinde burnun öbür tarafýna atardý seni Karadeniz. Adýn ne senin bakayým? Nasýl geldin bu kadar açýk sulara?

Kalýn sesin sahibi 65-70 yaþlarýnda, hafif kamburu çýkmýþ, yüzüyle elleri,






yazlarý güneþ ve kýþlarý sert rüzgarlardan kavrularak çatlamýþ, kafasýnda denizci kasketi taþýyan kaba fakat babacan görünümlü iri yarý bir adamdý. Artýk yüzündeki deriye iyice yerleþmiþ bulunan derin çatlaklar onu olduðundan daha sert gösterirken, senelerin omuzlarýna yüklediði yorgunlukla beyaz ile kýzýl arasý bir renge bürünmüþ olan kalýn býyýðý yüz hatlarýný biraz olsun yumuþatýyordu.

Küçük teknede ondan baþka kot pantolonlu ve kirli fanilalý 15-16 yaþlarýnda yalýnayak bir çocuk ve 25-30 yaþlarýnda sakallý ve üstü çýplak bir adam bulunuyordu. Nesrin’in henüz cevap verecek durumda olmadýðýný gören yaþlý denizci teknenin dümen kýsmýnda yerde duran su þiþesini Nesrin’e uzatýrken konuþmasýna devam etti.

-     Al kýzým, biraz su iç de kendine gel. Bana Sait Reis derler. Buranýn en eskilerinden sayýlýrým. Sinop’tan neredeyse hiç ayrýlmadým. Bu sularý benden daha iyi bilen yoktur herhalde. Seni denizin ortasýnda elini kolunu sallarken görünce iyi þaþýrdýk doðrusu. Sen yat kalk bu ikisine dua et sesini duyduklarý için. Benim kulaklarým artýk çok iyi iþitmiyor. Denizin sesinden baþka bir ses pek duymam ben. Nasýl, iyi misin þimdi? Su iyi geldi mi?

Sait Reis konuþurken þiþedeki suyu neredeyse bitirmiþ olan Nesrin
kendisini gerçekten çok daha iyi hissediyordu. Aðzýndaki kusmuk tadý geçmiþ, kollarý ve bacaklarý tekrar güçlenmiþ ve tepelerindeki güneþ sayesinde vücudu biraz ýsýnmýþtý. Son bir yudum aldýðý þiþeyi aðzýndan çekip eliyle aðzýný sildi ve Sait Reis’e cevap verdi.

-     Hepinize çok teþekkür ederim. Buradan 10-15 dakika sonra geçseydiniz, herhalde ben olmazdým artýk. Adým Nesrin. Avukat Sevinç hanýmla, doktor Þenol beyin misafiriyim. Buralara nasýl geldiðimi anlayamadým. Beyaz Ev’in orada sahilden yalnýzca otuz metre açýlmýþ sýrtüstü yatýyordum. Göz açýp kapayýncaya kadar kendimi burada buldum. Denize yabancý deðilimdir aslýnda ve iyi yüzerim. Fakat böyle bir akýntý hayatýmda görmedim daha. Akýntý diyorum ama, o da aklýma pek yatmýyor. Öyle deðil mi, Sait Reis?

Sait Reis babacan bir kýzgýnlýkla Nesrin’i uzun saçlarýndan tutup kafasýný iki yana çekiþtirdi. Bunu yaparken söylenmeye baþlamýþtý bile.






-     Git oradan kýzým, hikaye anlatma bana. Altmýþ yýldýr hergün bu sularda dolanýp dururum, daha öyle bir akýntý görmedim. Seni Beyaz Ev’in oradan alýp buralara getirdi, öyle mi? Sen onu benim külahýma anlat. Karadeniz’de akýntýlar kuvvetlidir gerçi ama, bu kadar da deðil. Farkýnda olmadan iyice açýlmýþsýn herhalde. Gerisini de denizin kendisi halletmiþ. Ýnþallah aklýn baþýna gelmiþtir de, bir daha kalkýþmazsýn böyle iþlere. Gerçi gözlerinden keçi gibi inatçý olduðunu görüyorum ama, her neyse, benden söylemesi. Hergün bizi buralarda bulamazsýn. Muammer, oðlum, Beyaz Ev’in oraya kýr dümeni. Haným kýzýmýzý merak etmiþlerdir. Daha fazla bekletmeyelim Þenol beyle Sevinç hanýmý. Zaten onlara da söyleyecek bir çift lafým olacak. Ýnsan misafirine daha iyi göz kulak olmaz mý yahu?

Nesrin ister istemez gülümsemek zorunda kaldý. Sait Reis’in, sert görüntüsünün altýnda yumuþacýk bir insan olduðunu anlamýþtý.

Küçük tekne hýzla sahile yaklaþýrken, Nesrin neredeyse eski haline dönmüþtü. Biraz önce ölüm tehlikesi geçirmiþ birisine benzemiyordu hiç. Onun yerinde þimdi baþka bir kadýn olsa, herhalde baygýnlýk geçirip, ayýldýðýnda da hüngür hüngür aðlardý korkudan. Halbuki Nesrin, böylesi bir durumda çok doðal olan korkuyu çabucak yenmiþ ve baþýna gelen olaylarla ilgili olarak biraz daha hýrslanýp öfkelenmiþti. Baþýna daha neler gelirse gelsin bu garip olaylarýn üstüne gidecekti. Yapacaðý ilk iþ olarak küçük kýz çocuðunu bulmaya karar verdi içinden. O soluk yüzlü ve yeþil saçlý çocuðun anahtar bir rol oynadýðýný düþünüyordu. Çok az aralýk duran camdan duyabildiði ve dudaklarýndan okuyabildiði kadarýyla kendisine “merhaba Nesrin” demiþti ayrýca. Çocuðun olaylarla iliþkisi olduðu yalnýzca bir sezgiydi ve yanýlma olasýlýðý büyüktü, fakat denemeye deðerdi. Zaten yapabileceði baþka bir þey yoktu þimdilik. Çocuðu aramak hiç bir þey yapmamaktan daha iyiydi en azýndan.

Bu arada tekne sahile iyice yaklaþmýþ, kumsaldaki yerlerinin elli metre solunda bulunan küçücük bir iskeleye yanaþmaya çalýþýyordu. Nesrin kumsalda olaðanüstü bir hareketlilik göremedi. Her þey ayný býraktýðý gibi görünüyordu. Denize girdiðinden beri en az bir saat geçmiþ olmasýna raðmen, belki de kimse farketmemiþti onun yok olduðunu. Belki de böylesi daha iyi olur, kimseye ayrýntýlý açýklamalar yapmak zorunda kalmazdý. Fakat sonra Sait Reis’in sözleri aklýna geldi. “Þenol beye söyleyecek bir çift lafým var” demiþti.






Tekneden küçük ahþap iskeleye atlarken Sait Reis yardým etti ona ve arkasýndan geldi. Eskilikten çürümeye baþlamýþ olan iskele, adýmlarýnýn altýnda sallanýp duruyor, insanlardaki öfleyip pöflemeyi andýran garip sesler çýkartýyordu.

Nesrin’in içinden Sait Reis’e dönüp tekrar teþekkür etmek ve “daha fazla zahmet etmeyin artýk” demek geldi, fakat sonra vazgeçti. Bu yaþlý ve dediði dedik adamdan o kadar çok hoþlanmýþtý ki, bir süre daha yanýnda olmasýný istiyordu. Hem bakalým Þenol’a ne diyecekti Sait Reis? Onu biraz önce teknede belirttiði gibi azarlayabilecek miydi acaba?

Birlikte kumlarýn üzerinden Beyaz Ev istikametine doðru yürürlerken, karþýdan kendilerine doðru koþarak gelmekte olan Sevinç’i gördüler. Sevinç nefes nefese kalmýþtý. Hemen sormaya baþladý.

-     Ne oldu Nesrin? Ben kitap okurken uyuyakalmýþým. Þenol da Beyaz Ev’de bir arkadaþýyla oturuyormuþ. Beþ on dakika önce farkettik yok olduðunu ve etrafta seni aramaya baþladýk.

Sevinç’in gözü arkada duran Sait Reis’e takýldý birden.

-     Yoksa söylediklerimi dinlemedin ve açýldýn da Sait Reis mi kurtardý seni?

Sait Reis bu fýrsatý bekliyormuþçasýna hemen atýldý. Bu arada Þenol da yanlarýna gelmiþ, konuþmadan onlarý dinliyordu.

-     Ne açýlmasý Sevinç haným, Þenol bey, ne açýlmasý. Sevgili kýzýmýzý býraksak Samsun’a doðru yola koyulacaktý herhalde. Bozburun’un oralarda yakaladýk da ikna ettik geri dönmeye. Kemal Paþa’dan sonra Samsun’a ikinci çýkartmayý yapmayý planlýyordu bana sorarsanýz. Aman dikkatli olun bundan böyle, yalnýz býrakmayýn güzel kýzýmýzý. Bir dahaki sefere Rusya’ya yüzeceðim diye tutturursa, halimiz harap olur. Koca denizin ortasýnda bulamayýz bir de o zaman.

Sevinç iki eliyle aðzýný kapamýþ, dehþetten irileþmiþ gözlerle Sait Reis’e bakarken, Þenol bir þeyler kekelemeye çalýþýyor, fakat ne dediðini kendisi bile anlamýyordu. Nesrin ise hiç bir þey olmamýþ gibi gülmeye baþlamýþtý. Ne tatlý adamdý þu Sait Reis. Ne güzel ve zekice benzetmeler yapýyor ve olayý






yumuþatýveriyordu. Ayrýca kendisine devamlý kýzým demesinden hoþlanmaya baþlamýþtý. Sait Reis’e yönelip, içinde denizin ýþýltýsý görünen kahverengi gözlerine baktý.

-     Size nasýl teþekkür edeceðimi bilemiyorum Sait Reis. Hayatýmý kurtardýnýz. Gitmeden önce size mutlaka uðrayacaðým. Eðer günün birinde Ankara’ya gelirseniz beni arayýn. Çok mutlu olurum. Bizim orada da iyi balýk yenilebilen yerler vardýr.

Sait Reis’in yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Onun da kanýnýn Nesrin’e kaynadýðý her halinden belli oluyordu.

-     Ne zaman istersen uðra, güzel kýzým. Ben her sabah erken saatlerde Yalý kahvesinde olurum. Kime sorsan gösterir orasýný. Mendireðin hemen önünde. Doktor bey de bilir zaten. Birlikte çok oturmuþuzdur orada. Fakat Ankara’ya bekleme beni. Ne iþim var o beton yýðýnýnýn içinde. Kahýrdan öldürmek mi istiyorsun sen beni Allahaþkýna? Ben buralardan zor ayrýlýrým artýk. Yaþ 70 oldu neredeyse.

Nesrin ani bir kararla Sait Reis’e yaklaþýp onu yanaðýndan öptü ve kulaðýna “saðolun, hiç unutmayacaðým sizi” diye fýsýldadý. Bu yakýnlýk gösterisinden çok hoþlanan Sait Reis biraz utangaç bir sýrýtmayla herkese iyi günler dileyip teknesine geri dönerken, Sevinç konuþma kabiliyetini tekrar geri kazanmýþ olarak Nesrin’i azarlamaya koyuldu.

-     Kýzým inanamýyorum sana. Küçük bir çocuk gibisin. O kadar söyledik, buranýn denizi farklýdýr, dikkatli ol, fazla açýlma diye. Sen ne yapýyorsun? Alýp baþýný burna doðru yüzmeye baþlýyorsun. Ne yapardýk sana bir þey olsaydý? Kemal amcaya ne anlatýrdým ben? Bak söz ver bir daha açýlmayacaðýna, yoksa kesinlikle bir dakika bile yalnýz býrakmam seni.

Nesrin arkadaþýnýn koluna girerek “tamam tamam, söz veriyorum, bir daha açýlmam” dedi ve birlikte kumsaldaki yerlerine geri döndüler. Çevredeki insanlardan çok azý ne olduðunu anlayabilmiþ, onlar da Sait Reis’in söylediklerini abartý sanmýþlardý. Nesrin’in hiç niyeti yoktu açýlmadýðýný, tam tersine birdenbire kendisini açýk denizde bulduðunu anlatmaya. Nasýl olsa kimse inanmazdý ki.






Nesrin havlusunun üzerine uzanýp sýrtýný güneþ ýþýnlarýna vermeden önce cep telefonunun saatine bakýnca öðleden sonra iki olduðunu gördü. Cevapsýz
aramalardan Nuri’nin iki kez aramýþ olduðunu tespit edip, akþama onu aramaya karar verdi. Þimdi arasa büyük bir ihtimalle uykudan uyandýrýrdý. Gece geç saatlere kadar çalýþtýðý için, öðleden sonra mutlaka 1-2 saat kestirirdi Nuri.

Þenol tekrar Beyaz Ev’e dönmüþ, Sevinç ise þemsiyenin altýnda kitabýný okuyordu. Nesrin gözlerini kapayýp düþüncelere daldý.

Neler oluyordu böyle? Herþey içinden çýkýlmaz bir duruma gelmiþti. Öðreniminin ve mesleðinin verdiði bir alýþkanlýkla Ankara’dan yola
çýktýktan sonra yaþadýðý tüm olaylarý sýralayýp, mantýksal bir açýklama geliþtirmeyi denedi.

En baþtan baþlamalýydý. Ýlk sýrada yollarda gidip gidip, istediði yere bir türlü varamamasý yer alýyordu. Hatta benzinlik ve kamyon olaylarýnda ortaya çýktýðý üzere ayný yolu bir kaç kez gitmiþ olmasý gerekirdi. Kastamonu’daki restoran aklýna geldi sonra. Sipariþi iki kez vermek zorunda kalmýþ, hesabý ödediðini ise hiç yaþamamýþtý. Birbirine taban tabana zýt iki olay. Demek ki, zamanla ilgili bir sorun yaþýyordu en basit açýklamayla. Bazen ve daha yoðun olarak zamanýn içinde geri dönüyor, yaþadýklarýný bir kez daha yaþamaya baþlýyor ve nadiren olmakla birlikte, zaman içinde ileriye atlayarak bu arada olan biteni kaybediyordu. Zaman içinde ileriye atlýyorsa, normal zamaný yaþayan ikinci bir Nesrin mi vardý peki? Ya diðer insanlar, onlar zaman içinde sabit mi kalýyorlardý? Tam bir deli saçmasý. Mantýkla açýklanacak nesi vardý ki tüm bunlarýn? Ve kýsacýk geceliðiyle kendisini odanýn kapýsýnda buluvermesi, bu da mý zamanla ilgiliydi? Olabilirdi aslýnda. Giyindikten sonra geriye bir sýçrama yapmýþ ve giyinme eylemi ortadan kalkmýþ olmalýydý. En son olarak ise, açýk denizde dalgalarla boðuþurken Sait Reis tarafýndan kurtarýlmasý. En mantýksal açýklama, hayallerinin gerçeði bastýrýp ön plana çýkmasý olabilir miydi acaba? Böylece yaptýðý þeyleri olmamýþ ve yapmadýðý þeyleri olmuþ gibi kabul ediyordu. Baþka bir deyiþle delirmiþti. Ýnsanýn böylesine bilinçli bir þekilde düþünüp taþýnarak delirmesi mümkün müydü? Belki de, dünyadaki tüm delirenler ayný yolu izliyorlardý. Fakat onca mesafeyi katederek kendisini birdenbire denizin ortasýnda bulmasýný nasýl açýklayabilirdi? Bunu hayal gücüyle yapmýþ olmasý mümkün deðildi herhalde.







Aklýna yeþil saçlý kýz çocuðu geldi birdenbire. Kendisinden baþka kimsenin görmediði ve Sinop’ta hiç olmayan bir çocuk. “Merhaba Nesrin” demiþti fýsýldayarak. Nedense yeþil saçlý kýzýn çok önemli olduðunu düþünüyordu hala. Bu akþam eve dönerlerken çarþýda arabadan inip onu aramalýydý. Elle tutulur bir tek çocuk vardý zaten ortada. Onu aramaktan baþka ne yapabilirdi ki? Delirdiðini kabul etmekten daha iyiydi en azýndan. Bir karar vermiþ olmanýn rahatlýðýyla güneþe ön tarafýný dönüp kafasýný kurcalayan tüm düþüncelerden sýyrýldý. Bir sürü tesadüf arka arkaya gelip tüm bu olaylarý yaþamýþ da olabilirdi ayrýca. Sakin olmasý ve serinkanlýlýðýný muhafaza etmesi gerekiyordu.

Güneþlendikten sonraki zaman oldukça neþeli geçti. Sevinç ile bol bol konuþup eski anýlarý tazelediler. Hala bir sürü ortak arkadaþ ve tanýdýklarý vardý. Sevinç herkesin ne yaptýðýný en ince ayrýntýsýna varýncaya deðin öðrenmek istiyordu. Nesrin bildiklerinin hepsini anlattý. Bazý komik olaylarý hatýrlayýp doyasýya güldüler. Þenol ise denize bir girip, bir çýkýyor, vaktinin geriye kalan kýsmýný ise Beyaz Ev’de arkadaþlarýyla sohbet ederek geçiriyordu.

Öðleden sonra saat dörtte Þenol ve arkadaþlarý Beyaz Ev’in karþýsýnda bulunan beton binanýn üst katýndaki birahanede bira içmeye baþladýlar. Sevinç Nesrin’e “biz de birer bira içelim mi?” diye sordu. Bu fikir Nesrin’e de cazip geldi. Biraz daha rahatlar, denizde olanlarý tümüyle unutmasýný saðlardý belki de.

Nilüfer’i birlikte oynadýðý çocuklarýn annesine teslim ederek üstlerine tiþörtlerini giyip Þenol’larýn yanýna gittiler. Þenol onlarý ayakta karþýladý ve arkadaþlarýna tanýttý. Sevinç hepsini tanýyordu zaten. Nesrin’e buz gibi bira gerçekten iyi geldi. Masanýn ortasýnda duran kocaman tabaðýn içinden bir kaç parça patates kýzartmasý alýnca, ne kadar acýktýðýný farketti. Sabah kahvaltýsýndan beri hiç bir þey yememiþ, Sevinç’in biraz önceki sandviç önerisini geri çevirmiþti.

Masada havadan sudan konuþuluyordu. Þenol bir ara rüzgarýn yön deðiþtirmeye baþladýðýný belirterek Sevinç ile Nesrin’e döndü ve “yarýn büyük bir ihtimalle burasý dalgalý olur, en iyisi arka denize gitmek, hem Nesrin orasýný da görmüþ olur” dedi. Sevinç pek hoþlanmamýþa benziyordu bu öneriden. Arka deniz kilometreler boyunca uzayýp giden bir kumsaldan ibaret olduðu ve kumsalda hiç bir büfe veya restoran bulunmadýðý için, özellikle yiyecek ve içecek açýsýndan tedarikli olmak gerekiyordu. Þenol Sevinç’in itirazlarý





karþýsýnda kolunu onun omuzuna atarak kucakladý ve “üzülme hayatým, sen yalnýzca içecekleri düþün, gerisini bana býrak, Körfez’de beþ tane kýymalý ve peynirli pide yaptýrýrým olur biter” dedi. Sonra aðzýndan sular akarak Nesrin’e dönüp “Körfez pide salonunda buranýn en güzel pidelerini yaparlar, kelimenin tam anlamýyla enfes” diye ekledi. Bu arada Sevinç, gözlerini irileþtirerek yapmacýk bir öfkeyle Þenol’un üstüne yüklenmiþti bile.

-     Beþ tane pide mi? O dev pidelerden üçbuçuk kiþi için beþ tane mi yaptýrmayý düþünüyorsun sahiden? Allah bilir, dördünü kendin götürmeyi planlýyorsundur. Þenolcuðum, hayatým, þu göbeðine baksana bir lütfen. Böyle devam edersen, önümüzdeki sene göbeðini burada otururken masanýn üstüne koyarsýn artýk.

Hep birlikte kahkahalarla gülüp birer bira daha ýsmarladýlar. Nesrin kendisini giderek daha iyi hissediyordu. Zaman zaman aklýna gelen deniz analarýný bile unutmuþtu artýk. Biralarýný içtikten sonra Sevinç yerinden doðrularak “güneþ iyice alçaldý ve benim denize girme vaktim geldi artýk, Nesrin, sen de gelir misin?” dedi ve devamla “açýlmak yok ama, çocuklarýn arasýnda kalacaðýz, benim ayaklarým yere deðmeli” diye ekledi.

On dakikayý geçmeyen bir deniz sefasýný takiben duþ alýp giyindiler. Nesrin bira içtikleri yerin altýndaki kabinlerden birisinde ýslak bikinisini çýkartýp yanýnda getirdiði iç çamaþýrlarýný ve kot pantolonuyla tiþörtünü giydi. Kabini terketmeden önce üstüne baþýna bakarak giyindiðinden emin oldu. Ýç çamaþýrlarýyla veya daha kötüsü çýrýlçýplak milletin arasýna çýkmasý tam bir felaket olurdu gerçekten. Sevinç bile, ne söylerse söylesin kesinlikle inanmazdý artýk.

Arabaya binip þehre doðru yol alýrlarken Nesrin “beni giriþteki ana caddeye çýkar çýkmaz býrakýn, hem unuttuðum bir ilacý almam lazým, hem de biraz dolaþmak istiyorum çarþýda ve iskelenin oralarda” dedi. Sevinç ilkin itiraz edecek oldu ve akþam erken çýkýp birlikte dolaþabileceklerini belirtti, fakat sonra Nesrin’in kararlý tutumu karþýsýnda itirazlarýndan vazgeçip “önceden eve gelmezsen akþam saat sekizde çay bahçelerinin orada buluþalým, iþin erken biterse telefon et, belki biz de biraz erken çýkýp çay bahçesinde yemekten önce birlikte otururuz” demekle yetindi.







Nesrin arabadan indikten sonra ana caddede etrafýna bakarak yürümeye baþladý. Yolun sað tarafýnda bulunan hapishanenin ana kapýsýnýn önünden geçti. Kapýda, her býyýk yarýþmasýnda dereceye girebilecek kadar kalýn ve uzun býyýðý olan bir görevli duruyordu. “Belki yarýn gelip gezerim burasýný” diye düþündü Nesrin.

Yolun sol tarafýnda kubbeli ve hamama benzeyen bir bina gördü. Ana caddenin daha hareketli olan bölümüne gelmiþti artýk. Bir sürü insan dükkanlara girip çýkýyor, aralarýnda kýlýk kýyafetlerinden turist olduklarý hemen anlaþýlanlara da rastlanýyordu.

Uzakta Hükümet Meydaný’ný görünce ani bir kararla saðdaki ilk sokaða girip düz ilerledi. Yirmi metre önünde saða ve sola daracýk iki yol açýlýrken, biraz daha geniþ olan sokak düz devam ediyordu. Her taraf birbirlerine bitiþik iki veya en fazla üç katlý binalarla dolu olmasýna raðmen yol bomboþtu. Bu durum yalnýzca 5-10 metre gerisindeki ana caddenin kalabalýklýðýyla büyük bir tezat teþkil ediyordu.

Ýlk önce düz devam etmek niyetindeyken son anda kararýný deðiþtirip soldaki dar yola saptý. Bir arabanýn geçmesine izin vermeyecek kadar dar olan yol, üstünde yürümesi bile zor olan kocaman ve eðri büðrü taþlarla döþenmiþti.

Otuz metre kadar ileride, yolun sol tarafýndaki geçit gibi bir yerin önünde garip giysiler içinde kýpkýzýl saçlarý olan bir kadýn duruyordu. Kadýnýn üstünde açýk mavi renkte, önü iþlemeli, yerlere kadar uzanan bir elbise vardý. Bu mekana, bu sokaða ve hatta bu þehre bile hiç uygun durmuyordu elbise. Aslýnda bu zamana uygun deðildi. Geçmiþ yüzyýlý hatýrlatýyordu bir þekilde. Nesrin biraz daha yaklaþýnca kadýnýn saçlarýnýn kýzýl deðil kýpkýrmýzý olduðunu dehþet içinde farketti. Ayrýca kadýn çok yaþlýydý. En az doksan yaþýnda olmasý gerekiyordu. Belki de yüz. Yüzü buruþ buruþtu ve hareketsiz bir þekilde iki yanýnda tuttuðu elleri lekelerle doluydu. Nesrin nefesini tutarak biraz daha ilerledi ve durdu. Aralarýnda en fazla on metre kadar bir mesafe kalmýþtý þimdi. Yaþlý kadýn gülümsüyordu. Çok tatlý ve sevecen bir gülümsemeydi bu. Sonra aðzý açýlýp kapandý. Bir þey söylüyordu. Aðzý bir daha açýlýp kapandý. Nesrin ürpererek yaþlý kadýnýn dediðini anladý. “Merhaba Nesrin” demiþti yaþlý kadýn. Sonra tekrar ve daha belirgin gülümsedi ve arkasýný dönerek titrek adýmlarla daracýk geçidin içinde kayboldu.







