..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Ýnsan kendini bilmeli. Gerçeði keþfetmeye yaramasa da, yaþamayý öðretiyor. Ve bundan daha güzel birþey yok. -Pascal
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Deneme > Yaþam > Mehmet Ali Özler




15 Ekim 2008
Arkadaþým Seri Katil  
Mehmet Ali Özler
“Kulenin kapýsý günde bir kez benim için özel kurulan bir tim tarafýndan açýlýrdý, anlýyor musun? Benim yaþadýðýmý gördüklerinde ilk mýrýldandýklarý da ‘bu gebermemiþ mi hâlâ’ olurdu. Önüme bir parça küflenmiþ ekmek ve insaflarý tutarsa kokuþmuþ bir parça peynir veya domuz yaðý falan atarlardý. Sanki köpeðin önüne atarmýþsýn gibi.”


:BHJD:
Haftada bir bizi cezaevi kütüphanesinde ziyaret eden bu adama acýyor muydum yoksa aðzý kör bir çaký ile kellesini yavaþ yavaþ boynundan ayýracak kadar nefret mi ediyordum çözemedim. Burada bulunan birçok seri katil hakkýnda bir fikre sahibimdir ama Heinrich Pommerenke bunlarýn en ücra noktasýný teþkil eder. Seri Katilliðin en üst mertebesini simgeleyen bu adama karþý neler duyduðumu veya hakkýnda ne düþünüp beslediðim konusunda hep kararsýz kalmýþýmdýr. Bu kararsýzlýðým onu henüz þahsen tanýmayýp sadece ismini duyduðum tutuklu günlerimde baþlayýp bugüne kadar sürmüþtür. Zira Heinrich Pommerenke’yi Almanya cezaevlerinde yatan hemen her mahkûm uzaktan, yakýndan bilir, bilmese de bu isim öyle de, böyle de bir türlü kulaðýna çalýnmýþtýr. Ama bu hep böyle deðildi. Bir vakitler bu adamýn ismini bütün almanya duymuþ ufak, büyük herkes Pommerenke adý altýnda ne tür bir caniliðin yattýðýný veya bu isim ile neyin baðdaþtýrýlmasý gerektiðini gayet iyi bilirdi. Heinrich Pommerenke, 2. dünya savaþýndan sonra bu ülkede yaþayan çocuklarýn yaramazlýk yapmamalarý veya uyumalarý yönünde öcüsü, kadýnlarýn ise karabasaný olmuþtu. Ama bu karabasan sadece rüyalarda yaþayan hayalet bir düþünce veya uydurmasyon bir hikâye deðildi. Bu adam gerçekti ve bu gerçek beyinlerde anýldýðýnda korkudan hiçbir kadýn yalnýz baþýna sokaða çýkacak cesareti bulamazdý. Çünkü o karabasan ülkenin her köþesi ve bucaðýnda olabilirdi. Bugün orada, yarýn baþka bir yerde hiç niyetine ve nedensiz yere kadýnlar öldüren bir seri katil. Her yerde ve her an karþýlaþa bilirdiniz onunla. Karþý tarafa geçecekmiþ gibi bir kaldýrým kenarýnda öylece oyalanan ama bir kadýn iseniz sizi için için süzen bir doksan boylarýnda genç bir adam. Bir apartman kapýsýndan içeri girerken aniden karþýnýza çýkabilecek atletik yapýlý sarýþýn bir delikanlý. Sokakta veya bir park ta yürürken birden yaný baþýnýzda belirebilecek yirmi yaþlarýnda çakýr gözlü bir yabancý. Çok fazla yakýþýklý ve kayda deðer biri deðil; daha ziyade insaný derinden yanýltan bir masumiyet ve nezaket göstergesi. Hiç acýmadan ve vicdan azabý tanýmadan öldüren bir masumiyet. Ulaþmak istediði hedefine emin adýmlar ve büyük bir kararlýk ile ilerleyen ve yaptýklarýnýn büyük bir ihtimal bilincinde olan hasta ruhlu bir canavar.

Bu türlerini týp dili psikopat olarak adlandýrýr. Ancak Heinrich Pommerenke’yi tanýdýktan sonra bu adamýn neresi ve ne kadarý psikopattýr veya canidir diye düþünüp çözmeniz gerekir. Öldürdüðü veya öldürmeye teþebbüs ettiði kadýnlarýn sayýsý 20 ila 30 arasý tahmin edilen bu adamýn caniliði beyninin veya hasta ruhunun neresinde yattýðýný sayýsýz psikiyatri deneme ve tedavileri dahi çözememiþtir. Pommerenke, Hollywood filmlerinden tanýdýðýmýz ve her an birilerine saldýrýp parçalamaya hazýr bekleyen Doktor Hannibal Lector ve benzeri tiplemelerden hiç deðildir. Neredeyse göbeðine kadar inen kýrlaþmýþ ve sarýmsý sakallarý ve hep ýslakmýþ gibi bakan cüssesine göre küçük gözleri ile insana daha ziyade bir manastýrda yaþayan eski devir papazlarýný anýmsatýr. Kullandýðý sözcükleri sanki geviþ getirircesine aðzýnda geveleyerek ve sakin sakin konuþan bu adamýn geçmiþini bilmemiþ olsanýz býrakýn onun bir seri katil olmasýný, bir tavuk dahi kesemeyeceðini düþünürsünüz.

