..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Barýþý bulacaðýz. Melekleri duyacaðýz, göðün elmaslarla parladýðýný göreceðiz. -Çehov
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > Fantastik Roman > Burak 'Finrod' Mollamehmetoðlu




27 Þubat 2008
Ufuktaki Þehir III. Bölüm  
Burak 'Finrod' Mollamehmetoðlu
O'dorklar geliyordu. Akýn akýn... Duraksamadan.


:BCIE:
3.BÖLÜM

MAH'ÞER'ÝN KAPILARI ÖNÜNDE



Lokman bir yetimdi. Reis Konur'un bütün ahalisi, çocuk kendini bildi bileli ailesiydi. Hor görüden çok uzakta, serbest ve mutlu bir þekilde büyümüþtü. Kabileler arasýnda seyahat eden kervanlarla beraber dolaþýr, verimsizliðin ortasýnda can çekiþen bu sýnýrlý ülkede bir gezgin misali günlerini geçirirdi.
On dört yaþýnda, artýk bu sýnýrlý topraklar gezgin ruhuna dar gelmeye baþladýðýnda, yalnýz baþýna seyahatlere çýkma fikrine kapýldý. Ve aklýna giren ilk yön kuzeydi. Ýsteði fazla þaþkýnlýk yaratmamalý; zira Meçhul Geçit'e dair anlatýlanlar hep ilgi çekici olmuþtur.

Bir gün, sabahýn çok erken bir vaktinde yola çýktý. Ýki hafta süresince kimse ondan haber alamadý. Kabile sýkýntý ve kederle dolmuþtu. Ne var ki bir gün ansýzýn çýkýp geldiðinde ona kimse kýzmadý. Daha doðru bir þekilde ifade etmek gerekirse, kýzmak ve cezalandýrmak, Lokman'ýn uzaktan geliþini gördüklerinde yapmaya karar verdikleri þey olsa bile, çocuk atýndan dehþete düþmüþ bir halde inip Konur'un karþýsýna geçtiðinde, artýk planladýklarý sitemden çok çocuðun korkmuþ haline yoðunlaþmýþlardý. Gittiði yerde ne gördüyse, bu hayra yorulacak bir þey deðildi:

"Kuzeye gittim Beyim. Sýnýrdaki boylarýn gözcülerini aþýp, Meçhul Geçit'in ötesine geçtim. Sýrf ket vuramadýðým merakýmdan... Sýnýrlarýmýzý taciz eden, hikâyelerde anlatýlan o yabanileri daha yakýndan görebilmek için.

"Fakat yabanilerle karþýlaþtýðým an, korkunç þeylere tanýk oldum. Onlardan çok daha yabani, acýmasýz, uzun ve gözü kara savaþçýlar, bu yabanileri gaddarlýkla biçiyordu. Genç yaþlý, kadýn erkek demeden...

"Ve uluyorlardý Beyim!

"Aldýklarý her canda ulumalarý daha dayanýlmaz bir hal alýyordu. Bir tepenin ardýna saklanýp onlarý gözledim Beyim. O kadar çoklardý ki! Kupkuru ve dümdüz topraðý kapkara bedenleriyle örtmüþlerdi. Durmadan öldürüyor ve uluyorlardý.

"Beyim Konur! Onlar buraya, Meçhul Geçit'e doðru iniyorlar. Sýnýrda kimse bana inanmadý ve küçümseyerek yolumu açtýlar. Bir þeyler yap Beyim! Yoksa bu barbar ülkemizi talan edecekler."

O'dorklar geliyordu.

Akýn akýn... Duraksamadan.

Yurtlarýný boþaltmýþ, fethe baþlamýþlardý. Katliamlarla süslenen bir fetih.
***
Alýþýk olanlar için, hep tuttuklarý yolun hiç zorluðu olmaz. Zira belli nirengi noktalarýný kafalarýna kazýmýþ olan bu müdavimler, varýlacak yerin ne kadar uzakta olduðunu bilerek ilerlerler. Mesafe ne kadar netameli olursa olsun, iþte, o bilindik tepenin ardýnda saklanan yerin elbet yakýnlaþacaðýndan emindirler. Bir gün, bir hafta, üç ay, dört yýl... Ne fark eder? Zamanýn alýþkanlýklar üzerindeki yegâne etkisi, onlarý unutulmaz kýlmasýdýr. Yollar aþýldýkça bir parça siz olur; siz, bir parça yol olursunuz. Anýlarýnýzý adýmladýðýnýz, topraðýn yaþlýlýk çizgileri gibi uzayýp giden fersahlar elbet biter, hem kuzeyden güneye, hem doðudan batýya... Peki, bir yolu ilk kez deneyim edenlerin hali? Hele ki bu yol kýraç ve kupkuru bir soðuk biçilen korkutucu kuzey yurtlarýna doðru kayýp gidiyorsa...

