..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Bir deliyle baþederken, yapýlacak en mantýklý þey normal rolü yapmak. -Herman Hesse
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Yeraltý > Burak 'Finrod' Mollamehmetoðlu




11 Mart 2009
Mezarýmý Derin Kaz  
Burak 'Finrod' Mollamehmetoðlu
“Bana yazýklar olsun! Kardeþimin ayýbýný örtmek için, bu kargadan da mý aciz oldum?”


:BBFJ:
“Bana yazýklar olsun! Kardeþimin ayýbýný örtmek için, bu kargadan da mý aciz oldum?”

Maide Sûresi 27-32

***





Bir süredir yeniden hissediyordu onlarý. Tüm azametleri ve görkemleriyle, olanca güçleri, itibarlarý, yalnýzlýklarý ve iradeleriyle geri gelmiþlerdi iþte! Bunu kayýp sandýðý ruhundaki yangýndan anlamýþ, hem ölesiye dehþete düþüp hem de çýldýrtan bir iþtahla ihyâ olmuþtu. Ýnsansý deðildi duyumsadýklarý… Ýki gündür ve iki gecedir buradaydýlar. Adýna kasaba denen ve kendisine hapishane olan bu küçük insan topluluðu üzerinde bekliyorlardý. Demek yeni biri vardý; o zaman vah ki vah aklýna mukayyet olmasý gerekenin haline.


Kimdi acaba? Karþýlaþmýþ mýydý? Konuþmuþ muydu O’da? Ona da sýradan ve gereksiz mi gelmiþti?


Hissediyordu onlarý, damarlarýndaki kaný yavaþlatmýþlardý adeta, zamaný ayaklarý altýna almýþ ulviyet ne de yakýþýyor onlara. Aklýný kaçýrýp bu karanlýk yere kapatýlmasýna sebebiyet vermiþlerdi fakat o bunu severek kabulleniyordu; Onlardan ne gelirse güzel gelirdi. Varsýn aklý onlara feda olsun. Koca semayý avuçlarýnda tutmuyorlar mýydý, kendisine muhabbet göstermiþlerdi… Ne büyük lütuftu ama…


Sadece o melun hayvanlarý kabullenemiyordu bir türlü. Ne iþleri vardý onlarla; kapkara, meyus ve sinsi þeyler! Sinsi gagalar… günahkar çýðlýklarý ve delirten bakýþlarý… Hatýrladýkça içi daralýyor, yerinde duramayýp sinirli sinirli saðý solu adýmlýyordu kapkaranlýk olan bu yerde, baðlandýðý zincirler müsaade ettiðince. Ne de umursamazdý zifiri kanatlarý suratýna çarparken ve ne çoktular Yarabbi!


Öyle bir eþikten geçerdi ki bu anýmsama vaktinde, o an boðulur gibi hisseder, kafasý yarýlýyor gibi aðrýr, elleri kollarý uyuþur ve gözleri baþka bir hatýrayý yeniden yaþamaya baþlardý. Ýþte o esnada ipler kopar, zincirlerini çekiþtire çekiþtire karanlýkta deli danalar gibi koþturur, çýlgýnlýðýnýn gem vurulmamýþ çýðlýklarý boðazýndan fýþkýrýr ve kendini duvardan duvara atýp yara bere içinde kalýrdý.


Ýþte öyle gelirlerdi onlar geldiklerinde. Karanlýkta lüzumsuz bir yaratýk gibi beklerken, onunla ilgilenmiyorlarken dahi onu ruhundan sýký sýký kavrar, göz göze geldikleri anýn yüce ve nefes tüketen cinnetini kafasýnýn içine daðlarlardý.


Ne demiþlerdi ona da zavallý aklý onu býrakýp gitmiþti? Ne de güzel ne de ulaþýlmazdý aksülamelleri. Çýldýrmaya deðmez miydi ya? Deðerdi elbet, deðerdi. Fakat o iblis kara yaratýklar neden beklerdi etraflarýnda, hangi kabiliyetleri onlarý vazgeçilmez kýlmýþtý? O hayvanlarda gelmiþti, biliyordu. Bekliyorlardý mezarlýkta, aðaçlarýn tepesinde. Ah o geberesice kargalar! Ah kargalar! Kargalar!!


Seslerini duyuyordu kargalarýn, uzaklardan ama merhametsiz bir kudretle ulaþýyordu iþitme sýnýrýna. Deli ettikleri yetmemiþti, þimdi de bundan zevk alýyorlardý sanki. Býrakmýyorlardý onu, karanlýkta kafasýný elleri arasýna alýp duymamaya çalýþsa da nafileydi. Onunla konuþtuklarý zaman kargalarda vardý; melodiye hunharlýk katýyorlardý:


“Bileceksin… Öyle ve ya böyle” evet böyle demiþlerdi karþýsýnda durduklarýnda. Benliðini çökerten sesleri beyninde bir anlam kazanýr kazanmaz aklý eriyip gitmiþti ama daimi memnuniyeti ona yeterde artardý. Ne birinin yüzüne bakma cesareti gösterebildi, ne de yeknesak bir cümle kurarak onlarý memnun etmeyi becerebildi. Yalnýzca çýðlýk atmýþtý kontrolsüzce… Mutluluktandý belki ya da kendisine bahþedilmemiþ ihsanlarý gerektiren þahadeti yüzündendi. Anýmsamýyordu… O kutlu ve çýlgýnlýk dolu an, ölene dek ona yetecekti. Ne zaman kargalar aklýna gelse kuduracak, onunla konuþtuklarýný düþününce de kendini cennette bilecekti.


Buradaydýlar yine. Uykusuz saatlerini þereflendirip dolanýyorlardý kasabanýn üzerinde. Kafasýnýn içinde enfes bir melodi vardý sanki, dinlemekten hiç býkmýyor, dinlerken sonsuz hayatýna yolculuk ediyordu. Bitmesindi bu melodi…


Heyhat! Keþke kapý açýlmasaydý, keþke karanlýða boðulmuþ bu yer bir lambayla aydýnlanmasaydý da biteviye hâzzý kesilmesiydi. Babasý iniyordu merdivenlerden… Dehþete düþmüþ, caný çekilir gibi suratý bembeyaz olmuþ ve kendisine doðru koþtururken bile dirayetinden zerre kalmadýðý anlaþýlan iniltili nefeslerle konuþuyordu karþýsýnda. Babasýna karþý kayýtsýz ve sorumsuz þekilde gülümsemiþti. Buradaydýlar.. bu kasaba da. Ve babasý da görmüþtü onlarý demek ki… Adamýn gözlerindeki taþkýn sinir kýrýlmalarý baþka neyin alameti olabilirdi ki? Yeniden gülümsedi… delice.. o’na en çok yakýþan þekilde.