Dýþarýnýn güvencesi açýsýndan kýrk kusur senedir duvarlar ardýnda muhafaza edilen bu adamýn olayýný burada doðru düzgün kimseler bilmez. Heinrich Pommerke' nin neredeyse bir yarým asýr öncesi iþlemiþ olduðu canilikleri bu duvarlar arasýnda dahi inanýlmasý zor bir fantastik gibi kalýr. Diðer taraftan bunu cezaevi yönetiminden bilenler varsa dahi, sanki bir tabu imiþ gibi bu adamýn hesabýna yazýlmýþ o vahþetleri kimseler anýmsayýp dile getirmek istemez. Ancak burada ki hiyerarþi düzenin üst kademelerinde iseniz ve yaþýný almýþ yöneticiler ile aranýz iyi ise bir nevi gizli tutulan bu tür olaylarýn yanýtlarýna parça parça ulaþýr, edindiðiniz bu bilgileri bir yapboz oyunu gibi sonradan bir araya getirip ortaya çýkan resmi görmeye çalýþýrsýnýz.
   “Savaþtan sonra kalkýnma dönemimize denk gelen bu adamýn cinayetleri ülkede tüylerini ürpertmeyen kadýn býrakmamýþtý,” diyor yaþlý gardiyanlardan biri. “Kadýnlarýmýz, bu adamdan korktuklarý kadar savaþtan dahi korkup etkilenmemiþlerdi. Ve inanýn o savaþta çok gaddarlýklar iþlendi.”
   “Neredeyse altý sene sürdü bu kadýn cellât’ýný yakalamak,” diye anlatýyor bir baþka yönetici. “Bu adamýn yakalanmasýný hýzlandýrmak için o dönemin Cinayet Masasý Ekipleri FBI’dan bile destek aldýlar. Çünkü Pommerenke’nin cinayetleri iþleyiþ türü daha önceden hiçbir seri katilde görünmemiþ karmaþýk bir þema üzerinden yapýlýyordu. Buna þemasýz ve plansýz bir cinayet iþleme türü desek daha uygun olur. Zira bu adamýn hiçbir cinayeti bir diðer cinayetine benzemiyordu. Benzerlik olan tek yaný, umulmadýk bir soðukkanlýlýkla öldürdüðü kadýnlarýn cinsel organlarýndan ferç dudaklarýnýn – sanki bir sünnet gibi – kesilmesiydi ve polisin elinde ki tek tutanak ve ipucu buydu.”
   “Pommerenke’nin kaç kadýn öldürdüðü üzerinden yýllar geçmesine raðmen hâlâ netleþmiþ deðildir,” diye anlatýyor bir baþka yetkili. “Savaþ dönemi sonrasýnda iþlenen nice dehþetler sistem yetersizliði sonucu örtbas edilmiþ veya personel yetersizliðinden takip edilememiþtir. Ancak otopsi masalarýnýn bulunduðu bazý il merkezlerindeki ölüm vakalarý þöyle göz ucuyla kýyýsýndan, kenarýndan gözaltýna alýnýp inceleniyordu. Zaman çok farklý ve her þey için yetersizdi.”
"Hemen vurmak lazýmdý o sapýðýn kellesini,” diyor revirde çalýþan yaþlý hasta bakýcýlardan biri. Hem de mahkemenin ertesi günü. Çünkü Heinrich gibi içten kafayý yemiþlerin tedavisi mümkün deðildir. Bakmayýn siz onun öylesine sakin ve bilgin duruþuna. Aslanlarýn avladýðý avýn etrafýnda fýrsat gözleyen sýrtlanlar gibidir o pislik. Elinde fýrsatý olsa iþlemiþ olduðu cinayetlerin aynýsýný bugün bile büyük bir zevkle tekrarlardý o. Zira hangi normal bir insan bindiði bir tren kompartýmanýnda yalnýz baþýna oturan bir bayan yolcu arar, hiç bir þey yokmuþ gibi bu kompartýmanýn kapýsýndan içeri girer, tek bir kelime etmeden camý açarak bu kadýný tuttuðu gibi hýzla ilerleyen trenin penceresinden dýþarý atar. Sonra da ilk istasyonda in sen ve daha önceden oraya býraktýðýn bisikletine atlayarak kadýný camdan fýrlattýðýn noktaya geri dönerek ölmüþ ve kanlar içinde olan maktule tecavüz et. Akýl kârý mý bu?"
   Cezaevi psikologun aðzýndan kaçýrdýklarý:
   “Ailenin bütün erkek fertleri savaþa alýnýp ve hiç biri geri dönmeyince Pommerenke altý kadýn arasýnda tek baþýna büyütülen bir oðlan çocuðu olarak kalýr. O günün þartlarýna göre (yokluktan) bu oðlana ergenlik çaðýna kadar kadýn elbiseleri giydirilir. Annesinin, ablalarý ve teyzelerinin arasýnda tek erkek olarak yaþayýp büyüyen bu insana bilmediðimiz ters davranýþlarda bulunulmuþ mudur bilinmez. Ama bu kiþinin öldürme güdüsünün ve kadýnlara karþý duyduðu nefretin o dönemlerde beslenmeye baþladýðý tahmin edilir.”
   “Çok basit hatta naifçe tasarlanmýþ cinayet kurgularý ile öldürürdü Pommerenke,” diye baþka bir yetkilinin anlatýmýndan öðreniyorum. “Aklýnýzda þöyle bir cinayet tasarlayýn: Otobüse veya trene binip yaþadýðýnýz þehirden uzaklaþýyorsunuz. Hiç tanýnýp bilmediðiniz baþka bir vilayet veya bir belde de iniyorsunuz. Sonra insanlarýn yoðun kaynaþtýðý þehir merkezlerin herhangi bir sokaðýnda geliþigüzel gezinip bir apartman kapýsýnýn açýk olup olmadýðýný kontrol edip öðreniyorsunuz. Hemen her evin zemin katýndan bodrumuna inen bir antresi vardýr. Pommerenke için böyle bir yerde merdiven altý boþluðu dahi yetiyordu çünkü o elini çok hýzlý tutan bir caniydi. Diðer seri katiller gibi kurbaný ile oynayan veya bazý akýl almaz seremoniler düzenleyen bir kiþiliðe sahip deðildi. Kýsa keserdi o manyak hep. Direkmen hedefe yönelik. Bu kýsaca keþiften sonra da çýkýn siz en yakýn sokaða ve içinizden þöyle deyin: Karþýdan yalnýz baþýna gelen sekizinci veya onuncu kadýn benim kurbaným olacak. Neden beþinci veya on beþinci kadýn belli deðil. Yaþlý, genç hiç fark etmez. Ve yalnýz baþýna yürüyen bu sekizinci kadýna yanaþýrdý. Sanki yolda sevgilisine, annesine veya bir akrabasýna rastlayýp ta sarýlýrmýþ gibi bu kadýný arka ensesinden bir kolu ile kavrayýp boynunu oracýkta kýrýverirdi. Sonra sarmaþ dolaþ yürüyorlarmýþçasýna bu kadýný kararlaþtýrdýðý o binaya kadar yarý sürür, yarý taþýr götürürdü. Ve tüm bunlarý diðer insanlarýn günlük hayatlarýna koþturduðu, devamlý birilerinin gelip geçtiði bir ortamda yapardý. Bundan sonra kurbanlarý zaten hep ayný yazgý beklerdi. Hemen kadýnýn etek veya pantolonunu aþaðý sýyýrmak, ardýndan cinsel organlarýn ferç dudaklarýný kesip tecavüz etmek.”