Nesrin adeta donakalmýþtý, hiç bir yerini kýmýldatamýyordu. Kendisine asýrlar gibi gelen bir kaç dakikadan sonra nihayet toparlandý ve geçidin baþýna kadar yürüdü. Yirmi metre ileride baþka bir sokaða çýkan geçitte kimsecikler yoktu. Nefesini tutarak biraz bekleyip geçitte ilerlemeye baþladý. Saðlý sollu ahþap çitlerin arkasýnda küçücük bahçeler ve tek katlý, fakir görünümlü evler vardý. Bahçelerin birisinde yalýnayak oynamakta olan iki oðlan çocuðuna “demin buradan yaþlý bir kadýn geçti mi?” diye sordu. Açýk renkli, diken gibi traþ edilmiþ saçlarý olan ve kardeþ olduklarý hemen anlaþýlan oðlanlar hiç bir þey söylemeksizin kocaman gözlerle Nesrin’e uzun uzun baktýlar.

Nesrin rüya görüyormuþ gibi yoluna devam ederek geçidin bitiþinde ilk önce saða, biraz ileride de sola döndü. Daha geniþ bir sokaða çýkmýþtý þimdi ve baþka insanlara rastlamaya baþlamýþtý. Saðýnda biraz ötede büyük bir Ýþ Bankasý binasý görünüyordu. Tam karþýsýnda köþede, vitrininde gemi ve tekne maketleri sergileyen bir dükkan vardý. Dükkanýn önünden kývrýlarak deniz tarafýna doðru geliþigüzel yürümeye koyuldu.

Küçük ve bakýmsýz bir caminin arka tarafýnda kocaman bir kavak aðacýnýn altýnda, koyu renkli örtülerle donanmýþ masalar ve her an kýrýlýp dökülecekmiþ beklentisini uyandýran sandalyeler gördü. Masa ve sandalyelerin gerisinde deniz ve mendirek vardý. Ýrili ufaklý balýkçý tekneleri denizin üstünde belli belirsiz sallanýp duruyor, günün yorgunluðunu üstlerinden atmak istercesine inlemeye benzeyen sesler çýkarýyorlardý. Sait Reis’in tarifine göre Yalý kahvesi olmalýydý burasý. Caminin karþýsýnda büyükçe bir tabelanýn üzerinde “Körfez Pide Salonu” yazýlýydý. Þenol’un meþhur pidecisi diye geçirdi içinden Nesrin. Bir an için Yalý kahvesine girip oturmayý düþünse de sonra vazgeçti ve iskele yönüne doðru devam etti.

Üstü kemerli geniþ bir geçitten geçip çay bahçelerinin bulunduðu bölgeye geldi. Kalenin altýndan geçmiþ olmalýydý. Yoldaki bir satýcýdan bir kesekaðýdý dolusu kabak çekirdeði aldý. Ýskeleye doðru ilerleyip, beton iskelenin ortalarýna kadar yürüdü. Sonra kollarýný demir parmaklýða dayayýp deniz trafiðinin sebep olduðu kirlilikle renk deðiþtirmiþ olan bulanýk sulara bakmaya baþladý.

“Ýlk önce yeþil saçlý küçük bir kýz çocuðu, sonra da kýrmýzý saçlý çok yaþlý bir kadýn” diye düþündü. Mutlaka bir iliþkisi olmalýydý bu ikisinin yaþadýklarýyla. Hem sonra ikisi de “merhaba Nesrin” dememiþ miydi? Nereden





bilebilirlerdi ki adýný? Hayal miydi tüm bunlar? Çaresizlikten çýldýracak gibi hissediyordu. Mutlaka bir açýklamasý olmalýydý her þeyin. Eðer açýklama, kendi beynindeki bazý aksaklýklardan kaynaklanýyorsa, onu da kabullenmeye hazýrdý. Yeter ki, söz konusu aksaklýklar ortaya çýksýn. Fakat hiç ihtimal vermiyordu böyle bir duruma. Bütün bunlar hayal ürünü olsa bile, denizin içinde kilometrelerce mesafeyi de hayal gücüyle katetmiþ olamazdý ya. Onca mesafeyi o kadar kýsa bir süre içerisinde yüzerek geride býrakmasý da mümkün deðildi. Tam bir gün vakti olsa bile baþaramazdý bunu. En iyisi her þeyi þimdilik oluruna býrakmaktý galiba. Zaten Pazartesi sabahý erkenden Ankara’ya geri dönecekti. Belki de bir kaç hafta sonra, bu hafta sonunu garip olaylarýn yaþandýðý bir hafta sonu olarak anýmsayacak ve çaresizce omuzunu silkerek gülüp geçecekti. Ýçinde en derinlerden gelen bir ses böyle olmayacaðýný söylüyordu ama...

Pantolonunun ön cebindeki cep telefonundan yükselen melodi sesi düþüncelerini yarýda kesti. Tahmin ettiði gibi Nuri’ydi arayan. “Nasýlsýn, her þey yolunda mý, denize giriyor musun?” diye soruyordu. Ne söyleyebilirdi ki? Hele telefonda. Evet, yolundaydý her þey. Deniz çok güzeldi ve Pazartesi günü geri dönecekti. Nuri de biraz keyifsiz olduðunu anlamýþ, kýsa kesmiþti neyse ki. Yalnýzca “özledim seni” demiþti konuþmanýn en sonunda.

Cep telefonunu cebine sýkýþtýrmadan önce saate baktý. Yedibuçuk olmuþtu. Çay bahçelerine doðru yürürken elindeki kesekaðýdýndan bir avuç dolusu çekirdek alýp geriye kalanýný yolda gördüðü küçük bir çocuða verdi. Masalarýn arasýndan geçerek Hükümet Meydaný’na çýkan anayola geldi. Yukarýdan Sevinç ile Þenol elele tutuþmuþ kendisine doðru yürüyorlardý. Onu görünce neþeyle el salladýlar. Onlar kadar coþkulu olmasa bile, Nesrin de karþýlýk verdi. Herþeye raðmen onlarýn neþesini bozmamaya, kýrmýzý saçlý yaþlý kadýný unutmaya çalýþacaktý. Sevinç daha yaklaþmadan yüksek sesle konuþmaya baþladý.

-     Naaptýn? Dolaþtýn mý biraz? Ne dersin, balýk yemeye gitmeden önce þurada bir yerde oturup birer bira daha içelim mi?

“Ýyi olur aslýnda” diye düþündü Nesrin. Bu gece uykuya dalabilmek için ne kadar çok içerse, o kadar iyi olacaktý. Sevinç ile Þenol’un giysilerine takýldý gözü sonra. Sevinç’in üzerinde bol paçalý krem rengi bir pantolon ve omuzlarý açýk sade desenli bir bluz vardý. Ayrýca hafif bir makyaj yapmýþ ve gümüþ cam karýþýmý bir kolye takmýþtý. Önü açýk ayakkabýlarý da kýyafetiyle uyum içindeydi.




Þenol ise beyaz bir pantolon ve açýk mavi bir gömlek giymiþti. Nesrin onlarýn yanýnda haylaz bir sokak çocuðu gibi duruyordu. “Keþke eve gidip üstümü deðiþtirseydim” diye geçirdi içinden.

Üstünde üç boþ bira bardaðýnýn durduðu bir masanýn etrafýna yerleþtiler. Garson masaya gelip boþ bardaklarý toplarken, Þenol üç bira istedi. Biralarýný beklerken Nilüfer’i komþuya býraktýklarýný anlatan Sevinç, biralar gelir gelmez bardaðýný ortaya uzatýp “tekrar hoþ geldin Sevinçciðim, çok mutlu ettin bizi” dedi. Büyükçe bir yudumdan sonra heyecanla devam etti.

-     Hani Nuri’nin resmini gösterecektin bana.

Nesrin, sandalyenin kenarýna asmýþ olduðu kumaþ çantasýndan iri cüzdanýný alarak cüzdanýn ön gözünden bir resim çýkardý ve Sevinç’e uzattý. Sevinç hiç konuþmadan resmi incelemeye baþladý ve bir süre sonra kafasýný kaldýrýp Nesrin’e döndü.

-     Bir de yakýþýklý deðil diyorsun. Daha ne olsun kýzým? Kaç yaþýnda demiþtin?

Nesrin resmi cüzdanýna geri koyarken yanýtladý.

-     Benden beþ yaþ büyük. Kýrksekiz yaþýnda yani.
-     Fransa’da mý okumuþtu?
-     Evet Sorbonne’da. Ama solculukla uðraþmaktan bitirememiþ.
-     Ankara’daki yeri nasýl? Söylemiþtin ama unuttum, garip bir adý vardý. Yemekleri güzel mi?
-     Cafe Bar gibi bir yer. Adý Leon. Nuri’nin çok sevdiði bir filmin adýymýþ, ben görmedim filmi. Luc Besson diye bir rejisör çevirmiþ. Her türlü salata var Leon’da. Bir kaç aydan beri Fransýz, Ýtalyan ve Türk mutfaðý karýþýmý bazý ana yemekler de vermeye baþladý. Çok beceriklidir yemek konularýnda. Ankara’da bayaðý tanýnmýþ bir yer oldu bu arada.
-     Peki ya dekorasyonu neye benziyor?
-     Ahþabýn hakim olduðu bir dekorasyonu var. Biraz eski görünümlü sayýlýr. Ama çok sýcak bir havasý var. Ben sýk sýk gidiyorum ve kendimi çok rahat hissediyorum.







Konuþma sýrasýnda biralarýndan büyükçe yudumlar almýþlar ve bardaklarýnýn sonuna gelmiþlerdi. Sevinç sorularýna devam ederken garson geldi ve boþ bardaklarý topladý. Þenol’un sakin bir þekilde üç bira daha sipariþ vermesine þaþýran Nesrin itiraz etmekten vazgeçti. Gerçi aç karnýna içtiði bira baþýný döndürmeye baþlamýþtý ama, içkiye dayanýksýz sayýlmazdý. Yeni biralar geldikten sonra Sevinç bardaðýný masanýn ortasýna uzatarak “tekrar hoþ geldin Nesrinciðim, bizi çok mutlu ettin” dedi ve Nesrin’e dönerek devam etti.

-     Hani Nuri’nin resmini gösterecektin bana.

Nesrin’in içinden “hayýr olamaz” demek geldi. Zaman sorunu devam mý ediyordu acaba? Yoksa biraz önce konuþtuklarýný hayal mi etmiþti? Sevinç’e þaþkýnlýkla cevap verdi.

-     Göstermiþtim ya demin.

Þaþýrma sýrasý Sevinç’deydi þimdi.

-     Hayatým ne zaman gösterdin? Daha yeni oturduk buraya.

Nesrin yerine koymuþ olduðu resmi tekrar çýkarýp uzattý ve Sevinç’in aðzýndan çýkacaðýný tahmin ettiði kelimeleri beklemeye baþladý. Yanýlmamýþtý ve neredeyse eðlenceli buluyordu bu durumu artýk. Birasýndan büyük bir yudum daha alýrken Sevinç’in sesini duydu.

-     Bir de yakýþýklý deðil diyorsun. Daha ne olsun kýzým? Kaç yaþýnda demiþtin?
-     Benden büyük, ellisine geliyor neredeyse.
-     Fransa’da mý okumuþtu?
-     Evet Sorbonne’da. Fakat okulu yarýda býrakmýþ.
-     Ankara’daki yeri nasýl. Söylemiþtin ama unuttum, garip bir adý vardý. Yemekleri güzel mi?

Nesrin biradan bir yudum daha alýp kýkýrdayarak gülmeye baþladý. Kendisini bir bilim kurgu filminde gibi hissediyordu. Cevap verirken baþý iyice dönmeye baþlamýþtý artýk.







-     Adý Leon. Bir film ismi miymiþ neymiþ. Bir sürü salata çeþidi var iþte. Otun her türlüsü. Yeni yeni bazý ana yemekler de yapmaya baþladýlar. Bizim Nuri çok beceriklidir yemek konularýnda.

Sevinç’in meraký daha da arttý.

-     Peki ya dekorasyonu neye benziyor.
-     Eski görünümlü ahþap aðýrlýklý bir dekorasyon. Çok rahat, çok. Evinizde gibi hissedersiniz kendinizi.

Bu arada bira bardaklarý tekrar boþalmýþtý. Garson gelip bardaklarý toplarken Þenol üç bira daha istedi. Aç karnýna çabucak içtiði iki birayla hafif bir sarhoþluk yaþayan Nesrin “bakalým nereye kadar gidecek bu oyun” diye düþündü. Sonra sanki uzaklardan geliyormuþ gibi Sevinç’in sesini duydu.

-     Tekrar hoþ geldin Nesrinciðim. Bizi çok mutlu ettin.

Nesrin gülerek Sevinç’i yanýtladý.

-     Ben de çok mutlu oldum. Mutluluktan uçuyorum adeta ve her geçen dakika daha da mutlu oluyorum. Sahi sana Nuri’nin resmini göstermeyecek miydim?

Elinde tuttuðu resmi Sevinç’e uzatýp devam etti.

-     Resimde gördüðüne aldanma sakýn. Hiç yakýþýklý deðildir. Ayrýca daha henüz kýrsekiz yaþýnda olmasýna raðmen altmýþýndaymýþ gibi gösterir.

Sevinç þaþýrmýþtý. Þenol’la göz göze geldikten sonra Nesrin’e döndü.

-     Yok caným, ne altmýþý. Amma da abartýyorsun. Fransa’da mý okumuþtu?
-     Evet Sorbonne’da. Fakat okuldan atýldýðý için geri dönmek zorunda kalmýþ.

Sevinç konuyu deðiþtirmek ihtiyacýný hissetmiþti.

-     Ankara’daki yeri nasýl? Söylemiþtin ama unuttum, garip bir adý vardý. Yemekleri güzel mi?





Birasýný büyük yudumlarla içen Nesrin kahkahalarla gülmeye baþladý. En sonunda sakinleþip cevap verdi.

-     Leon hayatým, adý Leon. Saçma sapan bir isim iþte. Kimse bir þey anlamýyor. Yemek yok, yalnýzca salata var. Bir sürü otu karýþtýrýp insanlarýn önüne koyuyorlar. Sen sormadan söyleyeyim, dekorasyonu da bir boka benzemiyor. Her taraf ahþap. Ýçeri girince kendimi tabutta gibi hissediyorum.

Uzun bir sessizlik oldu. Sevinç ile Þenol hiç konuþmadan biralarýný bitirdiler. Garson dördüncü kez gelmiþ boþ bardaklarý topluyordu ki, Þenol üç bira istedi. Nesrin artýk iyice sarhoþ olmuþtu. Yeni biralar gelir gelmez bir yudumda bardaktaki biranýn yarýsýný bitirerek yarý dolu bardaðý masanýn ortasýna uzattý. Zorlukla ve bir sarhoþ gibi aðzý dolu dolu konuþabiliyordu.

-     Bana hoþ geldin demeyecek misiniz? Burada olmaktan çok, ama çok mutluyum. Nuri’nin resmini görmek istemez misiniz?

Sevinç heyecanla atýldý.

-     Görmek istemez miyim hiç? Fakat Nesrinciðim sen biraný yavaþ iç. Denizde içtiðimiz biralardan sonra fazla gelebilir. Zaten bir þey de yemedin bütün gün boyunca.

Sevinç resmi incelerken Nesrin sarhoþ bir þekilde konuþmaya devam ediyordu. Yüksek sesle konuþtuðu ve sarhoþ olduðu kolayca anlaþýldýðý için yan masalardan bakmaya baþlamýþlardý.

-     Benim yakýþýklý deðil dediðime bakma, Nuri çok yakýþýklýdýr. Ayrýca en fazla otuz yaþýnda gösterir. Finlandiya’da okumuþ, ama kýþlarý çok soðuk olduðu için okulu yarýda býrakmýþ. Annýyor musun, soðuk olduðu için yarýda býrakmýþ. Nuri’nin yerinin adý Leon. L...E...O...N. Ne anlama geldiðini unuttum. Çok güzel salatalar var... Ama þarap da var... bira da var... Viski bile var. Ayrýca ahþap masalar var... Benim çok fena baþým dönüyor Sevinç. Ne olur eve götürün beni. Çok içtim. Ayaða bile kalkamam. Haydi, ne olur eve gidelim.

Sevinç ile Þenol þaþkýnlýkla birbirlerine baktýlar. Sevinç büyük bir þefkatle Nesrin’in kolunu tutarak onu yatýþtýrmak istercesine konuþmaya baþladý.





-     Tamam hayatým. Ne oldu sana böyle? Yarým bardak biradan kafayý buldun. Keþke öyle bir yudumda içmeseydin. Bütün gün yemek yemediðin için birdenbire fazla geldi herhalde. Haydi gel, senin koluna gireyim de, þuradaki taksiye kadar yürüyelim. Eve gider gitmez yatarsýn. Gel tatlým.

Þenol hesabý öderken Sevinç arkadaþýnýn koluna girmiþ onu taksiye götürüyordu. Ancak yalpalayarak yürüyebilen Nesrin bir yandan
kýkýrdayarak gülüyor, bir yandan da Sevinç’e “siz bir bira içtiniz, ama ben tam dört bira içtim” diyordu. Takside hemen uyuyakaldý. Evin önüne gelince onu uyandýrýp zorlukla odasýna kadar götürdüler. Nesrin devamlý gülüyor ve “salata var...Luc Besson çevirmiþ o filmi...Leon...yakýþýklý...henüz yirmibeþ yaþýnda” gibi anlamsýz sözler söyleyip duruyordu.

Sevinç en sonunda Nesrin’in üstündekileri çýkartýp geceliðini giydirmeyi baþarabildi. Nesrin yataðýna uzanýr uzanmaz kendinden geçti. Derin bir uykuya dalmadan önce gözlerinin önünde bir anlýðýna kýrmýzý saçlý yaþlý bir kadýn belirdi. Yaþlý kadýn yeþil saçlý küçük bir kýz çocuðunun elinden tutuyordu. Ýkisi birden ona gülümseyerek baktýlar ve “Merhaba Nesrin” dediler.

Rüyasýnda yemyeþil bir bahçenin içindeydi ve üzerinde yerlere kadar uzanan beyaz bir elbise vardý. Çýplak ayaklarýyla otlarýn üzerinde dolaþýp, her tarafý kaplayan çiçeklere dokunuyordu. Otlarýn iç açýcý serinliði bütün vücudunu sarýp sarmalýyor, her taraftan fýþkýran neþe ve sevincin girdabýnda oradan oraya zýplayýp duruyordu. Her þey o denli güzel ve ferahtý ki, kendisini cennette hissetti. Kuþlarýn cývýltýlarý ve aðustos böceklerinin cýrcýrlarýndan baþka hiç bir ses duyulmuyordu. Bir de çok uzaklardan gelen bir su sesi.

Sonra otlarýn içinde dolu bir su þiþesi buldu ve þiþeyi dudaklarýna götürerek biraz içti. Enfes bir tadý vardý suyun, daha önceden hiç tanýmadýðý tatlý ve uyuþturucu bir tat. Kendisini yeni doðmuþ gibi hissediyordu. Neredeyse ayaklarý yerden kesilip kuþlarla birlikte uçmaya baþlayacaktý. O kadar hafiflemiþti sanki. Þiþenin içindeki suyla çiçekleri sulamaya baþladý. Suyun deðdiði çiçekler gözlerinin önünde büyüyüp geliþiyor ve rengarenk bir kýlýða girip güzelleþiyordu. Elindeki þiþeyle bütün







bahçeyi dolaþtý. Þiþenin içindeki su bitmek bilmiyordu bir türlü. Kendiliðinden yeniden doluyordu. Çiçeklerden sonra otlarý sulamaya baþladý. Bahçenin içinde neþeyle zýplayýp duruyor, suyun verdiði gücü her tarafa daðýtýyordu.

Otlarý o kadar çok suladý ki, su incecik bir çizgi halinde otlarýn arasýndan akmaya baþladý. Suyun oluþturduðu çizgi geniþleyerek bahçenin dýþýna taþýyordu artýk. Nesrin bahçe kapýsýný açýp, akan suyu takibe koyuldu. Bir yandan da etrafa su dökmeye devam ediyordu. Giderek geniþleyen su, bu arada küçük bir dere halini almýþtý. Ýçinde rengarenk balýklar yüzüyor, kurbaðalar výraklayarak oradan oraya sýçrýyorlardý. Uzakta evler gözüktü. Küçük dere hýzla evlere doðru akýyor, Nesrin de bir çocuk gibi zýplayarak dereyi takip ediyordu. Sonra aniden Nesrin derenin önüne geçip yönünü deðiþtirince, derenin arkasýndan geldiðini farketti. Nereye yönelse, dere peþinden geliyordu. Bu çok hoþuna gitti, zigzaglar çizerek ilerlemeye baþladý. O önde, dere arkada, evlere giderek yaklaþýyorlardý.



























Üçüncü Gün (Pazar)

Nesrin aniden uyandý ve genel alýþkanlýðýný hiçe sayarak nerede bulunduðunu ve geçen gece nasýl yattýðýný – daha doðrusu nasýl yatýrýldýðýný – hemen anýmsadý. Sevinç için rutin hale gelecekti herhalde artýk onu soyup yataða götürmek. Bu gece kendi baþýna soyunup yataða gidebilse iyi olacaktý. Hiç alýþýk deðildi yardýma bu denli muhtaç olmaya.

Bir an için, aklýndan hýzla geçen tüm bu olaylarýn bir rüya olup, rüyadan Ankara’daki yataðýnda gerinerek uyanabilmeyi diledi. Fakat odanýn içinde göz gezdirince umutlarý suya düþtü. Gardýrop, komodin, kýrmýzý kilim, her þey yerli yerinde öylece duruyordu. Komodinin üzerindeki telefonunun saati, sabah beþ buçuðu gösteriyordu. Hemen ayaða fýrlayarak sabahlýðýný üstüne geçirdi ve sessizce buzdolabýnýn yolunu tuttu. Aðzýnda dünkünden daha beter bir tat vardý. Bir su þiþesinden bolca su içip, biraz kaþar peyniri atýþtýrdý. Þimdi daha iyi hissediyordu kendisini.

Gözü yarý açýk duran teras kapýsýna ve uzakta gözüken masmavi sulara
takýldý. Ön deniz Þenol’un tahmin ettiði gibi, bir gün öncesine göre daha hareketli görünüyordu bugün. Merakýný yenemeyerek terasa çýkýp kenara kadar yürüdü. Henüz güneþ görmeyen terasýn taþ zemini nemli ve soðuktu. Ayný dün olduðu gibi. Hatta belki biraz daha soðuk. Ön deniz gerçekten de hareketliydi. Dün açýklarda birbirinin üzerinden atlayan dalgalar, bugün iskelenin biraz ötesine kadar yaklaþmýþ, fakat sahile bu kadar yaklaþmalarýnýn bedeli olarak güçlerini önemli ölçüde yitirmiþlerdi. Köpürecek takati kalmamýþ büyük kabarcýklar gibi sallanýp duruyor, suyun bir inip bir çýkmasýna neden oluyorlardý. Bir kaç balýkçý teknesi limandan ayrýlmýþ Boztepe burnuna doðru yol alýyorlardý. Sait Reis onlarýn arasýnda mýydý acaba? Yoksa henüz Yalý kahvesinde çayýný yudumlayýp, gazetesini mi okuyordu? Þenol, Sait Reis’in artýk her gün balýða çýkmadýðýný söylemiþti dün bir ara. Nesrin yaþlý adamý bugün görebilmeyi çok arzuladýðýný hissetti. Kendisine çok yakýn görüyordu onu nedense. Sanki ona açýlabilip, kimseye anlatmaya cesaret edemediði dertlerini anlatabilecekmiþ gibi. Yeþil saçlý küçük kýzý, kýrmýzý saçlý yaþlý kadýný, ayný konuþmalarý dört kez arka arkaya yapýp dört bira içmek zorunda kalýþýný ve diðer saçma olaylarý. Öyle istiyordu ki birisine anlatabilmeyi.






Gökyüzünde bulutlar vardý ve rüzgarýn etkisiyle hýzla kendisine doðru hareket ediyorlardý. Sinop, gecenin erken saatlerinde girdiði derin uykusundan yavaþ yavaþ uyanmaya baþlamýþ, uykunun aðýrlýðýný üstünden silkeleyip atmaya çalýþýyordu.

Daha fazla oyalanmamaya karar veren Nesrin odasýna dönüp tuvalet çantasýný aldý ve banyoya girdi. Banyodaki tüm iþi yirmi dakikadan fazla sürmedi. Bu süreye duþ da dahildi. Eskiden beri çabucak hazýrlanýr, saatlerce banyodan çýkmayan insanlarý anlamakta zorluk çekerdi. Nuri’yle aralarýnda önemli bir tartýþma konusuydu bu zaten. Nesrin özellikle Pazar günleri keyifle kahvaltý masasýnda otururlarken, Nuri’nin gazete elinde tuvalete kapanýp en az yarým saat içerde kalmasýna çok sinirlenirdi. Nuri ise her seferinde ayný cevabý verirdi. “Böyle alýþmýþým sevgilim, ne yapayým.”

Aceleyle ve sanki önemli bir þey kaçýracakmýþ gibi kot pantolonunu ve çantasýndan yeni çýkardýðý tiþörtü üstüne geçiren Nesrin, her ihtimale karþýn bikinisini içine giymiþ ve plaj çantasýný hazýrlamayý da ihmal etmemiþti. Merdivenlere yönelmeden önce yarý ýslak saçlarýný arkasýnda at kuyruðu yaparak gardýrobun aynasýnda kendisine baktý. Görüntüden memnun kalýp, aðzýnýn içinde belli belirsiz mýrýldandý. “Bundan iyisi can saðlýðý, hele bunca olaydan sonra fazla iyi bile sayýlýr.”