***
***




Mezarlýðýn bekçisi, o günün tek cenazesini bir sýkýntýyla seyretmiþti. Neredeyse, her yeni mezara gidip bir Fatiha okuma alýþkanlýðýný bile göz ardý edecekti. Ýmam dualarýný bitirene kadar beklemeye karar verdi.


Kulübesinin kapýsýndan baktýðý zaman, rahmetlinin fazla tanýdýðý olmadýðýna ikna olmuþtu. Tazeyi çukura indirip üzerine kalaslarý çatan görevliler, biraz sonra iþleri bitince, oradaki dört kiþiye baþsaðlýðý dileyip uzaklaþtýlar. Kalýn ve siyah paltolarýyla kýþa karþý zýrha bürünmüþ dört adam, zaman üzerlerinden çekilmiþ gibi kýpýrtýsýz duruyorlardý. Rüzgârýn salvolarýyla sallanmayacak kertede aðýr, üstlerine eza gelmiþ gibi hissiz, havayý çürüten görünüþleri tehditkâr, yüzleri kasvetli, uðursuz, meçhul ve abisler içinde bir gruptular.


Ya da bekçi, onlarý kulübenin önünden seyrederken bunlarý hissetmiþti. Ýçinden ‘Destur’ demeyi ihmal etmedi. Ne tuhaf adamlardý bunlar. Öyle garip ve mayhoþ bir halleri vardý ki, mezara kürek kürek toprak atarken eðilip kalkmalarý dahi kýpýrtýsýzlýklarýna sekte vurmuyora benziyordu. Bekçi, içine düþen ürpertiyi ruhundan uzak tutamýyor, bir an önce gitmelerini ve vesvesenin de onlarýn peþinden sýrra kadem basmasýný umuyordu. Solgun ve çatlak dudaklarýný endiþeyle diþlerken ne kadar zaman geçtiðini bilemedi. Bu iç sýkýntýsýný, dün gece fazla kaçýrmasýna da yoruyordu aslýnda; içeri girip kapýyý kapattý. Buzdolabýndaki kekik suyu geldi aklýna; mide bulantýsýna karþý ailevi mirasý…


Mezarlarý sulayýp harçlýk alan çocuklarýn sesini duyunca, yýpranmýþ plastik kola þiþesinin kapaðýný kapatýp kekik kokusunu uzaklaþtýrdý. Hiç alýþamamýþtý þunun tadýna yahu… Kapýnýn yanýndaki pencereye yanaþýp dýþarýya baktý. O dört uðursuz adam uzaklaþýyordu. Sýrtlarý dönük ve gidiyorken çok da tehditkâr deðillerdi. Kýþ güneþinin çið ýþýklarý onlarý parlak nurlara gömüyor, gereksiz ürpertisi de sönüp gidiyordu.


Geðirince aðzýna kekik tadý doldu, damaðý yandý ve genzi midesinden yollanan bir þeylerle týkandý. Yok yok… Yaþlanmýþtý artýk, bu kadar içmemeliydi. Hýrpani ceketini giyip kapýdan çýktý.


Çocuklarýn, bidonlarýndaki suyu aceleyle dökmelerini seyrederken bir sigara yaktý. Ýçlerinden birinin telaþý görülmeye deðerdi. Mevtanýn yakýnlarý gidiyordu ve bahþiþ alacaklarsa bir an önce þu sularý bitirmek zorundaydýlar. Çocuk daha fazla dayanamadý, bidonu hýrsla yukarý aþaðý sallayarak tüm suyu boþaltmaya çalýþtý ama zamanýnda yetiþemeyecekti. Masum suratýna saf bir endiþe yayýldý ve dört adamýn uzaklaþtýðý yana doðru koþturmaya baþladý. Onu gören arkadaþlarý tereddüt bile etmeden, ondan daha çabuk oraya gitmek için varlarýný yoklarýný ortaya koydular. Ayný anda ince seslerinin baðýrtýlarý mezarlýðý doldurmuþtu. ‘Hay sýpalar’ diye geçirdi içinden bekçi; ýlýk ve güzel bir kýþ günüydü. Bekçi derin bir nefes çekti sigarasýndan. Halinden memnun, yeni mezara doðru yürüdü.


Bir iki kere geviþ getirerek bir Fatiha okudu; boþ boþ mezar taþýna baktý. ‘Çok da gençmiþ… Yazýk.’ Ardýndan, Allah’tan bu taze ölü için kendince affedilme dileyerek saðdan soldan kulaðýna çalýnan dualarý okudu. Ellerini yüzüne sürdüðünde mezarýn ayakucunda incecik siyah ceketli bir adamýn dikildiðini gördü. Sanki birdenbire bitivermiþti orada. Kapýda üþüþen hislerin kaba bir özeti kalbinde dirildi. Lakin adam oralý bile deðildi, yazlýk ceketinin içinde titriyor gibiydi:


“Tanýyor muydun?” diye sordu duraðan bir ses tonuyla, gözleri yeni örtülmüþ mezarýn üstünde dolaþýyordu.


“Yok tanýmam. Benimkisi eski bir alýþkanlýk iþte. Eðer bir Fatiha okumazsam kendimi kötü hissediyorum. Borcumu ödüyormuþum gibi bir þey iþte…” Bekçi, adamýn soðuktan solan haline, onu önemsemiyormuþ gibi baktý. Uzun ve genç yüzünde güzel bir hal vardý. Bekçi buna bir ad bulamadý; insanýn güvenini kazanabilecek bir sýfata sahipti; düz bir burun, çýkýntýsýz elmacýk kemikleri, yüz hattýný bozmadan yükselen alnýnýn sýnýrýný kaim bir çizgiyle çeken, soðuðun sertleþtirdiði gür, siyah saçlar. Bekçi konuþtuktan sonra, ince dudaklarý bir miktar yukarý seðirtti. Bu cevabý beðenen bir halle:


“Ýyi de, tanýmadýðýn birine ne gibi bir borcun olabilir ki?” dedi.


“Öyle deme Beyim. Kimin, ne zaman kul hakký yediði belli mi olur?”