   Bu duvarlar arasýnda cinayetlere ve bunun deðiþik türlerine öylesine alýþýyorsunuz ki, zaman içerisinde bunun hiçbir þekli sizi týnlayýp heyecanlandýrmýyor. O an yanýmda bulunan ve karþýlaþtýðýmýzda kýsaca merhabalaþtýðýmýz bu kiþi de ayný þekilde beni etkilemiyordu. Üstüne üstlük o gün kütüphanede misafirim sayýlýrdý.
   “Nescafe yapýyorum, sen de ister misin, Heinrich!” diye soruyorum nezaketen. Nescafe, Almanya hapishanelerin sudan önce gelen temel içeceðidir ve büyük taslarda alýnýr.
   Genelde içmez. Kütüphane ile ayný katta bulunan kilise bölümüne geçerken (Heinrich buranýn temizliði ile görevlidir) bir uðradým misali fazla da kalmaz yanýmýzda ama bugün bir tas kahve alabileceðini söylüyor. Nazik ama hep yaptýðý gibi mesafeli duran bir tavýr ile boþ duran iki sandalyeden birine oturuyor. Kýrk kusur senedir hemen ayný cezaevinde kaldýðý halde tek bir arkadaþý yoktur bu adamýn. Arkadaþlýðýn, dostluðun veya fedakârlýk duygularýn bu þahýs için bir þeyler ifade ettiðini hiç sanmýyorum. Ellerini yüz kilonun üzerinde çeken cüsseli göbeðinin üzerine koyup öylece bekliyor. Suskun.
   “Gazete de çýkan demecini okudum,” diyorum kahvesini ikram ederken. Bazý çaylak veya iþi gücü olmayýp da sansasyon mahiyetine cezaevi üzerine makaleler yazmak isteyen gazeteciler çoktur bu ülkede. Tabii Pomerenke de adý ve sanýyla iyi bir yemdir. Ama o yine de her önüne gelen gazeteci ile masaya oturmaz. Vereceði demeç kendi açýsýndan bir önem taþýmalý.
   “Hý-hý, ben de okudum diyor,” o tok sesiyle.
   “Nasýl, abartma var mý?”
   “I-ýh,” diye kaþlarýný çekiyor yukarý doðru. “Ama sorular yine abuk, sabuktu. Bu gazetecilerin hepsinin bir cezaevi þemasý var kafalarýnda. Benim açýklamalarým buna uymadýðýnda bocalýyor ve inanmýyorlar, anlýyor musun?”
   Fazla konuþmuyoruz her zamanki gibi. Bir an önce kahvesini içip bitirmesini ve yanýmdan, kütüphaneden hatta bana kalsa bu dünyadan uzaklaþmasýný bekliyorum. Gerçi bu bekleyiþimin veya onun hakkýnda neler düþünebileceklerimin o da farkýnda ama bir þeyin farkýna varmak ile bunu algýlamak veya umursamak çok ayrý þeylerdir. Sadece bu mu? Pommerenke’nin þu dünya üzerinde hiç ama hiçbir þeyin umurunda olmadýðýný ellerimin on parmaðý ve týrnaklarým gibi bilirim. Ne insanlar, ne de güneþin bir gün doðup doðmamasý týnlar bu adamý. Bundandýr ki kendi hakkýnda söylenenlere veya yazýlanlara ne kulak asar, ne de diðerleri gibi bunlarý bir takýntý haline getirir. Varmýþ yokmuþ, ölmüþ kalmýþ… kesinlikle sarsmaz onu. Ama kendine yönelik olunca kiþiliði çok bencildir. Ona bir zarar gelmektense yeryüzünde yalnýz baþýna asýrlar boyu yaþamayý yeðler o.
   Aramýzda ki suskunluðu biraz olsun daðýtmak için Heinrich’in kendisine neden bir televizyon almadýðýný soruyorum? Özel bir yasa ile 1991 senesinden sonra ceza evlerinde mahkûmlarýn bir televizyon alabilmeleri yasalaþtýðý halde onun hücresinde böyle bir aletin bulunduðu dikkatimi çekmemiþti.
   Aklýný çok karýþtýran bir soru yöneltmiþim gibi bir müddet bir þey demiyor. Sonra, “Ne yapayým televizyonu?” diye geri soruyor.
   “Akþamlarý hücrende canýn daha az sýkýlýrdý.”
   “Benim caným sýkýlmýyor ki.”
   “Güzel kanallar var ama. Belgeseller falan…”
   “Ben yakýna bakýp da uzaðý deðil, uzaða bakýp da yakýný görmek isterim, Mehmet,” diyor sakin bir edayla ve hiçbir þey dememiþ gibi tekrar susuyor.