Ev halký henüz derin bir uykudaydý. Kimseyi uyandýrmamak için sesizce hareket ederek en alt kata inip sokak kapýsýndan küçük bahçeye çýktý. Yönünü belirlemesi tahmin ettiði gibi hiç de zor olmadý. Önüne çýkan sokaktan sola doðru kývrýlarak yokuþ aþaðý yürüdü ve bir kaç dakika içinde Hükümet Meydaný’na vardý. Sonra hýzlý adýmlarla iskele yönüne ilerleyip oradan saða döndü. Karný acýkmýþtý ve bir an önce Yalý kahvesine gidip bir þeyler yiyip içmek istiyordu. Birdenbire aklýna Yalý kahvesinin biraz ilerisindeki Körfez pide salonu geldi. Bu saatte açmýþlar mýydý acaba? Þansýný denemeye deðerdi doðrusu. Ne güzel olurdu þimdi peynirli sýmsýcak bir pide.

Yalý kahvesinin önünden geçip Körfez pide salonuna baktý. Kapý kapalý olmasýna raðmen içerde bir hareketlilik göze çarpýyordu. Ýçeriye girip “açýkmýsýnýz, bir peynirli pide alabilir miyim?” diye sordu. Aldýðý cevap onu sevindirdi. Açmýþlardý ve fýrýn daha yeni ýsýnmýþtý. On dakika beklerse pidesini alabilirdi. Ödemeyi yaparak dýþarýya çýktý ve Yalý kahvesine yöneldi. Kahvenin giriþinde durarak masalara göz gezdirmeye baþladý. Sevinçten kalbi hýzlanarak





tespit ettiði üzere en dipteki masalardan birisinde, mendireðin hemen önünde Sait Reis oturmuþ gazetesini okuyordu. Masaya yaklaþýp, onu göremeyecek kadar gazetesine konsantre olmuþ Sait Reis’e neþeli bir ses tonuyla seslendi.

-     Günaydýn Sait Reis. Dememiþ miydim gitmeden önce sizi mutlaka göreceðim diye? Bakýn iþte, sözümü tutuyorum. Oturabilir miyim?

Sait Reis, okuma gözlüðünü masanýn üstüne býraktýktan sonra, yüzünde geniþ bir gülümsemeyle Nesrin’e yöneltti babacan bakýþlarýný.

-     Gel güzel kýzým, gel. Otur bakalým þöyle yanýma. Bu erken saatte nasýl kalkabildin böyle? Tatilciler genelde geç kalkarlar. Fakat senin farklý olduðunu suyun içindeki el kol hareketlerinden hemen anlamýþtým zaten. Bugünkü planlarýn nedir bakalým? Nereye doðru yüzmeye niyetlisin? Söyle de, ona göre önlemimizi þimdiden alalým.

Nesrin gülerek yaþlý balýkçýnýn yanýna oturdu. Konuþurken gözlerinin içi bile gülüyordu.

-     Vallahi, dünkü olaydan sonra bugün denize gireceðimi pek sanmýyorum. Þenol’un dediðine göre, bu taraf bugün biraz bulanýk ve dalgalý olurmuþ. Onun için arka denize gideceðiz herhalde. Orayý da görmüþ olurum böylece.

Sait Reis baþýný sallayarak onayladý.

-     Evet, arka deniz bugün daha güzel olur. Ben her zaman tercih ederim orasýný. Kalabalýk deðildir, insan kafasýný dinler. Ayrýca sahilde uzun bir yürüyüþ yapmak da mümkündür.

Bir anlýk sessizlikten sonra Nesrin tekrar konuþmaya baþladý.

-     Sinop’dan ve kendinizden biraz anlatsanýza Sait Reis. Öyle merak ediyorum ki, buralarýn eskiden nasýl olduðunu.

Sait Reis bildiklerini ve hatýrladýklarýný anlatmaya can atýyor gibiydi. Gözlerinin ýþýl ýþýl yanmasýndan belliydi bu. Hala elinde tuttuðu gazeteyi







katlayarak masanýn üstüne koydu, biraz ilerideki masanýn üstünden boþ bardaklarý toplayan genç çocuða “Mustafa, iki çay getir bize” diye seslendi ve bakýþlarýný Nesrin’e çevirerek devam etti.

-     Benim dedem kurtuluþ savaþýnda gidip Çerkez Etem’e katýlmýþ. Çerkez Etem’in birlikleri daðýtýldýktan sonra da nizami birliklere geçmiþ. Bir sürü yerde savaþmýþ Kemal Paþa’nýn ordusu düþmaný yenene kadar. En sonunda gelip buraya yerleþmiþ ve kendisi gibi bir Çerkez kýzý almýþ. Yaþlýlýðýný hatýrlarým, Çerkez Etem’e laf söyletmezdi. Gözleri dolardý ondan laf açýlýnca. ‘Kemal Paþa’ya karþý bir yanlýþ yapmýþ olabilir, ama hain deðildir o, kurtuluþ savaþýna karþý tek bir kurþun bile sýkmamýþtýr’ derdi. Ben bilmem, o konuyla ilgili pek bir þey okumadým. Yalnýzca dedemin laflarý kulaðýmda çýnlar durur hep. Çok yakýþýklý bir adamdý, ama fazla yaþamadý. Aðzýndan sigarasý eksik olmazdý. Altmýþýnda göçtü gitti kanserden. Ruhu þad olsun...Ýlkokulu bitirir bitirmez balýkçýlýða baþladým ben. Yani neredeyse altmýþ yýl önce. Ýkinci Dünya Savaþý daha yeni bitmiþti. Ne sýkýntýlý günlerdi ama. Buranýn nüfusu o zamanlar 3-5 bin ya var, ya yok. Para desen, zaten kimsede yok. Çoðu zaman balýkla un, mercimek, fasülye, nohut falan deðiþ tokuþ ederdik. Bu saydýklarýmý bulabilirsek tabii. Haftanýn en az 3-4 günü de balýk olurdu masamýzda. Lüfer, palamut, kalkan, hamsi, ne istersen çýkardý denizden yýlýn 8-9 ayý. Hiç unutmam rahmetli anneannem bir fýrýnda hamsi yapardý büyük tepsinin içinde, o lezzeti anlatmak olanaksýz. Tepsiyi mahallenin fýrýnýna ben götürüp getirirdim. Bir gün sýcak tepsi elimde koþarak eve gelirken düþmüþtüm de, Sinop’un bütün kedileri bayram etmiþti. Yedi kardeþtik, beþ kýz, iki erkek. En küçük ben. Aðbim iki sene önce öldü, fakat ablalarýmýn hepsi yaþýyor. Biri Ayancýk’da, biri Gerze’de, diðerleri burada. Bizim sülalede doksanýndan önce göçen kadýn yoktur zaten. Düþünüyorum da, çok sýkýntý çekti annemle babam. Yedi çocuðu doyur, giydir, ihitiyaçlarýný karþýla, evlendir, kolay deðil tabii. Hiç birimiz okuyamadýk, para yetmedi, fakat her þeye raðmen mutluyduk ve birbirimize hep baðlý kaldýk. Çerkezlerde böyledir zaten. Çok baðlý olurlar birbirlerine. Senede bir bütün sülale mutlaka biraraya geliriz burada. Torunlar, yeðenler, halalar, teyzeler, hatta damatlar bile. Gelinler zaten bizden sayýlýr. Toplam yüz elli kiþi falan. Yer, içer, eðlenir ve eskilerden anlatýrýz. Gençler dinler çoðunlukla. Yaþlýlara saygýdan. Bazen de akþamlarý çerkez oyunlarý oynarýz. Bilir misin bizim oyunlarý? Ben de oynarým bazen hala.





Sait Reis’in gözleri buðulanýr gibi oldu. Mendirekte sallanan kayýklara bakarken, sanki o günlere geri dönmüþtü. Nesrin yaþadýðý büyülü aný bozmak kaygýsýyla nefes almaya bile cesaret edemiyor, yaþlý adamýn boðuk ve hýrýltýlý sesiyle anlatmayý sürdürmesini bekliyordu. Sait Reis bir süre sonra kaldýðý yerden devam etti.

-     Sinop’un en zengin ve refah zamaný Amerikalýlarýn burada olduðu yýllardýr. Radarda yani. Ellili yýllarýn baþýndan on iki-on üç yýl öncesine kadar. Sovyet Rusya’yý gözetlemek için bayaðý para yatýrdýlar buraya. Seksenli yýllarda en kalabalýk zamanlarýnda beþ yüz-altý yüz kiþi varlardý herhalde. Sinoplularla hiç kaynaþmadýlar gerçi, ama çok para harcarlardý. Sinop’tan ve bizden hep ayrý yaþadýlar, plajlarý bile tel örgülerle ayrýlmýþtý. Bize yasaktý oraya yaklaþmak. En güzel kumsal onlara tahsis edilmiþti. Hýz motorlarýyla, su kayaklarýyla ve Coca Cola’larýyla farklý bir dünyadan gibiydiler. Yukarýda beysbol sahalarý bile varmýþ duyduðuma göre. Ben o zamanlar solcuydum. Ýþçi Partisi’ne oy verirdim. Deðiþmiþ de deðilim aslýnda. Yine olsun, yine veririm. Ne deðiþti ki? Sovyet Rusya çöktü gitti diye solculuktan vazgeçecek deðiliz ya. Sömürü bitti mi? Ýþsizlik yok mu oldu?

Sait Reis’in ani diklenmesi baþladýðý gibi birdenbire sona erdi.

-     Amerikalýlar sonra bir gün geldikleri gibi sessizce çekip gittiler. Tek bir iz bile býrakmadan. Ne bir isim, ne bir arkadaþlýk, ne de bir alýþkanlýk veya adet. Sinop için hiç iyi olmadý bu elbette, ama ben üzülmedim.

Yüzünde çocuksu bir gülümseme belirdi ve gülümseyerek de konuþmasýný sürdürdü.

-     Altmýþlý yýllarda henüz gençken, Amerikalýlarýn buradan casusluk yapmasýný protesto etmek üzere, hava karardýktan sonra radara çýkýp etrafýndaki tel örgülere iþerdik. Hatta bir gün ana giriþ kapýsýnýn çok yakýnýna kadar yaklaþýp her tarafý göle çevirmiþtik arkadaþlarla. Ne büyük eylemdi ama. Coniler korkudan altlarýna etmiþlerdir herhalde. Meðer bunlar bizi görmüþler. Bir gün henüz hava kararmadan yukarýya çýktýðýmýzda, üç-dört kilometre ötedeki hava alanlarýndan küçük bir uçak kaldýrdýlar. Baktýk, bir uçak üstümüze dalýþ yapýyor. Hepimiz daðýldýk






-     tabii. Pilot bir þeyler attý uçaktan. Ýlk önce bomba sandýk, çok korktuk. Sonra gidip baktýk ki, tuvalet kaðýdý atmýþ. Çok sinirlendik, yediremedik kendimize. Ýþin en komik yaný da ne, biliyor musun? Sonradan radarda çalýþan bir tanýdýktan öðrendik, bu iþi yapan pilotun ismi Don’muþ. Düþünebiliyor musun? Don...Don Ackerman. Hiç unutmadým adamýn adýný.

Kafasýný arkaya atarak kahkahalarla gülmeye baþladý. Nesrin de ona katýlmýþ katýla katýla gülüyordu. Bir sürü genç adamýn pantolonlarýnýn önünü çözüp etrafa iþerken üstlerine tuvalet kaðýdý atýlmasý ve adamlarýn bir yandan pantolonlarýnýn önünü iliklerken, öbür yandan etrafa kaçýþmalarý gözünün önünde canlanmýþtý.

Sonra aklýna birdenbire, sipariþ edip almayý unuttuðu pide geldi. Oturduðu yerden telaþla ayaða fýrlayarak Sait Reis’e durumu anlattý ve koþar adýmlarla pide salonuna gitti. Fýrýnýn önündeki adam Nesrin’i görünce kollarýný iki yana açarak “neredesiniz abla, sizin pideyi tam soðumadan önce acelesi olan birine verdik gitti, ama þansýnýz var, size yeni çýkanlardan bir tane verebilirim” dedi. Nesrin özür dileyerek sýmsýcak pideyi alýp Yalý kahvesine geri döndü ve paketi masanýn üzerinde açarken Sait Reis’e yöneldi.

-     Haydi Sait Reis, ne olur yalnýz býrakmayýn beni. Çok fazla gelir zaten bana, hepsini tek baþýma yersem.

Sait Reis gözünü pideye dikmiþ ellerini oðuþturarak yutkunup duruyordu.

-     Býrakmam kýzým, býrakmam. Sen hiç merak etme. Haným yasakladý esasýnda böyle yaðlý þeyleri, fakat ben hiç umursamýyorum bile. Bu yaþtan sonra kendimi kýsýtlayacak deðilim. Varsýn biraz zararlý olsun. Öldürecek deðil ya.

Kýsa sürede kocaman pideyi bitirdiler. Nesrin için de bir kaçamak olmuþtu bu ziyafet. Dilimlenmiþ pideyi elleriyle yedikleri için, elleri yað içinde kalmýþtý. Nesrin çantasýndan, her zaman yanýnda taþýdýðý kolonyalý mendillerden iki tane çýkartarak birisini Sait Reis’e uzattý. Sait Reis ellerini sildikten sonra keyifle arkasýna yaslandý, gömleðinin ön cebinden çýkardýðý paketten filtresiz bir







sigara alarak benzinli çakmaðýyla yaktý ve tekrar konuþmaya baþladý. Çaylarý da bu arada tazelenmiþti.

-     Her gün beþ tane içiyorum bu meretten. Býrakamadým gitti. Bundan sonra da býrakmam artýk...Nerede kalmýþtýk? Ha evet, Amerikalýlarý ülkelerine yollamýþtýk, deðil mi? Ondan sonra Paþabahçe fabrikasý da üretimi durdurunca, Sinop için zor günler baþlamýþ oldu.

Bir þey hatýrlamýþ gibi sustu ve çayýndan bir yudum aldý. Sonra mýrýldanarak devam etti. Bir an önceki coþku ve neþesinden hiç bir þey kalmamýþtý geriye.

-     Gençler hep iþ aramaya baþka yerlere gittiler. Buranýn nüfusu son yirmi yýlda hiç deðiþmedi, 25 bin civarýnda dolanýp duruyor. Benim de iki oðlum var dýþarda, birisi Almanya’da, diðeri Ýstanbul’da. Gerçi yazlarý geliyorlar, ama yetmiyor. Torunlarýmý çok özlüyorum...Turizm desen, sezon en fazla üç ay, bir türlü beklediðimiz patlama olmadý. Yýlda altmýþ-yetmiþ bin turist ancak geliyor. Bunlarýn yalnýzca bir kaç bini cebinde döviz olan yabancý. Balýk da eskisi gibi çýkmýyor artýk. Yavru kalkanlarý avlaya avlaya kökünü kuruttuk kalkanýn neredeyse. Çýkmýyor deðil hala, ama nerede o eski dev kalkanlar. Yaz aylarýnda ise çarpan balýðýna kaldýk. Eskiden aða takýlan çarpanlarý gerisin geriye denize atardýk. Lezzetli gerçi ama, kuþ kadar eti var zavallýcýðýn. On tanesinden bir þiþ ya çýkar, ya çýkmaz.

Sait Reis sonuna geldiði sigarasýndan bir nefes daha çekerek yüzünü mendirek tarafýna çevirdi. Masanýn üzerine hüzünlü bir sessizlik çökmüþtü.

Kocaman dallarý ve yemyeþil yapraklarýyla Yalý kahvesini bir çadýr gibi himayesine almýþ olan çýnar aðacý rüzgarýn neden olduðu belli belirsiz bir uðultu çýkarýyor, havada daireler çizerek masalara dökülen tek tük yapraklar kýsa sürede uçup gidiyorlardý. Mendireðin önündeki duvarýn üstünde küçük bir kedi, bir balýk kafasýný kemirmekle meþguldü. Nesrin de bir sigara yakýp bacak bacak üstüne attý ve hüzünlü sessizliði çekingen bir sesle bozdu.

-     Geriye baktýðýnýzda her þey istediðiniz gibi oldu mu? Burada yaþamaktan mutlu musunuz?







Sait Reis hemen cevap verecek gibi oldu önce, sonra duraksadý ve düþündü. Kafasýnda bir þeyler toparlýyor gibiydi. Sigarasýnýn ince külünü cam küllüðe silkerken Nesrin’e baktý ve aðýrdan alarak konuþmaya baþladý.

-     Ben buraya hep aþýktým, kendimi bildim bileli. Hayatýmýn en büyük sevdasý oldu bu deniz. Esasýnda aþk için, uzaktan uzaða daha etkili olur derler. Aþkýn yanýna gidince, aþk kendisini yokedermiþ. Fakat bende öyle olmadý. Giderek daha fazla baðlandým buralara. Çekip gitmek zorunda kalsaydým ne olurdu acaba diye bazen düþünürüm de, iþin içinden çýkamam bir türlü. Belki tam bir kara sevdaya dönüþürdü tutkum, belki de yeni mekanýma çabucak alýþýp unuturdum buralarýný. Fakat sonuçta mutlu sayýlýrým herhalde. Yýllar önce bir romanda okumuþ ve yazarýn bir saptamasýný çok benimsemiþtim. Mutlu aileler hep birbirlerine benzermiþ, sýradan olurlarmýþ yani, mutsuz ailelerin hepsinin ise farklý bir hikayesi olurmuþ, hiç biri diðerine benzemezmiþ. Benim hiç öyle bir hikayem olmadý, yaþamaktan baþka bir düþünceye takýlýp kalmadým. Gökyüzündeki yýldýzlarý bile olduðu gibi kabul ettim. Kendimle ve çevremle hep barýþýk kalmaya çalýþtým. Solculuðum da Ýþçi Partisi’ne oy vermekten öteye gitmedi onun için.

Bütün yüzünü kaplayan bir gülümsemeyle ekledi hemen.

-     Bir de radarýn tel örgülerine iþedim bol bol.

Ýkisi de güldü uzun uzun. Ýçten bir gülmeydi bu, fakat içinde biraz hüzün de vardý. Sonra yine sessizlik hakim oldu masada. Nesrin, Sait Reis’in söyledikleri üzerine düþünüyordu. Özellikle son laflarý takýlmýþtý aklýna. “Mutsuz ailelerin hiç biri diðerine benzemezmiþ, hepsinin farklý bir hikayesi olurmuþ.” Kendisinin de farklý bir hikayesi var mýydý acaba? Yoksa sýradanlýða ulaþmayý baþarabilmiþ miydi? Onun hikayesi burada baþlamýþtý belki de, Sinop yollarýnda ve Sinop’un ara sokaklarýnda. Baþ rollerde yeþil saçlý küçük kýzla kýrmýzý saçlý yaþlý kadýn. Yan rollerde ise benzinlikteki yüzü terli salak bakýþlý çocukla Kastamonu’daki þaþkýn garson. Fakat bir mutsuzluk hikayesi deðildi ki bu. Olsa olsa anlamý olmayan, saçmalýklarla dolu bir hikaye. Büyük bir olasýlýkla yalnýzca kendi fantazisinde yaþanan bir hikaye.







Tam Sait Reis’e baþýna gelenlerden bahsetmek kararýný almýþtý ki, telefonunun melodisi çalmaya baþladý. Sevinç’ti arayan. “Nerelerdesin, sabah sabah kaybolup gitmiþsin” diye soruyordu. Kýsaca anlattý nerede olduðunu ve ne yaptýðýný. Sevinç’in söylediðine göre arka denize gideceklerdi bugün. Hemen eve gelmesi gerekiyordu. Yolda durup pide alacaklardý daha. Nesrin “pideleri
ben alýrým, oradayým zaten, yarým saat sonra Hükümet Meydaný’nda buluþalým” dedi. Pideleri Nesrin’in getireceðini anlamýþ olan Þenol’un sesi duyuluyordu arkadan. “Beþ tane yaptýr Nesrin, beþ.” Sevinç ise tiz bir sesle baskýn çýkmaya çabalýyordu. “Bak Nesrin, üç taneden fazla alýrsan, arta kalanýn hepsini sana yediririm, buradaki koca göbeklinin dediðine bakma sakýn.”

Sait Reis ile aceleyle vedalaþtýlar. Nesrin yaþlý balýkçýyý sert ve kavruk yanaklarýndan öpmüþ, çok yakýn bir dostundan ayrýlýyormuþçasýna sýký sýký kucaklamýþtý. Bir dostluk kurmak böylesine garip bir olaydý iþte. Her gün görüþülen, hep bir arada olunan birisiyle dostluk iliþkileri oluþmayabilir de, bazen bir bakýþ, bir söz veya bir dokunma ömür boyu süren sýmsýcak bir yakýnlaþma ortaya çýkarabilirdi. Sait Reis ile Nesrin arasýnda olduðu gibi. Ayrýlýrken yaþlý adamýn adresini ve ev telefonunu almayý ihmal etmemiþti Nesrin. Mutlaka arayacaktý onu.

Yaþlý balýkçýnýn arkasýndan bir süre baktýktan sonra hýzlý adýmlarla Körfez pide salonuna gidip beþ pide istedi. Ayný Þenol’un dediði gibi üçü peynirli, ikisi kýymalý. Saat de dokuzbuçuk olmuþtu bu arada. Pideleri beklerken Sevinç’i arayýp, yataðýn üstündeki plaj çantasýný yanýna almasýný söyledi. Evet, her þey içindeydi. Hazýrlayýp yataðýn üstüne býrakmýþtý.

Sonra köþedeki gemi maketi satan dükkana uðrayýp iki küçük maket seçti. Birisi babasý, diðeri Nuri için. Hükümet Meydaný’na doðru yürürken elleri torbalarla doluydu. Özellikle pideler sandýðýndan daha aðýrdý. Herhalde oldukça yaðlý olmalarý nedeniyle. Yokuþ yukarý çýktýðý için hem nefes nefese kalmýþ, hem de terlemiþti. Þenol’un cipini görünce rahat bir nefes aldý. Nesrin’in geldiðini farkeden Sevinç arabadan inip son metrelerde ona yardým etti. Paketleri arabanýn bagajýna yerleþtirirlerken, Nesrin babasýyla Nuri’ye aldýðý gemi maketlerinden bahsediyordu. Daha büyüklerinden almak istemiþ, fakat taþýyamayacaðý düþüncesiyle iki küçük makette karar kýlmýþtý. Sevinç ise pide paketiyle daha ilgili gibiydi. Nesrin’i azarlamaya baþladý.







-     Aþkolsun Nesrin, o kadar söyledim, yine de yiyemeyeceðimiz kadar pide almýþsýn. Bu adamýn gözü doymuyor, gözü. Gör bak, en az yarýsý elimizde kalacak.

Arabaya binip yola koyuldular. Nesrin Nilüfer’i yanaðýndan öpüp saçýný okþadý. Þenol, Nesrin’in beþ pide aldýðýný duyunca, sevincini gizlemeye gerek duymadan “yaþþa Nesrin” dedi. “Bizim gittiðimiz koya Zafer ile Aynur da gelecek. Onlarýn iki çocuðuyla birlikte sekiz kiþi olacaðýz. Beþ pide yetmez bile.”

Sevinç’in keskin bakýþý olmasaydý, pideciye uðrayýp iki pide daha almayý teklif edecekti Þenol galiba. Ancak bakýþ o denli keskindi ki, susmak zorunda kaldý. Bir gün önceki gibi çarþýnýn içinden geçerlerken Sevinç arkasýna dönüp Nesrin’e seslendi.

-     Kýzým, o ne haldi öyle dün akþam? Yarým bardak biradan sarhoþ olup sýzdýn kaldýn. Eskiden böyle olmazdýn sen. Bütün gün doðru dürüst bir þey yemedin diye oldu herhalde. Ne zorun vardý yarým bardak birayý bir dikiþte içmeye?

Nesrin zoraki bir gülümsemeyle geçiþtirmeye çalýþtý konuyu. Yorgunluktan olacaktý herhalde. Bira pek içmezdi aslýnda. Alýþýk deðildi.

Bu arada çarþýyý geride býrakmýþ, açýk deniz saðlarýnda olmak üzere ilerliyorlardý. Masmavi sular bir gün öncesine göre çok sakin görünüyordu. Küçük dalgalar kýyýda eriyip, tekrar güç toplamak üzere geri çekiliyor, anýnda yok olup giden su kabarcýklarýndan bazýlarý kendilerini bir çakýl taþýnýn üstüne atarak kýsacýk yaþamlarýný biraz daha uzatmaya çalýþýyorlardý. Ancak, bir sonraki dalga bir yandan bu küçük baþkaldýrýnýn sonunu hazýrlarken, diðer yandan yeni bir kabarcýk baþkaldýrýsýnýn zeminini oluþturuyordu. Bu oyunu yol boyunca seyretmekten kendisini alamayan Nesrin derin düþüncelere dalmýþ gibiydi. Bazen insan derin düþüncelere dalýp, sonradan ne düþündüðünü bile hatýrlayamaz ya iþte öyle bir dalýp gitme. Dalga ve kabarcýklarýn tiyatromsu bir yaný var gibi gelmiþti Nesrin’e. Ve bu, biraz da hoþuna gitmiþti. Cevabý olmayan ve iþkence gibi gelen bazý sorularý kendi kendine sürekli sormaktan kaçýndýðý için olsa gerek, tüm dikkatini bu tiyatroya vermiþti sanki.