O zaman adam kodamanca güldü. Sanki bekçinin söylediðinde çocuksu bir yan vardý. Yaþlý adam saflýðý yüzüne vurulmuþ gibi bir acizle kývrandý. Güceniþi yüzünün her kývrýmýnda bir ifade buldu. Omuzlarýný indirip kaldýrdý ve yeni bir sigara yaktý. Kulübesinden mezara gelirken yaktýðý sigarayý yarýsýnda atmýþtý. Zaten soðuk havada insan içtiði sigaradan da bir þey anlamýyordu ya, bir de þu ukala adamla karþýlaþmýþtý.


Güneþin olanca çabasýna raðmen soðuk bir öðlen vaktiydi. Kar yaðmadan evvel topraðý yoklayan acý bir ayaz yayýlýyordu mezarlýðýn çevresine. Göðe parça parça, bembeyaz bulutlar asýlmýþ, masmavi teni sevinç veriyordu. Mezar taþlarý ýslanmýþ, bütün serviler çýplak ve endiþeyle soðuða karþý bekler olmuþtu. Kýþla beraber dirildiklerini anlatýr gibi ötüyordu kargalar… Bekçi onlarý önemsemedi; biraz fazla çýkýyordu sesleri, o kadar.


“Bak,” dedi adam. Sükunet suratýnda ne de güzel biçimleniyordu, “mevtanýn cenazesine gelenleri görüyor musun?” Soðuktan bembeyaz kesmiþ ellerini pantolonunun ceplerine soktu ve düz burnuyla mezarlýðýn ortasýndan geçen yoldaki arabalarýn olduðu tarafý iþaret etti. Kalýn ve gösteriþli paltolarýna sarýnmýþ dört adam, dört ayrý lüks ve iri arabaya bindi ve þoförleri onlarýn kapýlarýný kapayýp direksiyon baþýna koþturdular. Çocuklar gitmiþti. Bekçi soðuktan yanan gözleri yana yana o tarafa baktý:


“Evet. Bayaðý zengin adamlara benziyorlar.”


Arabalar ayný anda çalýþtý ve bir konvoy nizamýyla mezarlýktan ayrýldýlar. Bu ölüler misafirhanesinden kaçarcasýna gitmiþlerdi. Adam burnunu çekip gerindi:


“Zenginler” dedi, “hem de en zenginleri.” Söyledikleriyle ima ettiklerinin ayrý olduðu izlenimi veriyordu. Özellikle ‘zengin’ lafýný öyle ilginç bir vurguyla ayýrmýþtý ki diðer kelimelerinden, zengin lafý zengin olmaktan çýkmýþtý. Yine de bunu sadece kendisi fark etmiþ gibiydi. Yaþlý bekçi taze mevtanýn mezar taþýna yeniden boþ boþ bakýp ellerini ovuþturdu:


“Bana ne bundan beyim? Zengin adammýþ diye bir Fatiha’yý mý esirgeyeceðim?”


“Tabii ki” diye cevapladý adam içten görünmeye çalýþarak. “Yine de, bu adamýn zengin olduðu fikrine nasýl kapýldýn?” diye sordu. Þüpheci deðil de, bir gerçeði açýða çýkaracak hakiki soruya cevap arayan bir beklenti içerisindeydi.


Bekçi bir iki saniye durup, az önce arabalarýn arka arkaya dizildiði bakýmsýz yola baktý; baþka ne olabilirdi ki? Zaten mide bulantýsý geçmek bilmemiþti. Gidip ekmek peynir bir þeyler atýþtýrayým, diye düþünüyordu bir yandan:


“Eh, yakýn dostlarý paralý adamlar deðil mi? Böyle kalýn enseli herifler, senin benim gibi sýradan insanlarýn cenazesine gelmeye tenezzül etmezler herhalde.”


Adam yine gülünce, bekçi içten içe kendisini alaya aldýðýný düþündü. Buna raðmen gamsýz gözüktü ve omuzlarýný silkip geriye döndü. Üçüncü adýmýný attýðýnda adamýn hala onunla konuþtuðunu duydu:


“Dur… Özür dilerim arkadaþ… Biraz sinirlerim bozuk… Gitme Allah aþkýna. Bak sana neler anlatacaðým; Sana o dördünün bu soðuk günde bu ücra mezarlýða neden geldiklerini söyleyeyim istersen ya da mezardaki adamýn kim olduðunu. Hatta sana o adamlarýn kim olduðunu bile söylerim.” Bekçi, adamýn sesini bir korkunun, dahasý bir yalnýz kalma sýkýntýsýnýn boðduðunu duyumsadý. Kaþlarýný kaldýrýp ona doðru baktý. Ýtimat yayan yüzünü endiþe gölgeleyince, birden yýkýlmýþ birine dönmüþtü adam. Ýçi sýzladý ama midesi de bulanmadan durmuyordu ki…


“Bana ne Beyim. Kimseler kimler” dedi baþýndan savar gibi. Yeniden kulübeye doðru döndü. Adam üstelemeye devam ediyordu:


“Gitme be bekçi kardeþ. Biraz daha kal. Konuþuruz.”


Bekçi afalladý. Ne garip adammýþ yahu bu… Ne derdi vardý ki?


“Ýþim gücüm var Beyim. Zaman öldürmeye vaktim yok –ekmekle peynir aklýný kurcaladý- Eðer istersen sen benim fakirhaneye gel –bekçi kolunu kaldýrarak kulübeyi gösterdi- Sýcak birer çay içeriz.”


“Gelemem. Henüz buradan ayrýlamam” dedi adam. Halinde hüzün vardý ama o bundan çekinmiyor, doðrudan bekçiye bakýyordu. Ellerini pantolon ceplerinden çýkarmýþ, kollarýný göðsünde düðümlemiþti.


Bekçinin içinden ‘neden gelemezsin?’ diye sormak geldi fakat vazgeçti. Sýkýlmýþtý bu adamdan. ‘Sen bilirsin’ gibisinden bir þeyler mýrýldandý ve dönüp gitti. Kapýdan içeri girerken o tuhaf adam aklýndan çýkmýþtý bile… Peynir de azdý ama… Hay þu uðursuz kargalar! Susmak bilmeyecekler herhalde bugün!


***


Bekçi bütün gündüz vaktini uyuyarak geçirdi. Ara ara bedenini sarsan öðürtüler ve yattýðý yerde saða sola fosurtulu dönüþleri dýþýnda hiç ayýlmadý. Seyrederken rüyaya daldýðý televizyon cýzýrdayarak çalýþýyor, bazen yayýn gidip geliyordu. Kuþlar ne zaman antene konmaya yeltense böyle olurdu.