Kaç gün olmuþtu? On, yirmi, elli..? Simmu'nun bir fikri yoktu. Kervanda tutsak olarak götürülen hiçbir çocuðun bunu düþünmediði kesindi. Her þey acýnasý bir ivedilikle yokluða ve umutsuzluða dönüþmüþtü onlar için. Apansýz aileleri yok edilmiþ -çoðunun gözleri önünde- hor görülmüþ, akýl almaz bir þiddete maruz kalmýþ ve kendilerini yurtlarýndan koparýlarak, bilmedikleri bir buz kýþýnýn kollarýna doðru iteklenir halde bulmuþlardý. Kaç gün geçmiþti... Ne önemi vardý ki?

Koyu, kopkoyu... Neredeyse somurtkan bir gri renkteydi gökyüzü. Teninde kara ve kalýn bulutlarýn kaba burgaçlarý döneniyordu ufuktan ufuða. Bazý yerlerde simsiyah gözler gibi yeryüzündekilere bakan ve tehditkâr bakýþlarýný gözü pek rüzgârlarla harmanlayan bulutlarýn çoðu kar yüklüydü ve koca koca devlerin inlemelerine benzeyen uðultularla savura savura safralarýný boþaltýyorlardý. Suratlara çarpan kar taneleri minik iðneler gibi batýyor, hemen ardýndan yetiþen soðuk esinti iðnelerin battýðý yerdeki acýyý sýzlatýyordu.

Arazi, hayret uyandýran ve fersahlar boyu sürüp giden düzlüðü ve çoraklýðýna tezat kar yaðýþý ile besleniyor, rüzgârýn harmanlamasýyla, köpükleri dalgalarýn ucunda uçuþan fýrtýnalý bir denizi andýrýyordu. Eþine az rastlanýr bir coðrafyanýn düzlüklerinde, altlarýnda soðuktan gerilmiþ toprak çatýrdayarak yarýlýyordu her adýmda. Burasý ne batýya ne doðuya aitti. Belki de üzerinde yol aldýklarý yer eskimiþ bir ülkeydi; asýrlar önce kadim sayýlmýþ sýnýrlarý içinde, doðuya ve batýya göre çok ama çok eskiydi. O yüzden yaþlanmýþ ve ölüyordu belki... Miadýný doldurmuþ, yeryüzünün yok olmayý bekleyen bir köþesi, buruþmuþ ve hareket etmeye mecali olmayan bir bireyiydi bu ülke...

Ve süprizlerle doluydu. Soðuktan ölen pek çok çocuðu arkalarýnda, kurak topraklarýn açlýktan kudurmuþ leþ yiyenlerine býrakan kafile, asla yavaþlamadan, temposundan ödün vermeden kuzeyin kuzeyine deðin gelmiþti. Kafilenin esirleri daha ne kadar yol alacaklarýný, bir sonraki gün kimin bu mücedeleden yenik ayrýlacaðýný merak edip korkarak ilerlerken, arazi aniden ve kesin bir hatla önlerinde bitiverdi. Topraðýn bittiði çizgiye yakýn olanlar, aþaðýya doðru sýnýrsýzca inen derin ve ürkütücü yamaçlarýn kýyýsýnda durduklarýný gördüler. Sonsuz düzlüklerin ortasýndaki kapkara bir delik gibi aðzýný açmýþ onlarý karþýlayan bu geniþ yarýk, batýdan doðuya doðru büyük bir yay çizerek kuzeye uzanýyordu. Aþaðýsý muðlâk bir sisin içindeki uðultulara teslim olmuþtu. Önlerindeki yamaçlar, kara ile gri arasýnda daireler çizen sislerin baðrýna doðru kayýp kayboluyordu. Müphem derinliklerden onlara kadar ulaþan uðultular, yamaçlara sürtünen demirden týrnaklar gibi inildiyor ve sýk sýk aþaðýdan taþýdýðý kar öbeklerini üzerlerine püskürtüyordu. Aklýnda idrak kabiliyeti bulunan bazý çocuklar, bu karanlýk ve gölge yurduna inecekleri gibi korkunç bir önseziye tutuldular. Ki haklýydýlar.