Þehirden çýkýp Akliman’a giden yola girdiler. Saðlarýnda kum ve denizden baþka bir þey yoktu artýk. Ýrili ufaklý bir sürü koy birbirinin arkasýna dizilip duruyor, bazýlarýnýn uzunluðu bir kilometreyi bulurken, bazýlarýnýnki elli metreyi bile geçmiyordu. Göz alabildiðince uzanan kumsallarda çok az insan göze çarpmaktaydý. Bazý koylar ise tamamiyle bomboþtu. Anlaþýlan Sinoplular bugün
bile ön denizi tercih etmiþler, arka denize gelenler de, sanki gizli ve yasak bir þey yapacaklarmýþ gibi diðer gruplardan en uzak yerleri seçmiþlerdi.

Þehirden çýktýktan sonra fazla uzaklaþmadan küçücük bir koyun önünde durdular. Koyun uzunluðu en fazla yüz metreydi. Geniþliði ise yirmi metre kadar. Koyun iki tarafý da, denizin içine giren kayacýklarla kapalýydý. Bir sonraki veya önceki koya geçmek için kalça hizasýna kadar denize girip 3-5 metrelik bir mesafeyi denizden yürümek gerekiyordu.

Arabanýn bagajýndan eþyalarýný alýp koyun tam ortasýndaki bölgeye yerleþtiler. Burasýnýn kumu ön denize göre daha kalýndý. Küçücük koyda þimdilik kendilerinden baþka kimsecikler yoktu.

Nesrin dizlerine kadar denize girip sol taraflarýnda kilometrelerce uzayýp giden kumsala baktý. Çok uzaklarda baþka bir grup daha vardý. O kadar uzaktalardý ki, kaç kiþi olduklarý bile seçilemiyordu. Uçsuz bucaksýz kumsalda neredeyse yapayalnýz gibiydiler. Kumsalýn bittiði yerden baþlayarak denizin içine doðru giren Ýnce Burun, arkasýnda olup bitenleri gözlerden gizlemek istercesine güneþ ýþýnlarýný yansýtýp dalgalara meydan okuyordu. Her þey o denli doðaldý ki, ýssýzlýktan dolayý hiç bir rahatsýzlýk hissetmedi Nesrin. Karadan gelen ýlýk bir rüzgar omuzlarýný ve boynunu gýdýklýyor, yer yer terli tenine yapýþmýþ saçlarý teninden ayýrmaya çalýþýyordu.

Nesrin ellerini kürek gibi kullanarak omuzlarýný ve boynunu biraz ýslattýktan sonra denizden çýkýp Þenol’un kurduðu güneþ þemsiyesine yöneldi. Sevinç ile Þenol portatif bir masanýn üstüne termoslarý ve kartondan yapýlmýþ bardak, çatal ve tabaklarý yerleþtirmiþ, þimdi de pide paketini açýyorlardý.

Tam bu sýrada Þenol’un cipinin arkasýna baþka bir araba yanaþtý. Þenol arabadan inen ikisi kýz çocuðu dört kiþiye el sallayarak “çabuk gelin, acele edin, yoksa pideler bitecek” diye baðýrdý. Sevinç bir yandan pide dilimlerini tabaklara daðýtýrken, diðer yandan da “adamýn aklý fikri pidede, sanki kýtlýktan çýktýk” diye






söyleniyordu. Yeni gelenlerle gürültülü bir selamlaþma töreni baþladý. Nesrin’i tanýtma görevini Sevinç üstlenmiþti. En sonunda küçük þezlonglara yerleþip pideleri yemeye koyuldular. Þenol’un, pideleri üstüste dað gibi yýðdýðý tabaðý Sevinç’in gözünden kaçmamýþtý. “Allah gözünü doyursun bu adamýn” diyordu diðerlerine, “bu gidiþle yakýnda yüz kiloya çýkacak.”

Nesrin, Sait Reis ile birlikte önceden bir pide yediði için, tabaðýna yalnýzca iki dilim pide almýþ, onlarý bile yemekte zorlanýyordu. Sevinç’in termos içinde getirdiði sütlü kahve gerçekten iyi gelmiþti. Kahvesini keyifle yudumlarken gözü Zafer ile Aynur’a takýldý. Çok sempatik insanlardý ve hemen bir kaynaþma olmuþtu aralarýnda. Aynur üniversitede deniz ürünleriyle ilgili bir araþtýrma projesinde çalýþýyor, Zafer ise serbest muhasebecilik yapýyordu. Nesrin ile hemen senli benli olmuþlar, Ankara’ya son geldiklerinde gittikleri yerleri anlatýyorlardý.

Çocuklar pidelerini aceleyle bitirip denize girmiþler, sýð suda neþe çýðlýklarý atarak voleybol oynuyorlardý. Bir süre sonra Nesrin de onlara katýldý. Ýyice yorulduðunu hissedene kadar çocuklarla birlikte tepinip durdu suyun içinde. Çocuklarla çocuklaþývermekte eskiden beri hiç zorlanmazdý. Son bir defa suya dalýp çýktý ve kumsala gelip iyice kurulandý. Sonra çantasýndan çýkardýðý güneþ kremini bütün vücuduna sürmeye baþladý. Sýra sýrtýna geldiðinde yanýnda bitiveren Aynur yardým etti ona. Aynur, kýsacýk siyah saçlarý, üçgen yüzüne kömür taneleri gibi yerleþmiþ kocaman gözleri ve güneþten neredeyse kavrulmuþ incecik vücuduyla çok hoþ bir kadýndý. Havlularýnýn üstüne yanyana uzanýp güneþlenmeye baþladýlar. Sevinç þemsiyenin korumasýnda kitabýný okuyordu. Þenol ile Zafer ise þezlonglarýna kurulmuþ ve koyu bir sohbete dalmýþlardý. Nesrin emin deðildi ama, futbol konuþuyorlardý galiba.

Güneþten çok çabuk bunalan Nesrin yarým saatte bir denize dalýp çýkýyor, sonra tembelce yatmaya devam ediyordu. En sonunda sýkýlýp, güneþ þemsiyesinin altýnda oturmakta olan Sevinç’in yanýna gitti. Birer sigara yakýp kahve içtiler.

Saat öðleden sonra üçe yaklaþýrken Nesrin þapkasýný kafasýna geçirip, tiþörtünü giydi ve kumsalda yürüyüþe çýkacaðýný söyledi. Sevinç kendisine eþlik etmek istemiyordu. “Ben bu sýcakta yürüyemem, sen de fazla uzaklaþma, denize girmeye de sakýn kalkýþma” dedi. Aynur ise ayaðýný incittiðini, uzun bir yürüyüþe dayanamayacaðýný belirtti.





Diðerlerinden ayrýlan Nesrin yalnýz kaldýðýna sevinmiþti aslýnda. Sohbet etmek içinden gelmiyor, kafasýný dinlemek istiyordu zaten.

Ýnceburun’a doðru yürümeye baþladýðýnda, geçen gece normalden daha fazla uyumuþ olmasýna raðmen – belki de esas bu nedenle – kendisini biraz yorgun hissediyordu. Bacak adelelerindeki hafif aðrýlar yavaþ yürümesine neden oluyor, ayak bileklerine kadar yükselip usulce geri çekilen suyun serinliði bir türlü bütün vücudunu saramýyordu. Yan koya geçmek için kalçalarýna kadar suyun içine girip, kaygan ve sivri kayalarýn kapattýðý bir kaç metrelik mesafeyi denizin içinden yürüdü.

Þimdi daha uzun ve geniþ bir koydaydý. Koyun uzunluðu en az beþ yüz metre, geniþliði ise – tam ortasýnda – kýrk metre kadardý. Kumsalýnda hiç kimsenin bulunmadýðý koy hayaletimsi bir görüntü sergiliyordu. Kumlarýn yolla birleþtiði yer birdenbire yükselerek iki metrelik bir yamaç halini alýyor, toprak yolun kenarýndaki kurumuþ çalýlar, kumsalla yol arasýnda doðal bir bariyer oluþturuyordu. Issýzlýktan korkmayý aklýnýn ucundan bile geçirmeyen Nesrin yürümeye devam etti. Kendisini fazla zorlamýyor, oldukça düþük bir tempoda ilerliyordu. Öðlen sýcaðýnda koþturup terlemenin ve bitkin düþmenin bir anlamý yoktu. Sinop’taki son günü iyi baþlamýþtý, iyi bir þekilde sona ermesi için elinden geleni yapmaya kararlýydý.

Suya vuran güneþ ýþýnlarý denizin tam ortasýnda þeffaf ve beyaz büyük bir üçgen meydana getirmiþti. Üçgenin karaya bakan sivri ucu suyun hareketiyle oynayýp duruyor, uzaklardaki geniþ kenar ise çizgi halindeki ufukla birleþip, güneþ bir bulutun arkasýnda kaybolduðunda, aniden yok oluyordu. Sanki gözle görülmeyen birisi denizin üstüne bir üçgen çizip, sonra tekrar – belki hoþuna gitmediði için – dev bir silgiyle siliyor gibiydi. Nesrin’in ayaklarý, dalga geldiði zaman bileklerine kadar ýslak kumun içine batýyor, sular çekildiði zaman ise,
kumun üstünde, bir sonraki dalgayla yok olan ayak izleri býrakýyordu. Son derece huzur doluydu her þey ve bu yürüyüþe çýktýðýna giderek daha çok seviniyordu.

Nihayet uzun koyun sonuna geldi. Bir sonraki koya geçmek için tekrar denize girmek zorunda deðildi. Fazla yüksek olmayan bir kaç kayanýn üstünden geçerek öbür koya adým atabilirdi. Önüne gelen ilk kayalarýn üstünden geçerek







durdu. Ýki koy arasýnda, uzunluðu en fazla 6-7 metre olan – fakat uzaktan farkedilmeyen – küçücük baþka bir koy daha vardý ve genç bir çift burada kumlara uzanmýþ güneþlenmekteydi.

Nesrin’i birden karþýlarýnda görünce ona bakýp gülümsediler. En fazla yirmi beþ yaþýnda olan bikinili genç kadýn, dirseklerinin üzerinde doðrularak seslendi.

-     Merhaba, kolay gelsin, Kömür bu sefer de sizi mi buldu peþine takýlmak için?

Nesrin, bir þey anlamadýðýný belli eden bir yüz ifadesiyle “merhaba” dedi, “ne dediðinizi anlayamadým, kömür mü dediniz?” Genç kadýn parmaðýyla Nesrin’in arkasýna iþaret ederek sürdürdü.

-     Arkanýza baksanýza. Bizim Kömür yakýn takibe almýþ sizi. Kim bilir ne zamandýr peþinizden yürüyüp duruyordur.

Nesrin þaþýrarak arkasýný döndü. Sadece iki metre arkasýnda kocaman ve simsiyah bir köpek, bir kayanýn üstünde durmuþ ona bakýyordu. Kýsacýk tüyleri, çenesinin altý sarkýk büyükçe bir kafasý ve sarý küçük gözleri vardý. Nesrin olduðu yere çömelerek ellerini köpeðe doðru uzattý.

-     Gel bakalým Kömür. Demek peþime takýldýn. Söyle bakalým oðlum, ne zamandýr peþimden yürüyorsun böyle? Kusura bakma, hiç farketmemiþim seni.

Siyah köpek bir kaç adým atýp Nesrin’in yanýna geldi. Göðsünün, sarkýk kulaklarýnýn ve kocaman kafasýnýn Nesrin tarafýndan okþanmasýna kayýtsýz kalýyor, hiç bir tepki göstermiyordu. Bir heykel gibiydi adeta, kalýn bir kýrbaca benzeyen kuyruðunu bile sallamýyor, öylece hareketsiz durmuþ sarý gözleriyle bakýyordu. Bu sefer genç adam sözü aldý.

-     Çok akýllýdýr Kömür. Bu kumsallarýn köpeðidir ve hiç kimseye zararý dokunmaz. Zamanýný geçirmekten en hoþlandýðý iþ ise, birisinin peþine takýlýp yürümektir. Birisini seçerken de daha ziyade yabancýlarý tercih eder. “Onlar burada misafir, baþlarýna bir þey gelmesin”, diye düþünüyor herhalde. Ben havladýðýný bile duymadým Kömür’ün bugüne kadar.






Genç çifte “hoþçakalýn” diyen Nesrin, minik koyun öbür tarafýndaki kayacýklarýn üstünden geçerek bir sonraki koya çýktý. Burasýnýn uzunluðunu tam olarak kestiremiyordu, ama görünüþe bakýlýrsa bir kilometreden daha az deðildi. Denizi içine alan yumuþak bir kavis çizerek göz alabildiðince sürüp gitmekteydi. Koyun ortalarýnda bir yerde kalabalýk bir grup göze çarpýyordu. Biraz ileride küçük bir grup daha vardý.

Nesrin tekrar yürümeye baþladý.Biraz sonra baþýný çevirip arkasýna bakýnca, Kömür’ün arkasýndan gelmeye devam ettiðini gördü. Sabit bir hýzla ve kafasýný hiç bir yöne çevirmeksizin sürekli ileriye bakarak. Köpeklerin genelde yaptýklarý gibi saða sola koþturup, orayý burayý koklayýp durmuyor, sessiz yürüyüþü laubalilikten hoþlanmayan ciddi bir hava yansýtýyordu. Sanki çok önemli ve herkesin baþaramayacaðý bir görevi varmýþ gibi. Nesrin birdenbire durunca, o da durdu. Put gibi hareketsiz. Tek deðiþiklik ileriye deðil, Nesrin’e bakýyor olmasýydý. Nesrin’in yürüyüþüne devam etmesiyle birlikte, her þey eski halini aldý. Oldukça garibine gitmiþti bu durum Nesrin’in. Daha önce böyle bir köpek hiç görmemiþti. Hiç bir tepki göstermeyip, robot gibi davranan bir köpek.

Biraz sonra uzaktan gördüðü kalabalýk grubun yanýna gelmiþti. Kýzlý erkekli yirmi kiþi kadardýlar. Bir kýsmý kumun üstünde futbol oynuyor, diðerleri ise müzik dinlerken gürültülü bir konuþma sürdürüyordu. Müzik dinleyenlerin içinden bir kýz, yirmi metre önlerinden geçmekte olan Nesrin’e el sallayarak “Kömür yine birisinin peþine takýlmýþ gidiyor” dedi. Nesrin de kýza el salladý. Kömür hiç istifini bozmamýþ, kalabalýk grubun varlýðýný dikkate bile deðer bulmamýþtý.

Nesrin iki yüz metre ilerideki daha küçük bir grubun yanýndan geçerek yoluna devam etti. Koyun sonuna yaklaþýyordu artýk. Bir sonraki koya þöyle bir göz atýp geri dönmeye karar verdi. Herhalde kýrk beþ dakika kadar olmuþtu yürüyüþe çýkalý.

Yan koya geçerken neredeyse beline kadar suyun içine girmek zorunda kaldý. Tiþörtünü, ýslanmamasý için yukarý toplamýþtý. Arkasýna bakýnca, Kömür’ün peþinden suya gelmeyip, koyun bitiþiðindeki yamaca týrmandýðýný gördü. Anlaþýlan deniz suyundan pek hoþlanmýyordu Kömür. Denizin içinden bir kaç metre yürüyüp tekrar kumsala çýktýðýnda, Nesrin’in dört ayaklý






refakatçýsý öbür taraftaki yamaçtan aþaðýya inip kumsaldaki yerini almýþtý bile. Öylece hareketsiz duruyor, Nesrin’e “yürüyeceksen yürü artýk” der gibi bakýyordu.

Nesrin, köpeðin bu anlaþýlmaz davranýþý karþýsýnda omuzlarýný silkip yürümeyi sürdürdü. Henüz on dakika geçmemiþti ki, durdu ve etrafýna baktý. Gökyüzündeki bulutlar çoðalmýþ, rüzgar þiddetini artýrmýþ gibi geldi ve geri
dönmeye karar verdi. Kumsal önünde dümdüz uzayýp gidiyordu, bir saate yakýn yürümüþ olmasýna karþýn Ýnceburun’a hiç yaklaþmamýþtý sanki.

Bir önceki uzun koya dönerken tiþörtünün biraz ýslanmasýna engel olamadý. Deniz biraz hareketlenmiþ gibiydi. Önündeki uzun kumsala bakýnca, biraz önce orada bulunan iki grubun gittiðini tespit etti.

Adýmlarýný hýzlandýrarak yoluna devam etmek üzereyken arkasýna baktý ve ister istemez irkildi. Peþinden iki siyah köpek geliyordu artýk, daha doðrusu iki Kömür. Birbirlerine o denli benziyorlardý ki, Nesrin hangisinin yeni ortaya çýktýðýný anlayamadý. Öylece durmuþ küçük sarý gözleriyle ona bakýyorlar ve yoluna devam etmesini bekliyorlardý. Put gibi hareketsiz ve kulaklarýný bile kýpýrdatmaksýzýn.

Nesrin hayvanlardan korkmazdý, özellikle de köpeklerden. Olaðanüstü bir durum olmadýðý taktirde saldýrmayacaklarýný biliyordu. Kuduz olmadýklarý ise açýkça belli oluyordu. Öne doðru eðilerek konuþmaya baþladý.

-     Gelin bakalým, kardeþ misiniz siz? Bu ne benzerlik böyle? Gelin de tanýþalým.

Köpekler uzaktan bakmaya devam ettiler. Hiç bir yakýnlýk veya düþmanlýk belirtisi göstermeden. Bir eve, aðaca veya masaya bakar gibi. Ýçinde düþmanlýk olmamasýna raðmen ürkütücü bir bakýþtý bu. Hatta belki de, düþmanlýk kendisini belli etseydi, daha az ürkütücü bile olabilirdi. Nesrin’e de ürkütücü gelmiþti bu bakýþ. Doðrulup hýzlý hýzlý yürümeye baþladý, ama onlarýn peþinden gelmekte olduklarýný hissederek, hatta bilerek.

Kýsa sürede koyun ortasýna – kalabalýk grubun biraz önce müzik dinleyip futbol oynadýklarý yere – kadar geldi. Gökyüzündeki bulut kümeleri biraz daha






çoðalmýþtý sanki ve daha alçalmýþlardý. Yarým saat öncesine kadar, ayak bileklerini tatlý bir þekilde yalayarak geri çekilen dalgalar ise hissedilir bir þekilde güç kazanmýþlar, sahildeki dar bir þeridin köpüklenmesine neden oluyorlardý.

Nesrin, istemeyerek de olsa, arkasýna bakmak ihtiyacýný hissetti. Gördüðü
manzara karþýsýnda nedense fazla heyecanlanmadý. Ýçi hafif bir ürpertiyle týrmalandý, o kadar. Sanki bekliyordu bunu. Arkasýndan sessizce gelen birbirlerinin týpatýp benzeri siyah köpeklerin sayýsý beþe yükselmiþti. Beþ kocaman siyah kafa ve beþ çift sarý göz. Öylece durup, düþmanca olmayan, tanýmlanamaz bir düþmanlýkla kendisine bakan beþ çift sarý göz.

Adýmlarýný daha da hýzlandýrdý. Neredeyse koþuyordu artýk. Nefes nefese minik koya gelince, genç çiftin de gitmiþ olduðunu gördü. Kayalarýn üstünden geçerek yoluna devam etti. Arada sýrada arkasýna kaçamak bakýþlar atýyor, köpeklerle arasýndaki mesafenin azalmadýðýna emin olmak istiyordu. Az bir yolu kalmýþtý artýk. Bir sonraki koy kendi koylarýydý.

Önünde iki yüz metre mesafe ancak kalmýþtý ki, arkasýndan cýlýz bir havlama sesi iþitti. Büyük siyah köpeklerden çýkmýþ olmasý mümkün deðildi bu sesin. Durup arkasýna bakýnca bütün vücudu dehþetten kaskatý kesildi. Siyah köpeklerin arasýna küçücük, bembeyaz kývýrcýk tüyleri olan bir süs köpeði karýþmýþ, incecik sesiyle havlayýp duruyordu.

Diðerlerinin aksine saða sola koþuþturuyor, bir o yana, bir bu yana sýçrýyor, kumlarýn etrafa uçuþmasýna neden oluyordu. Siyah köpekler, küçük süs köpeðinin etrafýný sarýp oturdular. Küçük köpek çemberi yarýp çýkmaya çabalýyor fakat bunu beceremiyordu. Sonra sessizleþip, çemberin tam ortasýna upuzun yattý. Baþýna gelecekleri anlamýþ ve gizlenmeye çalýþýyor gibiydi sanki. Aðlamaya benzeyen belli belirsiz iniltiler çýkarýyordu.

Çember yavaþ yavaþ daralmaya baþladý. Sonra beþ siyah kafa birdenbire – sanki kendilerinden baþka kimsenin duymadýðý bir emir almýþçasýna – küçük köpeðin üzerine atlayýp onu parçalamaya baþladýlar. Küçük köpeðin son bir inilti çýkarmaya bile fýrsatý olmamýþ, kanlý kafasý, bacaklarý ve gövdesi kumlarýn üstüne daðýlýp kalmýþtý. Tüm bunlar bir dakika bile sürmemiþti.







Kalbi göðsünün içinden fýrlayýp çýkacakmýþ gibi çarpan Nesrin, farkýnda olmadan beline kadar suyun içine gerilemiþ, kötü bir rüya görüyormuþ gibi olanlarý seyrediyordu. Ýrkilerek kendine gelip etrafýna bakýndý. Gökyüzündeki bulutlar iyice çoðalmýþ, sanki baþýnýn biraz üzerinden büyük bir hýzla gelip
geçiyorlar, yükselip büyük bir hýþýrtýyla sahile vuran dalgalar neredeyse boynuna kadar ýslanmasýna neden oluyorlardý. Köpeklerden birisi, dalgalarýn sahile vurduðu yere kadar ilerleyerek Nesrin’e diþlerini gösterdi. Havlamýyor, hýrlamýyor, yalnýzca aðzýný korkunç bir þekilde büzerek diþlerini gösteriyordu. Gülüyormuþ gibi, ama gülmeden.

Açýk denizin ortasýnda tek baþýna kaldýðýnda bile bu denli korkmamýþ olan Nesrin’in gözü kumsalýn bittiði yerdeki yamaca takýldý birden. Evet, yamacýn üst tarafýnda durmuþ, kendisine bakýp el sallýyorlardý. Yeþil saçlý küçük kýz ile kýrmýzý saçlý yaþlý kadýn. Aðýzlarý da açýlýp kapanýyordu sürekli. Duyamýyordu ama, biliyormuþ gibi kesin olarak tahmin edebiliyordu ne dediklerini. Kulaðýna bir fýsýltý halinde geliyordu adeta. “Merhaba Nesrin...Merhaba Nesrin...Merhaba Nesrin...Merhaba Nesrin...”

Korkudan deliye dönen Nesrin denizin içinden kendi koylarýna doðru yürümeye baþladý. Arkasýna bakmaya cesaret edemiyordu ve aklýnda, koya en kýsa zamanda ulaþmaktan baþka hiç bir þey kalmamýþtý. Çok acele ettiði için sürekli tökezliyor, suya dalýp çýkmak zorunda kalýyordu.

Kendisine asýrlar gibi gelen bir süreden sonra, iki koyu birbirinden ayýran kayalara ulaþtý ve durdu. Bu arada deniz tekrar sakinleþmiþ, gökteki bulutlar azalmýþ ve akþam güneþi ufuðun üsündeki yerini almýþtý. Sahilde hareketsiz bir þekilde duran Kömür kendisine bakýyordu. Sanki biraz önce küçük köpeði parçalayýp, Nesrin’e diþlerini gösteren o deðilmiþ gibi. Diðer köpekler ortadan kaybolmuþlardý. Yamacýn üstünde de kimsecikler yoktu. Her þey o kadar sakin ve huzurlu görünüyordu ki, Nesrin’e kendisiyle ilgili þüpheye düþmekten baþka bir yol kalmýyordu.

Deliriyor muyum acaba diye düþündü. Hayal dünyasý tümüyle kontrolden çýkmýþ ve gerçek hayata baskýn mý geliyordu artýk? Kabul edemiyordu bunu bir türlü. Daha doðrusu kendisine yakýþtýramýyor, bir açýklama bulmak umuduyla çýrpýnýp duruyordu.







Mümkün olduðunca toparlanmaya çalýþýp, son metreleri de denizden yürüyerek kumsala çýktý. Bitkin hissediyordu kendisini, kelimenin tam anlamýyla bitkin. Hem fiziksel, hem de ruhsal olarak. Son yarým saatte baþýndan geçenleri kime ve nasýl anlatabilirdi ki?

Çocuklarla birlikte denize girmiþ olan Sevinç ona uzaktan el sallýyordu. Güneþ þemsiyesinin yanýna yaklaþýnca Sevinç denizden çýkýp geldi. Yüzünde tedirgin bir ifadeyle Nesrin’e baktý.

-     Neredeyse iki saat yürüdün. Ne oldu sana böyle? Sýrýlsýklam olmuþsun ve çok kötü gözüküyorsun. Denize mi girdin yoksa?

Nesrin kayýtsýz görünmeye çalýþarak “yooo hayýr” dedi, “kayalarýn yanýndan geçerken tökezleyip suya düþtüm, bir de þu siyah köpek sinirlerimi bozdu, üstüme saldýracak gibi yaptý.” Þezlonga oturmuþ, iri bir þeftaliyi soymaya çalýþan Þenol hayret dolu bakýþlarýný Nesrin’e çevirdi.

