..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Ýnsanýn en iyi tarafý ürperebilmesidir. -Andre Gide
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Bilimsel > Felsefe > Mehmet Fatih Doðrucan




16 Nisan 2009
Türk Modernleþmesinin Öncülleri  
Mehmet Fatih Doðrucan
Kýta Avrupasý modernleþmesinin öncülü özellikle burjuvazist ve merchantalist bir geliþimin ürünü olarak açýklanýrken, ada Avrupasýnýn modernleþmesindeki, aristokrasi inkar edilemez bir öneme sahipti. Hatta bütün batýnýn doðu üzerindeki modernleþme etkisi söz konusu edilirken, Türk modernleþmesinin öncüleri de, Türk Sosyo-kültürel yaþamýnýn en etkin sýnýfýnýn merkezinde ortaya çýkacaktý. Þüphesiz ki en etkin sýnýf, en eðitimli ve en kurumsal varlýða sahip bir sýnýf olarak hasta adam Osmanlý’nýn ordusu yani Türk ordusu idi.


:GHAA:
Süleyman Demirel Üniversitesi Cumhuriyet sempozyumunda bildiri olarak yayýnlanmýþtýr.

http://sempozyum.sdu.edu.tr/cumhuriyet/

1-Modernleþme Kavramýnýn Toplumumuz ve Aydýnlarýmýzca Anlaþýlmasýna Dair

Türk Modernleþmesinin öncüllerini incelemek için öncelikle, bildirinin dayanacaðý kavramsal ilkeyi açýklamak yerinde olacaktýr. Kavramsal ilke ise bizatihi modernite kavramýdýr. Modernite denildiði zaman akla gelen ilk kavramsal, çaðýn gereklerine uygun yaþamak anlamýnda kullanýlan çaðdaþlýk ilkesidir. Hâlbuki her çað kendi dönemine göre uygun düþen fikrî ve sosyal hayatla birlikte kendi dönemini resmetmektedir. Dolayýsý ile her çað kendi döneminin çaðdaþýdýr. Bu sebeple modernite kavramýný eðer çaðdaþlýða indirgeyecek olursak, her çað için moderniteden bahsetmek zarurî olacaktýr. Hâlbuki ortaçað ortaçaðdýr, ilkçað ise ilkçaðdýr. Elbetteki bu tasnif bile, sadece modernite kavramýnýn kendisinden önceki çaðlarý tasnif etmesi bakýmýndan modern düþünceyi diðer dönemlerden ayýrmaktadýr. Bu ise modernite kavramýnýn kendisini en ileri ve en son nokta olarak görmesi ile açýklanabilir. Halbuki modernite kavramý oluþumu açýsýndan incelenecek olursa ilerlemeci ve geliþmeci bir eksen üzerinde anlaþýlmýþ ve iddia edilmiþtir. Þüphesiz ki yorumlar ve umut edilirlik açýsýndan ilerlemeciliðin, geliþimciliðin, bir ideoloji olarak, resmine dönüþen modernite kavramý, yansýma ve anlaþýlma açýsýndan en son nokta, varýlan en son biçim haline dönüþmüþtür. Elbette ki bu kavramýn da ötesine ilerlemeler, geliþmeler gerçekleþeceði modernite kavramýnýn bir parçasýdýr fakat ideoloji haline dönüþmüþ ve çaðdaþlýk kavramýna indirgenmiþ bir modernite, þüphesiz ki varýlacak en son nokta olarak düþünülmüþtür.

     Türk modernleþmesi açýsýndan baþlangýçta, ilerlemecilik adýna ilk sorgulanan noktanýn geri kalmýþlýk olmasý ileri-geri kavramlarýnýn fiziki bir tarif olmaktan öteye sosyolojik bir deðer taþýmasý, devinim halinde olan ilerlemeciliðin deviniminin ve devamlýlýðýnýn fark edilmesini güçleþtirmiþtir. Doðal olarak modern toplumlarýn sahip olduðu ileriliðin yakalanmasý için, modernizasyon anlamýnda bir takým reform ve yenilikler Osmanlý’nýn gerileme döneminden itibaren Türk toplumu için reçete anlamý kazanmýþtýr. Ancak modern anlamda ilerlemeciliðin varýlacak en son nokta olarak algýlanmasý ve bunun bir ideolojiye dönüþmesi, anlaþýlabilirlik açýsýndan, sadece Türk entelajasiyasýna ait deðildir. Avrupa aydýnlanmasýnýn da temeline yerleþen önemli filozoflarda da bu zafiyet göze çarpmaktadýr. Mesela J.S. Mill (1806-1873) ‘’On Liberty’’ isimli eserinde batý medeniyetini modernitenin bir ürünü olarak anlatýrken bile bu medeniyetin varýlabilecek en son nokta olduðundan bahsediyor, Ýngiliz sömürgesi olan Hint toplumlarýnýn bu medeniyet kriterine hiçbir zaman eriþemeyeceklerini, bunun da sebebini özgürlük kavramý ile iliþkileri açýsýndan açýklýyordu. Hegel (1770-1831) ise ortaya koyduðu felsefi görüþlerinin felsefe açýsýndan artýk son nokta olduðunu ve bundan daha fazla olarak bir þey ifade edilemeyeceðini iddia ederek ilerlemeciliðin oluþturduðu modern dünya içerisinden sonlu mükemmel bir yapýnýn duraðanlýlýðýndan bahsediyordu. Sonuç itibarý ile modern yapýyý bir model olarak seçen Türk toplumunun ve Türk aydýnlarýnýn da bu kavramý insanlýðýn ve tarihin varacaðý son nokta olarak algýlamasý da anlaþýlmaz deðildir.

Hatta ‘’Türk toplumunun yenilenme ve modernleþme çabalarý, hali hazýrda sona ermemiþ bir tarih kesitidir.’’ cümlesi, tarih kýlgýsý içinde sonlu bir modernite algýsýnýn kanýtý gibi durmaktadýr. Ayrýca, cümle içerisinde bu çabalarýn sona ermediði düþüncesi sadece Türk toplumuna atfedilirken, Batý toplumlarýnýn bu çabasýnýn bitmiþ olduðu ise yine bu cümlenin içerisinde kendiliðinden bir kabul halini almýþtýr. Hâlbuki modernite, eðer tarihi tasnifine baþvurmaksýzýn, düþünsel bir geliþim olarak ele alýnacak olursa, ortaçaðýn içinden bu yana karþýmýza çýkan her yenileþme kavramýnýn bizzat kendisi, rasyonalist ve empirist ilkelerle donanan ve bu donaným sayesinde, ilerlemeciliði kendi içinde, zorunlu olarak, duraksamaksýzýn ve bitmeksizin birikimli geliþme olarak karþýmýza çýkacaktýr. Hatta ve hatta bu düþünce ekseninde, moderniteden sonraki çaðýn post-modern bir dönem olarak algýlanmasý bile, bu dönemin moderniteden baðýmsýz bir dönem olduðu algýsýna yol açacaktýr. Bu durum da, post-modern yapýnýn, sadece, bir eleþtiri olmaktan öteye gidemediði ve her post-modern’in de ayný zamanda, gerçek bir modern olduðu düþüncesini göz ardý edecektir. Dolayýsý ile Türk aydýnlarýnýn moderniteyi, kesintisiz bir safha olarak algýlamaktan ziyade, sadece üst bir aþama olarak görmesi, bütün insani ve medeni faaliyetleri ilerilik-gerilik meselesine indirgeyici bir hal almaktadýr.

     Tabii ki esas mesele yukarýda da belirttiðimiz gibi, ileri-geri meselesinin, çaðdaþ ve çaðdýþý olarak algýlanmasýndan kaynaklanýyor olmasý ve oryantalist süreçlerin mimarý olan modernite kavramýnýn içerisinde çaðdaþlýðýn batýlýlýkla, çað-dýþýlýðýn ise doðululukla iliþkilenmesi hatta batýlý oryantalistlerce iliþkilendirilmesi, moderniteyi model alan Türk aydýnlarýnca modernleþme ve batýlýlaþma kavramlarýný aynýlaþtýrmýþtýr. Böylece Türk aydýnlarýnýn önemli bir kýsmýnda modernleþmeden anlaþýlan þey bizzat batýlýlaþma olarak anlaþýlmýþ ve bu mesele ise yazýn tarihimizde böylece teþekkül etmiþtir. Elbetteki modernleþme ve batýlýlaþma eksenine karþý çýkanlar olduðu kadar, modernleþme ve batýlýlaþma kavramlarýný birbirinden ayýrýp, batlýlaþmaya karþý olup ta modernleþmeye taraftar olanlar, tarihimizde önemli bir noktayý teþkil ederler. Ýþte bu bildiri, idareden orduya, düþünce adamlarýndan sanat adamlarýna kadar bu ayrýmlaþmayý inceleyerek, Türk Modernleþmesinin öncüllerini sorgulayacaktýr.

     Elbette ki, tarih ilmimiz açýsýndan, modernleþme çabalarý, Osmanlý döneminde ki geri kalmýþlýðýn sebep olduðu sosyo-politik kötü sonuçlar ve bunun sonucunda bozulan sosyo-ekonomik yaþam ile iliþkilendirilmektedir. Ancak modernite, bir ilerilik-gerilik meselesinden daha öte olarak aklýn kendisini gerçekleþtirme safhasý olarak açýk bir rasyonalizmdir. Bu rasyonalizmin denetlenebilirliði ve doðrulamasý açýsýndan açýk bir empirizmdir. Böylece doðru veya iyi yolu, aklýn sýnayýcý ilkeleri açýsýndan aramasý bakýmýndan da, açýk bir pragmatizmdir. Bu sebeple, Osmanlýdaki geri kalmýþlýðýn sonuçlarýndan çok, bu gerilemenin sebebi olarak rasyonel ilkelerin eksikliðini vurgulamak yerinde olacaktýr.

     Bu rasyonel eksiklikler, daha çok akýl sistematiðinde bir eksiklik olmaktan ziyade, aklýn toplumsal ilerlemesindeki eksiklik ve bunun sonucu olarak tarihsel epistemolojinin ilerlemesinin kesilmesi olarak algýlanmalýdýr. Bu sebeple, imparatorluðun eðitim sistemi tarihsel köklerinden açýk bir kopuþ sergilemiþtir.

     Esasýnda bu rasyonel açýdan gerçekleþen eksiklik kavramýný aþma çabalarý olarak gerçekleþen modernleþme, bir bakýma, birikimli bir ilerlemenin zarureti olarak algýlanmamýþ aksine geri kalmýþlýk karþýsýnda tercihen kullanýlmýþ bir reçete olarak anlaþýlmýþtýr. Ýþte bu sebepten dolayý batýdaki modernleþme anlayýþýndan Türk modernleþmesi de önemli bir farkla ayrýlmaktadýr. Bu fark ise Rönesans farkýdýr. Çünkü batýdaki modernleþme anlayýþý, birikimli bir ilerlemenin ürünü olarak cehaletten kurtuluþu, eski parlak çaðlara bir sýçrama olarak algýlamýþ ve kendi kökleri olarak kabul ettiði yunan coðrafyasýnýn ilk tarihi köklerine bir dönüþ yaparak, bu durumu yeniden doðuþ anlamýnda Rönesans olarak kabul etmiþtir. Hatta bu kabul ediþ barbar Avrupa kavimlerinin devamý niteliðinde bulunan, Avrupa uluslarýný rahatsýz etmemiþ, bizatihi Avrupalý kavimlerinden farklý ilkçað yunan coðrafyasýný, Avrupa’nýn kökleri açýsýndan baþlangýca yerleþtirmek bir ideoloji halini almýþtýr. Hâlbuki Türk toplumundaki modernleþme meselesi, bazý aydýnlarýmýz tarafýndan, bize ait olmayan bir medeniyet kriterini model alma olarak yorumlanýrken bazý aydýnlarýmýz tarafýndan da, bu birikimli ilerlemenin biz de daha geç döneme tekabül ettiði o yüzden bu uyanýþýn bizde 19. yy. da gerçekleþtiði düþüncesi hâkimdir. Esasen farklý toplumlarýn farklý dönemlerini karþýlaþtýran bu aynýlaþtýrma, bir bakýma, tarih ve sosyoloji ilmi açýsýndan tasnif kolaylýðý getirirken, diðer yandan kültür ve medeniyet farklýlýklarý açýsýndan antropolojik farklarý göz ardý eder bir mahiyette durmaktadýr. Mesela modern tarihçiliðin bir gereði olarak, eski dönemler ilkçað, ortaçað gibi çaðlara, batýlý tarihçiler tarafýndan bölümlenirken, genel olarak batý medeniyetinin geçirdiði tarihsel evreler dikkate alýnmýþ fakat batý tarihi açýsýndan önemli olan geliþmelere göre bölümlenmiþ bu tarih, insanlýk tarihi olarak algýlanmýþtýr. Halbuki batý dünyasý karanlýk ortaçaðýný yaþarken, doðu dünyasý ise o dönemlerde, aydýnlýk günlerinin ve iktidarýn doruðundaydý. Ýþte böyle bir algýlayýþ tarzý, medeniyetin kendi birikimli ilerlemesini yani epistemolojik düzlemini terk edip, farklý bir kültür ve medeniyet düzlemindeki epistemolojiyi model alma olarak karþýmýza çýkmakta, böylece modernleþme çabalarý bir model alma olduðu kadar, kendi episteme köklerinden kopma olarak da vücuda gelmektedir.

     Osmanlý Aydýný, model alma olarak önerdiði modernleþmenin getirdiði sýkýntýlarýn ve yaratacaðý kültürel çözülmelerin de, elbette farkýndaydý. Fakat Osmanlý aydýný kendisine geldiðinde tahayyül edilemeyecek derecede kendisinden ileri durumda bulunan batý dünyasý ile karþý karþýyaydý. Bu yüzden geriye dönüp kendi epistemolojik köklerini tarayacak vakte sahip olmadýklarý gibi, ilme yaklaþým tarzý olarak Selçuklu medresesinden farklý bir Osmanlý medresesi arasýnda en az 3-4 asýrlýk bir kopuþ söz konusuydu. Batý dünyasý ise bu 3-4 asýrlýk süreç içerisinde, yepyeni bir anlayýþ, algýlayýþ, iktisat, iktidar ve kurumlar meydana getirmiþti ve bu meydana getirme esnasýnda devrim niteliði taþýyan eskiyi reddediþine, eski ile hesaplaþmasýna raðmen, eski kurumlarýndan kopma sergilememiþ, yeni olaný eskinin olanýn, faydalý külleri üzerine kurmuþtur. Mesela ilmin nakledicisi olan manastýrlarda gerçekleþen çeviri faaliyeti, manastýrlarýn tam karþýsýnda bulunan laik üniversitelerde de ayný hýzla devam etmiþtir. Bu yüzden kendi epistemolojisinden kopmadan devinen batý modernleþmesi doðu için ancak bir model haline dönüþmüþtür. Hatta batý devinimini insanlýðýn devinimi olarak algýlayan oryantalistlerce dönüþtürülmüþtür.


2- Modernleþme Öncesine Kýsa bir Bakýþ      


     Esasen Selçuklu ve Osmanlý aydýný, modernleþme öncesi fikirleri ile moderniteye kaynaklýk eden fikirlerin öncüsü olarak da düþünülebilir. Çünkü batý dünyasýnýn Antikiteyi merkeze alan Rönesans düþüncesinden daha önce, doðu dünyasý özellikle Ýslam coðrafyasý, açýk bir biçimde Antikite ile ilgileniyordu. Antik dönemlerin, Platon (M.Ö. 427-347), Aristoteles (M.Ö. 384-322) gibi, önemli filozoflarý, Türk-Ýslam filozoflarýnca biliniyor, takip ediliyor ve o dönemin diline çevriliyordu. Mesela Farabi (870-950) gibi, Ýbn-i Sina (980-1037) gibi Türk filozoflarýnca Antik dönem filozofu Aristoteles, muallim-i sanî kabul ediliyordu. Batý modernleþmesinin temelini oluþturan rasyonalite fikri, Selçuklu ve Osmanlý toplumlarýnýn medrese sistematiðinde önemli bir rol oynamaktaydý. Osmanlý devletinin yükseliþ döneminde medreselerde müspet bilimler okutulmaktaydý. Müspet ilimlere karþý gösterilen ilgi, Fatih Sultan Mehmet döneminde, en yüksek seviyeye eriþmiþ ve bu padiþahýn ölümünden sonra azalmaya baþlamýþtýr. Bu azalma ise, rasyonalite temelli olarak adlandýrabileceðimiz akl-î ilimlerin önemini kaybetmesi ve sonrasýnda nakl-î ilimlerin önem kazanmasý ile açýklanabilir. Esasýnda tam da bu dönemlerde, Osmanlý entelajasiyasý, dogmatik eðilimlere artan bir biçimde yönelirken, batý dünyasý ise, Rönesans faaliyetleri, hümanizma hareketleri ve sanayi devrimi ile geliþme kaydetmeye baþlamýþtý. Ulemay-ý Rüsum ise büyük bir devlet içerisinde bulunmanýn rehaveti ile batýdaki geliþmelerin farkýnda deðildi. Nakl-î ilim sebebi ve bu ilmin öncülleri sorgulanamaz bir doðruyu kabul etmesi nedeni ile, Frenk ülkelerindeki geliþmelere Osmanlý ilim adamlarý kayýtsýz kalmýþtýr. Hâlbuki fatih Sultan Mehmet’in Sahn-ý Seman medreselerinde açýk bir akli ilim vardý, bütün temelini ise ilerlemecilik ilkesinden almaktaydý. Çünkü temel fikir Fütuhattan evvel düþünsel ve sosyal ilerlemeydi. Fütuhat fikri ise bu sosyal ve düþünsel ilerlemenin politik bir yansýmasý olarak devlet politikasýna dönüþmüþtü. Belki de bir hata da fütuhat meselesinde, Ýslamiyet’in etken nedenlerinden sadece birisi olarak düþünülmeyip, tek etken mesele olarak addedilmesidir. Hâlbuki düþünsel manada bir ilerleme olmaksýzýn, sosyal ve coðrafi bir ilerleme olamayacaðý aþikar bir meseledir. Dolayýsý ile politik geniþleme ve ilerlemenin bir sonucu olan fütuhat politikalarý da, doðal olarak akl-î ilerlemenin bir ürünüdür. Fakat zaman içerisinde Osmanlý medreselerinde, nakli ilimlerin artmasý akýl faaliyetlerini kýsýtlar bir noktaya getirmiþ, böylece dünya geliþiminin dýþýnda bir Osmanlý ilmiyesi vücuda gelmeye baþlamýþtýr. Fakat kapalý ekonomi olarak feodal dönemlerini geride býrakmýþ ve açýk ekonomi arayýþlarýnýn þekillendirdiði Avrupa, ilerleme ve geliþme idesi ile beraber kabuðundan çýkmaya ve geniþlemeye baþlamýþtýr. bu geliþimden ancak kýsmen haberdar olanlar da þüphesiz ki, az sayýda bulunan ve medrese dýþýnda yetiþmiþ olan Katip Çelebi (1608–1656), Ýbrahim Müteferrika (1674–1745) Gelenbevi Ýsmail (1730–1791) efendiler gibi düþünür ve teknik adamlarýdýr.

     Yukarýda batýnýn modern öncüllerinin ise doðu dünyasýndaki 900 ile 1300 yýllarý arasýnda gerçekleþen Ýslam ve Ýslam ülkelerinin geliþtirdiði düþüncelerde saklý olduðunu belirtmiþtik. Modernite fikrinin baþlangýcýna yerleþtirilen, Descartes’ýn ve aydýnlanmanýn önemli bir motifi sayýlan Hume’un düþüncelerinin, Doðu dünyasýný karanlýða sürüklediði ve dogmatizme mahkûm ettiði ileri sürülen Ýmam-ý Gazali’den etkilendiði aþikârdýr. Hume’un determinist ilkeleri eleþtiri tarzý ile, endüktif (genellemeci) bilginin kesin doðru olarak kabul edilmesine karþý çýkan görüþleri, Ýmam-ý Gazali’nin Mucizelerin imkanýný savunduðu düþüncelerinden kopyalanmýþ gibidir. Descartes’ýn sezgiselcilik noktasýnda belirttiði düþünceleri için ortaya çýkan epistemolojik problem, ‘’Bilgilerimin teminatý Tanrýdýr.’’ anlayýþý ile giderilmiþtir. Bu ise skeptik bir düzlemden kurtuluþ aþamasýdýr. Ayný düzlemde Ýmam-ý Gazali de Descartes’ten beþ asýr önce, bütün bilgilerin teminatýnýn Tanrý olduðu düþüncesinden hareket etmiþtir. Diðer yandan Descartes’ýn ‘’Cogito ergo sum’’, ‘’Düþünüyorum, o halde varým’’ düþüncesi, varlýðýn varlýk olmak bakýmýndan kendisi ile açýklanabileceðini ileri sürerken, bu düþünce öznenin kendisini önemli hale getirmiþ ve böylece insan artýk Tanrýnýn ve onun yeryüzündeki temsilcilerinin nesnesi olmaktan öteye, kendisinin öznesi haline dönüþmüþtür. Bu ise hümanizma faaliyetinin baþlangýcý sayýlan bir öncül olarak kabul edilmiþ, böylece Rönesans hareketleri ile hümanizma faaliyetleri, çaðdaþ olarak ayný anlama kavuþmuþtur. Bunun sonucu olarak, modernite kavramý, insanlýðýn herhangi bir manevi otorite olmaksýzýn, kendi düþüncesini temel aldýðý sosyo-politik bir çað olarak ortaya çýkmýþtýr. Esasýnda bu durumun öncülleri yine doðu dünyasýnda aranabilir. Mesela insan algýsýnýn, varlýk olmak bakýmýndan varlýk üzerindeki etkisi ve bireysel düþüncenin önemi Descartes’tan çok daha önce Hayyam tarafýndan dile getirilmiþtir. Hayyam þu þiirinde örtük bir biçimde birey düþüncesinin otoriteden baðýmsýzlýðýný, açýk bir biçimde de algýsal dünyanýn varlýk üzerindeki tahakkümünü vurgulamaktadýr. Yani bir bakýma yine açýk ve þüphe götürmez bir biçimde Berkeley’in (1685-1753) algýcýlýðýndan çok daha önce algýsal bir düzlemin imkânýndan kesin bir biçimde bahsetmiþtir.

     
Hayyam’ýn bahis konusu olan þiiri ise þudur.

Ben olmayýnca bu güller, bu serviler yok.
Kýzýl dudaklar, mis kokulu þaraplar yok.
Sabahlar, akþamlar, sevinçler tasalar yok.
Ben düþündükçe var dünya, ben yok o da yok.