Akþam ezaný okunurken oflaya puflaya, homurdanarak kalktý ve etrafýna çapaklý gözleriyle baktý.


Tek gözlü bekçi kulübesi yavan ve yankýlýydý; çok da geniþ deðildi hani. Giriþteki kapýnýn tam karþýsýnda bekleyen duvara eski, elli beþ ekran bir televizyon ve sehpasý yaslanmýþtý, ki karþý karþýya duran iki çek-yatý mühimce ortalýyordu. Ayrýca ortalýk yerde tahta bir masa ve üç beþ kuruþa alýnmýþ iki adet plastik sandalye duruyordu. Bunlara ilaveten kýsa bir mutfak tezgâhý, tezgâhýn altýnda gýcýrtýlý üç çekmece ve çek-yatlardan birinin yanýna sýðýnmýþ gibi duran partal ve kabarýk bir tekli koltuk vardý. Sývalarý çatlak, köþeleri rutubetten kararmýþ ve kireç badanalý tavandan yalnýzca tek bir altmýþ mumluk ampul, pencerenin önünden yýllardýr ahþap doðramasý içinde eskiyip sararan camlarý gözden ýrak eden soluk pembe renkli perdeler salýnmýþtý. Yerde bir halý bile yoktu, muþambadan kahverengi geometrik desenli buruþuk bir kaplama köþe bucak dolaþýyordu. Gecelerinin çoðunu meyhanelerde kafa çekmekle harcayan bir bekçi müsfettesi için yeter de artardý doðrusu. Göbeðini kaþýyarak geðirdi yaþlý adam; kendisiyle ilgili her þeyi onamak ister gibiydi.


Tezgahtaki eviyede yüzünü yýkayýp rafta duran ekmeðin kurumuþ kenarýndan bir parça kopardý. Haberleri sunan kadýnýn gereðinden fazla ciddi sesi odanýn boþluðunda haykýrýp duruyordu. Bekçi damaðýný þaklatarak buzdolabýnýn önüne gitti ve kapaðýný açtý; iki gün önce yaptýðý pýrasa yemeði duruyordu. Bir iki saniye kendini yoklayarak bekledi. Yok, caný pýrasa istemiyordu. Tencereyi çýkarýp pýrasayý çöpe boþalttý. Çarþýda yiyecekti yemeðini. Hem oradan da Mahmut’lara uðrar, bir iki tek atardý.


Televizyonu kapattý. Kumandayý çek-yatýn üzerine attý. Ceketini giyip kaþkolünü boðazýna sardý. Rüzgârýn dimdik ve sýyýrtma estiði uðultusundan belliydi. Çýkarken sobaya iki odun daha sapýttý. Gelince kulübenin içi biraz sýcak olsun istiyordu.


Kapýyý açýp karanlýða adýmýný atýnca afalladý ve kafasýný omuzlarýnýn arasýna saklayarak sindi. Gözleri fal taþý gibi açýlýp canlandý; sarhoþluðun miskinliði kurumuþtu anýnda. Herhalde binlerce karga ayný anda usanmadan, býkmadan ve yaptýklarý þeyi hýnçla, zevkle ve hunharca eda ederek, çýðlýk çýðlýða ötüyordu. ‘Selamýn kavlen’ dedi fýsýltýyla. Gürültüleri o kadar güçlüydü ki, nereye tüneyip öttükleri anlaþýlmýyordu. Dört bir yandan ablukaya almýþlardý mezarlýðý sanki. Bekçi doðrulup mezarlýðýn her yanýný görmeye çalýþtý. Sokaktaki lambanýn cýlýz ýþýðýyla loþ gölgelerin zapt ettiði bir vadiyi andýran mezarlýk, servilerin çýplak dallarýyla daha da çekilmez ve müphem bir yer halini almýþtý. Bekçi faydasýz da olsa bir müddet daha baktý ama nafile. Mezarlýðýn üzeri gölgeler ve karanlýk ittifakýnýn uðursuz hendekleri misali derin ve anlaþýlmazdý. Baktýkça daha da kayboluyordu insan... Bekçi içinden söylenerek, ceketinin yakalarýný kaldýrýp mezarlýktan çýktý. Kargalar tünedikleri karanlýktan ona doðru baðýrýyorlardý.


Gece geç bir vakit, iki tekten fazlasýný atmýþ bir halde mezarlýða geri döndü bekçi. Her sabah ‘bir daha içmeyeceðim’ diyor, her akþam ‘baþka ne eðlencem var ki?’ diyerek kendini haklý çýkarma uðraþýna giriþiyordu. Yolda gelirken, iki kere kusmuþtu þimdiden. Kim bilir evine varýnca hali nice olacaktý?


Mezarlýk sessizdi. Ara sýra uzaklarda bir köpek havlýyor, bazen de aðaç tepelerindeki kuþlarýn ýsýnma kýmýltýlarý duyuluyordu. Bekçi yalpalayarak kapýya ulaþtý ve herhangi bir cebinde olabilecek anahtarlarýný aramaya koyuldu. Kýþ gecesinin rüzgârý onu sýrtýndan dürtüklüyor, düþürmeye çalýþýyordu. Ceketi ve kazaðýnýn altýnda soðuk terler boþaldý bedeninden, sarhoþluðun hoþ sýcaklýðý tenini koruyordu hala.


Kulübenin arka tarafýnda kalan eski kabristandan bir takým gürültüler iliþti kulaklarýna. ‘Ulan ayyaþlar! Ýçecek yer mi bulamadýnýz!’ diye kükredi yarý baygýn sesiyle karanlýk geceye, daha çok sesin geldiðini tahmin ettiði yöne doðru. Buna raðmen eski kabristandaki daðdaða kesilmedi, ki anahtarý bir türlü kilide sokamamýþ bekçinin sinirleri zaten allak bullaktý. Kapýyý açmaktan cayýp sese doðru seðirtti.


Kulübe duvarý boyunca dolaþýp, aþaðýya doðru hafifçe meyletmiþ sýrta ulaþtý. Burada, eski kabristana inen çamurlu bir patika vardý. Bekçi söylenerek, çamurun üstünde ayaklarýna hâkim olma gayretiyle yürüdü. Sokaktan gelen ýþýk burayý daha iyi aydýnlatýyordu. Kesif gölgelerin arasýna sýzmýþ parça parça sarý ýþýklar, pastel bir gerçeklik yaratmýþtý. Bekçi kâh öne kâh arkaya doðru yalpalayýp hýzýný kesemez bir halde eski kabristanýn giriþine ulaþtý.