-     Kömür mü saldýracak gibi yaptý? Kömür kesinlikle kimseye saldýrmaz. Yalnýzca peþine takýlmýþtýr senin. Çok iyi huylu bir köpektir o.

Nesrin’in sert tepkisini herhalde hiç kimse beklemiyordu. Artýk kontrol edemediði öfkesi yüz hatlarýný çarpýtmýþ ve çirkinleþtirmiþti. Kendisine bile garip ve yabancý gelen tiz bir sesle Þenol’a baðýrmaya baþladý. Þenol’a yönelik gibi görünüyordu protestosu, ama aslýnda son üç günün bir birikimi olarak herkesi ve her þeyi lanetliyordu.

-     Saldýrdý dedim, saldýrdý. Anlamýyor musunuz beni? Lanet olasý köpek o iðrenç sarý gözleriyle bakýp durdu ve sonra üzerime saldýrdý. Baþka köpekler de vardý ve küçük bir köpeði parçaladýlar hep birlikte. Onlarýn yüzünden denize kaçmak zorunda kaldým. Onun için böyle ýslandým. Deli deðilim ya ben. Ne diye uydurayým bütün bunlarý? Ayrýca inanmazsanýz inanmayýn. Rahat býrakýn beni. Tamam mý? Rahat býrakýn.

Kimse bir þey söylemeye cesaret edemedi uzun bir süre. Þenol yutkundu ve yardým arayan gözlerle Sevinç’e bakmaya baþladý. Bakýþlarýyla adeta “ne olur, arkadaþýný benden uzak tut” demek istiyordu. Zafer baþýný önüne eðmiþ, çok önemli bir iþ yapýyormuþçasýna ayaklarýyla kumlarý eþeliyor, Aynur ise






uzandýðý yerde dirsekleri üzerinde doðrulmuþ ne olduðunu anlamaya çalýþýyordu. Ýlk toparlanan Sevinç oldu. Nesrin’in yanýna giderek onu omuzlarýndan tuttu, hafifçe kendisine çekti ve çýkarabildiði en sakin ve sevecen sesle konuþmaya baþladý.

-     Hayatým, senin sinirlerin oldukça bozuldu galiba. Dün denizde baþýna gelen olay, sonra bugün bu köpek, hepsi birden fazla geldi anlaþýlan. Gel þöyle havlunun üstüne uzan da biraz dinlen. Birazdan zaten gideriz. Akþam oldu neredeyse. Þenol ile Zafer ortalýðý toparlarlarken biz otururuz burada. Eve gidince de güzel bir duþ alýp sonra uzanýrsýn. Hiç bir þeyin kalmaz. Göreceksin bak, güven bana, haydi gel.

Bu arada Aynur da yanlarýna gelmiþti. Ýkisi birlikte Nesrin’i havlusunun üstüne oturtup, kendileri de onun yanýna yerleþtiler. Nesrin kayýtsýzca ve donuk gözlerle önüne bakýyordu. Daha biraz önce aðzýndan köpükler saçarak baðýrýp çaðýran ve her þeye isyan eden sanki o deðilmiþ gibi. Sonra baþýný aniden iki dizinin arasýna gömerek aðlamaya baþladý. Sarsýlarak ve sessizce. Elinden oyuncaðý alýnmýþ bir çocuk gibi. Sevinç ne yapacaðýný, daha doðrusu ne yapmasý gerektiðini bilemiyordu. En sonunda kararsýzlýðýný yenip, Nesrin’in saçlarýný okþamaya baþladý. Bir yandan da onu elinden geldiðince teselli etmeye uðraþýyordu.

-     Aðla bitanem, açýlýrsýn. Birazdan eve gideriz, sen de uzanýp dinlenirsin. Lütfen kendini mahvetme. Köpek bu, belki de sahiden saldýrmýþtýr. Yýllarca saldýrmaz, sonra birdenbire saldýrýverir. Ne yapacaðýný bilemezsin ki. Sana denk geldi iþte, nasýl tahmin edeceksin?

Kadýnlar kumun üstünde otururlarken, Þenol ile Zafer çocuklarý denizden çýkarýp giydirmiþ ve ortalýðý toparlayýp bütün eþyalarý arabalarýn bagajýna yerleþtirmiþlerdi.

Biraz olsun sakinleþen Nesrin aðlamýyordu artýk. Dudaklarýnýn titremesine engel olamýyor, kýsa kýsa içini çekiyordu. Son günlerde yaþadýklarýna direnebildiðince direnmiþ, fakat bir yerden sonra her þeyi kabullenmek zorunda kalmýþtý. Sandýðý kadar güçlü olmadýðýný ve direnme gücünün kalmadýðýný anlamýþtý sanki. Sevinç’in desteðini hissetmeseydi ayaða bile kalkamayacaktý belki. Bikinisinin tam kurumamýþ olmasýna aldýrmayarak pantolonunu giydi.






Tiþörtü zaten hala ýslaktý. Çevresindekileri hiç farketmeden küçük yamacý týrmandý ve cipin arka koltuðuna oturup kafasýný arkaya yasladý. Eve gelene kadar da öylece kaldý. Gözleri kapalý ve hiç konuþmadan.

Arabadan inip eve doðru yürümeye baþlamadan önce Þenol’a dönüp “özür
dilerim Þenol, sana baðýrmamalýydým, ama birdenbire kendimi kaybettim” dedi. Hemen odasýna çýkýp soyundu ve banyoya girdi. Soðuða yakýn bir suyun altýnda uzun uzun duþ aldý. Hiç farkýnda olmadan tekrar aðlamaya baþlamýþtý duþun altýnda. Tazyikli su göz yaþlarýný anýnda alýp götürüyor, ama kesik hýçkýrýklarýnýn sürüp gitmesine engel olamýyordu. Kumsaldaki aðlamadan daha farklýydý bu. Sinir ve öfke dolu deðildi en azýndan. Giderek ferahladýðýný hissediyordu.

Duþtan çýktýktan sonra iç çamaþýrlarýnýn üstüne geceliðini ve sabahlýðýný giydi. Hiç aç deðildi, fakat susamýþtý. Tam buzdolabýna gitmek üzereyken kapýda Sevinç ile karþýlaþtý. Sevinç’in elinde üstü yiyeceklerle dolu bir tepsi vardý. Bir kaç dilim pide, peynir, ekmek ve salata. Hiç bir þey olmamýþ gibi davranýyordu. Gülümseyerek baþýyla elindeki tepsiyi iþaret etti ve konuþmaya baþladý.

-     Yorgunsundur diye düþündüm. Belki hemen yatýp uyumak istersin. Fakat ilk önce bir þeyler atýþtýrsan iyi olur. Sabahtan beri hiç bir þey yemedin yine. Saat de sekize geliyor neredeyse.

“Teþekkür ederim Sevinç, fakat hiç aç deðilim” diye cevap verdi Nesrin, “biraz su içip yatacaðým, ölü gibi hissediyorum kendimi, herhalde hemen uyurum.” “Peki” dedi Sevinç, “tepsiyi mutfaða koyuyorum, gece uyanýr da acýkmýþ olursan yersin, içecekler buzdolabýnda” ve tam dönerken Nesrin’in gözlerine bakarak ekledi “lütfen kafana takma bitanem, bir sürü terslik üstüste geldi, seninle ilgili bir þey yok ortada, unut gitsin.” Nesrin yalnýzca gülümsemekle ve Sevinç’in yanaðýný okþamakla yetindi. Biraz sonra suyunu içmiþ ve yataðýna uzanmýþtý. Derin ve huzurlu bir uykuya dalmasý bir dakika bile sürmedi. Karanlýk ve rüyasýz bir uykuya.

Gök gürlemesiyle uyandý. Kendisini uyandýran sesin gök gürlemesi olduðunu anlayamamýþtý ilkin. Böyle bir þeyi hiç beklemediði için olsa gerek, alt kattan geldiðini sanmýþtý bu sesin. Sanki masa ve koltuklar baþka yerlere çekiliyormuþ gibi.






Sinoplularýn yazýn ortasýnda bile görmeye alýþýk olduklarý saðanak yaðmur baþlayýnca anladý duyduðu sesin gök gürlemesi olduðunu. Ardarda çakan þimþeklerin ýþýðý, hafif aralýk perdenin izin verdiði ölçüde odaya yansýyor,
odanýn bir aydýnlanýp bir karanlýða gömülmesine neden oluyordu. Komodinin üstüne uzanýp, yatmadan önce þarj aletine baðladýðý cep telefonunun saatine baktý. Gece yarýsýna gelmek üzereydi. Demek ki dört saat uyumuþtu. Kalkýp sabahlýðýný üstüne geçirdi ve mutfaða gitti. Sevinç’in tahmini doðru çýkmýþ ve acýkmýþtý. Mutfak tezgahýnýn üstündeki tepsiyi alarak terasa çýkýp tepsiyi masanýn üstüne koydu. Sonra tekrar mutfaða girip buzdolabýndan portakal suyu ve raftan bir bardak aldý.

Alt kattan hiç ses gelmiyordu. Yarýn onlar için de bir iþ günüydü ve uyumuþ olmalýlardý. Terasdaki hasýr koltuklardan birisine yerleþip yemeye koyuldu. Terasýn üstü yarýsýna kadar kapalý olduðu için, yalnýzca diðer yarýsý yaðmur alýyordu. Bir taraftan karnýný doyuruyor, öbür taraftan yaðmur, þimþek ve denizin birlikte oluþturduðu doða bileþimini seyrediyordu.

Yaðmurun neden olduðu çok güzel bir toprak kokusu yayýlmýþtý ortaya. Ýnsanýn adeta baþýnýn dönmesine yol açan aðýr ve tatlý bir koku. Þimþekler çaktýkça denizin üstü aydýnlanýyor, suya vuran milyonlarca – belki milyarlarca – yaðmur tanesi denizin kaynadýðý hissini uyandýrýyordu. Ancak þimþek çakýnca görülebilen beyaz giysiler içinde birisi, iskelenin üstünde öylece durmuþ denizi seyrediyordu. Belki içkiyi fazla kaçýrmýþ bir sarhoþ, belki sevgilisi tarafýndan terkedilmiþ genç bir adam, belki de evsiz barksýz bir berduþ. Kim bilir, belki de her üçü birden.

Yemeðini bitiren Nesrin’in içi ürperdi birden. Ayaða kalkýp tepsiyi mutfaða taþýdý. Portakal suyunu buzdolabýna koyarken, markasýný tanýmadýðý bir viski þiþesi gördü ve ani bir kararla, raftan aldýðý yeni bir bardaða bolca viski koydu. Sonra gidip terasdaki yerine tekrar oturdu ve çýplak ayaklarýný yanýndaki koltuðun üzerine uzattý. Viskiden ilk yudumunu alýrken beyaz giysili adam iskelede hala öylece durmuþ sulara bakýyordu. Nesrin’in içini derin bir hüzün kapladý ve aklýna Osman geldi. Ne yapýyordu acaba þimdi?

Osman’la altý yýl önce bir arkadaþ toplantýsýnda tanýþmýþlar ve çok iyi arkadaþ olmuþlardý hemen. Kendisi öyle düþünüyordu en azýndan. Saatlerce






vakit geçirip de, birlikteliðinden hiç sýkýlmadýðý tek insandý Osman. Birlikte sýk sýk yemeðe ve sinemaya gidiyorlar, sohbet edip eðleniyorlardý. “Sen benim en iyi arkadaþýmsýn” demiþti Nesrin bir gün Osman’a, “bir erkekle bu denli iyi arkadaþ olabileceðime rüyamda görsem inanmazdým.”

Osman’ýn Tunalý Hilmi caddesinde küçük bir kitapçý dükkaný vardý ve kýt kanaat geçinip gidiyordu. Kitap satýþlarý çok yetersiz olduðu için, dükkanýna istemeden de olsa kýrtasiye ürünleri koymak zorunda kalmýþtý. Sýk sýk ödeme zorluðu çekiyor, fakat Nesrin’den borç almayý reddediyordu. “Borç almanýn sonu yok” diyordu, “gittiði yere kadar gider.” En büyük hayali ise bir kitap yazmaktý. Kitabýnýn konusunu Nesrin’den bile saklýyor “bitince okursun” diyordu.

Sonra bir gün Nesrin Nuri’yle tanýþmýþ ve hemen Osman’a anlatmýþtý aþýk olduðunu. Osman çok sevinmiþ görünmüþtü bu duruma, hatta Nesrin’in kendisini Nuri’yle tanýþtýrmasýna bile izin vermiþti. Ve birdenbire yok olmuþtu ortadan. Nesrin günlerce Osman’ý telefonla aradýktan sonra kitapçý dükkanýna gitmiþ ve Osman’ýn dükkaný devrettiðini öðrenmiþti. Hiç bir anlam verememiþti buna. Ta ki, o kýsa mektubu alana deðin. Mektup bile deðil, bir kart postaldý gelen. Nesrin’in aklýndan hiç silinmemiþti o dört cümle: “Kusura bakma, gitmek zorundayým. Seninle birlikte olmak çok acý veriyor bana artýk. Ben sana hiç bir zaman, senin bana baktýðýn gibi bakamadým. Beni baðýþlarsýn umarým.”

Nesrin kendisini aylarca suçlayýp durmuþtu. Nasýl böylesine hissiz ve anlayýþsýz olabilmiþti? Bir yandan da, Osman’a kýzmaktan kendisini alamýyordu. Neden hislerini açýða vurmamýþtý ki sanki? Korkaklýktý bu düpedüz. Ama onu bir türlü unutamýyordu. Aradan bunca zaman geçmiþ olmasýna raðmen Osman aklýna gelince hüzünlenir, onun ne yaptýðýný düþünürdü. Küçük bir suçluluk duygusuyla karýþýk. Her kitapçýya girdiðinde, yeni çýkan kitaplar arasýnda Osman’ýn ismini arar, bulamayýnca “belki de takma isimle yazmýþtýr kitabýný” diye düþünürdü.

Viskisinden son yudumunu alýp ayaða kalktý. Saat gece yarýsýný bir hayli geçmiþ olmalýydý. Sabah Ankara’ya doðru yola çýkacaðý aklýna geldi ve içini sýmsýcak bir rahatlama duygusu kapladý. Bu kabusun devam edebileceðini düþünmek bile istemiyordu. Bu arada yaðmur durmuþ, iskeledeki beyaz giysili adam da ortadan kaybolmuþtu. Odasýna dönüp sabahlýðýný çýkardý ve yataðýnýn üstüne uzandý. Viskinin verdiði hafiflik, uykunun hemen üstüne çöreklenmesine





fazlasýyla yetmiþti. Fakat bu sefer farklý bir uykuydu bu. Karanlýk ve derin olmayan, gerçek gibi rüyalarla süslenmiþ bir uyku.

Rüyasýnda yemyeþil bir bahçenin içindeydi ve üzerinde yerlere kadar uzanan beyaz bir elbise vardý. Çýplak ayaklarýyla otlarýn üzerinde dolaþýp, her tarafý kaplayan çiçeklere dokunuyordu. Otlarýn iç açýcý serinliði bütün vücudunu sarýp sarmalýyor, her taraftan fýþkýran neþe ve sevincin girdabýnda oradan oraya zýplayýp duruyordu. Her þey o denli güzel ve ferahtý ki, kendisini cennette hissetti. Kuþlarýn cývýltýlarý ve aðustos böceklerinin cýrcýrlarýndan baþka hiç bir ses duyulmuyordu. Bir de çok uzaklardan gelen bir su sesi.

Sonra otlarýn içinde dolu bir su þiþesi buldu ve þiþeyi dudaklarýna götürerek biraz içti. Enfes bir tadý vardý suyun, daha önceden hiç tanýmadýðý tatlý ve uyuþturucu bir tat. Kendisini yeni doðmuþ gibi hissediyordu. Neredeyse ayaklarý yerden kesilip kuþlarla birlikte uçmaya baþlayacaktý. O kadar hafiflemiþti sanki. Þiþenin içindeki suyla çiçekleri sulamaya baþladý. Suyun deðdiði çiçekler gözlerinin önünde büyüyüp geliþiyor ve rengarenk bir kýlýða girip güzelleþiyordu. Elindeki þiþeyle bütün bahçeyi dolaþtý. Þiþenin içindeki su bitmek bilmiyordu bir türlü. Kendiliðinden yeniden doluyordu. Çiçeklerden sonra otlarý sulamaya baþladý. Bahçenin içinde neþeyle zýplayýp duruyor, suyun verdiði gücü her tarafa daðýtýyordu.

Otlarý o kadar çok suladý ki, su incecik bir çizgi halinde otlarýn arasýndan akmaya baþladý. Suyun oluþturduðu çizgi geniþleyerek bahçenin dýþýna taþýyordu artýk. Nesrin bahçe kapýsýný açýp, akan suyu takibe koyuldu. Bir yandan da etrafa su dökmeye devam ediyordu. Giderek geniþleyen su, bu arada küçük bir dere halini almýþtý. Ýçinde rengarenk balýklar yüzüyor, kurbaðalar výraklayarak oradan oraya sýçrýyorlardý. Uzakta evler gözüktü. Küçük dere hýzla evlere doðru akýyor, Nesrin de bir çocuk gibi zýplayarak dereyi takip ediyordu. Sonra aniden Nesrin derenin önüne geçip yönünü deðiþtirince, derenin arkasýndan geldiðini farketti. Nereye yönelse, dere peþinden geliyordu. Bu çok hoþuna gitti, zigzaglar çizerek ilerlemeye baþladý. O önde, dere arkada, evlere giderek yaklaþýyorlardý. Köy gibi bir yer olmalýydý burasý.







En sonunda dereyle birlikte evlere ulaþtýlar. Dere küçük bir ýrmak halini almýþtý artýk. Sularý köpürdeyerek akan bir ýrmak. Her bir evin önüne geldiðinde yavaþlýyor, içinden o evin kapýsýna yönelen bir yan kol oluþturuyor ve bir sonraki eve doðru akmaya devam ediyordu. Irmaðýn yan kollarýnýn rengi kýrmýzýydý. Kan kýrmýzýsý.

Evlerin içinden insanlar çýkmaya baþladý. Tanýdýk yüzlerdi bunlarýn çoðu. Nuri, babasý, Sevinç, Þenol, Sait Reis, Osman gibi. Hatta aralarýnda Aynur ile Zafer bile vardý. Evlerin birinden benzinlikteki terli yüzlü çocuk çýkýnca çok þaþýrdý. Kastamonu’daki garsonu da görür gibi oldu bir ara. Bazýlarýný ise hiç tanýmýyordu. Dikkatli bakýnca, tanýmadýklarýnýn yüzünün maskeli olduðunu gördü.

Tanýdýk veya maskeli, hepsi evlerinden çýktýktan sonra Nesrin’e dönüp iþaret parmaklarýný ikaz eder gibi kaldýrýyorlar ve ‘yapma’ diyorlardý. Yalnýzca tek bir kelime. “Yapma”. Nesrin, yapmamasý gereken þeyin ne olduðunu anlamýyor, neþe içinde yoluna devam ediyordu. Evleri geride býrakýp kýrlarýn içinde ilerlediler. Nesrin ile ýrmak, yalnýzca ikisi vardý artýk. Her þey çok güzeldi. Fakat gözlerinin önündeki manzaranýn garip bir yaný vardý. Tarif edemediði, ne olduðunu bir türlü çýkartamadýðý bir þey. Kafasýna takýlmýþtý iyice. Bir yandan yoluna devam ediyor, diðer yandan artarak belirginleþen gariplik üzerine düþünüp duruyordu.






















Dördüncü Gün (Pazartesi)

Uyandýðýnda, gece gördüðü rüya bütün ayrýntýlarýyla aklýndaydý. Çok sýk rüya görmezdi aslýnda. Görse bile çoðu zaman hatýrlamazdý. Bunu ise olduðu gibi – gerçekten yaþanmýþ gibi – hatýrlýyordu. Irmaðý, yüzleri, evleri, maskeleri, yapma denilmesini, çözemediði garipliði, her þeyi. Ýçinden çýkamadýðý gariplik üzerine biraz düþünüp, sonra kafasýndan sildi attý. Saat sekiz buçuða geliyordu. Hemen kalkýp banyoya girdi ve banyodaki iþini çabucak bitirerek giyinip eþyalarýný toplamaya baþladý. Elinde çantasýyla birlikte alt kata inmeden önce mutfaða bir göz gezdirdi. Tezgahýn üstündeki tepsi alýnmýþ ve dün gece kullandýðý bardaklar yýkanýp rafa kaldýrýlmýþtý. Uykusu hafif olurdu ama, Sevinç’in üst kata çýktýðýný hiç duymamýþtý. Gece yaðan saðanak yaðmurdan sonra, gökyüzü yine masmavi rengini almýþ, açýk duran teras kapýsýndan içeriye, yaðmurun mirasý olarak güzel bir toprak kokusu dolmuþtu.

Alt kata indiðinde Sevinç’i kahvaltý masasýnda otururken buldu. Önündeki dergiden baþýný kaldýrýp “günaydýn” diye neþeli neþeli seslendi.

-     Uyuyabildiði kadar uyusun diye düþünüp seni uyandýrmadým. Ben de büroya biraz geç gideceðim bugün. Nasýl olsa bugünlerde fazla iþim yok. Þenol gitmek zorundaydý. Hastanede önemli bir iþi varmýþ. Sana selam söyledi. Haydi gel, þöyle güzel bir kahvaltý edelim seninle.

Nesrin duygulanmýþtý. Ne güzel insanlar diye düþündü. Buraya geldiðinden beri onlarýn baþýna bela olmuþ gibi hissediyordu kendisini. Buna raðmen hiç bir þey olmamýþ gibi davranmaya devam ediyorlardý. Sevinç’i yanýtlarken, sesinde önleyemediði bir tedirginlik vardý.

-     Þenol bana inþallah çok fazla kýzmamýþtýr. Yoksa beni artýk görmek istemediði için mi erkenden iþe gitti?

Sevinç hararetle itiraz etti.











-     Kýzým, düþündüðün saçmalýða bak. Deli misin sen? Þenol’un hiç öyle huylarý yoktur, istese de kýzamaz zaten. Bu sabah bir þaka yaptý hatta. Kýþýn Ankara’ya giderken Kömür’ü de alýp Nesrin’e götürelim dedi.

Nesrin, ekmek sepetinden bir dilim kýzarmýþ ekmek alýrken güldü. Ýçindeki tedirginlik azalmýþtý biraz. “Ýyi öyleyse, rahatlattýn beni” dedi, “ben de fazla vakit kaybetmeden yola çýkayým, saat onda yola koyulsam akþama doðru ancak varýrým Ankara’ya, tabii gelirken olduðu gibi on üç saat ayný yollarda gidip durmazsam.”

Sevinç, onun söylediklerini dinlemiyormuþ gibi atýldý.

-     Sahi Nesrin, kýþýn eðer gelebilirsek, ne zaman gelelim? Hangi ay senin için daha uygun olur? Yýlbaþýný geçirmek üzere gelebilir miyiz mesela?

Nesrin hiç düþünmeden cevap verdi.

-     Tabii, neden olmasýn. Çok sevinirim yýlbaþý olursa. Nuri’nin iþinden dolayý zaten bir yere gitmemiz mümkün deðil. Leon’da hep birlikte eðleniriz sabaha kadar. Ne güzel olur. Siz planlarýnýzý þimdiden yýlbaþýna göre yapýn bence.

Sevinç çok sevinmiþti Nesrin’in cevabýna. Sevinçten bir çocuk gibi zýplayarak mutfaða gitti ve elinde demlik ve çaydanlýkla geri döndü. Çaylarýný tazeledikten sonra bir saate yakýn sohbet ettiler. Genelde Sevinç anlatýyor, Nesrin ise dinliyordu. Daha doðrusu dinliyormuþ gibi gözükerek baþka þeyler düþünüyordu Nesrin. Acaba sorunsuz bir þekilde Ankara’ya gidebilecek miydi? Ya gelirken yaþadýðý terslikler veya saçmalýklar tekrar baþýna gelirse ne yapardý? Gerçi kendisini iyi ve dinlenmiþ hissediyordu ama, on üç saatlik bir yolculuðu kaldýrabilecek durumda deðildi. “Olsun” dedi içinden, “eninde sonunda Ankara’ya varacaðým nasýl olsa, varsýn on üç saat sürsün.”

En sonunda kahvaltý masasýndan kalkýp aþaðýya indiler. Nilüfer bahçede baþka bir kýz çocuðuyla birlikte oynuyordu. Onlarý görünce yanlarýna gelip annesine seslendi.

-     Anne, Filizler denize gidiyorlar. Ben de onlarla birlikte gidebilir miyim?
-     Dur yavrum, ilk önce Nesrin teyzeni yolcu edelim, sonra düþünürüz.






Nesrin, Nilüfer’i yanaklarýndan öpüp, Sevinç’e sýký sýkýya sarýldý. Uzun süren kucaklaþmadan sonra ikisinin de gözleri dolmuþtu. Sevinç aðlamaklý bir sesle “kendine iyi bak bitanem, burada olanlarý da sakýn kafana takma, herkesin baþýna gelebilecek tersliklerdi hepsi” dedi. Nesrin de “yýlbaþýna bekliyorum, sakýn iptal etmeye kalkýþmayýn” dedikten sonra ekledi: “Her þey için çok teþekkür ederim, sizin sayenizde kendimi evimdeymiþ gibi hissettim.”