Fakat Osmanlý’nýn deðiþen ve geliþen þartlar sebebi ile. Kendi epistemolojik kökünde bulunan bu düþüncelere ehemmiyet etmemesi hatta bu tarz düþünceleri devlet ideolojisi sebebi ile karþýt kabul etmesi, duraklama döneminden gerileme dönemine kadar, artan bir biçimde medreselerdeki tedrisatý atýl býrakmýþtýr. Diðer yandan o dönem Avrupa’sýnýn ilerleme ve geliþme faaliyetlerinde Ýslam Rönesansýnýn etkilerini, Osmanlýnýn keþfedemediði de açýktýr ki, modernleþme çabalarý dahi, 19 yy da yeniden doðuþ manasýnda kendi köklerine dönüþü deðil, batýlý uluslarý model alma olarak gerçekleþmiþtir. Hâlbuki moderniteye uygun ortamý ve geliþim sahasýný Rönesans faaliyetleri getirmiþ, Rönesans faaliyetleri ise yeniden doðuþ manasýnda, edebiyat, sanat alanýnda baþlayarak rasyonelliðin her alanýna, artarak yayýlmýþtýr. Fakat bizim aydýnlarýmýz açýsýndan, içinde bulunulan toplumsal kötü bir durumu aþma reçetesi olarak algýlanan modernleþme kavramý ‘’Ayný onlar gibi olmalýyýz’’ ana fikri ile referans alýnmýþ. Böylece batýlýlaþma ve modernleþme, bu iþin öncülüðünü yapan aydýnlarýmýzýn önemli bir kýsmýnca bir ve ayný þey olarak algýlana gelmiþtir.


3- Modernleþmemizin Öncülü Olarak Þahýslar ve Olaylar Hakkýnda…

     Modernleþme tarihimizin baþlangýcýný çeþitli olaylar ve þahýslar açýsýndan baþlatan tarih anlayýþlarý mevcuttur. Olaylarýn ilerleme ve geliþme cetveli açýsýndan kazandýðý önem, þahýslarýn ise dönemlerinden spesifik farklarla ayrýlmalarý, bu anlayýþlarýn temeline yerleþen önemli olgulardýr. Padiþah Genç Osman’ýn reformist tavýrlarý, III. Selim’in çabalarý veya II. Mahmut’un kurumsallaþma anlayýþý, çeþitli tarih anlayýþlarýnda baþlangýç olarak ele alýnýrken, modernleþme çabalarýný, toplumsal faaliyet açýsýndan, Asakir-i Mansurei Muhammediye’nin, Nizam-ý Cedit’in kuruluþuna indirgeyen veya Sened-i Ýttifak’ýn ilaný, Yeniçeri ocaðýnýn kaldýrýlmasý, Tanzimat’ýn ilaný gibi meseleler ile ele alan tarih anlayýþlarý da mevcuttur. Bu anlayýþlardan en yaygýn olanlarý ise, modernite baþlangýcýnda reformist kiþilik olarak II. Mahmut’u, en önemli faaliyet olarak ise Tanzimat hareketlerini gören anlayýþlardýr. Elbette bu anlayýþlar, tarih ilminin sosyal hadiselerini, düþünsel ve bilimsel açýdan daha rahat takip etmek çabasý ile gerçekleþtirilen tasnifleme çabalarýdýr. Fakat bu tasnifleme çabalarý, daha önce ki kýsýmlarda da belirttiðim üzere, tüm insanlýk kavramýný, bir ve aynýymýþ gibi ele alýp, bu kabul üzerinden tasnifleme çabasýna giriþmektedir. Bu tasnifleme çabasý ise kavramsal bir takým kabullerden hareket ettiði için, sosyal deðiþimleri de bir ve ayný olarak insanlýðý etkileyen yasalarýn sonucu gibi ele almýþtýr. Zaten kavramsal bir kabul artýk bir bakýma yasa manasý da kazanmaktadýr. Mesela toplumlarýn kabuk deðiþtirme meselesi (manierisme) insanlýk tarihini bir bütün olarak kabul eden bir kavramsal anlayýþýn bilimsel yasalara baðlanmasý ile ortaya çýkmýþ bir kavramdýr. Bu kavram tarih içerisindeki herhangi bir sosyal deðiþimi diðeri ile kýyaslarken ilerilik veya geri kalmýþlýk açýsýndan toplumlarý bir ve ayný kabul eden ölçüte göre deðerlendirir. Böylece Osmanlý’nýn 19. yy ý, Rusya’nýn 18. yy’ý, Avrupa’nýn 16. yy’ý tarihsel tasnif açýsýndan aynýlaþan bir noktaya giderken , bu tasnif sosyolojik geliþmeleri veya toplumsal psikolojileri, beklentileri de bir ve aynýymýþ gibi ele alýyor. Ýþte böyle bir tasnif anlayýþý, bir çaðýn öncüllerinin bir önceki çaðda bulunabileceði gerçeðini gözden kaçýrmaya sebep oluyor. Mesela rönesansý, Baþlangýç açýsýndan, keskin bir biçimde, 15. yy a sabitleyen anlayýþ, ortaçaðýn içinde bulunan Rönesans baþlangýcýna öncül olan hadiseleri, sýrf Rönesans öncesi olarak algýladýðýndan dolayý ve Rönesans öncesini de ‘’Karanlýk Ortaçað’’ olarak adlandýrdýðý için, neden-sonuç dizgesi olan tarih hakkýnda zaman zaman yanýlma ve yanýlsama içine düþmektedir.

     Elbette bizde de, tarihsel geliþimi bu þekilde tasnif etme hadisesi mevcuttur. Modernleþme çabalarýný III. Selim, II. Mahmut veya Tanzimat ile ele alan bir tarih anlayýþýmýz vardýr. Fakat bu çabalar tarih ilminin kolay anlaþýlmasýný saðlayacak kategorilendirmeyi saðlarken, çaðlarýn bir önceki dönemle olan açýk ve seçik iliþkisini kopuk bir biçimde ele almaktadýr. Mesela Osmanlý Modernleþmesi ile Tanzimat döneminin düþüncesi referans alýnýrken, bir önceki dönemin sadece geri kalmýþlýðý ve bu sebepten dolayý Tanzimat’ýn vücuda geldiði savunuluyor. Halbuki Tarih ilmi neden-sonuççu bir dizgenin ürünü olarak sadece tepkime deðil ayný zamanda etkileme olarak da düþünülmelidir.

     Ýþte bu sebeple Tarih Ýlmi açýsýndan pek bir önem arz etmese de, düþünce ilmi açýsýndan önem arz edebilecek bir þâhýsý öncül alarak iþe baþlayabiliriz. Modernleþme çabalarý ve modernleþme dönemi genel olarak 20. yy. literatürlerinde, baskýcý Tanrýsal otoriteye baþkaldýrýþ olarak resmedilirken, çoðunlukla baðnazlýk ve taassup ile mücadele açýsýndan irdelenmiþtir. Hatta Avrupa ve özellikle Fransýz aydýnlanmasýnýn, hemen hemen bütün rasyonel ilkelerinin altýnda taassup ile görülen hesaplaþma göze çarpmaktadýr. 18. yy. Avrupa’sýnýn açýk bir karakteristiðidir bu durum… Hatta Türk Cumhuriyet modernleþmesinin temeline açýk bir etkide bulunan bu dönem düþünürleri, ister ateist (tanrýtanýmaz) olsun, ister deist olsun (Yaradancý), kesin bir biçimde baðnazlýk ve taassup altýnda ortaya çýkan her düþünceye karþý bir reddediþ sergilemiþlerdir. Cumhuriyetimizin modernleþmesinde Voltaire, Diderot, Rousseau gibi aydýnlanma filozoflarýnýn önemli bir etkisi olduðu düþünülmektedir. Fakat Voltaire, 18. yy içerisinde, baðnazlýkla mücadele ilkelerinden bahsederken kendisinden önceki asýrda tam da Osmanlýnýn karanlýk günlerinin baþlangýcý olarak düþünülen çaðda, Katip Çelebi baðnazlýkla mücadele etme gerekliliðini vurgulamýþtýr, Esasýnda geri kalmýþlýk meselesi ister batý olsun ister doðu olsun, Akl-i ilimlerin eksikliðini vurgulamakla ortaya çýkarýlan bir hadisedir. Yani 18. yy. aydýnlanma Avrupa’sý dahi geri kalmýþlýk ilkelerini sorgulamasý hasebi ile modern dünya kriterlerine ulaþmýþtýr. Bu sebeple modernitenin baþlangýcýný Rasyonel ilkelerin ve akla dayanan ilimlerin eksikliðini fark etmek meselesi ile baþlatsak, pek de haksýzlýk etmeyiz. Katip Çelebi, 18. yy. Aydýnlanma Avrupa’sýndan bir önceki asýrda Akla dayanan ilimlerin gereði üzerindeki meselelere deðinmiþtir. Hatta toplumsal bozulmanýn ve gerilemenin farkýnda olarak, gerileme ve bozulma gerekçelerini, Fatih sultan Mehmet döneminden sonra medreselerin programýndan kaldýrýlan Felsefe ve Hendese derslerinin eksikliðine baðlar. Katip Çelebi taraftar ruhlu ateþli çekiþmelerden açýk bir rahatsýzlýk duymakta ve özellikle din hakkýnda gerçekleþecek her tartýþmanýn taassup ve baðnazlýða yol açtýðýný ileri sürecektir. Mesela Sivasi Efendi ile Kadýzade Mehmet Efendi arasýndaki dinsel çekiþme hakkýnda þunlarý söylerken, bir bakýma taassupla da mücadele etmektedir.

     ‘’Kürsilerde birbirlerine taþ atýp laf sokarak dil ile yaptýklarý karþýlaþma, kýlýç ve süngü ile savaþ yol açmaya yaklaþýnca Saltanat tarafýndan kimilerinin kulaklarýný çekip terbiye etmek lazým geldi,
     Ýslamlýðýn ve Müslümanlarýn Sultaný’nýn bu türlü kuru dindarlýk ve Taassup sahiplerini, kim olursa olsun ezip yola getirmesi, üzerine düþen vazifelerdendir. Çünkü geçmiþte bu tür taassup kavgasýndan çok fesat olmuþtur.’’

     Eðer bir parça dikkat edilecek olursa Avrupa’nýn 17. yüzyýlýnda ortaya çýkan modern bakýþ açýsý, Kâtip Çelebi’nin aðzýndan Osmanlý toplumunda da dile gelmektedir. Taassubu yerme ve taassubun sonuçlarýný düþünmek bakýmýndan, !8. yy Fransýz aydýnlarýna benzer bir üsluba sahiptir ki, Kâtip Çelebi, eserleri ile sonraki dönemler takip edilen önemli bir ilim adamý hüviyeti kazanmýþtýr. 17. yüzyýl içerisinde, Osmanlý toplumunda Felsefe faaliyetleri pek fazla olmasa da, Kâtip Çelebi felsefe ilminin toplum hayatý açýsýndan önemine vakýftý. Fakat ayný çaðýn Avrupa’sýnda ise felsefe faaliyetleri bütün hýzsý ile devam ederken, hatta bünyesinden ilk modern kuramcýlar olarak bahsedebileceðimiz, Thomas Hobbes, Descartes gibi kuramcýlar çýkartýyorken diðer yandan artýk felsefe ilminin kendisi sorgulanmaya baþlamýþtý. Akl-i bir faaliyet olan felsefe, empirist (deneyci) ve sensualist (duyumcu) ilkelerle birlikte düþünülmeye baþlanan düþüncelerle karþýlaþýnca, iddialarýnýn metafizik olduðu gerekçesi ile önemini kaybetmeye baþlamýþtýr. Çünkü iki farklý varlýk görüþü olan Ruh (akýl) beden (madde) bir araya düþünülmeye baþlayýnca, o zamana kadar, fani (geçici) olarak kabul gören ve önemsiz addedilen madde, artýk artan bir þiddetle önem kazanmaya baþlamýþtýr. Böylece madde ve maddenin önemini kavrayan akýl öncekinden farklý bir çaðýn baþvuru kaynaklarý haline gelmiþtir ve bu çað ise artýk modernitedir. Aklýn ve deneyciliðin temel baþvuru haline dönüþtüðü bu dönemde artýk her kavram somut bir biçimde ele alýnmaya baþlanmýþ ve olguculuk (pozitivizm) fikri önem kazanmaya baþlamýþtýr. Bu sebeple modernleþecek durumda veya modernleþme eðiliminde bulunan her toplum gibi, Osmanlý modernleþmesine de pozitivizm, özellikle Tanzimat’tan sonra mühür vurmuþtur. Her ne kadar Cumhuriyet modernleþmesi, imparatorluðu ret ve telin fikirlerini bünyesinde taþýyor, imparatorluk dönemi hadiselerinden kendisini ayrý tutuyorsa da, Osmanlý Ýmparatorluðunun modernleþme çabalarý ve bu çabalar sonucu ortaya çýkan pozitivizm Cumhuriyet modernleþmesinin reddedilemez bir öncülü olmuþtur.

     Esasýnda, Osmanlý modernleþmesinin temelinde bulunan pozitivist ilkeler þu açýdan da açýklanabilir. Osmanlý düþüncesi ve ideolojisi geri kalmýþlýk sebebi olarak sosyo-politik yaþamýný irdelemiyor veya geri kalmanýn sebebini sosyo-politik yaþamýnda aramýyordu. Geri kalmýþlýðýn tüm gerekçelerini ise askeri alanda gerçekleþen gerileme veya devletin dengesiz harcamalarýnda görüyordu. Bu sebepten dolayý gerilemenin durdurulmasý ve meselenin çözümünde, modernleþme kaygýsýndan ziyade, bozulan kurum ve yapýlarýn reform yolu ile düzeltilme esasý rol oynamýþ, fakat bu da sonuç vermeyince, en azýndan askeri manada batý dünyasýný örnek alma fikri hâsýl olmuþtur. Ýþte bu sebeple I. Mahmut döneminden itibaren açýlan mühendishanelerde, batý usulünde matematik ve tatbiki fen bilimleri, yeterli olmasa da, okutulmaya baþlanmýþtýr. Elbette ilim yapmak maksadý ile açýlmayýp, sadece orduya teknik adam yetiþtirmek maksadýnda olan bu mühendishaneler, bir müddet sonra eldeki tek modern kurum olmasý sebebi ile modernleþmenin bayraktarlýðýný yapan bir kurum olmuþtur. 19. yy’da asker eðiten bu kurumlar, þüphesiz ki, modern bir askeri sýnýf tanzim etmiþ ve askeri iþler ile devlet iþleri iç içe bulunan Osmanlý imparatorluðunun modernleþmesinde önemli rol oynamýþtýr. Elbette ki, modernleþmemizin tek öncülü ordu eðitimi maksadýyla kurulan ve akl-i ilimlerle eðitim yapan mektepler deðildir. Modernleþmenin temeli olan müsbet ilimler Türkiye’ye çeþitli vasýtalar ile girmiþtir. Örneðin ikamet elçiliði vazifesi ile Avrupa’ya gidenler bu duruma örnek olarak verilebilir. 1797 yýlýnda Fransa’da büyük elçilik görevi ile bulunan Seyyid Ali Efendi rasathane ve yýldýzlar hakkýnda verdiði bilgiler, bir nevi müsbet bilimleri Türkiye’ye tanýtýr bir mahiyettedir. Çünkü kendisinden 80 yýl kadar önce de Fransa’da, Ayný rasathaneyi gezen, ayný teleskopla göðe bakan Yirmisekiz Mehmet Çelebi, halef’i kadar aydýnlatýcý olmamýþtý. Fakat Seyyid Ali Efendi’den büyük elçili görevini üstlenen, Muhib Efendi Paris’te fizik ve kimya labarotuarlarýný gezmiþ ve tafsilatlý bilgi halinde görüþlerini nakletmiþti. Þüphesiz ki bu düþünceler teknik ilerlemenin sebebi olarak, fen bilimlerindeki ilerlemenin açýklayýcýsý durumundadýr. Fakat yukarýda nakledilen düþüncelerin hiç basýlmamýþ olmasý, Akl-i ilimlerin Osmanlý ülkelerinde yayýlmamasýnýn sebebi haline dönüþmüþtür. Lakin eserler basýlmamýþ olsa bile daha sonra göreve gelecek olanlar açýsýndan, Osmanlý imparatorluðunun batý ile ayný teknik imkanlara sahip olma gerekliliði ve bu düþünceler resmi belgelere girecektir. Böylece yenilikçi Padiþahlar, yenilik fikrini uygulayabilecekleri ve uygulatabilecekleri bürokrasiyi, batýlýlaþma konusundaki yardýmlarý, Büyük elçiliklerdeki genç memurlarda bulacaklardýr. 1807 Kabakçý Ayaklanmasý sýrasýnda ölen Mahmut Paþa, 1834 yýllarýnda Ýngiltere’de bulunan Mustafa Reþid Paþa, Viyana’da Sadýk Rifat Paþa, Berlin’de Mehmed Kamil Paþa sayýlabilir. Fakat netice itibarý ile Osmanlý tarafýndan batýda kurulmuþ büyükelçilikler, Türk modernleþmesinin temelini batýlýlaþma ile aynýlaþtýracak ilk kurumlardýr ve bu misyona, bir miras olarak, Cumhuriyet tarihi boyunca da hizmet etmiþtirler.

     Müsbet ilimlerin modernleþme öncülü olarak yurtta yayýlmasýndan bahsediyorsak, Mühendishane-i Berri Hümayun Baþhocasý Ýshak Efendi’nin okuttuðu dersler ve yazdýðý eserler Müsbet ilimlerin ülke genelinde yayýlmasýna öncülük etmiþtir. 1831-34 yýllarý arasýnda yayýnladýðý Mecmua-i Ulum-i Riyaziye isimli eseri batý usulleri kaynak alýnarak hazýrlanmýþ ve Arapçadan türettiði matematik terimleri, 1930 lu yýllara kadar kullanýlmýþtýr.

     Daha önce de, Osmanlý Devleti’nin modernleþme çabalarýnýn hayatýn her alanýnda modernleþme olmasýndan çok, askeri manada teknik bir geliþme çabasý, bunun baþarýsýzlýðý uðramasý ile bu yenileþmenin devlet kurumlarýna yayýlmasý olduðunu belirtmiþtik. Elbette ki, modern eðitim usullerince donanan ordunun, modernleþmede ki, rolünü belirlemeden önce, daimi elçiliklerin Osmanlý devletine dýþarýdan gönderdiði sivil ve askeri öðretmenlere deðinmekte fayda var. Netice itibarý ile Batý dünyasý ve özellikle Ýngiltere, sömürge yollarý üzerindeki zayýf Osmanlý imparatorluðunu tehdit eden güçlü Rus Çarlýðýna karþý, bu devleti müttefik kabul etmiþ ve Rus ordusuna karþý mukavemet edebileceði teknik eðitim konusunda yardýmcý olmaya çalýþmýþtýr. Fakat Türk ordusunu fiilen kumanda etmek gibi bir arzu bulunduðundan dolayý bu meselede Prusyalý eðitmenlerin daha çok yardýmý olmuþtur. Fakat Osmanlý Devleti eðitim meselesini sonuna kadar götürmeye kararlý idi. Çünkü yurtdýþýna öðrenci gönderme meselesi II. Mahmut devrinin önemli bir politikasý olarak da görülebilir. Çünkü kendisinden sonraki dönemde de, Avrupai eðitim tarzý maksadý ile yurt dýþýna talebe gönderme meselesi devam edecek hatta 1850 lerden sonra yurt dýþýna eðitim için göndermekten fazla olarak, yurtdýþýndan eðitimciler ve mürebbiyeler, yurdun önemli þehirlerine dolacak ve Avrupai eðitim artýk yurt içinde de, yapýlmaya baþlanacaktýr.

     Osmanlýnýn askeri alanda gerçekleþtirmeye çalýþtýðý modernleþme çabalarý, kendi vilayeti olan Mýsýr karþýsýnda dahi baþarýsýzlýða uðrayýnca, düþünce alanýnda da, islahat yapýlmasý fikri elzem bulunmuþtur. 1839 yýlýnda Mustafa Reþit Paþa’nýn Gülhane parkýnda okuduðu Hattý Humayun ile Osmanlý devletinde Tanzimat devri baþlamýþtýr. Böylece modern devletin temeli olan mülkiyet ve vatandaþlýk gibi kavramlarda ilk defa sosyal eþitlik ilkesi ile fikir beyan ediliyordu. Bu fermanýn devamýnda 1858 yýlýnda Ali ve Fuat Paþalara çýkardýklarý ceza ve ticaret kanunlarý ile sivilazasyon düþüncesini hýzlandýrdýlar. Çünkü sivilizasyon o dönem aydýný için batý sosyal hayatý ve adetleri idi. Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardýr. Genelde günümüz tarihçileri ve aydýnlarý açýsýndan Tanzimat hareketleri ve arkasýndan gelen dönem, yenileþme ve batýlýlaþma açýsýndan övgü ile ele alýnýr. Gerekçe olarak Osmanlý’nýn kendi iradesi ile yenileþme çabasý olarak gösterilir. Ancak bir parça dikkat edilecek olursa Tanzimat’ýn Ýlaný tam da, Mýsýr vilayetinin ayaklanmasýna müdahale eden, Ýngiltere ile artan iliþkiler dönemine denk gelmektedir. Sonuç itibarý ile bir yandan Osmanlý’yý Ruslar karþýsýnda askeri açýdan güçlü kýlmak isteyen Ýngiltere söz konusu iken, diðer yandan azýnlýklar ile doðrudan ve misyoner faaliyetleri çerçevesinde ilgilenen bir Ýngiltere mevcuttur. Bu açýdan bakýlacak olursa, Osmanlý gibi geniþ bir coðrafyayý da, Ýngiltere’nin ellerine býrakmak istemeyen bir Fransa mevcuttur. O halde Osmanlý’nýn modernleþme faaliyetleri adý altýnda ortaya çýkan batýlýlaþma meselesini bu devletlerin açýk bir etkisi olmaksýzýn düþünmemiz, tarih ve sosyoloji ilminin gereði olarak söz konusu bile olamaz.

     Mesela 1839 Tanzimat Fermaný’nda bir Ýngiliz etkisi bulunduðu, en azýndan Ýngiliz eðitmenlerin ve Ýngiltere’den sefaret yolu ile görgü kazanmýþ aydýnlarýmýzýn görüþlerinin önemli olduðu açýktýr. Osmanlý Rus savaþýnýn ardýndan imzalanan 1856 Paris barýþ antlaþmasýnýn temel niteliðinin Tanzimat’ýn devamlýlýðý üzerine oturmasý ve bu devamlýlýk için Islahat Fermaný’nýn istenmesi açýk bir batý etkisidir. Netice itibarý ile 1856 da Islahat fermaný yayýnlanmýþ ve o fermanýn bir gereði olan Anayasa (Kanun-i Esasi) ile Meþrutiyet 1876 da içeriden ve dýþarýdan gelen baský ile ilan edilmiþtir. Hatta Abdulhamit’in tahta çýkmasýnýn þartý olarak öne sürülen bir meseledir. Dikkat edilecek olursa o dönem parlamentosunda açýk bir eþitsizlik de hâkimdir. Bu eþitsizlik ise azýnlýklarýn lehinde bir geliþimdir.

     Elbette ki sivilleþme açýsýndan dýþarýdan büyük bir etki geldiði açýktýr. Fakat Türk toplumunun sivilleþmesi veya batýlýlaþmasý hadisesini her ne kadar çeþitli sebepler ýþýðýnda ele alsak da, en önemli mesele Türk ordusunun modernleþmesi ve bu sistematiði benimsemesi meselesidir. Çünkü Türkiye’de modernleþme meselesi geri kalmýþlýðýn bir sonucu olarak baþlamýþ eski ihtiþamlý Osmanlý’nýn yerini ihtiþamlý Avrupa’ya býrakmasý olarak algýlanmýþtý. Böylece Ýhtiþamý yeniden yerine getirecek biricik kurum ise orduydu. Bu yüzden Ordu’nun modernleþtirilmesi hadisesi sonraki yýllarda halk geneline yayýlacak en önemli vasýta olacaktýr.

     Modernleþme akýmý uluslarý belirli aydýnlar çerçevesinde þekillendirmiþtir. Ýngiliz Modernleþmesinin temelinde, en eðitimli sýnýf olarak, Ýngiliz soylularýndan bahsedebiliriz. Bu yüzden Ýngiliz halkýný modern ilkelerle zaman içinde Ýngiliz soylularý ve Ýngiliz soylularýn desteklediði düþünürler etkilemiþtir. Fransýz aydýnlanmasýnda da soylularýn payý vardýr. Fakat payýn büyük bir çoðunluðu burjuva sýnýfýna aittir. Çünkü dönemin en eðitimli sýnýfý þüphesiz ki, teknik imkânlarý ve modern araçlarý, para kazanma açýsýndan maharetle kullanabilen burjuva sýnýfýydý. Doðal olarak bu sýnýfýn elde ettiði güç ve maddi olarak desteklediði aydýnlar kitlesi, Avrupa modernleþmesinin öncülünü oluþturmuþlardýr. Eðer bir parça dikkat edilecek olursa Avrupa’nýn modernleþmesinde rol oynayan sýnýflarýn varlýðýný geleneksel güç olarak sürdürdüðü göze çarpacaktýr. Doðal olarak da Türk modernleþmesinin temelinde Türk Ordusunun bulunmasý, modernite açýsýndan ortaya çýkan her kavramsalda ister politik durum, ister sosyal hayat olsun, onu, önemli bir mihenk taþý durumuna getirmektedir.

     Abdulhamit Tanzimatçýlarýn ihmal ettiði eðitime büyük bir önem verdi. Fakat eðitim meselesi kesinlikle fenni hadiseler çerçevesinde ele alýndý. Sosyal bilimler ile ilgili geliþmeler tehlikeli veya zararlý görüldüðünden dolayý bu dönemde bu yolda bu tarz bir çalýþma pek gerçekleþememiþtir. Hatta fen ve teknik alanlardaki her yeniliðe açýk olduðu halde, batýnýn hür düþünce ve kültür hareketlerine þiddetle karþý çýkmýþtýr. Hatta hür düþünce ve kültür faaliyetleri ile alakalý olarak her düþünceye karþý yoðun bir sansür uygulamasý baþlatmýþtýr. Bu sebeple edebi geliþim sembolist veya parnasyen akýmlarýn ötesine gidemez iken, Ahmet Mithat, Cevdet Paþa gibi muhafazakâr yazarlar literatüre hâkim oldu. Böylece Edebiyat-ý Cedide’nin ideolojisi konjektörden dolayý Ütopyacý bireycilik olmuþtur. Bunu takip eden Servet-i Fünun hareketi de, Tevfik Fikret’in hümanizmine raðmen realiteden uzak kaldý. Hatta ve hatta Servet-i Fünun dergisi edebiyat üzerine ve edebi konular ile ilgilenirken Ýsmi ‘’Fennin Zenginliði’’ anlamýna gelmektedir. Ýþte bu durum bile teknik ilerleme modernleþmeden anlaþýlan tek þeyin Fen Bilimleri olduðunun kanýtýdýr.

     Sonuç itibarý ile Modernleþme araçlarýnýn sadece Fen Bilimleri ile donandýðý bir ortamda, Fen eðitiminden en kapsamlý biçimde geçenler, bir sonraki dönemde hâkim ideolojinin bu olmasýndan dolayý, iktidarý ele geçirmiþlerdir. Çünkü Fen bilimlerinin bu denli referans alýnmasý ister istemez pozitivist ilkeleri hâkim kýlacak ve en etkin düþünce sistematiði ise pozitivizm olacaktýr.

     Pozitivizmi Türkiye’de temsil eden en önemli isimlerden biri ise Beþir Fuad’dýr. Halep’te Cizvit okullarýndan yetiþen Beþir Fuad, Ýstanbul’a geldikten sonra Harbiye’yi bitirerek subay çýkmýþtýr. Þüphesiz ki, Abdülhamit dönemi aydýnlarýndan olmasý, onda, pragmatist bir açýklama eðilimi geliþtirmiþtir. Bu açýklama eðilimi ise döneminin görüþleri ve biyolojik materyalizm ile açýklanabilirdi. Her ne kadar 35 yaþýnda intihar edip öldüyse de, görüþleri ve fikirleri açýsýndan, tabi olduðu mesleki unvan açýsýndan kendisinden sonra gelen askeri týp öðrencilerini ve dolayýsý ile askeri öðrencileri etkilemiþtir. Ölümünden 2 yýl sonra 1889 da Askeri Týbbiye okulunda Genç Türk Hareketi ‘’Ýttihad-i Osmanî Cemiyeti’’ adý altýnda örgütlendi Abdülhamit’e karþý örgütlenen bu grubu siyasi polis ortaya çýkardýktan sonra, hareketin öncüleri tutuklanýp sürgüne gönderildi. Genç Türkler, Yeni Osmanlýlardan farklý olarak biyolojik materyalizme inanmýþ ve pozitivist ilkelerle donanmýþtý. Böylece Þükrü Hanioðlunun iþaret ettiði üzere, ‘’dinin belirleyici olduðu bir toplumda, tüm deðer sistemleri ile çatýþan bir aydýn tipi meydana gelmiþti. Abdullah Cevdet bu simalara örnek olarak verilse de, Pozitivist Comte’un hararetli ve ateþli savunucusu olan Ahmet Rýza Bey hem genç Türklerin temsilcisidir hem de Gizli yollardan yayýmlayýp ülkeye soktuðu Meþveret gazetesi ile, pozitivizmin yayýlmasýnda rolü büyüktür. Elbette ki, mümkün olan en yoðun fen Tedrisatýndan geçen Ordu öðrencileri ve mektepli subaylar bu fikirlere kayýtsýz kalmayarak 1909 da yönetimi ele geçirmiþlerdir.

     Balkanlarda ki baþarýsýzlýkla beraber Osmanlýcýlýk düþüncesi iflas etmiþ ve toplum mühendisliði düþüncesi ile tek reçete olarak Türkçülük düþünülmüþtü. 1912 de kurulan Türk Ocaðý’nda Ziya Gökalp Neo-pozitivist Durkheim’in düþünceleri ile toplumcu bir çözüm aramakta, Türk Yurdu dergisinde ise bu noktayý dile getirmektedir. Rus Narodnik etkisinde kalan Akçuralý Yusuf bu dönemin Türkçülük faaliyetlerine Halkçýlýk vasfýný kazandýrmýþ, daha sonraki dönemlerde, bu düþünceler cumhuriyet ideolojisinde önemli bir rol oynamýþtýr. Sonuç itibarý ile düþünülecek olursa modernleþme faaliyetlerinde ki, bir çok unsur ve çaba yan etken olarak kalýrken Askeri unsurlar temel etken olarak modernleþme ve batýlaþma faaliyetlerinin dinamiði haline dönüþmüþlerdir.

     

4-SONUÇ

     Sonuç itibarý ile burada belirtilmek istenen en temel öðe modernleþme ve batýlýlaþma meselesinin temelde bir algý meselesi olduðu ve algýnýn arkasýndaki etken noktanýn ise düþünsel dünyanýn sistematiði olduðudur. Eðer düþünsel dünya sistematik olarak yenileþme kavramýndan hareket ediyorsa farklý bir kabule ve farklý bir noktaya, Düzeltme kavramýndan hareket ediyorsa farklý bir kabule ve farklý bir noktaya varmaktadýr. Hangi kavram merkezde düþünülürse düþünülsün Türk modernleþmesinin temelinin dayandýðý noktalar bu bildiri içerisinden iþlenirken, bu sistematiðin yürütücüsünün Türk Ordusu olduðu ortaya konulmaya çalýþýlmýþtýr. Çünkü Batý modernleþmesinin temeli ve teminatý olan Soylular sýnýfý veya burjuva sýnýfýnýn Osmanlý’da olmayýþý veya herhangi bir hükmî grubun bulunmayýþý ve halka öncülük edecek aydýn sýnýf olarak modern eðitimle tanýþmýþ çoðunluklu sýnýfýn Ordu mensuplarý olmasýndan dolayý, bu iþin öncülüðü ordu sýnýfý tarafýndan üstlenilmiþtir. Ýþte bu sebeple günümüze kadar modernleþme meselesinin ilk sistematiði ve planlamasý Cumhuriyet öncesi Türk Ordusu tarafýndan yapýlmýþ ve bu ordunun subaylarý cumhuriyetin kuruluþ aþamasýnda etkin olduðu oranda Cumhuriyet modernleþmesinde de imparatorluk döneminin izleri ortaya çýkmýþtýr. Örneðin Ziya Gökalp’in toplumculuk hadisesi cumhuriyet dönemine de bu fikri benimseyen subaylar topluluðunca taþýnmýþtýr.

     Bildiri içerisinde, yoðunluklu olarak iþlemeye çalýþtýðýmýz husus Modernizm’in günümüzdeki algýlanma tarzý ve Türk Modernleþmesinin öncülleri idi. Modernleþme kavramý Elbetteki pek çok defa farklý tahlillerle masaya yatýrýldý. Fakat modernleþme ve batýlýlaþma çabalarýnýn nerede baþladýðý sorgulanýrken, bunun günümüzde hangi sebeplerle ve hangi etkilerle devam ettiði meselesi pek de inceleme konusu yapýlmadý. Elbetteki modernleþme çabalarýnýn öncüllerini incelemek tarih biliminin ihmal edemeyeceði bir alandýr. Fakat bu meseleyi ardýllarý ile beraber düþünmek ise politik-bilim’in ve Sosyoloji’nin temel konusunu teþkil etmektedir. Sosyoloji ilminin gerektirdiði objektivizm adýna, konuyu tarihsel sonuçlarý ile býraktýk ki, neden sonuç dizgesinden oluþan Tarih ilmi açýk ve seçik ifadesini bizim sonuca baðlamamýza gerek kalmaksýzýn ortaya koysun. Sonuç itibarý ile evrensel tarih anlayýþý adý altýnda, ülkemizde, belgecilik veya arþivcilik ile tarihçilik ayný çalýþma alanýnýn kollarý gibi durmaktadýr. Birisi tasnif görevi üstlenirken öteki tashih görevi yerine getirmektedir. Elbetteki bu radikal belgecilik anlayýþýnýn arkasýnda, þüphe götürmez doðruya ulaþma çabasý olduðu kadar, pozitivist ilkelerin, açýk ve seçik doðruya ulaþma etkisi olduðu yadsýnamaz durumdadýr. Bu durum ise Dönemle ilgili bir takým sosyolojik, psikolojik, edebi veya felsefi araþtýrma tekniklerini kýsýtlayýp, o dönemi belgelere dayalý incelemeye mahkum býrakmýþ bir mahiyettedir veya Edebiyat gibi Felsefe gibi diðer disiplin alanlarýna bir takým Tarih incelemeleri terk edilmiþtir. Bu durum ise herhangi bir sosyal bilim dalýnýn inter-disiplin olmamasý yüzünden muallakta kalmasý olarak açýklanabilir ki, verdiðimiz en son baðlayýcý örnek dahi, modernleþme öncüllerinin, ülkemizdeki tarih ilmi üstündeki keskin etkisini yýllara yayýlan bir açýklýkla göz önüne çýkarmaktadýr. Hatta sözlerimize Batýlý bir Tarihçinin bu noktadaki analizi ile son vermek uygun olacaktýr.

     Gelibolulu Mustafa Ali üzerinde çalýþma gerçekleþtiren Cornell H. Fleischer Osmanlý’nýn modern dönemleri üzerinde araþtýrma yapanlarýn katý belgeciliðini þu sözler ile eleþtirmektedir.

     ‘’Osmanlý Ýmparatorluðu üzerindeki modern araþtýrmacýlýkta, anlatý kökenli, özellikle de edebi nitelikte kanýtlara güvenmeme, arþiv belgelerine dayalý, kiþisellikten arýndýrýlmýþ ‘’katý’’ verileri ya da ‘’olgusal’’anlatýlarý yeðleme eðilimi vardýr. Böyle bir güvensizlik ya da bu kaynaklarýn içerdiði öznellikten korku duymak, yalnýzca yersiz deðil ayný zamanda ciddi biçimde kýsýtlayýcýdýr. ‘’yumuþak’’ kanýtlar, týpký yumuþak dokular gibi katý yapýlara can ve anlam kazandýrýr.’’


KAYNAKÇA


Þerif MARDÝN ‘’Türk Modernleþmesi’’ Bütün eserleri-9, Makaleler-4, Ýletiþim Yay. Ýstanbul 2002

Prof. Dr. Ercüment KURAN ‘’Türkiye’nin Batýlýlaþmasý ve Milli
Meseleler’’ Diyanet Vakfý Yay. Ankara 1997

Ýlber ORTAYLI ‘’Batýlýlaþma Yolunda’’ Yay. Merkez Kitaplar, Ýstanbul 2007,

Ali Fuat BÝLKAN ‘’Hayri-Name’ye Göre XVII. Yüzyýlda Osmanlý Düþünce Hayatý’’ Akçað yay. Ankara 2002

Katip Çelebi, ‘’Mizan-ül Hakk fi-Ýhtiyari’l Ehakk’’ haz. Orhan Þaik GÖKYAY, Tercüman 1001 Temel Eser, Ýstanbul 1980

DESCARTES ‘’Felsefenin Ýlkeleri’’ Çev. Mehmet Karasan Üçüncü Basým Meb. Yay Ýst 1963

Yaþar SARIKAYA, ‘’Medreseler ve Modernleþme’’ Ýz yay.Ýstanbul 1997 s. 45




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Bir Kýzýl Elma Destaný, Almýla"ya Yürürken [Þiir]
Karýnca Kararýnca Hikayeler [Öykü]
Caným Karýma - Beydeba'dan [Öykü]
Karýnca Kararýnca Hikayeler3 [Öykü]
Karýnca Kararýnca Hikayeler 2 [Öykü]
Aydýnlýk Modernite, Karanlýk Geçmiþ Dedikleri [Eleþtiri]
Bilgiye Giden Kestirme Yolda, Demokrasinin Ruhu Olan Eylemselliðe Veda ve Sebebi Olarak Ýnternet Kavramý [Eleþtiri]
Eðitim ve Kast Sistemi [Eleþtiri]


Mehmet Fatih Doðrucan kimdir?

Lisans FELSEFE Yüksek Lisans FELSEFE Doktora FELSEFE ÖÐR. GÖR.

Etkilendiði Yazarlar:
Umberto ECO, Ýhsan Oktay Anar,


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Mehmet Fatih Doðrucan, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.