***

Görkemli, kalabalýk ve aðýr kervanlarý yavaþça durma emareleri göstermeye baþladý. Simmu da soðuktan kýrýlanlar arasýndaydý. Baygýn ve ateþli günler boyunca buhranlý görüntüler biriktirmiþti. Çoðu zaman ne gördüðünü bile anlamadan, çapaklanmýþ ve yorgun gözleri ona herþeyi çarpýtarak anlatýyordu. Çevresindeki herþey uçucu bir hal almýþtý. Hep dalgalanan ve kývranan þeyler görüyordu. Barbar O'dorklarýn çocuklarý acýmasýzca hýrpalayýp saða sola savurduklarýný, ölenleri öldükleri yerde býrakýp, leþ yiyenleri baþlarýna toplamak için minicik bedenlerinden kanlarýný akýttýklarýný, geride kalan yaþýtlarýnýn durmadan aðlayýp anne babalarýný çaðýrdýklarýný ve ara vermeden iç çekerek sýzlandýklarýný, bir kâbus vahþiliðinde anýmsýyordu.

Yolculuk, Simmu açýsýndan bakýlýnca kesinlikle çok belirsiz geçmiþti. Zaman ve mekân mevhumunu duyumsamaktan yoksundu. O ürpertici yamaçlardan aþaðýya iniþlerini dahi sadece acý veren sarsýntýlar ve aðrýlar olarak hatýrlýyordu. Sadece, ara sýra zorla kendine getirilmeye çalýþýldýðýný anýmsýyordu; ve boðazýndan yakýcý bir içeceðin yutturulduðu zehir gibi bir tat vardý dilinin ucunda. Vücudunda amansýz bir kýrýklýk ve zonklama hüküm sürüyordu. Bilincinin hem altý hem de üstü yoðun bir karmaþa içerisindeydi. Anne ve babasýnýn katledildiði ana dair anýlar, mislice artarak ona saldýrýyordu. Sonuçta hastalýk hali tam bir karabasana dönüþmüþtü. Buna canlarý acýtýlan ve korkutulan akranlarýnýn feryatlarý ve bu gaddarlýk sayesinde eðlenen O'dorklarýn hunharca atýlan kahkahalarý eklenip durdu.

Bütün bu melun birikimlerin, nihayet gerçekliðe uyanýþla daha normal ve -ne kadar mümkünse- kabul edilebilir bir raddeye çekildiði tuhaf ve buz gibi bir anda, Simmu bulanýklýðýn verdiði uyuþuklukla bir sedyenin üzerinde taþýnýrken kendine geldi. Savaþ

Kervaný devasa bir yapýnýn kapýlarý önüne varmýþtý.

Evet, sýrtýna diken gibi batan bir sedyenin üzerinde uyanmýþtý Simmu. Yolculuk ve hastalýk onu oldukça zayýflatmýþ, ne var ki bir þef çocuðu olduðundan olsa gerek, en azami ölçüde kendisine bakýlarak ölmesine izin verilmemiþti.
Yattýðý yerde kafasýný kaldýrarak etrafýna bakýndý. Etrafý uzun boylu O'dorklarca sarýlmýþtý. Yüksek ve kötü kokulu bir duvar tarafýndan çevrelenmiþ gibiydi ve sedyesini tutan dört O'dork, kalabalýk içerisinde itiþip kakýþarak ilerliyordu. Saðdan soldan meraklý fýsýltýlar, geniþ çapta ise boðuk ve her beraber icra edilen acayip haykýrýþlar duyuyordu Simmu.

