..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Bir dost nedir? Öteki ben. -Zenon
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Ýronik > CENGÝZ MAÇOÐLU




17 Eylül 2007
Kertenkele ve Ben  
sakýn sevgiden de olsa sevgilinizin herhangi bir özelliðini kurbaðanýnkileriyle kýyaslamayýn...

CENGÝZ MAÇOÐLU


Nezihe’nin elindeki çay ile ön diþlerine tutunmuþ, iyi piþtiði kýzarýklýðýndan anlaþýlan poðaça dikkatimi çekerdi. Her keresinde alaylý halimin iþbirlikçisi hýnzýr gülüþümle: —Bakýnýz, derdim. Böyle giderse öbür dünyaya götüreceðiniz tek sermayenizin, kalçalarýnýz ve göbeðiniz olacaðýna dair bahse girerim. Ama siz yine de unutmamam için bana miras olarak, hep böyle gülümseyen gözlerinizi býrakýn.


:CCCJ:
KERTENKELE VE BEN
O zamanlar, artýk yaþamýmýn ilk dönemecini geride býrakmýþtým. Ýlk duyduðunda herkesin beni bir çýrpýda boðacaðý nedenlerden dolayý fakülte eðitimimi yarýda kesmiþtim. Uzun yýllar sonra, büyük bir hevese kapýlarak tekrar sýnava girip, çokça sevdiðim edebiyat bölümüne geri döndüm. Aslýnda Samsun’da olmanýn zevkiydi beni buralara getiren. Bir zaman sonra, bu þehrin bir eksikliðini fark ettim. Romanlara ve öykülere çok az girmiþ bu kentin bence Sait Faik gibi sahipleri olmalýydý. Öyle ya! Bana göre sanatçýlar, yaþadýklarý yerlerin sahipleriydi. Bu son veciz sözü yetenekli ama oldukça ünsüz hocalarýmdan biri kafama sokmuþtu. Öðrencilerinin çalýþmasýna gözlerini büyüterek bakýþý, çalýþma odasýný öðrencilerinin hizmetine sokuþu, sanki kendi kendisine konuþuyormuþçasýna “insan kendine uyanmalý… Ýnsan doðaya uyanmalý… Sanatçý, doðaya biçim vermeli…” gibisinden kesin yargýlarýyla, bir doçentten beklenen kavratýcýlýðý tam anlamýyla benimsemiþ olan bir öðretmenden dersler alýyordum. O da neden yardýmcý doçentlikten üste çýkamadýðýný kendince, sýk sýk bana açýklardý. “Bilim dýþýndaki iþlerde ipim olmaz yavrum, ben, bilim tarikatýndaným da ondan… Üç defa baþvurdum olmadý, sonunda unvan peþinden koþturmamayý öðrendim.” Her dersin baþýnda ve sonunda; “insan yaratýlanlarýn en þereflisidir ki meleklerden ona secde etmeleri istenmiþtir. Doðu edebiyatý; insaný insanla, insaný çevreyle, insaný doðayla uyumlu biçime getirme amacýndadýr. Batý edebiyatýnda ise insanýn çatýþmalarýný görürsünüz,” türünden deðerlendirmelerini yapar, arkasýndan vestiyerden ceketini giyinir, upuzun boyuyla koridor gürültüleri arasýnda, adýmlarýný saya saya çay içmeye inerdi. Bazý günler, odasýnda çay yapar ve beni de çaðýrýrdý. Derste edemediðim itirazlarý çay içerken ederdim. “Genelde doðunun insaný kaderci olarak çizilmiþtir edebiyatta… Dünyayý deðiþtirmek isteyenleri de biz, ya asi ya da beþ para etmez cinsinden laflarla geçiþtiriyoruz.” Rasim hocam, bu söylediklerimin arkasýndan derin bir iç çekerek: “Ýnsanýn insana egemen olma hýrsý çok eskidir. Uyum, dünyamýzý yaþanýlabilir duruma getirmektir. Bu yüzden diyorum memleketleri sanatçý kiþilikler yönetmelidir diye” Býrakýlsa, Yunanistan’a yüzbinlerce asker gönderecek profesörlerin yanýnda Rasim hoca, fakültenin ender aydýnlarýndandý.