Vakit geçirmeksizin arabasýna binip hemen camlarý açtý. Ýki gündür yakýcý güneþin altýnda kalmýþ olan arabanýn içinde aðýr bir hava vardý. Motoru çalýþtýrýp biraz bekledi ve vites kolunu ileriye iterek yavaþça hareket etti. Dikiz aynasýndan, Sevinç’in el salladýðýný görünce, o da kolunu camdan dýþarý çýkartarak karþýlýk verdi. En son olarak gözlerine çarpan görüntü, Sevinç’in yola arkasýndan bir bardak su dökmesiydi. Nesrin böylesi adetlere gülüp dalga geçtiði için, bardaðý daha önceden bahçede bir yere gizlemiþ olmalýydý.

Daha bir kaç dakika geçmeden Hükümet Meydaný’ndan ana yolun parelelindeki çarþý yoluna sapmýþ, fakat iki gün önce olduðu gibi trafikte sýkýþýp kalmýþtý. Sýkýþýklýðýn nedeninin, manevra yapmakta olan bir kamyondan kaynaklandýðýný görünce ister istemez gülümsedi. Yeþil saçlý küçük kýz yakýnlarda mýydý acaba? Kamyon kenara çekilince trafik tekrar akmaya baþladý. Beþ dakika sonra ana caddeye çýkarak yoluna devam etti. Þehirden çýkmak üzereydi artýk. Yolun kenarýndaki binalar geride kalmýþ, güneþ de etkisini yavaþ yavaþ hissettirmeye baþlamýþtý. Nesrin arabanýn pencerelerini kapatarak klimayý çalýþtýrdý.

Bir süre sonra garip bir þekilde terlemeye baþlamýþtý nedense. Alnýndan ve þakaklarýndan yüzüne süzülen ter damlacýklarýnýn bir kýsmý çenesinden pantolonuna damlýyor, bir kýsmý da yollarýna boynunda devam ederek tiþörtünün içinde kayboluyordu. Bu kadar yoðun bir þekilde terlediðini hiç anýmsamýyordu Nesrin. Üþütüp hastalanma kaygýsýný bir yana býrakarak, arabanýn klimasýnýn ayarýný en yükseðe getirdi. Ancak hiç bir faydasý olmadý bunun. Terledikçe terliyordu ve tiþörtü terden sýrýlsýklam olmuþtu. Torpedo gözündeki kutunun içinden bir kaðýt mendil alarak yüzünü sildi. Vücudunun salgýladýðý teri bir türlü durduramýyor, kaþlarýndan gözlerine süzülen ter tanecikleri yolu bulanýk görmesine neden oluyordu.







Ani bir acýyla irkilip, arabanýn hýzýný düþürmek zorunda kaldý. Acý o denli ani gelip tam midesinin üstüne oturmuþtu ki, neredeyse arabanýn kontrolünü kaybedecekti. Sanki kocaman demirden bir el midesini üstten yakalamýþ ve tüm
gücüyle sýkýyor gibiydi. Sonra nefes darlýðý baþladý. Zorlukla nefes alabiliyor ve terlemesi giderek artýyordu. Yolun saðýndaki bir tabeladan “Lala” diye bir yere geldiðini anladý. Ýki katlý bir evin önünde durup motoru susturdu. Kendisini toparlamaya çalýþýyor, fakat bir türlü bunu baþaramýyordu. Kafasýný arkaya yaslayýp gözlerini kapatmasý da fayda etmedi. Bir an için, arabadan inip temiz
hava almayý düþünse de, bu niyetinden hemen vazgeçti. Ayakta duracak kadar güçlü hissetmiyordu kendisini. Yanýndaki camý biraz açmakla yetindi. Midesinin üstündeki aðrý giderek tüm göðsüne yayýlýyordu. Bir kalp krizi olabilir miydi acaba bu?

Evin içinden çýkan yaþlý bir adam arabanýn yanýna gelip yarýya kadar açýk cama doðru eðildi ve Nesrin’in anlamakta zorluk çektiði bir þiveyle konuþmaya baþladý.

-     Gýzým, naapiin sen burda boyle? Eyi diil misin? Suratýn sapsarý oluvemiþ. Gel hele içeri gir de, sana bi kap ayran yapýveren. Dansüyonun düþmüþtür belkim.

Nesrin zorlukla arabadan indi ve yaþlý adama dayanarak eve girdi. Burasý arabanýn içinden daha serindi. Þalvarlý bir kadýnýn kendisine uzattýðý maþrapadan bir yudum ayran içtikten sonra biraz kendine gelir gibi olmuþtu. Fakat yola bu þekilde devam edemeyeceði açýkça ortadaydý. Titrek bir sesle yaþlý adama yöneldi.

-     Teþekkür ederim amca. Biraz daha iyiyim þimdi. Fakat yola devam edemeyeceðim herhalde. Ben arabaya binip Sinop’a geri döneyim en iyisi. Yavaþ yavaþ kullanýrým arabayý. Nasýlsa pek uzak sayýlmaz.
-     Sen biliin gýzým. Amma þuracýkta sedirin üstüne uzanýp birazýcýk dinlenivesen daha eyi olu. Acelen ne? Nasýlsa gidesin Sinop’a. Gýsacýk yol, aha þu ilerdeki depenin obür yaný Sinap.

Nesrin teklifi hiç düþünmeden kabul etti. Biraz uzanýp dinlenmek gerçekten iyi gelebilirdi. Hemen ayakkabýlarýný çýkartýp sedire uzandý ve







gözlerini kapattý. Tekrar kalkýp arabaya gittiðinde saat neredeyse öðlen bire gelmek üzereydi. Aþýrý terlemesi biraz düzelmiþ olmasýna raðmen, midesinin üstündeki aðrý ve nefes darlýðý büyük ölçüde devam etmekteydi. Yaþlý adamýn tedirgin bakýþlarý altýnda arabaya binerek motoru çalýþtýrdý ve evin önünden dönüp Sinop istikametine doðru yola koyuldu.

Gözleri hafif bulanýk gördüðü için arabayý çok dikkatli ve yavaþ kullanýyordu. Henüz beþ dakika geçmiþti ki, nefes darlýðýnýn yavaþ yavaþ yok olduðunu hissetti. Biraz sonra midesinin üstündeki aðrý da kaybolmuþ, yerini tatlý bir sýcaklýða býrakmýþtý. Ön deniz uzaktan gözüktüðünde terlemesi bile durdu. Hiç bir þeyi kalmamýþtý adeta.

Sinop’a girip Hükümet Meydaný’ndan iskele yönüne döndü ve otelin önüne park etti. Çay bahçesinde oturup soðuk bir þey içmenin iyi bir fikir olduðunu düþünüyordu. Otelin giriþ kapýsýnýn karþýsýndaki boþ masalardan birisine oturdu ve bir maden suyu sipariþi verdi. Ýçeceðini yudumlarken düþünüp duruyordu. Ne yapsaydý acaba? Bir doktora gitmesinin faydasý olabilir miydi? Doktora ne anlatacaktý ki? “Pardon doktor bey, biraz önce çok terliyordum ve nefes almakta zorlanýyordum, fakat þu anda kendimi son derece dinç ve saðlýklý hissediyorum.” Hiç bir anlamý yoktu böyle bir þey yapmasýnýn. En iyisi, burada biraz oturup tekrar yola koyulmak olacaktý galiba.

Sodasýný bitirdikten sonra oturmaya devam edip dalgýn bakýþlarla denizi seyretti. Yola çýkmak zamaný gelmiþti artýk. Arabayla çarþýnýn içinden geçip þehirin çýkýþýna yöneldi. Son binalarý da geride býrakmýþtý ki, terlemenin yeniden baþladýðýný hissetti. Ýçinde garip bir hisle, bir aðrýnýn gelip midesinin üstüne yerleþmesini bekledi. Yanýlmayý çok isterdi, fakat yanýlmamýþtý. Aðrý aniden geldiðinde emindi artýk. Tarif edemediði bir güç, Sinop’u terketmesini engelliyordu. Belli ki, kendisiyle iþi henüz bitmemiþti o gücün. Belki de hiç bitmeyecekti. Zorlukla geldiði bu þehirden hiç çýkamayacak ve son günlerde yaþadýðý kabus ömür boyu sürüp gidecekti.

Arabayý yolun kenarýna çekip durdu. Çaresizlikten ne yapacaðýný bilemiyordu. Sonra içinde bir hýrs yavaþ yavaþ yükselmeye baþladý ve bütün vücudunu sardý. Öfkeden çenesi kilitlenerek direksiyonu yumruklamaya,








arabanýn tabanýný tekmelemeye giriþti. Kontrol edemediði bu büyük öfke, geldiði gibi sona erdiðinde, bir külçe gibi direksiyonun üstüne yýðýlýp kaldý. Aðlamak istiyordu, fakat gözyaþlarý kurumuþtu sanki. Bütün vücudu felç olmuþ gibiydi.

Uzun bir süre öylece hareketsiz kaldý. Beynini zorladýkça zorluyor, ancak tüm çabasýna raðmen ne yapacaðýna karar veremiyordu. Sevinçlere dönmesi mümkün deðildi. Ne diyebilirdi onlara? “Ben geldim, Sinop’dan çýkamýyorum, bir güç bunu engelliyor” mu? Komik olurdu, hatta komikten de öte. “En sonunda tamamiyle delirdi bu kadýn” derlerdi herhalde.

Nihayet sakinleþip doðruldu ve arabayý çalýþtýrdý. Yüzündeki donuk ve umursamaz ifade kaderine razý olduðunu gösteriyordu sanki. Biraz ilerledikten sonra, yolun uygun bir yerinden geri dönüp Sinop’un giriþine yöneldi. Plajlara giden yola geldiðinde yavaþlayarak, Cumartesi sabahý Þenol’un cipiyle saptýklarý yola girdi. Terlemesi geçmiþ, midesinin üstündeki aðrý yok olmuþtu. Ayýþýðý’nýn ve Öztürkler Kampý’nýn önünden geçerek, sol tarafý sahile ve Beyaz Ev’e giden çatala geldi. Sahile inmeden düz devam etti bu sefer. Yaklaþýk yüz metre sonra yolun solunda, üstünde “Diyojen Otel” yazýlý bir tabela gördü ve tabelanýn hemen yanýndaki yola sürdü arabasýný. Sonra otelin önünde yola diklemesine park edip arabadan indi.

Elinde çantasýyla resepsiyon görevlisinin önünde dururken, hiç de tatilinin keyifini çýkarmaya kararlý bir turist gibi gözükmüyordu. Kendisini insan sarrafý olarak gören orta yaþlý görevli, solgun yüzlü ve donuk bakýþlý bu kadýný hangi müþteri kategorisine dahil etmesi gerektiðini anlayamamýþtý. “Yalnýz mýsýnýz?” diye sorduktan sonra Nesrin’e 118 nolu odayý verdi. Ýyi odalardan birisiydi bu ve büyük bir tesadüf sonucu boþtu. Fazla güneþ almadýðý için serin olurdu ve televizyonu hatasýz çalýþýyordu. Ayrýca deniz manzarasý da aðaçlar tarafýndan engellenmiyordu.

Nesrin giriþ formülerini doldurup, çantasýný taþýyan genç bir görevlinin peþine takýlarak, odalarýn bulunduðu binayý giriþ ve restoran bölümüne baðlayan koridora yöneldi. Üstü bitkilerle örtülü koridorun sað tarafýnda büyük bir yüzme havuzu, sol tarafýnda ise içinde restoranýn da yer aldýðý bahçe bulunuyordu. Tam karþýdaki kapýdan binaya girip ilk önce sola, sonra da hemen saða döndüler. Önlerinde, oda kapýlarý sol tarafta olmak üzere, uzun bir koridor belirdi. 118 nolu oda koridorun sonlarýndaydý.




Nesrin, görevliye bahþiþ verip gönderdikten sonra odada yalnýz kaldý. Çok bitkinmiþ gibi aðýr adýmlarla pencereye gidip sonuna kadar açtý. Tel örgüyle çevrili otel bahçesinin önündeki sahil insanlarla doluydu. Oynayan çocuklarýn
neþeli sesleri odanýn içine dolmaktaydý. Uzunca bir süre bomboþ gözlerle dýþarýya bakan Nesrin, ne sýð sularda oynayan çocuklarý, ne de güneþlenen kadýnlarý görüyordu. Birdenbire pencereye arkasýný dönüp, nerede olduðunu daha yeni algýlýyormuþ gibi odaya bakmaya baþladý. Sonra odanýn ortasýndaki çift kiþilik yataðýn üstüne uzanarak gözlerini kapadý. Huzursuz bir uykuya dalmasý pek uzun sürmedi.

Çocuk sesleriyle uyandý. Kendisini çok bitkin hissediyordu. Odanýn içi, çocuklarýn oynarken çýkardýðý seslerle bu denli dolup taþmasa daha uzun bir süre uyuyabilirdi herhalde. Yataktan doðrulurken baþýnýn çatlarcasýna aðrýdýðýný farketti. Yataðýn kenarýna oturarak yanýnda duran cep telefonunun saatine baktý. Gece yarýsýna geliyordu neredeyse. Ne kadar fazla uyumuþtu böyle. Oysa yatarken olduðundan daha da yorgundu þimdi.

Gecenin bu saatinde bu çocuk sesleri de neyin nesiydi acaba? Ayaða kalkýp, açýk duran pencerenin önüne gitti. Gece olmuþtu ve denizin üstünde asýlý duran dolunay etrafý loþ bir ýþýkla aydýnlatýyordu. Sahil týklým týklým insanlarla doluydu. Çocuklar sahilde kumlarýn içinde yuvarlanýp duruyor, kýzlý erkekli bir grup genç denizde voleybol oynuyordu. Plaj havlusunun üstüne uzanmýþ kýrmýzý bikinili bir kadýn çantasýndan çýkardýðý güneþ kremini bacaklarýna sürmeye baþladý. Nedense hiç þaþýrmadý Nesrin tüm bu gördüklerine. Belki de rüya görüyordu. Veya kendi hayal dünyasý gerçek hayatýn üstüne çýkmýþtý artýk, onu örtüyordu.

Banyoya gidip yüzünü yýkadý ve diþlerini fýrçaladý. Sonra soyunup duþun altýna girdi. Suyun vücudundan akýp küvetin giderinin içinde kaybolmasýný seyretti uzun uzun. Sabunlanmýyor, saçlarýný yýkamýyor, yalnýzca suyun altýnda öylece hareketsiz duruyordu. Nihayet kendine gelir gibi oldu ve duþun altýndan çýkýp kurulandý.

Banyonun aynasýndaki görüntüsüne bakýnca elinde olmadan irkildi. Kimdi hayalete benzeyen bu kadýn? Son günlerde yaþlanmýþtý sanki. Gözlerinin altýndaki kýrýþýklar artmýþ, elmacýk kemikleri ortaya fýrlamýþ, teni solgun ve







donuk bir renge bürünmüþtü. Yüzünü soðuk suyla tekrar yýkayýp odaya geri döndü ve yataðýn üstüne çýrýlçýplak uzandý.

Aniden gerçek bir kiþiyle konuþmak ihtiyacýný hissedip, cep telefonuyla Nuri’yi aradý. Defalarca denemesine raðmen baðlantý kurulamýyordu. Hatlarda bir sorun vardý herhalde. Bir an için babasýný aramayý düþünse de, sonra vazgeçti. Bürosunu arayýp sekretere ne zaman geleceðini bilmediðini söylese miydi acaba? Gecenin bu vaktinde mi? Gece olduðunu nereden çýkartýyordu ki? Belki de gündüzdü. Sahildeki insanlarýn hepsi birden yanýlýyor olamazdý herhalde. Peki ya günlerden hangisiydi? Pazartesi mi, yoksa Salý mý? Belki de belirsiz bir gün, bugüne kadar yaþanmamýþ, ilk defa yaþanan bir gün. Diðer insanlar için gündüz, kendisi için gece olan bir gün. Katýla katýla gülmeye baþladý birdenbire ve sonra ansýzýn sustu. Ýçinde bulunduðu durumla ilgili mantýklý bir þeyler düþünmeye çabalýyor fakat baþaramýyordu. Kafasýnýn içi bomboþ gibiydi.

Karnýnýn acýktýðýný hissederek isteksizce giyindi ve uzun koridora çýkýp, gelirken görmüþ olduðu restorana yöneldi. Boþ bir masaya yerleþip sipariþ verdikten sonra, gecenin karanlýðýnda güneþlenen insanlarý seyretmeye koyuldu. Hepsi de ne kadar doðal davranýyordu. Güneþ þemsiyesinin altýnda oturanlar bile vardý. Güneþ gözlüklü iri yarý bir adam , yanýna uzanmýþ bir kadýnýn sýrtýný kremlemekle meþguldü.

Biraz sonra sipariþi geldi. Köfte, pilav, salata ve bira. Yemeðe baþlamadan önce birasýný büyük yudumlarla içip bir tane daha istedi. Bir an önce sarhoþ olup uyumak ve normal bir dünyanýn içinde uyanmak istiyordu. Yemeðini bitirip üçüncü birasýný söylerken, garsona saati sordu. Biri on geçiyordu, yalnýz tek bir farkla. Kendisi için gece, diðer insanlar için ise öðlen.

Üçüncü bira baþýnýn hafifçe dönmeye baþlamasýný saðlamýþtý nihayet. Hesap için garsona oda numarasýný söyleyip, odasýna dönmek üzere ayaða kalktý. Serin odaya girer girmez pencereyi sýký sýkýya kapattý, perdeleri çekti ve soyunup yattý. Uyumak istiyordu yalnýzca. Bin yýl uyumak, hatta mümkün olsa hiç uyanmamak. Öyle yorgun hissediyordu ki kendisini. Biranýn verdiði rahatlýk yavaþ yavaþ bütün vücudunu sarmaya baþlamýþtý. Bir an için, ortada hiç bir sorun yokmuþ gibi geldi Nesrin’e. Sonra bir dünyadan öbür dünyaya geçercesine uykuya daldý. Çok derin bir uykuya.






Rüyasýnda yemyeþil bir bahçenin içindeydi ve üzerinde yerlere kadar uzanan beyaz bir elbise vardý. Çýplak ayaklarýyla otlarýn üzerinde dolaþýp, her tarafý kaplayan çiçeklere dokunuyordu. Otlarýn iç açýcý serinliði bütün vücudunu sarýp sarmalýyor, her taraftan fýþkýran neþe ve sevincin girdabýnda oradan oraya zýplayýp duruyordu. Her þey o denli güzel ve ferahtý ki, kendisini cennette hissetti. Kuþlarýn cývýltýlarý ve aðustos böceklerinin cýrcýrlarýndan baþka hiç bir ses duyulmuyordu. Bir de çok uzaklardan gelen bir su sesi.

Sonra otlarýn içinde dolu bir su þiþesi buldu ve þiþeyi dudaklarýna götürerek biraz içti. Enfes bir tadý vardý suyun, daha önceden hiç tanýmadýðý tatlý ve uyuþturucu bir tat. Kendisini yeni doðmuþ gibi hissediyordu. Neredeyse ayaklarý yerden kesilip kuþlarla birlikte uçmaya baþlayacaktý. O kadar hafiflemiþti sanki. Þiþenin içindeki suyla çiçekleri sulamaya baþladý. Suyun deðdiði çiçekler gözlerinin önünde büyüyüp geliþiyor ve rengarenk bir kýlýða girip güzelleþiyordu. Elindeki þiþeyle bütün bahçeyi dolaþtý. Þiþenin içindeki su bitmek bilmiyordu bir türlü. Kendiliðinden yeniden doluyordu. Çiçeklerden sonra otlarý sulamaya baþladý. Bahçenin içinde neþeyle zýplayýp duruyor, suyun verdiði gücü her tarafa daðýtýyordu.

Otlarý o kadar çok suladý ki, su incecik bir çizgi halinde otlarýn arasýndan akmaya baþladý. Suyun oluþturduðu çizgi geniþleyerek bahçenin dýþýna taþýyordu artýk. Nesrin bahçe kapýsýný açýp, akan suyu takibe koyuldu. Bir yandan da etrafa su dökmeye devam ediyordu. Giderek geniþleyen su, bu arada küçük bir dere halini almýþtý. Ýçinde rengarenk balýklar yüzüyor, kurbaðalar výraklayarak oradan oraya sýçrýyorlardý. Uzakta evler gözüktü. Küçük dere hýzla evlere doðru akýyor, Nesrin de bir çocuk gibi zýplayarak dereyi takip ediyordu. Sonra aniden Nesrin derenin önüne geçip yönünü deðiþtirince, derenin arkasýndan geldiðini farketti. Nereye yönelse, dere peþinden geliyordu. Bu çok hoþuna gitti, zigzaglar çizerek ilerlemeye baþladý. O önde, dere arkada, evlere giderek yaklaþýyorlardý. Köy gibi bir yer olmalýydý burasý.











En sonunda dereyle birlikte evlere ulaþtýlar. Dere küçük bir ýrmak halini almýþtý artýk. Sularý köpürdeyerek akan bir ýrmak. Her bir evin önüne geldiðinde yavaþlýyor, içinden o evin kapýsýna yönelen bir yan kol oluþturuyor ve bir sonraki eve doðru akmaya devam ediyordu. Irmaðýn yan kollarýnýn rengi kýrmýzýydý. Kan kýrmýzýsý.

Evlerin içinden insanlar çýkmaya baþladý. Tanýdýk yüzlerdi bunlarýn çoðu. Nuri, babasý, Sevinç, Þenol, Sait Reis, Osman gibi. Hatta aralarýnda Aynur ile Zafer bile vardý. Evlerin birinden benzinlikteki terli yüzlü çocuk çýkýnca çok þaþýrdý. Kastamonu’daki garsonu da görür gibi oldu bir ara. Bazýlarýný ise hiç tanýmýyordu. Dikkatli bakýnca, tanýmadýklarýnýn yüzünün maskeli olduðunu gördü.

Tanýdýk veya maskeli, hepsi evlerinden çýktýktan sonra Nesrin’e dönüp iþaret parmaklarýný ikaz eder gibi kaldýrýyorlar ve “yapma” diyorlardý. Yalnýzca tek bir kelime. “Yapma”. Nesrin, yapmamasý gereken þeyin ne olduðunu anlamýyor, neþe içinde yoluna devam ediyordu. Evleri geride býrakýp kýrlarýn içinde ilerlediler. Nesrin ile ýrmak, yalnýzca ikisi vardý artýk. Her þey çok güzeldi. Fakat gözlerinin önündeki manzaranýn garip bir yaný vardý. Tarif edemediði, ne olduðunu bir türlü çýkartamadýðý bir þey. Kafasýna takýlmýþtý iyice. Bir yandan yoluna devam ediyor, diðer yandan artarak belirginleþen gariplik üzerine düþünüp duruyordu.

Nesrin önde, ýrmak arkada yollarýna devam edip evleri geride býraktýlar. Bir gariplik vardý, ama ne olduðunu garipliðin çözemiyordu Nesrin. Bir bayýra geldiler. Nesrin bayýrdan yukarýya doðru týrmanmaya baþladý. O anda anladý garipliðin ne olduðunu. Irmak ters akýyordu, yani yukarýya doðru. Böyle ters akan bir ýrmak hiç görmemiþti. Yorulduðu için kendisini ýrmaðýn sularýna býraktý. Irmak onu ipekten bir yorgan gibi sarýp dik bayýrda taþýmaya baþladý. Bir tüy gibi hafif hissediyordu kendisini. Sonra bir düzlüðe geldiler. Irmak orada durdu ve yayýlmaya baþladý. Kýsa sürede, ýrmak bir göle dönüþmüþtü. Nesrin gölün içinde þarkýlar söyleyerek yüzüyor, enerjisi bir türlü tükenmek bilmiyordu. Gölün etrafýnda, aþaðýdaki evlerden çýkan insanlar belirdi teker teker. Hem tanýdýk olanlar,








hem de maskeliler. Ve “yapma” diyorlardý ikaz edercesine. “Yapma”. Sonra birdenbire Nesrin rahat yüzemediðini farketti. Gölün suyu kalýnlaþmýþtý ve kulaç atýlamýyordu. Dehþetle irkilerek gölün bir bataklýða dönüþmekte olduðunu anladý. Kýyýya çýkmak için çýrpýnýyor, fakat gölün çamur halini almýþ sývýsýndan kurtulamýyordu. Göl onu yavaþ yavaþ ve sessizce yutmaya hazýrlanýyordu.






































Sonuncu Zaman

Müzik sesiyle mi, yoksa gölün onu karþý koyamadýðý bir þekilde içine çekmesinin verdiði korkuyla mý uyandýðýnýn farkýnda deðildi. Belki de ikisi birden neden olmuþtu uyanmasýna. Bütün vücudu parlak ve kaygan bir ter tabakasýyla kaplýydý. Bacaklarý karný, göðsü, koltuk altlarý, yüzü, alný ve hatta ayaklarý. Sýrtý beyaz çarþafa yapýþmýþ, siyah saçlarý yeni yýkanmýþ gibi sýrýlsýklam olmuþtu. Çok güzel baþlayan ve bir kabusla sonuçlanan rüya bütün ayrýntýlarýyla hafýzasýna kazýnmýþtý adeta. Sanki rüya görmemiþ de, rüyadaki olaylarý gerçekten yaþamýþ gibi. Yürürken ayaklarýnýn altýnda ezilip, sonra tekrar doðrulmaya çalýþan yeþil otlarý bile hatýrlýyordu. Ve kendisini yutmaya çalýþan bataklýk halindeki sularý.