O'nun kendine geldiðini gören ve sedyesini taþýyan bir O'dorkla göz göze geldi. Savaþçý, çevrelerindeki uðultunun üzerinden hain bir þekilde sýrýttý ve bütün diþlerini Simmu'ya sergiledi. Simmu, adamdaki kötü niyeti sezmiþti fakat elinden gelebilecek hiç bir þey yoktu. Çok sýk ve yüksek aðaçlardan oluþmuþ bir ormanýn zeminindeymiþ gibi boðucu ve sýcak bir havayý ciðerlerine çekerken, kendisine doðru pis pis sýrýtan O'dork, sedyenin tuttuðu ucunu yere çarptý. Önündeki arkadaþýnýn kalýn ensesine bir tokat attý. Öndeki O'dork kükreyerek saldýrdý ve geriye döndü. Tam ona tokat atan arkadaþýna saldýracakken, herþeyi baþlatan O'dork, ona Simmu'yu gösterdi. Bu sefer öndeki O'dork çocuða korkutucu bir þekilde gülümsedi ve çocuðu iyice ürkütmek amacýyla gözlerini kocaman açýp, suratýný aniden Simmu'ya doðru yaklaþtýrdý. Simmu yattýðý yerde yüzünü diðer yana çevirdi. Fakat bu sefer iki O'dork sedyeyi sallamaya ve ulumaya baþladýlar. Seslerinin kaba hýrýltýsý, kalabalýðýn serkeþ uðultusuyla birbirine karýþýp çarpýþýyordu. Simmu dehþet içinde titreme nöbetine tutuldu. Kalbi acý içindeymiþçesine sessiz gözyaþlarý döktü. O kadar çaresizdi ki!

Etraftaki anormal uðultu ve boðucu hava çocuðun kulaklarýnda nabýz gibi atan bir sýkýntý peydahlýyordu. Bu da yetmezmiþ gibi, sedyesini taþýyan O'dorklarýn iðrenç zevklerine meze olmak onu dehþet içerisinde býrakmýþtý. Neler olduðunu merak eden etraftaki diðer barbarlarda ona doðru dönüp böðürerek kahkahalar atmaya ve yüzüne doðru çarpýk suratlarýný göstermeye baþladýlar. Çocuk çýðlýk attýkça eðlentileri hoyrat bir hal alýyordu. Simmu'nun tepesinde kapkaranlýk suratlardan bir orman yükselmiþti. Hepsi onu sarsýyor, kafasýna demir çubuklar gibi sert parmaklarýyla vuruyor ve anlamadýðý dillerinde bir þeyler homurdanýp gülüyorlardý. Ýçlerinden biri onu koltuk altlarýndan tutup havaya kaldýrdýðýnda incecik, korkmuþ ve infial halinde bir çýðlýk koyverdi. Onu kaldýran barbar çocuðu havaya savurdu ve Simmu eller üzerine düþüp saða sola savrulmadan önce, aslýnda akýl almaz bir kalabalýðýn ortalarýnda bir yerlerde olduðunu anladý. Heyecanla nefesini tuttu; O'dork ordusu, Lokman'ýn bahsettiði ana kentin kapýlarýna gelmiþti.

Artýk o mahþeri kalabalýðýn içinde deðil de üstünde olduðu için, býçak gibi kesilen sýcak ve solunmasý imkânsýz havanýn yerini sert rüzgârýn soðuk, aman bilmez ve þiddetli esintisi almýþtý. Kendisinden çok daha uzun O'dork savaþçýlarýnýn arasýnda boðuk bir uðultu gibi duyduðu sesler þimdi on binlerce kafanýn üzerinde çýnlýyor, Simmu'yu bir gürültü denizinin ortasýndaki fýrtýna gibi yalpaya alýyordu. Simmu havaya kalkmýþ ellerin üzerine her düþüþünde, bu düþüþü kutlayan 'oley!' seslerinin içinde kalýyor, daha sonra yeniden havaya atýlarak daha önlere ya da herhangi bir yöne doðru umarsýzca savruluyordu. Simmu'nun ne ruhu ne de benliði direnebilirdi. Çocuksu duygularýn veya saf kalbin ve ruhun delik deþik edilip tecavüze uðramasý kahkahalar atýlarak kutlanýyordu. Bunun idrakinde baþarýsýz olacak olan Simmu hem anlayamamanýn sýkýntýsýyla hem de üzerine yüklenen bunca duygusal ve fiziksel þiddetten dolayý bilinci kapalý bir aðlama ve korkunç dehþetlere kucak açma nöbetine tutulmuþtu.

