Yaþamýn her aný hakkýný ister. -Goethe |
|
||||||||||
|
iz sürer nazar karan öte evren þu tün yirmisiydi yýllarýn þu tin bir çanak tuzdu dün þarap su ve ekmekti kristal gizli oda hücreydi sözdü çýplak el yanaðýnda maskeli mevsimin kýzýl saç melek parlar da aynaya bulur zülfaris o anda kahkahasýný göze gelmeden tomurcuklar ötesinde pencerenin hemen ülkesinde filizkýran ikiz ayak yok salt ýþýltý aðýzda o baygýn pýrýltý beyaz, sýcak, yumuþak yeni gün açmýþ da kapýyý Yaz sonu, yazýn son ayý... Sokak aralarý kekik, biberiye, pýrnal, üzüm küspesi kokar... Kapýlarýn önünde ellerinde hasýr sepetler, çitenlerle toplanmýþ rengarenk bir kalabalýk, kocakarýlar, ere varmamýþ celcüre kýzlar, arsýz çocuklar bekleþir; ha bire cavalaciroz gevezelik ederler. Pazar yerinde top top temiz kumaþlardan insanýn içini gýcýklayan o güzelim çitlembik kokusu yayýlýr... Güneþin ýþýmasý azalmýþtýr. Hava artýk, ýlýk ýlýk kýþ kokmaya baþlar. Bu berrak hava genizleri yakar, burun deliklerinde nane ferahlýðý býrakýr... Günlerdir kasabanýn taþ evlerine çarpa çarpa Bolayýr yönüne sert esen filizkýran görüntüleri o kadar saydamlaþtýrýr ki Ekinlik, Kapýdað pýrýl pýrýl ortaya çýkar. Çardak feneri iyice belirginleþir. Nerdeyse boðaz ortasýndaki Umurbey kulesi görüleyazar. Karþý yakada Kavaklýburun, Göktepe'ye doðru ardýl sýradaðlarýn doruklarýndan yerkürenin öbür ucunu seçebilirsiniz... Burasý cadýlar yöresi Tristatis’tir. Uzun sohbetlerin gýrla gittiði, ucuz þaraplarýn, koyu demli kýzýl çaylarýn, berbat kahvelerin içildiði, elden ele mýncýk mýncýk olmuþ gazetelerin okunduðu, -bazen de okurmuþ gibi yapýldýðý- salaþ liman kahvesi aylak balýkçýlar, moruklar, geveze emeklilerle doludur. Saðda solda tembel kediler, köpekler gerine gerine gezinirler. Baðýra çaðýra konuþan bu neþeli, gururlu, müdavim insanlar kýrs kýrs kafa çekmeyi, dalga geçmeyi, dedikoduyu, atýp tutmayý çok severler. Çile, tasa, dert, sýkýntý, üzüntü, gerçekleþemeyen, ama bir türlü bitip tükenmek bilmeyen hayaller, özlemler, gizli tutkular, iç çekiþler, hýçkýrýklar aslýnda bu insanlarýn yaþadýklarý hayatýn ta kendisidir. Karýnlarýný doyuracak kadar ya kazanýrlar, ya kazanmazlar. Ama, onlar, kalin kokan mavi denizden aldýklarý o gizemli güçle, acýlarýn kenarýndan dolaþýp geçmeyi, ve dünyaya gülümseyerek tepeden bakmasýný çok iyi bilirler... Kahvenin yanýndaki, eskiden kilise ama þimdi ambara dönüþmüþ, üçgen damlý sarý taþ yapýnýn önünde Gagalik Ali lacivert çipil gözlerini kýsarak güneydoðu doðrultusunda belli belirsiz akça bir noktaya çocuksu bir heyecanla iþaret ediyor: Orasý Edincik abi: Ölü ruhlar þehri... Beyaz kent. Savaþtan sonra yüzlerce boþ kefen, bir sürü iç çamaþýr, çorap, savut, palaska, asker