Kantinler, yaþamý boyunca türkü tadýnda türkü dinlememiþ, þiir tadýnda þiir okumamýþ tiplerle doluydu. Bu tipler, hala evvelki yüzyýlýn baþýnda yaþarlardý. Baþlarýnda fesleri yoktu, ama beyinlerinde bir sorun olduðu kesindi. Bilmem, belki de Ýblis, þu güzelim doðayý ve doðanýn efendisi insanýn varolma nedenlerini görmemeleri için gözlerine kapkara bir perde çekmiþti. Perde konusunda Tanrý’yý suçlayamam. O, en onurlu varlýk olarak yeryüzüne gönderdiði kullarýna bunu yaraþýk görmez. Karacaoðlan’a “sapýk ozan”, Pir Sultan’a “anarþist, uþak ozan” diyenler mi dersiniz, Yunus’u günümüzün Amerikancý cemaat liderlerine benzetenler mi dersiniz… Ya Ruhi Su için “yabancý bir kadýn sanatçý” diyen kýrk kiþilik bir sýnýfýn otuz dokuzuna ne demeli… Kýrkýncý kiþi bendim efendim. Bu konuda yalan söylüyor diyenler için Fuat Hoca’yý tanýk gösterebilirim. Böyle öðrencilerin bulunduðu, ormanlar içindeki fakülte binasýna her gün keyifle çýkar, akþam, sýkýcý bir halde eve geri dönerdim.
Ankara Yolu’nun hemen baþlangýcýndaki evlerin birinde oturuyordum. Bahçemizin aþaðý tarafýnda küçük bir dere… Dereyi saðlý sollu çeviren evler… Yattýðým odayý kahvaltý salonu, sigara salonu, mutfak bölümü –mutfaðýmýz olmasýna raðmen bunu yapmaktan nefret ederdim- olarak da kullanýyordum. Küçük ekran, kumandasýz cinslerden bir televizyonum bir de birkaç kitabým vardý. Hafta sonlarý hariç, zeytin tabaðýný, haþlanmýþ yumurta kabuklarýný, peynir poþetlerini, çay demliklerini topladýðýmý hatýrlamýyorum. Öylece býrakýrdým. Okul dönüþü akþam yemeðini de yer sonra toplarým diye düþünüyordum. Mayýs ayýndan itibaren dereden gelen kurbaða vak vak vaklarýný hoþnutlukla dinlerdim. Kurbaðalarý çok seviyordum sevmesine de bende kötü bir anýsý vardý bu kurbaða olayýnýn. Sevgililerimden birinin duruþunu kurbaðaya benzetmiþtim de sonrasýnda benimle bir daha görüþmedi. Ömrü süresince görüþmeyeceðini bir arkadaþým aracýlýðýyla öðrenmiþtim. Bir gün, evden çýkmak üzereyken buzdolabýna bakmak geldi aklýma. Dereden kulaðýmý týrmalayan kurbaða viyaklamalarý bu sabah, gürültülü ama sanki üzüntülü çýkýyordu. Kafamý sol elimle kaþýrken, annemin telefondaki ýsrarlarýndan olsa gerek, bir yemek kaþýðý kadar pekmezi içmeyi unuttuðumu fark ettim. “Bir faydasý olur mu?” dememe kalmadan bir görevmiþ gibi, önce hoþlukla koklayýp sonra þekerli de olsa insanýn damaðýna acýmsý bir tat býrakan dut pekmezinden bir kaþýk yutmak zorunda kaldým. Nedense son günlerdeki alýþkanlýklarýmý görev gibi algýlýyordum. Fakültede üç aydýr sohbet ettiðim kýzla görüþmem de bu görevlerdendi. O kadar ciddiyetle yapýyordum ki, bundan para kazancýmýn olduðuna inanmaya baþlamýþtým. Nezihe’nin belirginleþen göbeði hamilelikten deðildi. Giderek þiþkinliði pantolonlarýna vuran kalçalarý da… Ne hikmetse her sabah ilk karþýlaþmalarýmýzda, Nezihe’nin elindeki çay ile ön diþlerine tutunmuþ, iyi piþtiði kýzarýklýðýndan anlaþýlan poðaça dikkatimi çekerdi. Her keresinde alaylý halimin iþbirlikçisi hýnzýr gülüþümle:
—Bakýnýz, derdim. Böyle giderse öbür dünyaya götüreceðiniz tek sermayenizin, kalçalarýnýz ve göbeðiniz olacaðýna dair bahse girerim. Ama siz yine de unutmamam için bana miras olarak, hep böyle gülümseyen gözlerinizi býrakýn.