Beþ ya da altý atýlýp tutulmadan sonra kaldýðý ellerin üzerinde önlere doðru sürüklenmeye baþladý. Sakinleþmek için iyi bir fýrsattý bu... Aðlamaktan aðrýyan baþýna biraz müsaade etmeli, içini çekmekten mahvolmuþ ciðerlerine anlayýþ göstermeliydi. Bir yandan buz gibi rüzgârlar, diðer yandan ise altýnda akýp giden sert parmaklý ellerin hunhar yoklayýþlarý kýstýrýyordu bedenini. Birden bastýran üþümesi diþlerini münasebetsizce týkýrdatmaya baþladý. Dertop olup ýsýnmak istediði zaman eller buna mani olup Simmu'yu yeniden havaya fýrlatýyor ve çocuðun kendine gelmesine asla izin vermiyorlardý.

Ýçten içe kýmýldanan haþmetli barbar ordusunun bekleþtiði yer O'dork Kentler Vadisi'nin ana giriþ kapýsýydý. Daha doðrusu, Ana Kent olarak isimlendirdikleri Mah'þer'in kocaman, tunçtan yapýlmýþ çift kanatlý kapýlarýydý. Tüm kentleri içine alan yer Ana Kentti... Kapý, ordunun önünde yüksek bir bent gibi dikilmiþ surun orta kýsýmlarýna denk gelen bir açýklýða yerleþmiþ vakur bir tanrý gibi buyurgandý. Görünüþ itibariyle griyi andýran bu eski duvarlar kocaman bloklardan inþa edilmiþti. Bu yüksekmi yüksek kesme taþ yýðýný, kalabalýk ordu ile Kentlerin bulunduðu düzlüðü ikiye ayýrýyordu.

Böylece, þu anda ordunun toplandýðý alan, þehirlerin oluþturulduðu araziye girmeden evvelki bekleme bölgesi oluyordu. Sur'un bir ucu, büyük çukurun batý ucundaki dimdik yamaçlarla birleþiyor, diðer yanda da doðu yakasýndaki tuhaf taþ bloðun ortasýna saplanýyordu. Simmu kafasýný kaldýrýp etrafý gözlemlediðinde, kuzeyde öfkeli ve kara bir duvar gibi yükselen duvarýn ortasýndan fýrlamýþ bulanýk renkteki tunç kapýlarý, diðer yönlerde ise içinde bulunduklarý büyük çukurun dümdüz yamaçlarýný görüyordu. Tepelerinde gri bulutlardan baþka hiçbir þey yoktu. Gün ýþýðý ancak sembolik bir katýlýmda bulunur gibi silik bir aydýnlýðýn geçmesine müsaade eden bulutlarýn ýsrarcý perdesine takýlýyordu. Duvar boyunca en az on sýra halinde yanan meþaleler, gözlere cehennemin kapýsýndan içeriye girdikleri izlenimini sunuyordu.

Bir zaman sonra Simmu, vahþilerin belirli bir kelimeyi, bir tezahürat gibi yineleyip durduklarýný ve her tekrarda dört bir yandan baþkalarýnýn da bu anlaþýlmaz kelimeyi telaffuz etme iþine giriþtiðini duydu. Ordunun hep bir aðýzdan ayný ve anlaþýlmaz kelimeyi, hýzlý hýzlý tekrarlamaya ve her seferinde kelimeyi daha gürültülü, kaba ve sabýrsýzlýkla söylediðini iþitti. Elleri üstünde onu dolandýran O'dorklar, bu sefer ritme uyarak Simmu'yu atýp tutmaya baþladýlar ve tezahürata, küçük çocuðun düþüþlerine adadýklarý 'oley!' ler karýþtý. Þimdi sur ile yamaçlarýn kara gölgeleri arasýnda kalmýþ ordunun üstünde korkunç bir gürültü yükseliyordu. Tek bir kelimenin, binlerce aðzýn böðürmesi sonunda patlayan varlýðý tekrar tekrar yankýlanýp gümbürdüyordu.

Simmu'nun kalbi iki taþ arasýndaki ufak bir arpa misali sýkýþtý ve gözleri yeniden yaþ tuttu. Çýlgýnlýk mertebesine doðru kontrolsüz bir biçimde yükselen tezahürat adeta kafasýnýn içinde zelzeleler yaratýp, duyma kabiliyetine iþkence ediyordu. Bütün O'dorklar ayný þeyi, ayný tutkuyla ve ayný tedirgin edici tempoyla çýðýrýyordu. Simmu, ordunun bunu yaparken hep yüzlerinin duvara dönük olduðunu fark etti. Ki o anda daha ilgi çekici ama ayný derecede beklenmedik -Simmu için- bir sürpriz talihsiz çocuðu bekliyordu. Duvarýn müphem ve yükseklerdeki karanlýklarýndan, ordunun tezahüratýna karþýlýk geliyordu. Simmu kafasýný kaldýrýp kara suru belirsizlik içinde seyretti. Sanki o kalabalýk, boðuk ve güçlü uðultu sýkýþýklýðý duvarýn her yanýndan sýzýyor, tepelerine yaðmur damlalarý gibi düþüyordu. Simmu hiç böyle bir þeyle karþýlaþmamýþtý. Elleri üzerinde atýlýp tutulduðu ordu deli gibi haykýrýyor ve bir karþýlýðý andýran o basýk uðultu hemen ardýndan duyuluyordu. Simmu tedirginlik ve huþu içinde bekledi... Neler oluyordu? Nereden bakýlýrsa bakýlsýn yüz adam boyundaki kara ama pürüzsüz surlarýn ardýnda onu ne bekliyordu. Kentler... Simmu hayatýnda ilk kez bir kent görecekti. Yine de mutlu olduðu söylenemezdi. Çocuðun kýrbaç gibi þaklayan acýlarý ona heyecan ve merak için rahat vermiyordu. Eziyet ediliyor, hor görülüyordu. Düþmanlýðýn tek sebebi kendisiymiþ gibi darp edilip, manevi iþkenceye tutuluyordu. Evet, Simmu ilk kez bir kent -hatta kentler- görecekti. Ama neye yarar?

Ansýzýn Simmu irkildi ve hoyrat dalgalar gibi kulaklarýna çarpan karþýlýklý tezahüratlarýn, yek bir zafer nidasýna dönüþtüðünü, hemen akabinde de devasa tunç kapýlarýn açýlmalarýna delalet olan gýcýrtýlarýn içini karýncalandýrdýðýný hissetti. Zafer gurultusu ipinden kurtulmuþ kuduz bir canavar gibi dört bir yana saldýrýp havayý dalgalandýrýyordu. Surlardaki meþalelerin aydýnlýðý söner gibi olup yeniden, bu sefer daha doyumsuz bir açlýkla alevlendi. Açýlan kapýlarýn berisinden müthiþ bir aydýnlýk, coþkun bir alev nehri gibi üzerlerine akmaya baþladý. Simmu, kapýnýn ötesindeki altýn sarýsý ýþýltýlarýn büyüsüne kapýldý. Neredeyse her þeyi unutuverecekti. Bütün sýkýntýlarý, ruhundaki onulmaz yaralarý, acýlarýný, hatta anne ve babasýný... Hayatýnda böylesine þaþalý bir ýþýk cümbüþü görmemiþti. Aklýnda gücün belirgin olmayan simgeleri belirdi ve O'dorklarýn tüm barbarlýklarý ve kancýllýklarýna hissettiði öfke yanýnda, bu güç sembolü ýþýk sayesinde onlara çapraþýk bir saygý duydu. Kendinden geçmesi an meselesiydi.

Iþýk onu esir almýþtý.

Ýþte ne olduysa o zaman oldu.
Yavaþça, aðýrlýðýna ve heybetine yakýþýr bir sakinlikle menteþeleri üzerinde dönen giriþ kapýlarý, surlarýn üzerine birikmiþ sayýsýz O'dorkun selamlamasýný, aþaðýda kapýlara doðru ilerleyen ve sýkýþan gaddar askerlerin ulumalarýna buluyordu. Simmu'yla eðlenen O'dorklar, kapýlara doðru akan kalabalýða takýlýp sürüklenmeye baþlamýþtý. Simmu'yu, kullanýlmaktan ötürü eskimiþ bir eþya gibi yere attýlar. Ardýndan engellenemez vahþilikleri içinde baþlarýný sallayýp dillerini saldýrgan hayvanlar gibi þaklatmaya baþladýlar. Kollarýný tedbirsiz ve þiddetle, adeta münasebetsiz bir dansý icra ediyor gibi havada sallýyorlar ve kocaman ayaklarýný hýnçla topraða vuruyorlardý. Bu esnada kapýlara doðru akan kalabalýk, kapýlarýn önünde giderek sýklaþýyor, bedenler birbirine yaslanýyor, sýkýþýyor ve týkanmaya baþlýyordu.

Simmu atýlýp býrakýldýðý yerde derhal ayaða fýrladý çünkü o kendi baþýnýn çaresine bakmazsa, bu kana susamýþ yaratýklarýn onu ayaklarý altýnda ezdiklerini fark etmeyeceklerini çok iyi biliyordu. O'dorklardan mürekkep akýntýya itaat ederek, dev gövdelerin arsýnda kalmýþ minik bedeniyle, inanýlmayacak derecede saçma olan vaziyeti dolayýsýyla hayatýný kaybetmemeye çalýþmaya baþladý.

Nefes almak gitgide zorlaþýyordu. Simmu'nun ciðerlerine temiz hava yerine, dip dibe ilerlediði ve en fazla bellerine geldiði O'dorklarýn bet ve mide bulandýrýcý kokularý doluyordu. Ýtilip kakýlýyor, O'dorklarýn elleri dirsekleri ya da ayaklarý, yanýndan geçerken çocuða can yakýcý darbeler indirerek vuruyordu. Havasýzlýktan gözleri kararýr gibi olmuþtu. Etrafýndaki mutlak ve dehþet uyandýrýcý uðultu giderek boðuklaþýyor, çocuk her an biraz daha bilincinin yitmesine engel olamýyordu. O esnada, göremediði bir el kolunu sýký sýký kavrayarak onu havaya kaldýrdý ve çarpýk bir O'dork suratýyla karþý karþýya kalacak biçimde kucaða alýndý.

"Demek hala yaþýyorsun insan evladý. Güzel. Reis memnun olacak!" Uðultuyu bastýrmaya çalýþarak konuþan bu canavarý hatýrlamýþtý Simmu. Felaketinin mimarý bir kez daha onu bulmuþtu.

"Düzensizlik bizim düzenimizdir. Bu kapýlardan girene kadar hiçbir þey yapamayýz. Ama sabret. Kapýnýn ardýnda feraha ereceðiz." Menfur bir kahkaha patlattý, "þey... En azýndan ben ereceðim!"

Can sýkýcý, yavaþ ve itiþmeli kakýþmalý ilerlemenin ortasýnda, Simmu ve kucaðýnda ilerlediði O'dork, heybetli kapýnýn derin eþiðine deðin gelmiþlerdi. Kapý o kadar azametli ve ürkütücüydü ki, kafasýný yukarý kaldýrýp açýk kapýlarýn en üstüne aval aval bakan Simmu, O'dorku tarifsiz bir neþeye gark etti. Vahþi yaratýk homurdanarak kahkaha attý:
"Sizin bezden çadýrlarýnýzýn yýrtýk kapýlarýna benzemiyor deðil mi? Ama sabret. Daha çok þaþýracaksýn!"

Kutlamaya benzer çýðlýklar, uðultular, kakafonik bir melodi ve barbarca zaferi kutlayan rüzgârýn gürlemesi Simmu'nun kalbinde daha derin bir yarýk açtý. Kapý kemerinin neredeyse on adam üstündeki uzun ve tuhaf açýlý balkonlarda, birbirine girmiþ kollarýn ve kafalarýn, neredeyse sayýsýz biçimleri, aþaðýya doðru, sanki onu tehdit edercesine sallanýyordu. Kapýnýn iki yanýnda bu acayip balkonlar üst üste istiflenip, þehirleri içine alan düzlüðün etrafýndaki yamaçlar boyunca uzanýyordu. Simmu evinden ne kadar uzakta olduðunu o an, en güçlü biçimde idrak etti.

Ýþte o en tehlikeli ve dehþete düþmüþ anýnda, beraber içeri girdikleri O'dork onu sarstý ve Simmu bir kez daha, içindeki tüm duygulara saldýran suratla yüz yüze geldi. O'dork zafer naralarýnýn bütünleþip çýðýrýndan çýktýðý mertebenin üzerinden, salyalarýný saçarak baðýrdý:

"Yeni evine hoþ geldin!" Ve küçük çocuðu omuzlarýna alýp, manzarayý daha iyi görmesini saðladý.

Kapý, uzak tarafý bir hançer gibi kývrýk olan yayvan bir düzlüðe açýlýyordu. Düzlük kapýnýn iki yanýnda, surlarla yamaçlarýn birleþtiði çizgilere kadar yayýlmýþtý. Yamaçlarýn ve surlarýn üzerinde, sanki yamaçlardaki girinti çýkýntýlara boyun eðilerek oyulmuþ kat kat balkonlar uzayýp gidiyordu. Her birinde, belki de binlerce ýþýl ýþýl meþale alevi titriyor, balkonlarýn durmadan devam ettiði kuzey yamaçlarýna doðru önemsiz noktalara dönüþüveriyordu. Bu soðuk ve mat yamaçlarda en az surlar kadar heybetliydi.

Kapýnýn önündeki düzlüðün iki ucundaki geniþ ve dik olmayan rampalar bir kat daha aþaðýya inip, aþaðýdaki alanda açýlmýþ yuvarlak bir meydanda birleþiyorlardý. Ötede, eðer Simmu yanlýþ saymadýysa yirmi bir kent vardý. Ýþte düzlük bu kadar geniþ ve düzdü!

O'dork kentleri, sýradan bir þehir gibi enine deðil boyuna büyüyen yerleþimlerdi. Simmu'nun baktýðý yerden karýncalarýn yükselttiði topraktan tepelere benziyordu. Ovanýn orasýna burasýna düzensiz bir þekilde oturmuþlardý. Þehirleri birbirine baðlayan yollar, incecik siyah iplikler topraðýn üstüne atýlmýþ gibi kývrým kývrýmdý.

Tüm kentlerin dikildiði ovanýn ortasýna denk gelen bir bölgede, tüm kentlerden daha yüksek ve parlak bir sütun, topraða saplanmýþ bir ok gibi yamuk fakat sapasaðlam bir halde yükselmiþti. Ucunda kor gibi, kýzýl sarý parýltýlar saçan bir küre duruyordu. Ýþte Simmu'nun aydýnlýðýyla sarhoþ olduðu ýþýk kaynaðý buydu ve Simmu onun azar azar söndüðünü hissediyordu.

Ordunun muazzam kalabalýðý kapýdan içeri doluþtukça, savaþçýlar saða sola daðýlmaya da baþlamýþ, gruplar halinde toparlanýp kimi balkonlara çýkan taþtan merdivenlere yönelmiþ, kimi aþaðýya doðru giden rampalardan koþarak inmiþ, kimisi de kapýlara týrmanýp salyalarýný saçarak çýðlýk atmaya baþlamýþtý. Simmu ve omuzlarýna tünediði O'dork rampaya doðru yöneldi.

En alt düzlüðe indiklerinde kalabalýk artýk azalmýþtý. O'dork sonunda Simmu'yu omuzlarýndan attý ve ileriyi gösterdi:

"Ýþte seninkiler orada!" önlerinde yükselen ilk kentin önünde bekleþen bir kalabalýðý iþaret etmiþti. "Eðer birilerine akþam yemeði olmak istemiyorsan oraya ulaþmalýsýn. Bekleyenlerin çoðu insan etine aç." Ellerini Simmu'nun önünde ileriye doðru salladý. "Hadi. Koþ Simmu! Bir gün babanýn intikamýný almak için koþ!"

Simmu gözyaþlarý içinde koþarken, gaddar bir kahkahanýn ivedilik içinde uðultulara karýþtýðýný düþündü. Yanýndan geçtiði O'dorklar onunla alay ediyor, kafasýna ya da sýrtýna þaplaklar indiriyor, dengesini bozmaya çalýþarak onunla eðleniyorlardý. Simmu Lokman'ý uzakta, kalabalýðýn içinde belli belirsiz seçene kadar, körpe ciðerleri patlayýncaya deðin koþtu. Sonunda 'Lokman!' diye haykýrdý ve þaþkýnlýk içindeki delikanlýya sarýldýðýnda hüngür hüngür aðlamaya baþladý. Izdýrap ve sýkýntýnýn baðrýnda geçecek günler baþlamýþtý.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn fantastik roman kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Ufuktaki Þehir II. Bölüm
Ufuktaki Þehir

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Sanki... [Þiir]
Gidiþim [Þiir]
Ýnsan Çiftliði [Öykü]
Garip Bir Buluþma [Öykü]
Mezarýmý Derin Kaz [Öykü]
Oda - - - 1 - [Öykü]
Nokta [Öykü]
Yol Bitti [Öykü]
400 Küp [Öykü]
Cennet [Öykü]


Burak 'Finrod' Mollamehmetoðlu kimdir?

KiMDir??. . GerÇEkTeN. . KiMDir??

Etkilendiði Yazarlar:
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Burak 'Finrod' Mollamehmetoðlu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.