Eski kabristanýn sýnýrýnda, pas kusan demir korkuluklar ve onlarý boðarcasýna sarmalamýþ yabani otlarla yan yana duruyordu. Gözlerini kýsýp, bu köhnemiþ ve canlýlar dünyasýndan vahþice arýnmýþ yerde sarhoþlarý aradý. Gölgeler, mezar taþlarý, maðrur ama çýplak serviler… Baþka bir þey seçilmiyordu o ayyaþ gözlerle. Hiç vakit kaybetmeden ileriye atýldý ve mezar taþlarýnýn arasýndaki bir hayalet gibi saðý solu araþtýrmaya koyuldu. Hain ve sinsi kargalar aðaçlarýn yükseklerine kurulmuþ, O’nu ve dirilme ümitleri canlarýyla beraber çekilmiþ mezarlarýn çürük makyajýný seyrettiler. Birkaçý uðursuz gagalarýný açarak bekçiye doðru öttü, onlara hunharlýk ne de çok yakýþýyordu!


Burada birbirine girmiþ sayýsýz eski, karamýþ ve ya kýrýlmýþ mezar taþý vardý. Gecenin gözlerinden dökülen puslu yaþlarla ýslanmýþ gibi parlýyor, onlarý durmadan kolaçan eden rüzgarýn refakatinden zevk alýyormuþçasýna kýpýrtýsýz birbirlerini seyrediyorlardý. Aralarýnda adým atmak bile neredeyse imkansýz, çoðu yana yatmýþ, tepelerindeki kavuklar uçurulmuþ ya da kýrýlmýþ, mat bir nemrutluk içerisinde, meçhul bir vaktin dolmasýný bekliyorlardý. Evvelin kabristanlarýnda hep bir gerçek dýþýlýk, umutsuz ve zayýf bir ürperti, aþýnmýþ mezarlara pek yakýþan meçhul bir öç alma hýrsý dolanýr. Çoðunun kavuklarý haþin, uðursuz ve düþünceye ýraktýr. Kucaklarýnda yatan ölüler adýna yas tutar, hayatta olanlara tahmin edilemez bir öfke duyarlar. Çözülüp rahat býrakmayý istemez, yaþam sonrasýnýn sýrlarýna vakýf olarak akla ziyan vermeyi uygun görürler. Böylesi yerler seçilir genellikle hayýrsýz iþler için… Bekçi hiç sevmezdi eski kabristaný. Hissettirdikleri ölümden de beter deðil miydi?


Temkinle yürürken, mermerden bir kavuklar tarlasýnda gibiydi. Ne bir düzen, ne bir sýra, ne de huzur vardý burada. Gecenin eliyle ve servilerin hayýrsýz ‘hu’ larýyla çürümeye terk edilen, lanet üzerine lanet yemiþ, minicik bir Babil’di burasý. Keþke mahþere deðin kulübenin arkasýnda kalýp unutulsaydý.


Ölüleri uyandýrmamaya çalýþýr gibi topraðý fazla ezmeden yürümekle meþgulken, illa ötesinden berisinden sürtündüðü mezarlar dürtüyorlardý sanki. Uðuldayýp, betini benzini attýrmaya çalýþýyorlardý. Adýmlarýný hýzlandýrdý, bir müddet kavuklar arasýnda inceleyerek dolaþtý. Mezar taþlarýna yaklaþýyor, ötesine berisini kaçamak bakýþlarla süzüp hemen yanýndan ayrýlýyordu. Doðaçlama yapýyordu sanki; hiçbir planý yok gibiydi.


Eski kabristanýn orta kýsýmlarýna denk gelen bir yerde, dört mezarýn bir halka gibi sardýðý baþka bir mezar vardý. Etrafý mermerle çevrilmiþ ve iki ucuna da mezar taþý dikilmiþti. Bekçi önce yanlýþ gördüðünü sandý, gözlerini elleriyle ovuþturup baþýný salladý. Hayýr hayýr, yanlýþ görmüyordu. Mezar açýlmýþ, dýþarýya çýkan toprak ta yanýna atýlmýþtý. Kargalar yeni uyanmýþlar gibi teker teker ötmeye baþladýlar; ezgileri kalbi donduruyordu. Gagalarýndan dökülen kötürüm seda gitgide çoðaldý ve içe oturan bir aðýta benzeyerek serpildi, korkunçlaþtý. Sanki bekçiye haykýrýþlarýyla saldýrýyor, beynini çökertip çýldýrmasýný istiyorlardý. Hepsinin tutumu hasmaneydi, karanlýkta seçilemeyen varlýklarý ise garazla yüklüydü. Gecenin hayýrsýz iþleri gibi çýnlýyorlardý durmadan. Bekçinin kalbi bir hezeyanla sýkýþtý, inleye çýðýra salavat getirdi ve bir nöbet geçiriyor gibi titredi. Apansýz ayýldý ve gayet temiz bir görüþle, açýk mezarýn köþesindeki bir delikten bir kiþinin, kocaman bir çýyan gibi içeriye süründüðünü seyretti.


***


Kulübeye deðin kendinden geçerek, büyük bir dehþetin kollarýndan sýyrýlmaya çalýþarak koþtu. Kargalar yorulmadan, uçrak aðýtlarýný geceye hitap ederek ötüyorlardý hala. Meþum yankýlarý boþluðu ve ruhunu çepeçevre kuþatmýþtý. Bekçi bir bir sarf ediyordu salavatlarýný. Ölüp ölüp dirilmiþti az önce. Yaþam þarabýna susamýþ, kaný damarlarýndan çekilerek gözleri önünde bir kabusla kalakalmýþtý. Biteviye koþmaktan baþka çaresi var mýydý sanki? Çamurlarýn içine düþtü, doðrulmaya çalýþtý, dengesiz bir çýrpýnýþla iki üç adým attý ama yeniden yüzüstü pisliðin içine yuvarlandý. Nihayet kulübesinin kapýsýna vardýðýnda anahtarýný büyük bir beceri ve diri bir tavýrla kilide sokup kapýyý açtý ve kendini kulübenin ýlýk karanlýðý içerisine attý.


O gece caný çekiliyormuþ gibi olmuþtu; üzerine gelen üþümeyi bir türlü defedemedi. Kýþýn üfürdüðü soðuktan daha diplere hitap eden ve havsalasýný buz parçacýklarý gibi saydam ve kýrýlgan eden bir ürperti, bir esriklikti bu. Benliðinde bent çekilmez bir kargaþa alevlenmiþ, aklýndaki bütün dualarý sarf ederek þeytani varlýklarýn fiiliyatýndan azat olmak için debelenmiþti. O esnada, deliliðe refakat etmiþ birinin nahoþ duygularý ve o duygularý kabaran bir kibirle kabul edebileceðini varsayan bir delinin maðrurluðuyla kalakalmýþtý. Hanesinin kurtarýlmýþ alanýnda yeniden yalnýz kalmak ruhunda onulmaz bir azap peyda ediyordu; lambasýný yaktý ve televizyonu açarak sesini, kargalarý bastýracak nispette yükseltti.


O gece bitmek bilmedi. Uykuyla geçiþtirilmediði zaman, gecenin miskin saatleri yavaþ ve vesveseyle geçiyordu. Münasebetsiz týkýrtýlar ve durduk yere ortaya çýkýveren meçhul seslere dayanmak için televizyona daha da ýsrarla sarýldý; yýkýlmýþ dirayeti yerine onun cýzýrtýlý sesi boðuþuyordu bilinmeyen düþmanlarýyla. Ne uzun bir geceydi!


***


Ne zaman uykuya yenik düþtüðünü anlamamýþtý fakat sabah baþýný hummayla saran zonklama yüzünden ayýlýnca, tam karþýsýndaki televizyon ekranýna baktý: sabah haberleri. Ekranýn sað alt köþesindeki saate bakarak yüzünü ovuþturdu; Dokuz olmuþtu. Midesi hala çalkalanýyordu. Ýstemeye istemeye kalktý ve buzdolabýna doðru ayaklarýný sürüyerek gitti. Raftan kekik suyuyla yarýsýna kadar dolu olan þiþesini aldý ve bir yudum içti. Yemyeþil ve bulanýk bir tat aðzýný doldurdu ve iðrentiyle yüzünü buruþturdu. Tezgahtaki sürahiden bir bardak su içip damaðýný temizledi. Üstüne baþýna baktý; kurumuþ çamurla kaplanmýþ ceketi ve pantolonuyla uyumuþtu dün gece. Üzeri alkol ve sigara kokuyordu. Derin bir of çekti; alkolü býrakmaktan baþka çaresi var mýydý? Dün gece ne acayip þeyler görmüþtü rüyasýnda. Olmayan bir þey yüzünden kendini heba etmiþ, aklý resmen sarhoþluða teslim olmuþtu. Allah þu zýkkýmýn belasýný versindi!


Doðruca banyo niyetine kullandýðý minik odaya geçti ve üzerindekileri çýkardý. Önce ýsýttýðý bir kazan suyla yýkanýp paklandý ve lavabosunun üstündeki aynada kendi, yýpranmýþ suratýna bir göz gezdirdi: Kurak bir toprak deseni gibi çatlaklarla doluydu yüzü. Eskiden yuvarlak, hatta tombul sayýlabilecek suratý yaþlandýkça aþaðýya doðru sarkmýþ, çehresinde asýk bir ifade yaratmýþtý. Kalýn ve iri burnu itici, dudaðýnýn üzerinde bir sigara süzgeci gibi sararmýþ çalý býyýðý kabaydý. Memeleri sarkmýþ kulaklarýndan kýllar taþarken, kafasýnýn tepesindeki saçlar seyrelerek azalmýþtý. Aynada gördüðü surattan hoþnut kalmayarak yüzünü ekþitti. Ýki ya da daha fazla gündür kesmediði sakallarýný kesip kesmemek konusunda bir saniye düþündü ve vazgeçerek içeriye döndü. Temiz çamaþýrlar giyindi, kapýyý açýp önünde duraladý. Güneþ yoktu, bulutlarýn hakim olduðu gök karamsar, yorucu ve sýkýntý doluydu. Mezarlýk sessiz rüzgarýn esintilerine emanet bir güne baþlamýþtý.


Kendini tutamadý ve iki adýmda kulübenin arkasýna geçip eski kabristana þöyle bir baktý; özellikle tek bir yere. Ýþte, mezar kapalýydý, her þey yerli yerindeydi. Hay Allah’ým, sen bilirsin… Karýsý yýllar önce terk etmemiþ miydi onu bu alkol belasý yüzünden. Ya çocuklarý? Hiç biri onun suratýný bile görmek istemiyorlardý. Neden sanki bu izbe kulübede tek baþýnaydý. Eden bulur, diye þakýdý içindeki vicdan çeþmesi. Artýk çok geç olsa da…


***
***


Yatsýyý kýldýrdýktan sonra eve gelirken üzerinde bir kýrýklýk hissediyordu mahalle camisinin imamý. Burnu akýyor, genzi yanýyordu. Ayrýca sanki kafasýný müthiþ bir ateþ basmýþtý. Sonunda þifayý kaptým, diye söylendi kendi kendine. Eve gidince hanýma bir nane limon yaptýrtacaktý.


Üç katlý eski bir Rum evinde yaþýyordu ailesiyle birlikte. Ýki kýzý, bir hanýmý, bir kendisi. Bir de…


Kapýyý küçük kýzý Emine açtý, babasýný buyur etti. Kapý kare þeklinde bir boþluða açýlýyordu ve burasý her zaman yoðun biçimde gül kolonyasý kokardý. Boþluðun bir yanýnda iki kapý, diðer yanýnda ise misafir aðýrlanan yer vardý. Kapýnýn karþýsýna denk gelen yerde bir merdiven yukarýya çýkýyor, hemen yanýndan dar bir koridorla arkadaki mutfaða ulaþýlýyordu. Merdivenin altýnda asma kilitle kilitlenmiþ bir kapý daha vardý. Bodrum kata inen merdivenler bu kapýnýn arkasýna saklanmýþtý. Bütün duvarlarda Kur’an’dan hadislerin iþlendiði yazmalar, hac figürlü resimler asýlýydý. Yerde kaba iplerden yapýlmýþ motifli halýlar ve yolluklar seriliydi.


“Annen mutfakta mý kýzým?”


“Evet baba. Ablamla yemek hazýrlýyorlar.”


“Ýyi. Ben bir bodruma ineyim.”


“Annem bugün inmiþti baba. Ama sen bilirsin.”


“Ben yine de bir bakayým güzel kýzým.”


***
Herkes yattýktan sonra hoca efendi, zemin kattaki çalýþma odasýna geçip camide yapacaðý vaazlarý gözden geçirdi. Ara sýra oturduðu sandalyede iþine kendini kaptýrmýþken duruyor, gözlerini kaðýttan ayýrýp boþluða bakarak dinliyordu. Daha doðrusu, bir þey duyup duymadýðýndan emin olmak istiyordu. Sonra, endiþeyle tuttuðu nefesini býrakýp yeniden kaðýda doðru eðiliyor, yazma, okuma ve düzeltme iþine devam ediyordu. Eðer o akþam birden çok kere bir ses duyduðu hissine kapýlýp yanýlýrsa ayaða kalkar, önce masasýndaki lambayý kapatýr ardýndan tüm odayý ýþýða boðan yüz mumluk ampulü yakardý. Vesvese kötü þeydi vesselam, gel gör ki bundan ancak aydýnlýk ve dudaklara mýhlanan dualarla kurtulamýyordu insan her zaman.


Adem Hoca genelde çok uyumazdý. Yatsýdan gelince bir iki bardak çay içer, herkes yatmaya hazýrlanýrken banyoya çýkýp abdestini tazeler, sonra da çalýþma odasýna giderken, giriþteki abajur hariç bütün ýþýklarý kapatarak çalýþma odasýna çekilir ve sabah namazýna üç saat kala yatardý. Ýki saat uyku ve öðlenleri camide yarým saat kadar kestirmek ona yetiyordu. Uyumayý pek sevdiði söylenemez deðildi; o sadece ‘uyumamayý’ tercih ediyordu.


Gece saat bir buçuða doðru evin kapýsý aceleyle çalýnmaya baþladý. Adem Hoca oturduðu sandalyede hafifçe zýpladý ve sonrasýnda derhal saatine baktý. Bu saatte.. Hayýrdýr inþallah…


Yerinden kalkarak giriþteki boþluða geldi ve merdivenin yukarý ucundan bakan kýzlarýyla hanýmýna ‘siz gidin yatýn’ der gibi bir hareket yaptý. Hulasa her saniye kapýya inen darbeler güçlenip þiddetlenmeye, kapýnýn menteþeleri ve kilit aksamý gýcýrdayýp oynamaya baþladý. Adem Hoca’nýn aklýna, bu saatte kapýsý ya da telefonu çalan her insanýn aklýna üþüþen felaket haberleri geldi.


“Geliyorum… geliyorum!” diye baðýrdý kapýya doðru yaklaþýrken. “Kim o?”


“Ben Salih Hoca Efendi! Mezarlýðýn Bekçisi Salih!”


Adem Hoca kapýyý azýcýk aralayarak dýþarýya baktý. Salih sarhoþ ve uyuþuk görünüyordu, soðuk hava burnunu kýzartmýþ, ciðerlerine çökmüþtü sanki, ama en önemlisi kanlý gözlerini çýlgýna çevirmiþ ve betini benzini attýrmýþ önlenemez korkusuydu. Koþmaktan ciðerleri iflas etmiþ, damaðý kurumuþtu. Bu yaþtaki bir adamýn hem bu kadar sarhoþ olup hem de böyle tedbirsizce koþuþturmasý yanlýþtý. Adem Hoca, Salih’in kalbini söküp alacak bu korkudan önce, onun bu bedbaht hali karþýsýnda içinin acýdýðýný hissetti. Altmýþýna yaklaþmýþ ve ailesinin reddettiði, zavallý, kendine alkolde avuntu bulan bir kayýp ruhtu Salih. Peki ya bu manasýz paniðin sebebi neydi?


“Ne oluyorsun Salih? Gecenin bu saatinde ne derdin var?” Adem Hoca bir sarhoþla konuþtuðunu aklýndan çýkarmadan sesleniyordu bekçiye. Ýnatlaþmaya ve aptalca þeyler yapmaya meyilli olurdu alkollü kiþiler. Çoðunlukla sularýna gitmek gerekirdi. Adem Hoca sakin olmaya çalýþýyordu. “Söylesene be güzel kardeþim.”


Bekçi Salih aðlayacak bir çocuk gibi buruþturdu suratýný. Bir yandan burnunu çekiyor, bir yandan da konuþmak için varýný yoðunu ortaya döküyordu. Önce sadece iç çekip manasýz heceler çýktý aðzýndan. Derken aniden çözüldü ve tüm sokaðý ayaða diken bir patlamayla haykýrdý:


“Aklýma mukayyet ol Allah’ým. Adem Abi yardým et bana! Adem Abi… Hocam! Okuyup üfle beni hocam! Aklýmý kaybedeceðim yoksa!”


“Bekle” dedi Adem Hoca. Ýçeriye girip paltosunu aldý ve merdivenin baþýna gelip yukarýya doðru baðýrdý:


“Haným merak etmeyin. Ben þununla gideyim de ne derdi varmýþ bir bakayým!” Dýþarý çýktý, Salih’in koluna girdi ve gecenin en uyanýk, tehlikeli ve bilinmez olduðu vakitlerde mezarlýða doðru yürüdüler.


***
***


“Allah-ü Ekber! Allah-ü Ekber!”


Bunlar Adem Hoca’nýn çýldýrmýþçasýna oradan uzaklaþýrken yankýlanan son baðýrýþlarýydý. Salih Adem Hoca’ya oðlunun haklý olduðunu, aslýnda delirmediðini ve yýllarca ona haksýzlýk ettiklerini söyleyerek bu devasa þaþkýnlýk ve cinneti paylaþabilmek istemiþti aslýnda. Bu acayip ötesi sýrla yalnýz kalmama ve korkusuna teselli bulmayý arzulamýþtý.


Oysaki kaçýyordu iþte Adem Hoca! Bekçi Salih’ten, mezarlýktan ve görülmemesi uygun bulunmuþ bu tanýklýktan kaçarsa gizlenebileceðini varsayarak karanlýða karýþýyordu. Yaþlý Salih anlayabiliyordu Ýmam efendiyi. Canhýraþ oðluna koþuyordu; genç yaþýnda deli yaftasý yiyen oðlunu kapattýðý evinin bodrum katýna bir an önce, zamandan da hýzlý koþarak, bu kerteden sonra yitirilen her saniyeyi ölüme denk bir azapla ruhuna karalayarak varmak istiyordu oraya. Kasabanýn dar kafalý ve muhafazakar insanlarýnýn etkisinde kalarak nasýl da kýymýþtý oðluna! Piþmanlýkla anýyordu herhalde geçmiþi koþarken; herkesin önünde ‘rezil ettin beni!’ diye azarlayarak kasaba meydanýndan sürükleye pataklaya eve getirip bodruma kilitlediði çocuða hýnçla tekmeler atmýþ, bileklerini zincirlemiþ, gören gözlerine dünyayý yasak etmiþti. Ne büyük bir vicdan azabý kýyýyordu kalbini kim bilir? Hele de þahit olduklarý hesaba katýlýrsa…


“Bunlar onlar” demiþti demesine ya, simsiyah gecenin içinden çýkýp gelince haþmetleri korkunçlaþanlarý karþýsýnda teklifsizce görüþü, dizlerini boþaltmýþ, kanýný canýndan çekip almýþtý. Diz üstü topraða kapaklandýðýnda ‘Bu dördü…’ diyebilmiþ, sonra aðlayarak bu bitmemiþ cümleyi tekrarlamýþtý, ‘Bu dördü…’ Ve sonunda, ettiði haksýzlýklarýn ceremesiyle yanar halde, aðzýnda tekbirlerle evine koþturmuþtu… Oðluna… Karanlýklar içindeki bodruma.


Nihayet onda da, aklý semavi bilgilere vakýf olanlarýn akýbeti sökün ediyordu. Delirmek, anlý þanlý bu ayrýcalýðýn mükâfatýydý –ki dünyayý bir daha ayný gözlerle göremesinler diye-


Bekçi Salih, Âdem Hoca misali iradesi serbest býrakýlmadýðýndan, boynu bükük, sinir nöbetleri kapýda, içinde korkuyu aþan duygu patlamalarý olsa da göz bebekleri yalnýzca titreþen bir kurbana benzer bir duruþla almýþtý geceyi karþýsýna.


Orada, eski kabristanýn müphem gölgeleri arasýnda belirdiler ilkin… Karanlýðýn bir öðesi misali ancak çizgileri uzak bir ýþýkla pýrýldayan dört siluettiler. Varlýklarýyla geceyi yoðunlaþtýran, gözükmeseler de seyrettiklerini hissettiren kargalardan önce bir iki tanesi, diðerlerini haberdar edercesine tiz çýðlýklarýný geceye doðru uçurdular. Zulmet acýlara dökülen tuza benziyordu sesleri… Derken, giderek yükselip kabaran bir dalga misali kudrete bürünüp yankýlarýyla gök kubbeyi kuþatarak boðdular.


Sahne hazýrdý nihayet! Simsiyah dörtlü öne doðru çýktýlar ve Salih’in açýk gördüðü mezarýn yanýna sýralandýlar. Karaydýlar kara olmasýna ya, Salih onlarýn þiddetli aydýnlýðýyla boy ölçüþemeyen kendi algýsýna veriyordu bunu. Zira çok yüceydiler; kötülüðün ezildiði, hak-hukuk ve düzenle kuþandýklarýný ‘ancak’ hissedebiliyordu.


‘Peki’ diye soruyordu dibe doðru çekilen mantýðý son bir gayretle, ‘tüm bunlar ne için?’


‘Peki’lere yer yok artýk. Her þeyi bilecek, yine de çoðuyla yüzleþemeyeceksin. Sana gelecek deliliðin sebebi ne sanýyorsun?’


‘Ben istemedim bilmeyi. Ben sevmedim bu kaderi, bu bitiþi.’


‘Senin üzerine düþen sevmek deðil gayrý… Bileceksin. Öyle ve ya böyle!’


Ve bildi Salih… O dördünü bildi… Bu mezarlýðýn insanlýðýn ve belki de daha öncesinin ilk kabristaný olarak seçildiðini; Baþýnda toplanýp gömdüklerinin kim olduðunu, gömülenin mezarý baþýnda Salih’le neden konuþmak istediðini ve eski kabristandaki açýk mezara her gece girip Kabil’in yanýna inerek lanetini onunla paylaþtýðýný bildi…


‘Buydu Kabil’in laneti. Ve bil ki, zulümle öldürülmüþ hiç kimse yoktur ki, onun kanýnda Âdem’in ilk oðluna pay düþmesin… Hakkaniyetle daðýtýlýr onlarýn cezalarý. Yeminle cezalarý böyle yýkýcý olacaktýr onlarýn… Bilir misin Kabil’i ne ile lanetledik? Ne ki diðer cehennemlikleri de bulacak odur. Onlarýn mahvýný okutmak sadece bize nasip olacak. Bizim hýþmýmýz akýl karý deðildir… Behemehal en fasýk sayýlanlara çatarýz biz; en günahkâr olup ta, en piþman görünenlerle bizim iþimiz.


‘Bak! Kabil abisini sýrtýnda taþýdý da ne oldu? Biz buna kandýk mý? Kin ve kýskançlýkla dolan yürekte vicdan yeþerir mi? Dahi ikiyüzlü olan bizden saklanýr mý? Yapmacýk kederini ne de çabuk vurduk suratýna! Yazýklar olsun O’na! Ve yemin olsun olanlar insanlarýn bildiði gibi deðil… Acýdýðýmýzdan, adaðýný samimi bulduðumuzdan aldýk Habil’i yanýmýza; sanýldýðý gibi deðil, nasýl býrakýrdýk Habil’i karanlýk bir çukura? Ya Kabil? Kargalar bir çukur açtýlar gagalarýyla… ‘


Salih’in yumuþak bir geçiþle normal renkleri terk ederek uçuk ve sýra dýþý tonlara bulanan aklýnda, deliliðin ateþi yanarken, cýlýz bir hayret nidasý yükseldi, ihtiraza yenilen mantýðýndan:


‘Buraya… Buraya…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn yeraltý kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Ýnsan Çiftliði
Garip Bir Buluþma
Oda - - - 1 -
Nokta
400 Küp
Cennet
Dikkat Et! Tavandan Kan Damlýyor.
Ecele Giden Yol
Soysuz Ev
Geçit

Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Yol Bitti
Atla!
Beyaz El
Nu'karh Anlatýlarý
Nu'karh Anlatýlarý III
Nu'karh Anlatýlarý II

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Sanki... [Þiir]
Gidiþim [Þiir]
Ufuktaki Þehir III. Bölüm [Roman]
Ufuktaki Þehir II. Bölüm [Roman]
Ufuktaki Þehir [Roman]


Burak 'Finrod' Mollamehmetoðlu kimdir?

KiMDir??. . GerÇEkTeN. . KiMDir??

Etkilendiði Yazarlar:
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Burak 'Finrod' Mollamehmetoðlu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.