Yataðýn üstünde yan dönüp müziðe kulak kabarttý. Müzik tesisatýnýn gerektiðinden çok daha fazla yankýlattýðý bir erkek sesi, akordeon, gitar, bateri ve tanýmadýðý bir müzik aleti eþliðinde, çocukluðundan beri tanýdýðý bir þarkýyý söylüyordu:

Seni sevmek ne hoþtur yýldýzlarýn altýnda,
Seviþmek ah ne hoþtur yýldýzlarýn altýnda.

Yataða oturup bacaklarýný aþaðýya sarkýttý. Omuz ve sýrt kaslarý aðrýdýðý için, sandýðýndan daha zor olmuþtu bu. Aðrýlara aldýrmadan ayaða kalkýp pencereye gitti ve perdeyi sonuna kadar açtý. Güneþin verdiði sýmsýcak aydýnlýk, sanki perdenin öbür tarafýnda birikip de birdenbire özgür býrakýlmýþ gibi odanýn içine doldu, gözlerini kamaþtýrdý. Güneþli gökyüzünde tek bir bulut bile gözükmüyor, ýssýz sahile yavaþça vuran dalgalar yoðun müzik sesine hafif bir hýþýrtý olarak katkýda bulunuyorlardý. Kumsalda hiç kimsenin bulunmayýþý hayaletimsi bir görüntüye neden olmaktaydý. Güneþin altýnda kapalý duran þemsiyeler, kumun üzerinde uzun gölgeler oluþturuyorlar, bu görüntüyü biraz daha anlamsýz bir hale getiriyorlardý.







Üstüne sessizce çöken hüzünlü bir aðýrlýðýn altýnda ezildiðini hissetti Nesrin. Karanlýk gündüzler ve aydýnlýk geceler devam ediyordu belli ki. Halbuki ne kadar arzulamýþtý her þeyin normale dönmesini ve kendi algýlamalarýnýn diðer
insanlarýnkine uyumlu olmasýný. Onlarla ayný zamaný yaþayýp, onlarýn arasýnda sýradan birisi olabilmeyi. Son saatlerin çok büyük bir bölümünü uyuyarak geçirmesi fayda saðlamamýþtý. Yalnýzca bir süre için gerçeklerden kaçýp, kendi kabuðuna saklanabilmiþti, o kadar. Yaþadýðý durumu, daha uzun bir süre yok sayamazdý. Herhangi bir þekilde yüzleþmesi gerekiyordu en azýndan. Bunu
nasýl yapacaðýný henüz tam olarak bilmiyordu. Tam olarak deðil hiç bilmiyordu aslýnda, ama hiç olmazsa dýþarýya çýkmalýydý. Diðer insanlarýn arasýna. Uykuya yatarak yok saydýðý insanlarýn. Ya sonra? “Sonrasýný göreceðiz” diye geçirdi içinden. Geleceðe yönelik plan ve programlar yapamýyordu artýk. Bir saat sonra bile, ne yaþayacaðýný bilemiyordu ki.

Banyoya giderken saate bakmak aklýna geldi. Cep telefonunun saati sabah on buçuðu gösteriyordu. Günlerden neydi peki? Salý olmasý gerekiyordu ama, bu zaman kargaþasý içinde pek de emin deðildi. Hangi konuda emin olabilirdi ki artýk zaten? Kim olduðunu bile unutmuþ gibiydi. Birilerinin onu mutlaka merak etmiþ olmasý lazýmdý. En azýndan Nuri’nin, babasýnýn ve sekreterinin. Hatta Sevinç bile aramýþ olmalýydý, yolculuðunun nasýl geçtiðini öðrenmek için. Ýlk önce Nuri’yi, sonra da Sevinç’i aramayý denedi, fakat ikisine de ulaþamýyordu. Baðlantý kurulamýyordu bir türlü. En sonunda tuþlara basmaktan sýkýlýp vazgeçti ve banyoya girdi. Konuþabilse ne diyecekti ki onlara? Böylesi daha iyiydi belki de. Yalnýz baþýna, tanýdýklarýndan uzak.

Banyoda her zaman olduðundan daha uzun kaldý. Neredeyse bir saate yakýn. Nuri yanýnda olsaydý “hayrola” derdi mutlaka, “hani banyoda bu kadar uzun kalmak zaman israfýydý”. Uzun uzun duþ almýþ ve yüzünün solgunluðunu gizlemek için istemeden de olsa hafif bir makyaj yapmýþtý. Banyodan çýkýp hiç acele etmeden giyindi ve küçük el çantasýný alarak odayý terketti. Yataðý düzeltmeden olduðu gibi býrakmýþtý. Restorana yaklaþýrken müzik hala devam ediyordu, yine eskilerden bir parçayla.

Yar saçlarýn lüle lüle, yar benziyor beyaz güle,
O yar benim hayatýmdýr, ölürüm de vermem ele.








Solistin, müzik tesisatýnýn ayrýlmaz bir parçasýymýþ gibi çýkan yankýlý ve elektronik sesine baþkalarý da eþlik ediyor, bu da küçük bir cümbüþ havasý yaratýyordu.

Restoranýn açýk hava bölümündeki masalarýn hemen hemen yarýsý doluydu. Kadýnlý erkekli gruplar çoðunlukla raký veya þarap içiyor ve bu arada bir oyun havasýna dönen müziðin kývrak ritmine uyarak el çýrpýyorlardý. Sonra orta yaþlý bir çift, masalarýn ortasýnda bulunan piste çýkarak göbek atmaya baþladý. Sanki herkes birisinin baþlangýcý yapmasýný bekliyormuþ gibi, dans pisti birdenbire doldu. Babasýnýn bir lafý geldi aklýna Nesrin’in. “Bizim millet kadar göbek atmaya meraklý baþka bir millet yoktur” derdi babasý, “Kýzýlay’ýn ortasýnda birisi göbek atmaya baþlasýn, bir anda herkes katýlýr ona.” Nesrin elinde olmadan gülmeye baþladý. Bu durumda bile gülebildiðine göre, henüz umut var sayýlýrdý. Koca koca adam ve kadýnlar öðlenin sýcaðýnda kalçalarýný sallayýp duruyor, bir yandan da müziðin ritmiyle parmaklarýný þýklatýyorlardý. Oldukça aptalca ve komik bir görüntüydü bu.

Göbekli ve kel kafalý bir garson Nesrin’in yanýna gelip durdu. Konuþmaya baþlamadan önce hafifçe öne doðru eðildi. Ayný Kastamonu’da sipariþini almaya gelen garson gibi.

-     Buyrun hanfendi. Eðer yemek yiyecekseniz hemen sipariþ vermeniz gerekiyor. Birazdan mutfaðýmýz kapanacak da...Ýsterseniz içeriye de geçebilirsiniz.

Nesrin gülmesini frenleyerek cevap verdi.

-     Hayýr, teþekkür ederim. Bir þey yemek istemiyorum. Þehire ineceðim birazdan.

Garson hayretle saatine bakarak devam etti.

-     Neredeyse gece yarýsýna geliyor. Bu saatten sonra þehirde açýk restoran pek bulamazsýnýz. Bir kaç bar ve meyhane vardýr açýk olan. Bir de Ayýþýðý’nýn barý. Ama o da þehirde deðil zaten. Biraz ilerde yolun üstünde saðda.







Nesrin gülümseyerek tekrar teþekkür etti ve arkasýný dönüp otelin çýkýþýna yöneldi. Arabasýný çalýþtýrýp tozlu yolun üstünde þehire doðru sürerken hiç bir
þey düþünmüyordu, düþünemiyordu daha doðrusu. Kafasýnýn içi bomboþtu sanki. Her þeyi tümüyle kanýksamýþ gibiydi. Ayýþýðý’nýn önünden geçerken bir grup genç yolun kenarýna kaçýp, arkasýndan “farlarýný yaksana geri zekalý” diye
baðýrdý. Güneþin ýþýl ýþýl aydýnlattýðý yola farlarýný yakarak devam etti. Þehirin hemen giriþinde yolun kenarýna park edip arabadan indi. Ana caddede tek tük insanlar görünüyordu ve bütün dükkanlar kapalýydý. Sinop terkedilmiþ bir þehri andýrýyordu adeta. Ama bir kaç gün veya bir kaç hafta önce deðil, yalnýzca bir kaç saat önce terkedilmiþ.

Hükümet Meydaný’na doðru ilerlemeye baþlayan Nesrin, ýssýz caddede sessizce yürürken, þehre neden geldiðini düþünüyordu. Ne yapacaktý burada dolaþýp? Amacý neydi? Neden sonra anladý ki, ara sokaklarýn birisinde yeþil saçlý küçük kýzý veya kýrmýzý saçlý yaþlý kadýný görebilmeyi umuyordu. Görürse hiç korkmadan ve çekinmeden yanlarýna gidecek ve soracaktý: “Neden benimle uðraþýyorsunuz? Ne istiyorsunuz benden?” Belki de yalvarýrdý; “Lütfen beni rahat býrakýn, evime dönmek istiyorum artýk” diye. Garip bir þekilde, bütün yaþadýklarýnýn sorumlusu olarak onlarý görüyordu. Neden karþýsýna çýkýp konuþmuyorlardý onunla? Neden bu iþkencenin sürüp gitmesini istiyorlar ve her þeye bir son vermiyorlardý?

Meydana gelmeden önce saða döndü. Kýrmýzý saçlý kadýný gördüðü sokak olmalýydý burasý. Gerçi bütün sokaklar birbirine benziyordu ama, yanlýþ sokaða girmiþ olmasý ihtimali oldukça düþüktü. Bazý evlerin ýþýklarý kapalý perdeler arkasýnda yanýyor, bazýlarýnýn ise açýk pencerelerinden televizyon sesleri geliyordu. Tam sola dönüp, geçidin bulunduðu taþlý yola girmek üzereyken, karþýsýna saðdaki yoldan gelen bir bekçi çýktý. Nesrin’in kadýn olduðunu farkedince þaþýran bekçi konuþmadan önce elindeki feneri yakarak yere doðru tuttu.

-     Hanfendi, siz buralardan deðilsiniz galiba. Bu saatte ne yapýyorsunuz tek baþýnýza dýþarda? Bir þey olmaz gerçi ama, bir sarhoþ falan çýkar karþýnýza korkarsýnýz. Yolunuzu mu þaþýrdýnýz yoksa? Bu ara sokaklarda kaybolmak çok kolaydýr. Ýsterseniz sizi gitmek istediðiniz yere kadar götüreyim. Nerede kalýyorsunuz?







Nesrin, önemli bir þey yokmuþ gibi bir el iþareti yaparak “hayýr, teþekkür ederim, bir yere götürmeniz gerekmiyor” dedi, “yolumu da þaþýrmadým, Diyojen otelde kalýyorum, þuradaki geçitten geçip iskelenin oraya çýkmak istiyorum, ondan sonra da bir taksiye atlayýp otele dönerim.”

Bu cevaptan pek tatmin olmadýðý yüzündeki ifadeden açýkça belli olan bekçi kararsýz bir þekilde dururken, Nesrin arkasýný döndü ve yürüdü gitti. Bekçinin þaþkýnlýðý hiç ilgilendirmiyordu onu. Hýzlý adýmlarla geçide girip yavaþladý. Geçidin iki tarafýndaki evler derin bir sessizliðe bürünmüþtü. En ufak bir hayat belirtisi göstermeyen bir sessizlikti bu. Arada sýrada ana caddeden geçen arabalarýn çýkardýðý sesler olmasa ölüm sessizliði bile denilebilirdi. Yakýcý güneþ, sessizlik ve ýssýz geçit bileþimi ürkütücü geldi Nesrin’e. Geçidi olabildiðince hýzlý bir þekilde – neredeyse koþarak – geride býrakýp liman istikametine yöneldi. Fakat geçtiði bütün yollar ýssýzdý artýk. Uzaklardan türünü çýkaramadýðý bir müzik sesi geliyordu. Hala açýk olan son barlardan birisi olmalýydý. Bir de aðlayan bir bebek sesi geliyordu sol taraftaki evlerin birisinden.

Nuri’ye ve babasýna gemi maketi aldýðý vitrini ýþýklandýrýlmýþ dükkanýn önünden geçerek Yalý kahvesinin yanýndan sola döndü. Çýnarýn rüzgarla birlikte dalgalanan yapraklarýnýn çýkardýðý derin hýþýrtý, diðer sesleri bir yorgan gibi örtüyordu. Ýskelenin önündeki geniþ caddeye çýkýnca biraz rahatladý. Çay bahçesindeki sandalyeler toplanmýþ, masalar temizlenmiþti. Ortalýkta hedefsiz bir þekilde dolaþan bir kaç cýlýz köpek, yiyecek bir þeyler bulmak umuduyla öteyi beriyi koklayýp duruyordu. Köpeklerden birisi kederli kederli ulumaya baþladý. Sanki yalnýzlýðýna isyan edermiþçesine. Çok uzaklardan baþka bir köpek cevap verdi, belki de hiç görmediði hemcinsine. Sonra ikisi de sustu. Söyleyecekleri baþka söz yoktu demek ki.

Nesrin hýzýný artýrarak otelin önünden sola dönüp meydana doðru yürümeye baþladý. Askeriyeye ait olduðu anlaþýlan bir binanýn demir parmaklýklý kapýsýnýn arkasýnda neredeyse çocuk yaþta bir asker nöbet tutuyordu. Elindeki kocaman tüfek, çocuksu bedenine ve afacan bakýþlarýna hiç bir þekilde uyum saðlamýyor, bir oyuncak gibi duruyordu. Kovboyculuk oynayan bir çocuða benziyordu her yanýyla. Nesrin’e gülümseyerek baktý ve “yolunu mu kaybettin abla, her þey yolunda mý?” diye sordu. “Hayýr” dedi Nesrin, “yolumu falan







kaybetmedim, bu saatlerde ben hep yürüyüþe çýkarým.” Asker arkasýndan güldü yalnýzca ve sustu. Yürüyüp giderken çocuk askerin bakýþlarýný adeta sýrtýnda hissediyordu Nesrin. Gecenin bu saatinde yalnýz baþýna yürüyüþe çýkan bir kadýn hiç görmemiþti herhalde. Ve belli ki yadýrgamýþtý. Çocuk askeri düþünceleriyle baþbaþa býrakýp yoluna devam etti.

Hükümet Meydaný’na gelmiþti artýk. Meydanýn karþý tarafýndaki taksi duraðýnýn önünde bir kaç taksi bekliyordu, ancak þoförleri ortada yoktu. Ýçerisini göremediði küçük kulübede uyuyorlardý belki de. Meydandan tekrar sola dönüp ana caddede þehir çýkýþýna doðru yürümeye koyuldu. Saat iki buçuða gelmek üzereydi neredeyse. Sinop sakinleri için gece, Nesrin için ise öðleden sonra. Arabasýna varmasý on beþ dakika sürdü. Otele doðru yola koyulduðunda kendisini oldukça bitkin hissediyordu. Öðlen güneþinin altýnda yaptýðý uzun yürüyüþ sonrasýnda terlemiþ ve bacaklarý aðrýmaya baþlamýþtý. Ne yapacaðýný da, ne yapmasý gerektiðini de bilmiyordu. Aklýna gelen tek þey uyumaktý, sonsuza deðin uyumak.

Arabasýný otelin önüne park edip odasýna yürürken aniden kararýný deðiþtirerek sahile yöneltti adýmlarýný. Otelin bahçe kapýsýný açýp basamaklarý indi ve kumsala çýktý. Ayaklarýný ýslatmak niyetiyle ayakkabýlarýný çýkarýp eline aldý. Ilýk rüzgar yandan yüzüne vuruyor, saçlarýnýn önüne düþmesine neden oluyordu. Pantolonunun paçalarýnýn ýslanmasýna aldýrmayarak ayak bileklerine kadar suyun içine girdi. Küçük dalgalar sahile yosun taþýmýþtý. Sað ayaðýnýn bir yosun þeridi tarafýndan sarýldýðýný hissedip, ayaðýný öne arkaya sallayarak yosundan kurtuldu.

Soluna doðru bakmasýyla birlikte kalbinin duracaðýný sandý. Yüz metre kadar ileride, Beyaz Ev’in önündeki kumsalda uzun beyaz elbise giymiþ bir kadýn sahilde durmuþ denize bakýyordu. Ayný kendisi gibi. Sinop tarafýna baktýðý için Nesrin’e sýrtý dönüktü. Nesrin kadýnýn bulunduðu yere doðru yürümeye baþladý. Kalbi deli gibi atýyordu. Kadýnýn saçlarý normal siyah bir tondaydý ama, daha önce karþýlaþtýðý yeþil saçlý kýz çocuðu ve kýrmýzý saçlý yaþlý kadýnla bir baðlantýsý olduðuna þüphesi yoktu Nesrin’in. Kadýna iyice yaklaþtý. Aralarýnda beþ adýmlýk bir mesafe ancak kalmýþtý artýk. Kadýn baþýný çevirip Nesrin’e bakmaksýzýn aniden konuþmaya baþladý.








-     Merhaba Nesrin. Nasýlsýn? Pek iyi görünmüyorsun aslýnda.

Nesrin kanýnýn donduðunu hissetti. Bu ses...bu ses yabancý deðildi. Tanýyordu bu sesi. Hem de çok iyi tanýyordu. Aðzý kurumuþ, çenesi kilitlenmiþti sanki. Zorlukla konuþabildi.

-     Kimsin sen? Yüzünü dön bana.

Kadýn gülümseyerek yüzünü dönünce, Nesrin bir iki adým gerilemek zorunda kaldý. Bütün tüyleri diken diken olmuþtu ve ensesinden sýrtýna doðru bir ürperme yayýlýyordu. Sonra bütün sýrtý karýncalanmaya baþladý. Karþýsýnda kendisini görüyordu, on sekiz veya on dokuz yaþýndaki halini. O anda anladý her þeyi. Yeþil saçlý kýz çocuðu da kendisiydi, kýrmýzý saçlý yaþlý kadýn da. Mýrýldanýr gibi konuþtu.

-     Sen...sen bensin. Nasýl olur bu?

Genç Nesrin cevap vermeden, yalnýzca gülümseyerek baktý. Nesrin kendisini toparlayarak devam etti.

-     O halde küçük kýz da bendim ve yaþlý kadýn da.

Cevap tek kelimeden ibaretti. Her þeyi doðrulayan yorumsuz tek kelime.

-     Evet.
-     Peki neden yeþil ve kýrmýzý saç? Ne anlamý var bunun?
-     Bilmem, belki sen öyle istediðin içindir veya senin daha fazla dikkatini çekmek üzere.

Korku ve ürperti kayboldu, onun yerini öfke aldý birdenbire. Baðýrmaya baþladý hiç çekinmeden.

-     Ne istiyorsunuz benden? Ne yaptým ben size? Yeter artýk çýldýrmak üzereyim. Ýntihara mý sürüklemek istiyorsunuz beni?

Genç Nesrin gülümsemesini hiç deðiþtirmeden cevap verdi.







-     Kimseyi suçlama Nesrin. Ben senim, sen de bensin. Sen istemeseydin hiç birisi olmazdý bunlarýn. Eðer bir sorumlu arýyorsan, ilk önce kendine bakmalýsýn.
-     Yani tüm bunlarýn benim hayalimde olduðunu mu söylemek istiyorsun? Gerçek deðil mi yaþadýklarým? Peki ya on dört saatte buraya gelebilmem veya kendimi birdenbire denizin ortasýnda bulmam, bunlar da mý hayal ürünü? Sait Reis de mi yok aslýnda?

Genç Nesrin’in yüzündeki gülümseme kendisini belli belirsiz bir
tebessüme býraktý.

-     Ben böyle bir þey söylemedim. Sadece sen istemeseydin bunlarýn hiç birisi olmazdý dedim. Bunu biraz açýklamak gerekirse, sen hazýr olmasaydýn veya uygun gözükmeseydin, bunlarý yaþamazdýn.

Nesrin biraz düþündükten sonra yeni bir soru yöneltti.

-     Nasýl yani, seçildim mi ben bir þekilde?
-     Öyle demek istiyorsan diyebilirsin. Ama kimse seni seçmedi, sen kendi kendini seçtin.
-     Neden? Neden böyle saçma bir þey yapayým ki?

Genç Nesrin cevap vermeden önce ellerini açarak elleriyle Nesrin’i gösterdi.

-     Çünkü sen uyumsuzsun Nesrin. Kendinle, çevrenle, kýsacasý hiç bir þeyle ve kimseyle uyum içinde yaþayamýyorsun. Hep huzursuzsun. Esasýnda kendin de biliyorsun bunu. Daha geçen gün Sevinç’e ayný þeyleri söylemedin mi? Hatta fazlasýný bile dedin. Sürekli bir þeyler beklediðini, ne istediðini bilmediðini, yaþamýnýn bundan ibaret olamayacaðýný. Senin kendi sözlerin tüm bunlar.

Nesrin düþünmeye baþladý. Uyum, uyumsuzluk, ne demek oluyordu bunlar? Ýçinde sürekli bir rahatsýzlýk, tedirginlik ve bekleyiþ hissederdi hep. Ama bunlar bir çok insanda olabilirdi herhalde. Kendi kendine konuþur gibi sürdürdü.









-     Böyle olsa bile, dünyanýn tek uyumsuz ve huzursuz insaný ben deðilim herhalde. Neden ben yaþamak zorunda kalýyorum tüm bunlarý? Benim durumum bu denli farklý mý?
-     Baþka insanlarýn ne yaþadýklarýný nereden bilebilirsin ki? Sen yalnýzca kendini biliyorsun ve isyan ediyorsun. Belki de haklý olarak isyan ediyorsun. Kim bilir?

Nesrin itirazlarýna devam etti. Suçlayan o olmasý gerekirken, kendisini savunmak durumuna gelmiþti birdenbire.

-     Ben hiç böyle görmüyordum kendimi. Peki nasýl kurtulurum bundan? Uyumlu bir hale nasýl gelebilirim?

Genç Nesrin kafasýný iki yana sallayarak konuþmasýna devam etti.

-     Bunu gerçekten istediðini hiç sanmýyorum. Uyumlu olmak, eriþilmesi gerekli bir hedef olabilir mi sence?
-     Ben hep huzursuz bir bekleyiþ içinde mi olacaðým o halde? Benim mutlu olmak gibi bir hakkým yok mu?

Genç Nesrin güldü. Gülüþünde Nesrin’in söylediklerini küçümseyen bir hava vardý.

-     Mutluluk mu? Mutluluðun konuþtuklarýmýzla ne ilgisi var anlamýyorum.
-     Hayatta en önemli hedeflerden birisi deðil mi mutluluk ve mutlu olmak? Aslýnda tüm insanlar hayatlarýnýn sonuna kadar mutluluk peþinde koþup durmuyor mu? Kimi parada arýyor mutluluðu, kimi aþkta, kimi inançta, kimi de kendi halinde yaþamakta. Öyle deðil mi?

Genç Nesrin dudaklarýný çarpýtýp baþýný iki yana sallamaya baþladý. Nesrin’in sözlerinden hiç hoþnut deðilmiþ gibi gözüküyordu.

-     Mutluluk...Ne kadar büyük bir yalan. Mutluluk nedir biliyor musun Nesrin? Hiç düþündün mü bunu?








Nesrin cevap verdi. Cevabýndan çok emin deðilmiþ gibiydi ve genç Nesrin’in tarifini merak ediyordu.

-     Çok genel bir tarifi olduðunu sanmýyorum. Herkes için deðiþebilir. Herkes için farklý bir þey ifade edebilir. Zenginlik, baþarý, kiþisel tatmin, aþk ve daha pek çok þey. Peki sence nedir mutluluk?
-     Bu söylediklerinin hepsi içi boþ bir görüntü. Mutluluk hayatýný boþa harcamýþ insanlarýn sýðýnabildiði son kaledir. Bazýlarý hemen hayatlarýnýn baþlangýcýnda bu kaleyi mekan tutarlar, bazýlarý ise sonradan. Yani hayatlarýný boþa harcadýklarýný anlayýnca ve kendilerini aldatmak üzere. Bazý insanlar ise mutluluðu hiç dikkate almazlar, önemli deðildir onlar için.

Böyle bir þey beklemeyen Nesrin þaþýrmýþtý. Anlamak istiyorcasýna sordu.

-     Yani baþarýsýz insanlarýn kendilerini avutmak için sýðýndýklarý bir yalan, öyle mi?

Genç Nesrin baþýný biraz önce yaptýðý gibi iki yana sallayarak itiraz etti.

-     Hayýr, anlamýyorsun. Baþarýnýn veya baþarýsýzlýðýn bu konuyla hiç bir ilgisi yok. Þöyle bir etrafýna bak. Senin de göreceðine eminim. Hayatýný boþa harcamýþ, toplumdaki genel anlayýþa göre baþarýlý o kadar çok insan dolaþýyor ki ortada. Veya tersi. Hayatýnýn her saniyesini en doðru þekilde yaþayýp hep baþarýsýz kalmýþ. Toplumdaki genel anlayýþa göre baþarýsýz kalmýþ elbette.

Nesrin konuþmadan önce uzun uzun düþündü.

-     Doðru ne demek ki? Hayatta tek doðru mu vardýr? Birisinin doðrusu öbürünün yanlýþý olamaz mý?
-     Hayatýn küçük detaylarýnda dediðin doðru olabilir. Fakat temel konularda doðru hep tektir. Birisinin doðrusu öbürünün yanlýþý olamaz, veya tersi.

Nesrin söylenenleri kabul etmiþ gibi birdenbire baþka bir konuya geçti.









-     Peki hayatýný boþa harcadýðýný nasýl anlar insan? Veya harcamadýðýný? Bunun kriterleri ne? Tüm insanlar için ayný kriterler mi geçerli? Hiç farklýlýk yok mu aralarýnda?
-     Kriterler deðiþebilir elbette. Fakat sonuç hep aynýdýr. Hayatýný boþa harcayanlar eninde sonunda anlar bunu. Belki kabul etmek istemezler ve kendilerini kandýrmaya çalýþýrlar, ama en derinlerinde bilirler. Diðerlerinin ise bir þey anlamaya ihtiyacý olmaz. Hayatlarýný boþa harcamayanlarýn yani. Çünkü mutluluk gibi bir hedefleri yoktur zaten. Umursamazlar bunu ve hatta aptalca bulurlar.

Nesrin’in sabrý tükenmeye baþlamýþtý artýk. Ýsyan eder gibi konuþtu.

-     Tüm bunlarýn benimle ne ilgisi olduðunu anlayamýyorum. Neden ben? Tüm huzursuz insanlarýn baþýna benim baþýma gelenler gelmiyor herhalde. Þimdi de Sinop’u terkedemiyorum, geceler gündüz, gündüzler gece oldu. Ne yapacaðým ben? Her þey böyle devam mý edecek yoksa?

Genç Nesrin, Nesrin’in gözlerine bakarak yavaþ ve tane tane konuþmaya baþladý. Kelimeleri özenle seçiyor gibiydi.

-     En baþta da söyledim. Neden sorusunun cevabýný kendin vermek zorundasýn. Kimse sana yardým edemez. Ýçini daha iyi dinlemen gerekiyor belki de. Buradan çekip gitme sorununa gelince, o da senin elinde aslýnda. Kararlý olursan gidersin. Her þey sana baðlý.
-     Bu da ne demek? Gitmeyi yeterince istemiyor muyum yani? Burada mý kalmak istiyorum? Kesinlikle doðru deðil bu. Ayrýca çok saçma. Evime dönmek istiyorum fakat dönemiyorum. Bu durumdan zevk aldýðýmý mý sanýyorsun yoksa?

Genç Nesrin tekrar denize bakmaya baþlamýþtý. Konuþma bitmiþ, söylenmesi gerekenler söylenmiþ gibi uzun bir süre suskun kaldý. Sonra Nesrin’in zorlukla duyabildiði bir fýsýltý çýktý aðzýndan.

-     Zevk almýyorsun, ama kararlý da deðilsin. Ýkisi arasýnda çok büyük fark var. Kendini aldatma. Kararlý olsan giderdin. Bunu en az benim kadar sen de biliyorsun. Belki de benden daha iyi biliyorsun. Çünkü daha tecrübelisin... Benim vaktim geldi, gitmem lazým.






Nesrin tekrar öfkelenmiþti. Sesini yükselterek sordu.

-     Kararlý olmakla neyi kastediyorsun? Bana bunu söylemeden hiç bir yere gidemezsin, anlýyor musun, hiç bir yere gidemezsin. Ben bütün benliðimle buradan gitmek istiyorum. Evime dönmek istiyorum. Ve hayatýmda hiç olmadýðým kadar kararlýyým. Sen ise durmuþ burada kararlý olmadýðýmý, kararlý olsam gidebileceðimi söylüyorsun. Nasýl bir kararlýlýk bu? Benim kararlýlýðýmýn neresi eksik?

Genç Nesrin son bir defa dönüp baktý. Aðzýndan çýkan fýsýltý neredeyse hiç duyulmuyordu artýk.

-     Sana daha fazla yardým edemem. Her þey senin elinde...Benim gitmem gerekiyor, vaktim dolmak üzere.

Nesrin düþünüyordu. Ýtiraz etmedi. Gerek duymamýþtý buna. Onun da söyleyecek sözü kalmamýþtý. Arkasýna dönüp otelin giriþine doðru yürümeye baþladý. Ayakkabýlarý hala elindeydi. Otel bahçesinin kapýsýnda durup geriye baktýðýnda genç Nesrin kaybolmuþtu. Bir rüya görüyormuþ gibi odasýna gidip çantasýný topladý. Saatin kaç olduðunu bilmiyordu. Ýlgilendirmiyordu da zaten. Pek umursamýyordu artýk bu durumu. Aniden ve pek farkýnda olmaksýzýn kararýný vermiþti bu arada nasýl olsa.

Eþyalarýný geliþigüzel bir þekilde ve buruþmalarýný hiç önemsemeksizin çantasýnýn içine týkýþtýrýp geriye bakmaksýzýn odadan çýktý. Resepsiyonun önündeki koltuklardan birisinin üstünde uyuklarken Nesrin’in gelmesiyle uyanan genç görevlinin çýkardýðý hesabý kredi kartýyla ödedi. Makinadan çýkan kaðýdý imzalarken rakama bakmamýþtý bile.

Çantasýný ve içinde gemi maketlerinin bulunduðu poþeti arabanýn arka koltuðuna yerleþtirip direksiyona oturdu ve motoru çalýþtýrdý. Hiç beklemeden hareket etti. Ana caddeye gelince sola dönüp Sinop evlerini teker teker geride býraktý. Arabayý hiç bir þey düþünmeden sürüyordu. Rutin bir iþ yapýyormuþ gibi. Gökyüzü birdenbire bulutlarla kaplanmýþtý. Sabah mý, yoksa akþam mý olduðu bile belli olmuyordu. Rahat hissediyordu kendisini. Karar vermiþ olmanýn







rahatlýðý herhalde. Yola devam etmesi imkansýz hale gelirse iyice hýzlanýp yolun kenarýndaki büyük aðaçlardan birisinin üstüne sürecekti arabayý. Veya yirmi-otuz metre derinliðinde bir yamaçtan aþaðýya. Bütün yol böyle yamaçlarla doluydu. Ne olursa olsun bitecekti bu iþ burada. Þu veya bu þekilde. Hangi þekilde biteceði umurunda bile deðildi artýk.

Ne terliyordu, ne de nefes darlýðý çekiyordu. Midesinin üstüne bir aðrý da gelip oturmadý. Bir rüya görüyormuþ gibi ve yola donuk gözlerle bakarak arabayý sürüp duruyordu. Sinop’un civar köylerini birer birer geride býrakýyordu.
Bostancýlý, Ordu, Demirci, Melikþah, Lala, Kabalý, hepsi geride kalmýþtý artýk.
Sonra iniþli çýkýþlý virajlar baþladý. Sinop’tan çýktýðýndan beri gökyüzü garip bir renk almýþtý. Pembemsi bir gri. Güneþi arkalarýnda tutan bulutlar içlerindeki yaðmuru her an serbest býrakacak gibiydiler. Bir kaç damla yaðmur düþtü de en sonunda. Fakat kayda deðmeyecek kadar az.

Nesrin arabayý çok hýzlý sürüyordu. Tehlikeli denilebilecek bir hýzdý bu. Kastamonu’ya nasýl geldiðini anlamadý bile. Hiç durmadan yoluna devam etti.

Bir ara acýkýr gibi oldu, ama üstünde durmadý açlýðýnýn. En son ne zaman yemek yediðini düþündü, hatýrlayamadý. Yalnýzca çok uzun bir zamandýr yemek yemediðini biliyordu. Bir yerde durup benzin aldý. Benzinliðin tam ortasýnda kirli yeþil renkte beton bir bina vardý, çýkýþta da kýrýk dökük bir at arabasý. Benzinlikte çalýþan çocuðun yüzü terliyordu sürekli ve camlarý silerken dilini aðzýndan dýþarý çýkartmýþtý. Kayýn ve ladinlerden oluþan küçük bir koru hemen benzinliðin yanýndan baþlayarak uzaktaki alçak tepelere doðru seyrelerek devam ediyordu. Yüzü terli çocuðu da, koruyu da görmedi Nesrin. Kirli yeþil renkteki beton binanýn da farkýnda deðildi. Hatta çocuðun “merhaba abla, geçenlerde de buradan benzin almýþtýnýz” dediðini de duymadý. Arabasýna binerek yoluna devam etti. Fiþten çekilmiþ bir robot gibi, tüm duygu ve düþüncelerden arýndýrýlmýþ bir þekilde.

En sonunda birdenbire Ankara’nýn içinde olduðunu anlayarak kendisine geldi, sevinir gibi oldu. Biraz sonra evinde olabilecekti nihayet. Kendi evinde.
Trafik çok rahat olduðu için Aþaðý Ayrancý’daki evine varmasý sandýðýndan da çabuk oldu. Arabasýný park edip elinde çantasýyla merdivenleri çýkarken, her þey kendisine garip bir þekilde yabancý geliyordu. Dýþarýda da ayný duyguya kapýlýr







gibi olmuþtu. Köþedeki bakkalý, onun yanýndaki manavý ve biraz ilerideki çiçekçi dükkanýný hayatýnda ilk defa görüyormuþ gibi hissetmiþti kendisini. Anahtarlarýný çantasýndan çýkartýp kapýyý açtý ve çekinerek içeriye girdi. Ýlk önce mutfaða yöneldi ve buzdolabýndan çýkardýðý bir þiþeyi dudaklarýna dayayarak bolca su içti. Sonra yatak odasýnýn kapýsýnda durarak içeriye baktý. Sanki daha önce burada hiç yatmamýþ ve odanýn ortasýndaki yatak bir yabancýya aitmiþ gibi. Evin telefonu çalýnca sevincinden neredeyse havalara uçacaktý. Yalnýz kalmak istemiyor, birisiyle konuþmak ihtiyacýný hissediyordu. Hem de çok yoðun olarak.
Kiminle hangi konuda konuþsa olurdu. Yeter ki kendi baþýna kalmasýn. Koþarak salondaki telefona gidip açtý. Nuri’ydi arayan ve sesi hem çok sevecen, hem de neþeliydi.

-     Geldin mi en nihayet sevgilim? Daha önce de aradým ama çýkaramadým. Eeee, söyle bakalým, nasýl geçti? Memnun musun hafta sonu tatilinden? Bol bol güneþlenip dinlendin mi? Çok özledim seni, beni yalnýz býrakmamalýydýn, ama iyi gelmiþtir küçük bir hafta sonu tatili. Gelecek sefer birlikte gideriz belki. Anlatsana hayatým, dilini mi yuttun?

Nesrin çok sevinmiþti ve makineli tüfek gibi konuþmaya baþladý.

-     Ben de seni çok özledim caným. Dün bir hayli aradým seni, ama ben de çýkaramadým. Biraz yorucu oldu bu tatil. Bir de bazý garip olaylar yaþadým. Oldukça sinir bozucu olaylar. Sonra anlatýrým bunlarý. Þu anda saat kaç?

Nuri biraz duraksadý. Sesinde hafif bir tedirginlik belirdi.

-     Saat mi kaç?...Akþam altýya gelmek üzere. Ne gibi garip olaylar yaþadýn? Sevinç’le bir sorun mu çýktý aranýzda yoksa? Veya kocasýyla? Neydi adamýn adý?...Þenol’muydu?
-     Yok caným hayýr, Sevinç veya Þenol ile ilgisi yok yaþadýklarýmýn. Önemli deðil o kadar. Oraya gelince anlatýrým. Kafana takma sakýn. Peki bugün günlerden ne?

Bu sefer sessizlik daha uzun sürdü. Nuri’nin sesindeki tedirginlik çok belirgindi artýk.








-     Günlerden ne mi? Nasýl yani anlamýyorum, Pazartesi günü dönmeyecek miydin zaten? Bugün Pazartesi olduðunu bilmiyor olamazsýn herhalde. Sevgilim, lütfen söyle bana, ne oldu orada? Kafan karýþmýþ gibi. Ýstersen biraz dinlen, bir kaç saat sonra gelip alýrým seni.

Nesrin hemen atýldý.

-     Yooo, hayýr, bir kaç saat beklemek istemiyorum. Evde yalnýz baþýma kalmak da istemiyorum. Fakat senin almana gerek yok. Elimi yüzümü yýkayýp hemen çýkarým ben. En geç bir saat sonra orada olurum. Merak etme lütfen, bir þeyim yok benim.
-     Peki caným, nasýl istersen. Baban da yarým saat içinde gelir herhalde. O da biricik kýzýný özlemiþ. Seni seviyorum bitanem, biraz sonra görüþürüz o zaman.

Nesrin’e ve evin içine hayat gelmiþti sanki. Telefonu kapatýr kapatmaz banyoya koþtu ve soðuk suyla yüzünü yýkayýp, diþlerini fýrçaladý. Sonra aceleyle makyajýný yapýp üstünü deðiþtirdi. Açýk yeþil ince ve bol bir pantolon ile kýsa
kollu bej bir gömlek seçmiþti gardrobundan. Evde gereksiz yere bir dakika bile kalmak istemiyor, bir an önce insanlarýn arasýna karýþmak için can atýyordu.

Gemi maketlerini yanýna alýp dýþarýya fýrladý. Arabayý Cinnah caddesinden yukarýya sürerken çok heyecanlýydý. Hem Nuri’yi göreceði, hem de artýk her þeyin geride kaldýðýný hissettiði için. Leon’un biraz ilerisinde boþ bir yer bulup park etti ve koþar adýmlarla içeriye daldý. Nuri ve babasý pencere kenarýndaki bir masada oturmuþ þarap içiyorlardý. Onu görünce ayaða kalkýp gülümsediler. Kendisini küçük bir çocuk gibi Nuri’nin kollarýna býrakýrken çok mutluydu Nesrin. Hiç konuþmadan uzun süre kafasýný Nuri’nin omuzuna dayayýp öylece kaldý. Nuri de, bunun farklý bir kucaklaþma olduðunu sezmiþ ve hiç bir þey söylemeden elini Nesrin’in sýrtýnda gezdiriyordu. Sonra Nesrin’in gözlerine bakarak konuþmaya baþladý.

-     Çok özledim seni. Ne olmuþ sana böyle? Sanki yüzün küçülmüþ gibi. Hiç yemek yemedin mi oralarda? Rengin de solmuþ. Haydi anlat bakalým, ne olduðunu? Canýný ne sýktý? Daha fazla merakta býrakma bizi.







Nesrin babasýyla da kucaklaþýp oturdu. Babasý da bakýyordu merakla ve bekliyordu Nesrin’in ne diyeceðini. Fakat ne anlatabilirdi ki? Kim inanýrdý
yaþadýklarýna. Kendisi bile inanmakta zorluk çekiyordu bazen. Yeþil saçlý küçük kýz, kýrmýzý saçlý yaþlý kadýn, denizin ortasýnda yapayalnýz sürükleniþi, ýssýz kumsalda sayýsý giderek artan siyah köpeklerin garip saldýrýsý, küçük köpeðin diðerleri tarafýndan parçalanmasý, Sinop’dan bir türlü çýkamayýþý, genç Nesrin’le kumsaldaki uzun konuþma, günlerin ve gecelerin birbirine karýþmasý, koca bir günü fazladan yaþamýþ olmasý, nasýl anlatabilirdi tüm bunlarý? En sonunda kararýný verip konuþmaya baþladý.

-     Çok önemli bir þey yok aslýnda. Giderken yolculuðum sandýðýmdan çok daha uzun sürdü ve biraz sinirlerim bozuldu. Sanki hep ayný yollarda gidiyormuþum gibi geldi, çok bunaldým sizin anlayacaðýnýz. Sonra orada ilk gün farkýna varmadan biraz fazla açýlmýþým denize. Akýntýyý da hesaba katmadým herhalde. Bir baktým, geriye dönemeyecek kadar sahilden uzaklardayým. Sait Reis diye yaþlý bir balýkçý gelip kurtardý beni denizin ortasýndan. Çok tatlý bir ihtiyardý. Ona buradan mutlaka bir hediye göndereceðim. Pazar günü de kumsalda yürürken bir kaç köpek saldýrdý durup dururken, fakat denize girip kaçtým köpeklerden. Hepsi bu kadar esasýnda...Neden bakýyorsunuz öyle?

Babasý sözü alýp haþlamaya baþlamýþtý bile Nesrin’i.

-     Hepsi bu mu? Hepsi bu diyor bir de. Daha ne olsun kýzým? Gereksiz yere açýlýp, son anda boðulmaktan kurtulmuþsun, bir de hepsi bu diyorsun. Ya o balýkçý geçmeseydi oradan ne olacaktý? Delirdin mi sen? Karadeniz’in farklý olduðunu hiç mi duymadýn? Ýstanbul’un Kilyos’unda bile her sene kaç kiþi kaybolup gidiyor. Bu yetmiyormuþ gibi, bir de köpekler saldýrmýþ. Ya bir yerini ýsýrsalardý ne yapacaktýn? Yahu Nuri, ne yapacaksan yap ama, þu benim deli kýzýmý kontrol altýna al biraz. Yoksa ben kalpten gideceðim.

Nuri baþýný iki yana sallayarak aðzýndan “cýk, cýk” diye sesler çýkarýyordu hiç bir þey söylemeden. Sonra Nesrin’in sað elini kendi elleri arasýna alarak “sevgilim, lütfen kendine biraz daha dikkat et” dedi, “ne lüzumu var bu deliliklerin ve ne yaparýz biz, sana bir þey olursa?”.







Bir süre sonra her þey normale dönmüþ bir þekilde þaraplarýný yudumluyorlardý. Denize açýlma olayýný ve köpeklerin saldýrýsýný mümkün olduðunca detaylý anlattýrmýþlardý Nesrin’e. Babasý az kalsýn Sevinç’e telefon açýp onu da haþlayacaktý “ne diye yalnýz býraktýn kýzýmý?” diye. Fakat Nuri ile Nesrin vaz geçirdiler onu bu niyetinden.

Nesrin birdenbire gemi maketlerini hatýrlayarak arabaya geri döndü ve maketlerin bulunduðu poþeti aldý. Ýkisi de çok beðenmiþti hediyelerini. Nuri hemen barýn arkasýndaki bir rafa yerleþtirdi küçük gemiyi ve karþýsýna geçerek uzun uzun baktý. Sonra “akþama belki eve götürürüm, evde daha güzel bir yer biliyorum bunun için” dedi.

Nesrin yiyecek bir þeyler söylemeye karar vermiþti ki, içeriye elli yaþlarýnda, býyýklý ve uzun saçlý bir adam girdi. Çok bitkin ve halinden bezmiþ bir görüntüsü vardý. Yarýsý dolu olan mekanda bir süre göz gezdirdikten sonra gelip tam yanlarýndaki masaya oturdu ve yüzünü iki elinin içine alarak kaþlarýný ve alnýný oðuþturmaya baþladý. Gününün hiç iyi geçmediði her halinden kolayca anlaþýlýyordu. Bir duble raký sipariþi verip, içkisi gelir gelmez büyük bir yudum aldý. Kocaman bir yudum. Bardaðý neredeyse tek yudumda yarýlamýþtý. Cep telefonu çalýnca irkilerek kendine geldi ve telaþla ceplerini karýþtýrmaya koyuldu. Cep telefonunu hangi cebine koyduðunu hatýrlamýyordu anlaþýlan. En sonunda telefonu buldu ve telaþla kulaðýna götürdü. Adam nedense Nesrin’in ilgisini çekmiþti. Bu arada Nuri’yle babasý Avrupa Birliði üzerine bir tartýþmaya dalmýþlardý. Babasý Türkiye’nin Avrupa Birliði üyeliðine kesin bir þekilde karþý çýkýyor ve “lüzumsuz bir tartýþma aslýnda, zaten onlar almayacak ki bizi”
diyordu. Nuri ise üyelik sürecinin sürmesinden yanaydý ve “alsýnlar veya almasýnlar farketmez, bu süreç içinde hiç olmazsa birazcýk demokratikleþiriz”
diyordu. Nesrin yan masadaki adamýn konuþmasýna kulak kabarttý. Adam alçak bir sesle konuþuyordu.













-     Bilmiyorum aðbi, çok anlamsýz þeyler yaþýyorum son günlerde. Çýldýrmak üzereyim neredeyse. Bütün araþtýrmayý bitirdim sayýlýr artýk. Yirmi dört bölümün yirmi üçünü yayýmcýma gönderdim. Bir tek son bölüm kaldý. O da bir nevi toparlama. Cümlesi cümlesine aklýmda her þey. Akþam oturup yazýyorum, sabah bir bakýyorum, bilgisayarda yok öyle bir dosya. Dün akþam yazdýktan sonra CD’de yedekledim. Bu sabah CD’den de
silinmiþti. Yayýmcý arayýp duruyor son bölüm nerede diye. Bu yayýmcýyý
ne kadar zor bulduðumu sen de biliyorsun. Bu sabah elde yazayým bari
dedim. Tam bitirmiþtim ki, zil çaldý kapýya gittim. Döndüðümde masanýn
üstündeki sayfalar bomboþtu. Birisi þaka yapýyor sandým ilk önce, saða
sola baktým, ama evde benle hanýmdan baþka kimse yoktu. Hanýma
sordum, yazdýðým sayfalarý sen mi aldýn diye, ters ters baktý bana ve cevap
bile vermedi...

Hayýr kardeþim, yazdým diyorum sana. Adamý deli etme. Yazmasam ne diye yazdým diyeyim? Manyak mýyým ben? Yazýp yazmadýðýmý bilmeyecek kadar bunamadým henüz...

Baðýrmýyorum aðbicim, kýzmýyorum da. Sana ne diye kýzayým. Fakat sen de lütfen inan bana. Yazdýðýna emin misin diye saçma sapan sorular sorma. Zaten bütün sinirlerim tepemde. Baþka garip þeyler de oluyor sinirlerimi bozan...

Ne mi oluyor? Mesela dün akþam hanýma ne zaman yemek yiyeceðiz diye sordum. Boþan da semerini ye dedi bana. Ona göre daha yarým saat önce yemek yemiþiz ve zaten yemek de kalmamýþ. Ben peynir ekmekle karnýmý doyururken garip garip bakýp durdu. Hatta sen bir doktora görünsen iyi olur bile dedi...

Yemedim diyorum kardeþim, niçin inanmýyorsun bana? Aklýmdan zorum mu var ki, yarým saat arayla iki kere yemek yiyeyim? Bir de arabayla þehir içinde bir yerden baþka bir yere gidemiyorum artýk. On dakikalýk yolu iki saatte zor alýyorum...

Yok hayýr, yavaþ kullandýðým için deðil. Yola çýkýyorum, biraz sonra bir bakýyorum ki, ayný yollardan tekrar geçiyorum. Git git bitmiyor yol. Bir türlü varmak istediðim yere varamýyorum. Her gün bir depo benzini bitirir oldum vallahi. Baktým olmuyor, þimdi her yere taksiyle veya dolmuþla gidip geliyorum. Çok daha ucuza geliyor böylesi...





Gülmesene kardeþim, niye gülüyorsun? Sana ciddi bir þey anlatýyoruz herhalde. Kýrk yýllýk arkadaþýmsýn, sana anlatmayacaðým da kime anlatacaðým. Birisiyle mutlaka konuþmam lazýmdý. Delireceðim neredeyse. Bütün bunlar hadi neyse de, þu araþtýrmamýn son bölümünü ne yapacaðýmý gerçekten bilemiyorum artýk. Bir kaç gün içinde yayýmcýma göndermezsem, adam kesin vazgeçecek. Bir yýllýk emeðim de boþa gidecek böylece. Bundan sonra bir daha yayýmcý bulabilir miyim bilmiyorum...

Sana gelip senin bilgisayarýnda mý yazayým? Olur mu dersin? Fena fikir deðil aslýnda. Yine silinirse sen de anlarsýn en azýndan yalan söylemediðimi.

Tamam, birazdan görüþürüz o zaman. Hemen atlayýp geliyorum.

Uzun saçlý adam rakýsýný hemen bitirip garsonu çaðýrdý ve hesabý ödedi. Aceleyle dýþarýya çýkýp köþedeki taksi duraðýna doðru yürümeye baþladý. Masanýn üstünde bir kart vizit kalmýþtý. Telefonunu cebinden çýkartýrken birlikte gelip masanýn üstünde kalmýþ olmalýydý. Nesrin yan masaya uzanýp kartý aldý ve okudu.

Dr. Salih Konmaz
Gazeteci – Yazar

Tam bu sýrada Nuri, tartýþmayý yarýda keserek Nesrin’e döndü.

-     Ne diyorsun hayatým, bir þeyler yiyelim mi artýk? Acýkmadýn mý hala yoksa?

Nesrin muzip bir gülümsemeyle cevap verdi.

-     Acýktým tabii. Ama biz biraz önce sipariþ vermemiþ miydik zaten?


SON
6 Aðustos 2005



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Anlamsýz Þiirler [Þiir]
Osuruk Otu Salatasý [Öykü]
Tarif [Öykü]


Etem Levent Bakaç kimdir?

Beþ yaþýmdan beri okuyorum. Aradan geçen 47 yýl boyunca herhalde 1000'in üzerinde kitap okumuþumdur. Okumadan yazmanýn soytarýlýk olduðunu düþünüyorum. Roman, þiir ve hikaye yazmaya üç yýl önce baþladým. Yazmaya ne olursa olsun devam edeceðim.

Etkilendiði Yazarlar:
Þiirde Lautreamont'un Maldoror'un Þarkýlarý, Düzyazý'da Stanislaw Lem, Thomas Mann, Edgar Allen Poe.


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Etem Levent Bakaç, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.