Nezihe’nin broþ parlaklýðýnda sýralý diþleri, yüzünün iki yanýna saflýkla oturan pembemsi yanaklarý, vücudundaki kilo fazlalýklarýna inat tüm güzelliðini ele veriyordu. Memnuniyetle karýþýk kaba bir sezdirmeyle:
—Sermaye sözcüðünü kullandýn ya bunun bir taþlama olacaðý kuþkusunu taþýyorum. Ah bu senin düþüncende olanlar! Ah! Sizinle ayný tellerde yaþamýyoruz. Bu insanlar için mi düþüneceðim be! Ölümden öte uçsuz bir sonsuzluk. O halde ne diye özgürlüðümüzün canýna okuyalým ki… Ardýndan Nezihe’nin baþý yana düþer kahkaha atarak güler, akþamdan kalma yurt yaþantýlarýný öykücü ciddiyetiyle anlatýrdý. “Kýzý görecen, kaltaðýn teki, bir tek Ramazan’da kapatýr apýþ arasýný, kalkar bana ablalýk yapar. Ama sýfatýný göreceksin Selim’ciðim! Ben bununla bir yýldýr ayný odayý paylaþýrým, her gün biraz daha o Darvin denen herife inanmaya baþladým. Tamam, babam Yukarýdakine inanmýyor ama bu inançsýzlýk genetik deðil ya. Bana ne dese iyi? Geç saatlerde iþim neymiþ dýþarýlarda… Vay efendim, öðrenci sorumluluklarýmýzý bilmeliymiþiz, sana ne ablam! Sana ne! Bana girenle senin ne iþin var? Vs… Vs…” Ben dinler, dinler, dinlerdim. Ýyi bir dinleyici sayýlýrdým. Kaþ, göz hareketlerimle arkadaþýmý onaylamam bazen tuhaf olurdu. O, buna aldýrýþ etmezdi. Fakültedeki arkadaþlarla konuþmalarýmda ciddiye aldýðým biriyse, sürekli eleþtirel davranýrdým, yok þu Ýngilizce bölümündeki Pýnar gibilerinden biriyse, övgüler dizer karþýmdakinin kibirlenmesini saðlardým. Pýnar, bu alçak yanýmý hiç sezmedi. Daha doðrusu sezemedi. Bu durumda Pýnar, tüm gülünç, acýnacak yanlarýný bir bir ortaya dökerdi, ben de komedi izlercesine bir hoþ olurdum. Pýnar, kendisini kaptýrdýkça ezginleþiyordu. Her Salý akþamý, sahte terapisti yakalar dertleþirdi. Terapist bendim, sahtekârlýðým ise kuþkulu. Ýþte bu sabah evden çýkarken pekmezin o acýmsý tadýndan sonra Salý günü olduðunu anýmsadým. Yoksa “Tiyatro ve Canlandýrma” dersine yetiþtireceðim metin çözümleme notlarýmý bile unutmuþtum. “Sürtük, kertenkele suratlý” dedim kendi kendime. “Ne diye o adamýn yataðýna girdin ki? O, Ümit olacak puþtla her haltý yersin, sonrasýnda neymiþ efendim, tüm yaþantýlarýmý felce uðrattý, otobüs duraðýnda yeni sevgilisine yalvarýrken görülmüþ, yok mutsuzluðumu o perçinledi.” Söylendikçe kýzgýnlaþýr, sonu aðlamakla biten buruk bir sohbete dönüþürdü diyalogumuz. “Yok efendim! Yok! Artýk, senin o saçma konularýný çekemem, Çehov’u