   Okunan ve edebiyatýn bol olduðu Almanya cezaevlerinde bol keseden moral taslayanlar ve kendi çapýnda filozof olanlar çoktur. Kýrk yýl ceza yatmanýn verdiði birikimler de bu adamýn kiþiliðini adeta metamorfoz düzeyde deðiþtirmiþti. Heinrich, bu sözleri belki bir yerlerden okumuþ, belki duymuþ, belki de gerçekten böyle düþünüyordu. Kahvesini su niyetine büyük yudumlarla içen bu adamda ki diðer ruhsal ve kiþilik deðiþimleri kestiremiyordum. Bir zamanlar herhangi bir istasyondan trene binen ve fýrsatýný bulduðunda kompartýmanýnda yalnýz baþýna seyahat eden bir bayaný canlý canlý vagonun penceresinden dýþarý atan, sonra bunun yanýna geri dönerek - ölü, canlý fark etmez - sapýklýðýný tatmin eden bu adam hakkýnda ne düþünebilirdim?

Diðer günlerde olduðu gibi bugün hemen gideceði tutmuyor Heinrich’in. Ýþ arkadaþým Günther A.’ da prostat tedavisi için çýktýðý revirden henüz dönmemiþti. Günther ile hiç anlaþamadýklarýndan olacak ki onun yokluðunu fýrsat bilerekten bugün biraz fazla oturduðunu düþünüyorum. Lakin bu adam ile paylaþabilecek bir þey bulamazdýnýz ama sessiz sessiz oturmakta olmuyor. Zira kimseler konuþmadýðýnda cansýz flüoresan lambalarýn aydýnlattýðý bu kütüphanede apayrý ve derin bir sükûnet hâkim oluyor. Eski kitaplarýn nemliliði ve küfünü koklayabileceðiniz dinginlik karýþýmý bir sükûnet.
   Bu suskunluðu bozmak ve biraz da geyik olsun diye Heinrich’e bir þeyler sorayým diyorum. Ancak sadece Heinrich’e deðil, çok fazla samimi deðilseniz burada hiçbir mahkûma kendi olayý ve iþlediði suçlar üzerine þahsi sorular yöneltemezdiniz. Diðer taraftan bu adamýn yirmi dört saatinin nasýl geçtiðini de bilmiyor deðildim. Sabahtan baþlayan ve her günü bir diðer gününe benzeyen tekdüze bir yaþam akþama kadar çalýþýp oyalanmadan sonra bir saat bahçe gezisi ile tamamlanýr. Ardýndan duþ falan derken akþam saat 17.00’ de hücreler üzerinize kilitlenirdi. Tekrar sabah olana dek.
   “Akþamlarý hücrende neler ile oyalanýyorsun, hý? Zamanýn nasýl geçiyor?”
   “Bol bol otuz bir çekip yatýyorum,” diyor havadan sudan konuþur gibi. “Bu boktan hapishanede ne yapýlabilir ki?”
   Beþ sene deðil, on sene deðil. Bu adam için bir gün dýþarýya çýkmak diye bir umut olmadýðý gibi kuþkusuz hiçbir hedefi de yoktu. Zaten bazý arkadaþlar bu adamýn þimdiye dek nasýl olurda bezip intihar etmediðini sorardý. Sanki bu cezaevinin bir demirbaþýydý Heinrich. Pencerelerde ki prangalar gibi, duvarlarýn üzerinde paslanmýþ tel örgüler gibi veya hücrelerin çelik kapýlarý gibi. Diðer taraftan yetmiþ yaþýn üzerinde olmasýna raðmen otuz bir çekmesi de beni hiç þaþýrtmýyordu. Yaradýlýþý gereði bu adam akýl almaz - ama kendisinin farkýnda olmadýðý - bünyesel bir güce sahipti.
   “Yeni kitaplar geldi diyorum,” masa üzerinde etiketlenmeyi bekleyen kitap yýðýnýný iþaret ederekten. “Bir bak istersen! Belki okumak istediðin bir þeyler bulursun.”
“Yeni yazýlmýþ kitaplardan bir þey anlamýyorum ben,” diyor gayesizce. Sonra sözcükleri aðzýnda bir lokma varmýþ gibi saða, sola geveleyerek devam ediyor. “Benim okuduðum tek bir kitap var…”
   Tek bir kitap ile Eski Tevrat ile Ýncili kastettiðini biliyorum. Heinrich’in yeni kitaplarý anlayamayýþý ise gayet doðaldýr. Savaþ döneminden kalma bir sosyal hayattan koparýlýp kýrk kusur senedir duvarlar ardýnda tutulan bir insan romanlarda geçecek olan ne bir 350 SEL Mercedes arabayý bilir, ne türkiþ döneri ve kebabý, ne McDonald’ý, ne de Paris sokaklarýnda geçecek olan hararetli ve romantik bir aþk sahnesini. Heinrich için yazýlacak ve onun nezdinde bestseller olacak bir kitap bu duvarlar arasýnda geçmesi gerekir. Ýnanýyorum böyle bir kitabýn en iyi eleþtirmeni her hali kârda bu adam olurdu.