elbisesi bulmuþlar. Ama tenler yokmuþ, silahlar, cephane de yokmuþ, süngüler de yokmuþ: Buharlaþmýþlar sanki. Çýplak olarak savaþmaya gitmedi ya bunlar! De gömülmediler be ya diri diri! Boðaz savaþýnýn kayýp askerleri o kýyý ovasýnda baþýboþ, yersiz, yurtsuz, toplanýrlar, çýrýlçýplak dolanýrlarmýþ. Karlo Hasan önce Çetro’ya, sonra Takoz Nuri’ye, sonra bana dönüyor, saç sakal bir yanda, gacal gözleri kýpýr kýpýr, anlatýlanlarý çürük sarý diþlerini göstererek dinliyor, “de git iþine be geberik” diyerek hayatý boyunca hiç evlenmemiþ, hiç kýz arkadaþý olmamýþ Ali’ye takýlýyor, gýcýrdayan tahta iskele üzerinde aðlarý, fanyalarý temizlemeye devam ediyor... bir kova dolusu iskorpit, kolyoz ve ispendeki tek tek özenle ayýrýyor. .. Ali “lan amcýkaðazlý doðru söylerim be ya” diye baðýra çaðýra Takoz ile Çetro’yu ikna etmeye çabalýyor. En çok baðýran tartýþmayý kazanýyor. Gagalik Ali’nin gözünde tüm diþi yaratýklar, kaç yaþýnda olursa olsunlar, hepsi þeytan, baðýcý ve cadý. Kekeme olduðu için ona gagalik diyorlar. Kadýnlardan korkuyor. Onlara bakmaktan, onlarla konuþmaktan bile korkuyor, karý-kýz muhabbetti oldu mu, önce baþýný öne eðiyor, sonra usulca oradan uzaklaþýyor. Oysa, liman kahvesindeki gizli fýsýldaþmalar doðruysa, asýl mesleði tornacýlýk olan Ali buraya yýllar önce kuzeydeki bir kentten gelmiþ. Günün birinde, kamýþýndan boza kývamýnda bir sývýnýn sýzdýðýný fark edince hastaneye gitmiþ: Doktor zamparalýðý býrakmasýný, edepli olmasýný, karýsýnýn da tedavi olmasý gerektiðini söylemiþ. Çünkü, belsoðukluðu zührevi hastalýkmýþ, cinsel iliþkiyle geçermiþ, erkeði eritir bitirirmiþ, tüm beli kendiliðinden akýp gidermiþ. Ali afallamýþ kalmýþ bu iþe: çünkü onun karýsýndan baþka hiç kimseyle bir iliþkisi olmazmýþ... Gagalik Ali afal afal düþünürken ansýzýn içi öyle bir cýz etmiþ ki sazlýklardaki tüm sazlar saða sola savrularak, baþaklarýný çarparak, cýzýr cýzýr cýzýrdamýþ. Yunuslar, balinalar karaya vurmuþ, yavru kuþlar yuvalarýndan patýr patýr yerlere düþmüþler. Aðustos böcekleri de cýrlamaktan çatlamýþ. Kalbi birden küt küt atmaya baþlamýþ. Kalbinin kütlemesini bir türlü durduramamýþ. Gözyaþý dolu damarlarý birden patlayývermiþ; ciðerleri, midesi, baðýrsaklarý buz kesmiþ, parça parça olmuþ. Ýçi çakul çukul eden donmuþ kýrýklarla dolu bez bir kukla kabuk, bir koza gibi kala kalmýþ dünyanýn ortasýnda. Bekliyordum zaten, biliyordum zaten... Seni en sevdiklerinle kirleteceðim, lanetleyeceðim, vuracaðým, kukla kabuk ta ki nefreti, sevmemeyi öðrenesin, beni yadsýyasýn. Ali, o eczane senin, bu eczane benim, kaba etinden iðneleri yiye yiye bir hal olmuþ. En sonunda, iyileþtikten sonra, bir sabah kuþluk vakti hiç kimselere