okumak, beni daha neþelendiriyor.” Pýnar’ýn gözleri, kertenkeleninki gibi dýþa doðru patlaktý. Hamile kalmýþ kertenkelenin yürüyüþü neyse Pýnar’ýnki de öyle. Kýzýn hamile halini düþünemiyordum. En son kantinde görüþtüðümüzde aðlama seremonisi biter bitmez daha duygulu bir biçimde ve daha içten bir sesle: “Ondan hamile kaldým, buna yanmýyorum, bu, benim hatamdý. Kürtaja bir gün daha geç gitseymiþim kanýmdaki zehirlenme büsbütün bedenime yayýlacak ve beni dinleyen bu güzel dostumla burada olamayacaktým.” Hemen bu laflarýn arkasýndan: “Geçenlerde bir arkadaþýmla karþýlaþmýþ maðazalarýn birinde, hani senin þu faþist suratlý karý, dediðin arkadaþým var ya o iþte! Ona birlikte olmayý teklif etmiþ. Bana en güzel hediyesi çiçek desenli bir iç çamaþýrý olmuþtu.” Ve son kelimesinde aklýma aynen kertenkele benzetmesi düþtü.
Çocukluðumda yýlanlara duyduðum tepkiden –korkudan- olacak karþýlaþtýðým her kertenkeleyi öldürürdüm. Köyümün daðýnda, bayýrýnda aradýðým bu sürüngenleri, önce öldürür, hemen arkasýnda ince, kuru otlarýn saplarýný gözlerinden geçirerek, aðaca asmak gibi aþaðýlýkça fantezilerim vardý. Ýþin en kötü yaný, bu anlardan sonra eski çaðlarda yaþamam gerektiðine kendimi inandýrýrdým. Þimdi, anýmsadýðýmda gülerekten: “Eðer eski devirlerde sürüngenleri bu derece gaddarlýkla öldürmüþ olaydým, günümüze mitlerin önemli bir kahramaný olarak gelecektim.” Psikologun birine bu durumu aktarmýþtým. Psikolog olacak koca kulaklý adam bana nedenlerini sorduðunda: “ Bizim oralarda yaþlýlar, kertenkeleler için, yýlanlarýn anneleridir derler. Yýlanlardan korktuðum için, hýncýmý o çirkin ayaklýlardan alýrdým. Lise dönemlerimde bir tek yýlanlarýn üreme olayýndan emindim. Yaþamým süresince bildiðim en net yanlýþ bu olacaktý. Belgesellerden fark ettim ki, bu çirkin suratlýlar yine kendilerine benzer yaratýklar doðuruyorlarmýþ. Psikolog, heyecanla kiþilik bulgularýma ulaþmýþ, sürüngen karþýtý bu adamýn affedilemez yaþantýlarýný olumlu bir özellik olarak belirlemiþti. Þu nedenle ki; haksýzlýðýn kaynaðýna inecek kadar adilmiþim. Ýþte bu son cümle, kendimle övünmek için yetiyordu. Bazen Kastro ben olmalýymýþým diye içimden geçirir gibi oluyorum. Ah zavallý Kastro! Bu gerçeði bilseydi beni ne yapardý. Herhalde, kertenkelelerin sonu gibi hazin bir son, bekliyor olacaktý beni. Adalet kavramýyla bütünleþmiþ bir Hz. Selim vardý artýk Samsun’da… Ben bir ilahtým kendim için!