Bir müddet susuyoruz tekrar. O burada oturduðu sürece iþime bakamayacaðýma göre kýyýsýndan kenarýndan birkaç bilgi almak iyi olacaktýr diye düþünüyorum. Ama çetin bir cevizdir o. Sorular þahsiyetine kaçtýðýnda bunu hemen anlayacak ve duymazdan gelerek susup surat asacaktýr. Ben yine de aðzýndan bir þeyler kapabilir miyim diye zarf atmaya çalýþýyorum. Meraksýz görünen bir eda ile soruyorum öðrenmek istediklerimi. Hani can sýkýntýsýndan konuþuyormuþuz gibi:
   “Heinrich, dýþ duvarlarda ki nöbet kulelerinin altýnda yattýðýný söylemiþtin sen bir ara?” Hý-hý diye kafa sallýyor ilgiyle. “Bunu özel güvenliðe sordum ben," diye yalan atýyorum. "Aðýr ceza niyetine o kulelerin küçük gözünde þimdiye dek kimselerin yatýrýlmadýðýný savunuyorlar.”
   “Yalancýlar hepsi,” diyor gözlerini patlataraktan ve o an bu çakýr ve buz gibi donuk gözlerin etrafýný bir beyaz lekenin sardýðýný fark ediyorum ilk kez. Göz bebelerin etrafýný dolanan adeta bir beyaz çember sanki. "Hepsi yalan söylüyor Mehmet, anlýyor musun?" diye ekliyor sonra. "Tam üç sene kaldým ben orada. Çýplak topraðýn üzerinde ölmemi beklediler hep ama bu iyiliði onlara yapýp ölmedim ben.”
   “Hý… kýþýn nasýl ýsýtýlýyordu orasý?”
   “Ne ýsýtýlmasý?" derken bir þeye çok þaþýrmýþ gibi bakýyor yüzüme. "Beni tutukladýklarý günkü üzerimde ki elbiselerim ile - parmaklarýyla gösteriyor – tam üç sene yattým ben o kulelerin dibinde. Üzerimde bir gömlek ve pantolon ile, anlýyor musun?”
   “Küçük deðil mi o kulelerin içi, hý?”
   Eliyle havada bir daire çizerekten, “Þöyle, insan boyu kadar falan,” diyor. Bunlarý söylerken o aðýr cüssesini hiç yerinden kýmýldatmýyor. Kocaman elleri ve sosisler kadar kalýn ama týknaz parmaklarýndan baþka bir yeri oynamýyor. Bu beceriksiz parmaklarý ile mi becermiþti o iþi diye düþünüyorum. Bir kadýnýn cinsel organlarýndan ferç dudaklarýný tutup kesmek hiç de basit bir iþ olmasa gerek diye aklýmdan geçiyor. Hele hele incelikten ve zarafetten yoksun bu el ve kötürümsü parmaklar ile asla. Peki o küçük et parçalarýný ne ile kesiyordu bu sapýk ve bunlarla ne yapýyordu. Heinrich yakayý ele verdiðinde evinde ferç dudaklarýndan oluþan bir koleksiyon'a falan rastlanmamýþtý. Diðer taraftan Heinrich'in insan eti yiyen bir kanibal olduðunu sanmýyor ve duymamýþtým. Peki ne yapýyordu o zaman bu et parçalarý ile? Bunlarý beraberinde götürmenin gayesi neydi?
   Fazla suskun kalmam þüphe uyandýrýr düþüncesiyle sormama devam ediyorum: Artýk suallerime daha tez yanýt vermeye baþlamýþken ikilememem gerekiyordu.
   "Desene sen oraya zar, zor sýðýyordun?“
   "Ayaklarýný anca uzatabilirsin, anlýyor musun?" diye açýklýyor. Her iki cümlenin sonunda anlýyor musun sözcüðünü kullanmayý seviyor. "Ama ben soðuk kýþ aylarýnda ayaklarýmý hiç uzatmaz, ýsýnmak için bir kedi gibi kývranarak ve büzülerekten yatardým. Soðuk toprak üzerinde uzanmaktan ve oturmaktan kollarýmýn, sýrtýmýn ve götümün derileri pul pul olup soyulurlardý hep, anlýyor musun? Her tarafým yara, bere içinde kalmýþtý. Bir seneye varmadan da vitaminsizlikten aðzýmda ki diþler sallanýp dökülmeye baþladýlar. Hepsini tek tek kendim çekerek söktüm yerlerinden.”