bir þey demeden, karýsý ve iki kýzý uyurken, bir çýkýnla evden ayrýlmýþ. Gidiþ o gidiþ. Gitmiþ, gitmiþ, gitmiþ, gelmiþ de bu kasabaya yerleþmiþ... Gagalik hayatýnda sünnet de olmamýþ. Sünnetsiz kalafat nasýl olurmuþ diye merak edenlere, çok ýsrar edilince, utana sýkýla bir köþede gösteriyor... Þimdi ne zaman kahvede bir fincan es kaza kýrýlsa, çay bardaklarý birbirine çarpsa, fazladan bir þangýrtý kopsa, ses týnýlarýnda beklenmedik bir artýþ olsa, gözü açýk gördüðü bir düþten ayýlýr gibi korkuyla yerinden sýçrýyor, silkiniyor, orasýný burasýný yokluyor, zannediyor ki içindeki kýrýklar kabuðunu delerek dökülüyor... Su kum kokuyor. Kum tuz kokuyor. Tüm deniz ufka kadar dev köpükler içinde kaybolmuþ. Beyaz-mavi büklümden ordular akýn akýn, yayýla yayýla, görkemle geçiyorlar. Soluklanmak için duruyorum. Yelin savurduðu kum yüzümü acýtýyor. Yoksa bunlar toz halinde buz zerrecikleri mi? Gözlerimi yumuyorum. Filizkýran taraçada yarý beline kadar sarkmýþ bakýnýyor. Kýzgýn kalçalarý demirlerde . Kýzýl saçlarý rüzgarlarý savuruyor. Þeffaf teni arzuyla yanýyor. Ýçi titriyor. Sýrça eti çýðlýk atýyor. Etini benden baþkasýna verme... Þu bahçede çokçana çimçek, cýrlayýk, karatavuk… hepsi limonluðun camýna çakýlýp ölmüþler. Ýki tekir kuþlarýn baþýnda hiç kýpýrdamadan öylecene duruyor. Kasabanýn bitimine kadar pedal çeviriyorum. Ter içindeyim. Nefesim kesiliyor. Gülkurusu yalý kasabanýn ucundaki son ev. Yol ayný zamanda kasabayý Eriklice'den ayýrýyor. Bizi birleþtiren yol... Dönüþte kasabanýn yarý deli ikizleri önüme fýrlayýnca irkiliyorum. Bunlar dilsiz. Güneþten solmuþ yeþil bol entariler giymiþler. Her ikisinin de dudaðýnýn üstünde hafif tüylenmiþ kocaman bir ben var. Týrnaklarýnýn arasý kir dolu, þiþ parmaklý mor ellerinde zafer bayramýndan artakalan pörsük güller, karanfiller, zambaklar var. Bunlarý tören sonrasý alandaki çelenklerden yolduklarý belli. Çiçekleri istemediðimi belirtince bu sefer kýllý ayaklarýndaki plaj terliklerini göstererek aðlamaklý sesler çýkarýyorlar. Terlikler farklý numaralarda ve hepsi sol ayak için... Tamam size ayakkabý bulacaðým. Güleç kartaloz yüzleri güneþten, kirden kavrulmuþ. Elleri, kollarý yanmýþ, gür beyaz saçlarý þaþkýn bir zýtlýkla kafalarýna tutturulmuþ. Söylenenlere göre bunlarýn ikisi de kýzoðlan kýzmýþ. Bunlarla yatan aklýný oynatýrmýþ. Tüm cadýlarýnki gibi bunlarýn da göbek altlarý kapaklýymýþ... Güya bunlar kasabanýn zengin Rum ailelerinden birinin kýzlarýymýþ. Ýki hergele, Rum kuyumcuyu öldürüp altýnlarý, gümüþleri çalmýþlar, evi yaðmalamýþlar, bir tek bu ikizler kurtulmuþ. O iki hergele de kasabanýn zenginlerinden olmuþ... Ama gel zaman git zaman birisinin kýçýnda karpuzdan büyük bir