Tam buzdolabýnýn kapýsýný örtüp evden çýkacaktým ki, keskin bir dönüþle çok amaçlý odamýn kapýsýný aralayýp, unuttuðum notlarý bir çýrpýda alýverdim. Beyaz, plastik masanýn üzeri öylece daðýnýk biçimde, “hadi beni toplama zamaný” diye yalvarýrcasýna bakýndý. Dün, aldýðým memleketimizin güzide patronlarýndan birinin gazetesini masa örtüsü diye kullanmýþtým. Halkýn gazetesi, olmuþtu çöp gazetesi. Memlekete hastalýk, bunlardan bulaþýyordu. Bir an bile masayý ciddiyete almadan kapýyý sertçe örttüm. “Akþamýn nesi var, okul dönüþü düzenlerim ortalýðý” dedim kendime. “Ah! Þu gazeteler yok mu? O, üçüncü sayfa yazarýný geçsek, okunacak bir adam bulamazsýn. Bir kerelik masa örtüleri, kondomlar bile bunlardan iyi iþ görürler. Sizi pis sürüngen gazeteciler! Kertenkele suratlý patronlar! Bunca olanaðý, böyle abuk subuk gazeteler için mi harcýyorsunuz? Moloz yýðýný okuyuculara ne demeli?” Aðýz dolusu sövgülerle dýþ kapýya tutununca, kalýn, horultulu bir ses gerilimimi iyice týrmandýrdý. Keratayý bir yerlerden bulup, ayakkabýlarýmý, ayaðýma düzgünce geçirmek için eðildim. Önce, kalýn burnum göründü, kirpiklerimi kaldýraraktan karþý apartmanýn balkonuna takýldým. Yere indirdiðim kitaplarýmý almak üzereyken bir de ne göreyim! Olaðan dýþý þeyler oluyordu! Kediye bakar mýsýn? Kýç tarafýyla yere çökmüþ, ön ayaklarýyla avýna tutunmuþ cýrlayarak, önündeki her neyse, yumuþak etlerini lime lime ederekten midesine indiriyor. Bu cýrlayýþ, mutluluktandý. Ciðerci kedisi kibiri okunuyordu gözlerinden. Öyle olmazsa kükrerdi. Bendeniz, avcýyý izleyen kurnaz bir hayvan gibi bakakaldým. Neyle karþýlaþtýðýmý anlamamýþ, çaresizlik içerisindeydim. “Olamaz” dedim. Dönüp hýzla buzdolabýný açmak istedim. Eðer, kedinin önündeki, dün yüklüce sayýlabilecek paralarla aldýðým balýklardan biri olmuþ olsaydý, kedinin geleceði, o meþhur kertenkelelerden farklý olmayacaktý. Bunun için, iki metre mesafedeki tahta kalasa atýlmam yeterliydi. Ardýndan ölü kedi, en iyi kedidir deyip, boðazýna bir ip geçirip ev sahibesi yaþlý kadýnýn beslediði diðer altý kediye ders olsun diye evin bahçesindeki incir aðacýna asacaktým. Belki ev sahibine deðil, ama diðer kedilere eski bir devrimcinin dolabýndan bir dirhem etin dahi gasp edilemeyeceðini öðretmiþ olacaktým. Bu, þikâyet konusu olacaktý. Tüm televizyonlar, yýlýn psikopatýný gümbür gümbür haberlere çýkaracaklardý. Bazý kaçýk kadýnlar, beni savunacaklardý, filmin birinde zor durumda kalan sevimli bir katili oynayacaktým. Evim, bir müzeye çevrilip seneler sonra açýk artýrmayla satýlacaktý, evde yapýlan kazýlardan neye, kime ait olduðu anlaþýlmayan kemik yýðýnlarý bulunacaktý. Zekinin biri, sýrlarýmý deþifre edip adýma din hizmeti verecekti. Buraya kadar çok esrarlýca bir öykü oldu. Oysa bunlarýn hiç biri olmadý, olmazdý da… Kedi de iyi niyetli olunca, önündekinin kurbaða olduðunu söyledi bana… Gerçi, bu kediyi az Rum kedilerine benzetiyordum. Ayrýca, konuþmalarýmýzýn birinde Pýnar anne tarafýnýn Rum olduðunu söylemiþti. Asil bir Rum ailesinin torunuydu. Beni ilgilendirmiyor. Fena halde haritamýza benzeyen kurbaðalarýn birini iþgal etmiþti. Kuvvet komutaný profesörümüz, bir makale de bu kurbaða için yazar. Çünkü kurbaðanýn karakteristik niteliklerinden biri olan sýçrama özelliði, baðýmsýzlýðýna düþkün olduðunu gösteriyor. Ancak baðýmsýz karakterli kurbaðalar Türk olabilirler. Neyse iþin bu tarafý garip bir siyaset… Biz dönelim kedimize. Ýþte bende böyle düþünüyorken, dere civarýndan baðýrtýlar geldiðini duydum. Öne iki büklüm oluvermiþtim ya, hala öyleyim, efsane kediyi düþmanca gözlüyordum. Kedi, bir yandan eti çekiþtiriyor afiyetle, diðer yandan sol gözüyle beni taciz ediyordu. Bu arada, ses yoðunluðu iyiden iyiye belirginleþti. Derinden ve çok uzaklardan geliyormuþ gibi duyulan gürültüler, gittikçe yakýnlaþýyordu. Önde bir tek tok ses, gerisinden koca bir gürültü… Anlaþýlmaz, kesik, ama öfkeli vurgularla çýkarýlan baðýrýþlar beni ürkütmeye yetti de arttý bile… Biraz daha ötelerden bir baþka gürültü… Birkaç sokak ileride havada iz býrakan yoðunlukta baþka sesler… Bir kâbus olmalýydý. Nihayet, tüm Samsun, deniz yönünden hava boþluðuna baskýnlar düzenleyen seslerle, vadilerden yanký olup iç taraflara doðru yol alýyordu. Kedi, ön pençeleriyle tuttuðu avýný býrakma niyetinde deðildi. Hemen az ötedeki çalýlýktan baðýran, ön ayaklarýndan birini havaya kaldýrmýþ bir kurbaða gözüktü. Bir tanesi daha… Biri daha… Bir kaçý daha belirdi… Gerilerden binlercesi… Ben, ellerimi kaldýrýp teslim olmak üzereyken kulaklarýmýn yýrtýlacaðýný sandým. Kedi mi? Bilemiyorum, gerçekten bilmiyorum ne olduðunu! Ýsyancý kurbaðalara sormak gerekir.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Samatya'da Ay Iþýðý Cinayeti
Tanrýnýn Huzurunda
Gebze'de Bedava Bir Gün
Çið Gözlünün Yanýnda
Aj (L) Anýn Karmaþasý

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Sosyal Ýliþkilerde Akýl Tutulmasý ve "Jeanne" Eyre... [Roman]
2 Yazý [Deneme]
Dostoyevski'nin Sosyal Gerçekçiliði [Eleþtiri]
Zayýf Tel Kompleksi ve Fatih Altaylý Gazeteciliði [Eleþtiri]
Bir Seçim Masalý ve Mýzýkacý Hafifliði; Dtp"nin Ýflas Ettirdiði Gazetecilik ve Siyasetçilik [Eleþtiri]
Diyarbakýr Mýzýkacýlarý [Bilimsel]


CENGÝZ MAÇOÐLU kimdir?

Bir yayýnevinde eðitim yayýnlarý editörlüðü ve çocuk edebiyatý yayýnlarý danýþman editörlüðü yapýyorum.

Etkilendiði Yazarlar:
çehov, gogol, nazým hikmet, nevzat çelik, emma goldman, bakunin, orhan veli kanýk, cemal süreya ve daha niceleri...


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © CENGÝZ MAÇOÐLU, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.