   Gaza getirmiþtim onu. Bunu en fazlada baþ baþa olduðumuza borçluydum. Yoksa Heinrich’in bu þekilde anlatmasýna kesinlikle rastlayamazdýnýz. Iþýk dahi almayan o kulelerden birinde uzun süre yatmýþ olduðunu duymuþtum. Bu cezaevi tarihinde aðýrlaþtýrýlmýþ ceza niyetine o gözlem kulelerin altýnda yatan tek mahkûm ve insan þimdiye dek o olmuþtu. Ne kadar aðýr bir suç iþlemiþ olursanýz olun – isterseniz Kýzýlordu Terör Örgütünün mensubu olup o ülkenin bir bakanýný kafasýndan vurarak infaz edin – isterseniz cezaevi sistemine karþý gelip en yüksek suçu iþleyin. Yine de o kulelerin altýnda deðil, bodrum katlarýnda bulunan hücrelerde cezalandýrýlýrdýnýz. Bir yumuþak yataðý ve günýþýðý olan hücreler ve üç öðün yemeðiniz gelirdi. Diðer taraftan bu adamýn kendi diþlerini sökecek kadar cesareti ve acýya karþý vurdum duymazlýðý olduðuna þüphesiz inanýrdým. Býrakýn diþlerini sökmeyi, Heinrich'in, karnýna saplanmýþ bir silâh kurþununu dahi o kötürümsü parmaklarýný vücudunun içine sokup buluncaya kadar organlarýný karýþtýracaðýna kanaat getirirdim.
   “Bir döþek falan vermediler mi sana?” diye kendimi saflýða vurup inadýna üzerine gidiyordum.
   “Döþek mi…?” diyor ve kýs kýs gülüyor. “Sana tuhaf gelir ama ayaklarým donmasýn diye soðuk günlerde külotumu çýkarýp bunu parmak uçlarýma sarardým, anlýyor musun? Pislikten yað gibi olmuþ delik deþik bir külot. Tanrýya þükür ki insan kendi pis kokusundan fazla rahatsýz olmuyor. Yoksa üzerimden yükselen leþ kokunun gazýndan boðulmam gerekirdi. Tahmin edemezsin bunu, Mehmet. O kir ve pislik insanýn vücuduna sanki avuç avuç krem sürünmüþsün gibi siniyor ve ayný derecede yaðlanýyorsun. Bütün gün kaþýnmamak ve derimi yýrtmamak için kendime zor hakim olur, her ihtimale karþýn týrnaklarýmý yiyerek onlarý kýsa tutmaya çalýþýrdým, anlýyor musun? Bitlenmeyeyim diye de koltuk atlarýmý ve hayalarýmý bir çoðunda tükürüðüm ve sidiðim ile az az ovunarak temizlenmeye çalýþýrdým. Sidiðin bitlere karþý iyi geldiðini o zamanlar keþfettim.”
   Sitem ve nefret duyulan bir eda ile anlatmýyordu Heinrich bütün bunlarý ve anlattýklarýndan da hiç utanmýyordu. Artýk beni buradan ve bu çileden kurtarýn diyen bir yakarma ile ise asla. Duyduðumuz bir haber veya bir olay üzerine muhabbet ediyormuþuz gibi sakin ve yavaþ yavaþ konuþuyordu. Sanki sarf ettiði sözcüklerin konuþtukça bir gün sonu gelecekmiþ gibi bunlarý adeta tasarruf ettiðini düþünürdünüz. Diðer taraftan kýrk sene içersinde birçok yara ve acýlar unutulurdu elbet ve öyle görünüyordu ki Heinrich’in o dönemlerde aldýðý yaralarýn kabuklarý çoktan iyileþip dökülmüþ hatta yeni derileri baðlamýþtý.
   “Banyo yapma imkâný saðlamýyorlar mýydý sana? Hem tuvalet sorununu nasýl çözüyordun ki? Demek ki arada bir de olsa dýþarýya çýkartýlýyordun. Çünkü bildiðim kadarý ile kulelerin içinde ne bir tuvalet ne de akar su var.”
   “Kulenin kapýsý günde bir kez benim için özel kurulan bir tim tarafýndan açýlýrdý, anlýyor musun? Benim yaþadýðýmý gördüklerinde ise ilk mýrýldandýklarý da bu gebermemiþ mi hâlâ olurdu. Önüme bir parça küflenmiþ ekmek ve insaflarý tutarsa kokuþmuþ bir parça peynir veya domuz yaðý falan atarlardý. Sanki köpeðin önüne atarmýþsýn gibi.”

Bu kadar basit öldüren bir insanda hayatta kalma mücadelesi ve direncin bu denli güçlü olmasýna þaþmamak elde deðildi. Onca yýl ve çileden sonra bu adamý hayata baðlayan þey neydi diye düþünmek ise ayrý bir soru ve bilmeceydi. Dýþarýdan ne bir geleni, ne de bir soraný vardý Heinrich’in. Peki ne için ve kimler için yaþýyordu bu insan. Bütün bu çileleri çekmeye katlanýþý hangi hayal ve hangi düþler içindi? Akþamlarý hücresinde kendi ile baþ baþa kalan bu adamýn – þayet varsa – ne gibi düþleri olabilirdi?
   Bütün bunlar benim için yanýtsýz kalacak sorulardý. Konuþtuklarýmýza alâkasýz ve meraksýz kalmayý göstermek amacýyla her yanýmda duran kitaplardan birini elime alýp bunda özel bir bölüm arýyormuþum gibi sayfalarýný karýþtýrýyorum. Onun daha fazla anlatmasý için devamlý ufak sorular yöneltmem gerekiyordu. Gözlerine bakmamaya özen göstererek birkaç soru daha yöneltiyorum:
   “Hiç çýkmaz mýydýn oradan? Havalandýrma falan yok muydu senin için?”
   “Üç ay da mý, dört ay da mý bir – insan orada zamaný, gece ve gündüzü unutuyor – beni özel tim alýrdý ve ite kakalaya iki dakikalýðýna soðuk suyun aktýðý bir yere götürürlerdi. Bazen dýþarýda bir su hortumu ile yýkanýrdým, anlýyor musun? Sabun falan vermezlerdi. Suya girerken yýrtýk, pýrtýk elbiselerimi dikkatlice çýkarýr, bir dakika dahi sürmeyen bir nevi ýslanmadan sonra ayný itina ile bunlarý tekrar ýslak ýslak giyinirdim. Bu seanslarda önüne gelen gardiyanlarýn bana tekme, tokat veya yumruk atmalarý veya aþaðýlayýcý küfürler savurmalarý umurumda olmazdý, anlýyor musun? Tek derdim üzerimde ki elbiselerin daha fazla darbe alýp yýrtýlmamasýydý çünkü yenilerini asla vermeyeceklerini öðrenmiþtim. Üzerimde ki elbiseler artýk giyilmeyecek hale geldiðinde bir yer faresi gibi çýrýlçýplak kalacaktým.” Kýsa bir an susuyor. Elimde ki kitap ile ne yaptýðýma bakarmýþ gibi yapýyor. Yeni doðmuþ bir bebeðe yastýk olabilecek kadar geniþ ama gür olmayan sakallarýný býyýðýndan aþaðý doðru sývazlýyor. Bir kez yapýyor bunu. Sonra aklýna gelmiþ gibi devam ediyor. “Tuvalet demiþtin?” diye soruyor. Evet dercesine baþ salladýðýmý görünce, “Sen hücrelerin tuvaletsiz ve lavabosuz olduðu zamana denk gelmedin, deðil mi?” diye sorup bunun yanýtýný beklemeden devam ediyor. “1972’ lere kadar þimdiki gibi hücrelerde ne tuvalet, ne de akar su vardý, anlýyor musun? Her hücrede kovaya benzer bir þey olurdu. Ýþini bunun içine yapardýn. Ertesi sabah mahkûmlardan oluþan bir kadro hücre hücre dolaþýr, bu pisliði büyük bir kazanýn içine boþaltýp götürürlerdi. Dezenfekte için ise senin iþini gördüðün kovanýn içine bir kaþýk sönmemiþ kireç atýp kapýyý üzerine kilitlerlerdi. Hücrenin her yanýný yanýk bir bok kokusu ve kireç dumaný sarardý. Sanki üzeri kapatýlmamýþ bir laðým kanalý gibi, anlýyor musun? Kule altýnda bana verdikleri ve hep yaný baþýmda duran bu kovayý kasýtlý olarak bazen iki, üç hafta boþaltmazlardý. Muhtemelen bok kokusundan acaba zehirlenip ölür müyüm hesabýný yapýyorlardý.”
   Gülüyor tekrar kýs, kýs. Al al, kan dolmuþ elmacýk kemikleri çekiliyor bunu yaparken. Þu an bizlerin ceza evinde çok iyi bir zaman geçirdiðimizi ilave ediyor sonra. “Þimdiki mahkûmlar ceza mý çekiyor sanýyorsun?” diye sorup devam ediyor. “Vakitlerini bekliyorlar hepsi. Sürelerinin bitip gidecekleri günü, anlýyor musun?”

Altý yüz’e yakýn mahkûmun bulunduðu ve ortalama ceza yatma süresi on dört sene olan bu cezaevinde birkaç mahkûmlar hariç herkes bir gün hürriyetine kavuþacaktý. Belki bazýlarý buraya tekrar geri dönecekti. Lakin hiç kimse bu adamýn yaþayýp çekmiþ olduðu çileleri uzaktan-yakýndan tahmin edip anlayamayacaktý. Yine de Heinrich'e tüm bu yaþadýklarýndan dolayý acýyýp acýmama konusunda hep kararsýz kalacaktým. Kendisini son gördüðümde 43. senesini tamamlayan Heinrich Pomerenke sanki bu zamana, hatta bu yüzyýla ait bir insan deðil gibiydi. Ne iþlediði örneksiz cinayetler ile, ne çektiði sýra dýþý bir ceza ile, ne de eski zamana ait Ortodoks papazlarýn görünümü ve davranýþlarý ile. Adalet mi diyorsunuz? Þu an ki adalet sistemi bu kiþinin eninde sonunda cezaevinde ölmesini bekliyor. Öleceði güne kadar bu insaný bugünkü cezaevi koþullarýnda besleyip tolere etmek, sonrada adý bilinmeyen bir mezar taþý olarak bir yerlere defnetmek.

Ek: 1960 senesinde toplam 65 ayrý suçtan 6 defa ömür boyu ve 165 sene cezaya mahkum edilmiþ olunan Heinrich Pommerenke’nin þimdilerde vefat etmiþ olacaðýný tahmin ediyorum. Kendisinde kanser gibi aðýr hastalýklar olduðu halde cezaevinde – tedavi hariç - ameliyat gibi giriþimleri hep reddederdi. Gerekçesi ise, onu ameliyat masasýndan bilerek kaldýrmayacaklarýna inanmasýydý. Heinrich, “Benim iyiliðimi isteyerek tedavimi üstlenecek bir doktorun olduðunu sanmýyorum ben,” derdi hep.

.Eleþtiriler & Yorumlar

:: gerçekmi...gerçek deyilmi
Gönderen: Musa Öner / , Türkiye
23 Ekim 2010
gerçek olmayacak kadar sapýk bir adam...

:: Sonu baðlanmamýþ bir hikaye
Gönderen: Cihan Kuran / , Türkiye
22 Mayýs 2009
Fantaziniz çok geniþ olduðu belli. Bunun devamý varsa okumak isterdim. Baþarýlar ve selamlar.

:: Uydurmamý bu....
Gönderen: Cengiz Mutluoðlu / , Türkiye
29 Ekim 2008
Okuduðumda uydurmamý yoksa gerçekden yaþadýnýzmý diye düþündüm. Bir hikaye bu kadar gercekci olmaz bence. Yazý hikaye çok güzel heyecanlý olmuþ. Bunu yaþadýysan ve o manyak adam gerçekse iyi bir cesaret. Ama hikayedir bunun hepsi. Baþka birinin bu canavarla oturmasýný musade etmezler. Devam etseniz iyi bir roman olur. Baþarýlar.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn yaþam kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Ýçimde ki Çeliþki
Atasözlerin Esareti

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Zifaf [Þiir]
Pancar [Þiir]
Kitap Akrepçiði [Þiir]
Tat [Þiir]
Yüreðe Sormak [Þiir]
Benzetiþ [Þiir]
Her Soluk [Þiir]
Ne Yaptýn? [Þiir]
Oyun [Þiir]
Günün Hasreti [Þiir]


Mehmet Ali Özler kimdir?

47 yaþýndayým. 20 senedir edebiyat yazmaya gayret gösteriyorum. Hiç te kolay deðilmiþ. . .

Etkilendiði Yazarlar:
Bir zamanlar etkilendiðim yazarlar vardý. Yýllar içersinde çoðunu unuttum. Okuduðum her yeni bir kitapta etkilendiðim yazarlarýn ve sanatkarlarýn sayýsý azalýyor.


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Mehmet Ali Özler, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.