ur oluþmuþ, zürriyeti kurumuþ, hiç çocuðu olmazmýþ; öbürsü de kaza geçirip felç olmuþ, aðzý yamulmuþ, titreye titreye bastonla dolaþýrmýþ. O büyük kentlerin çöp bidonlarý üzerinde hani þu pisi pisi deyince kaçan kýrçýl pasaklý kediler vardýr ya, pisi pisi dedikçe daha çok korkuyla kaçarlar. Yine de bir ara durup umutla insanýn ta gözünün içine bakarlar. Onlarda insan yüzü vardýr: Acýlý, umutsuz, buruk yüzlerdir bunlar. Güvensiz, ürkek kedi yüzleri. Delibaþ cadýlarda öyle bir yüz var iþte: maskelerinin ardýnda gizleniyorlar. Kasabalý bunlardan korkuyor. Nerde yatarlar, nerde kalýrlar, kimse bilmiyor. Haklarýnda olmadýk þeyler anlatýyorlar: Yok ayaklarýndaki terleri emip özsularýný da katarak büyülü iksir yaparlarmýþ, yok enikleri, kedi yavrularýný piþirip yerlermiþ, yok mezbahadan çið et çalarlarmýþ, yok hastanenin atýklarýný yerlermiþ, yok ecinnilerle konuþurlarmýþ, yok Tepeköy’de bir kadýn bunlarýn yaptýðý ter ve aybaþý suyu karýþtýrýlmýþ çaydan içince taþ kesilmiþmiþ... Güya o taþ kadýnýn gölgesi çeþme duvarýnda hala duruyormuþ... “Gidelim abi, bana inanmýyorsan kendi gözlerinle gör!” Ýkizler bir gece yattýklarý iskelenin dibinden korkuyla uyandýlar: Karanlýkta yankýlanan büyük bir çýðlýk duymuþlardý. Tüm kasaba uyuyordu. Aslýnda bu tek bir çýðlýk deðil binlerce insanýnýn hep bir aðýzdan çýkardýklarý son bir imdat çaðrýsýydý sanki... “o büyük depremde binlerce can öldü”... Hep kendini düþünen, kendi kendine söylenen, mýrýldanan, kuran, uyuyamaz kalbinin çarpýntýsýndan, geceleri ölüm korkusundan. Yükselirken göðe iri beden, iri gözler, iri memeler, iri göktaþlarý düþer art arda... Bu sonu gelmeyen buz, tunç, taþtan suçlar, dualar ve günahlar okyanusunda büyülü halýnla yükselirsin... Ten, tin ayrýþýr, birleþir. Koza patlar, sayýlarca sayýsýz pýrýl pýrýl damlacýk uzay boþluðuna savrulur. Samanyolu iþte böyle oluþur, büyür, geniþler. Kastor ve Poluks galaksilerden onu izler, göz kýrpar. Bir korkulu rüyada, kabusta, yaþayan, oradan oraya savrulan ölü gölgelerin, hayal varlýklarýnýn imgeleri, çýplak uzuvlar, ince deriler, sinirler, bezeler, kemik iliði, kýkýrdaklar, beynin gri dokusunu kuþatýr, kemirir, çürütür, yer bitirir. Et toprak olur gider... Böyle ürküler, sanrýlar hepimizin içinde vardýr... Bu gece ay çok erken doðdu. Uzaklarda çomarlar havlýyor. Yazýn son günleriydi. Dördün yükseliyordu. O seni seviyordu... Mevsimler hiçbir þeye aldýrmadan ve acýmadan akýp gidiyordu... Kayýkçý bir an nefes almak için durakladý... “Artýk kürek çekme, kayýðýmýzý durdur. Artýk kürek çekme, kayýðýmýzý durdur!”
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Hulki Can Duru, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |