..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Dünyaya geldiðinden, dünyada bulunduðundan, dünyadan gideceðinden hoþnut olan bir kimse görmedim. -Namýk Kemal
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Þiir > Aþk ve Romantizm > Engin Yavuz




11 Ekim 2002
Yazlýk sinema  
Engin Yavuz

:BEBH:
Türkiye’nin üçüncü büyük kentinde, modern binalarý, geniþ caddeleri ve rahat ulaþým olanaklarý ile kentin içinde, eteklerine yaslandýðý ormanlarla kaplý daðlarý, onbinlerce kiþinin geçmiþten bugüne yararlandýðý sahil þeridi ve piknik alanlarýyla kentin dýþýnda sayýlabilecek bir ilçede belediye baþkan yardýmcýsýydý. Yýllarca kentin belediye otobüs iþletmesini yönetmiþ daha sonra bu göreve talip olmuþtu.
Belediyenin yeni hizmet binasý bitinceye kadar geçici olarak yerleþtiði deprem konutlarýna benzeyen, hepsi çiçeklerle aðaçlarla süslü küçük bir meydana bakan tek katlý prefabrik yapýlardan birindeydi çalýþma odasý. Koltuðuna oturduðunda ilçenin yaslandýðý yüksek daðlarý, aþaðýdan daðýn zirvesine, yukarýdan aþaðýya yolcu taþýyan teleferiði, daðlarýn zirvelerinde yoðunlaþýp, kuzeye akan kara bulutlarý rahatça görebiliyordu. Baþýný her kaldýrdýðýnda tabiat bütün güzelliði ile karþýsýndaydý. Zaten hep aradýðý da buydu. Hele bir de yaðmur yaðarsa, týpýrtýlarýný duyarsa odasýnýn çatýsýnda… Bunun çocukluðunu ve gençliðinin ilk yýllarýný yaþadýðý köyden kalan bir alýþkanlýk olduðunu söylerdi dostlarýna..
Sýrf bu yüzden 140 metrekarelik lojmaný býrakmýþ, belediyenin fidan yetiþtirdiði serada bulunan daracýk idare binasýný az masrafla lojmana dönüþtürmüþtü.
Güllerin, kasýmpatlarýn, ayva aðaçlarýnýn, sessizliðin ortasýnda, iki kangal köpeði ile birlikte gündüzleri bulutlarla, geceleri yýldýzlarla ve birkaç yakýn dostuyla yaþamayý seviyordu.
Güneþli, pýrýl pýrýl gökyüzünün batýdan gelen aðýr yaðmur bulutlarýyla karardýðý bir sabahtý. Bir yandan önündeki evraklarý imzalýyor, bir yandan dýþarýya göz atýyor, yaðmurun henüz baþlayýp baþlamadýðý kontrol ediyordu. Zile bastý, odacýyý çaðýrdý, bir çay söyledi kendisine, bir sigara yaktý, kalktý pencereyi açtý. Ýçeriye lodosun taþýdýðý sonbahar doldu.. Ýlk yaðmur damlalarý belediyenin avlusundaki tozlarý havalandýrýyordu. Odacý çayýný getirdi, masasýna býraktý.
“Efendim var mý baþka bir arzunuz” dedi, cevap alamadý, odadan çýktý..
Bican, yýllar öncesinde köyündeydi o sýra.

*     *     *
Henüz elektriðin ve eðitim olanaklarýnýn köye ulaþmadýðý dönemdi. Okul köyden sekiz kilometre ötedeki Tepeköy kasabasýndaydý, gün boyunca eðitim vardý.
Sabah alakaranlýkta uyanýr, bir tek köhnemiþ yük vagonundan bozma istasyonun yolunu tutardý. Ýçine kitaplarýný koyduðu heybesi elinde kendisini kasabaya götürecek otorayý beklerdi ayný okula giden köy çocuklarýyla birlikte..
Okula gidip gelmek en büyük eðlencesi, yaðmurlu kýþ günlerinde ise en büyük korkusuydu. Aðaçlarýn zorlukla ayakta kalmaya çalýþtýðý, fýrtýnalý, yaðmur damlalarýnýn insanýn yüzünü yaktýðý bir gündü.
Okulda dersler bittiðinde hava kararmak üzereydi. Ýyice soðumuþtu hava, kasabada bacalardan dumanlar tütmeye baþlamýþtý artýk, herkes erkenden çekiliyordu evine. Sokaklar tenhalaþýyordu artýk..
Yalnýzdý okuldan çýktýðýnda, köye de tek baþýna gidecekti.
Kasaba istasyonuna indi, treni beklemeye koyuldu. Birkaç kiþi daha vardý istasyonda.
Yaþlý bir adam, izne gelmiþ bir asker, pazardan dönen bir köylü kadýn.. Otoray geldi, birlikte bindiler, vagonda beþ-on kiþi vardý..
Güvende hissediyordu kendi onlarýn yanýnda. Pencere kenarýna oturmuþ vagonun ýþýklarýnýn yansýdýðý pencerenin bir ayna olduðunu varsayarak, içerideki yolcularý saymaya çalýþýyor oyalanýyordu. Zaman zaman buðulanan camý siliyor, gecenin zifiri karanlýðýnda dýþarýda bir þeyler görmeye çalýþýyordu.
Yolculardan birinin ilgisini çekmiþti bu yalnýz çocuk..
“Evlat okuldan mý dönüyorsun bu saatte, korkmuyor musun?”
Cevap vermedi. baþýný sallamakla yetindi. Öyle korkuyordu ki aslýnda..
Büyük ihtimal herkes köydeki istasyonda onu karþýlayacak birinin olabileceðinden emindi.
Oysa trenden indiði andan itibaren yapayalnýzdý.
Ýlkokul döneminde havanýn erkenden karardýðý günler hep korkularla geçti. Kýrlangýçlarý ilk gördüðünde içi sevinçle dolardý, çünkü baharýn ve uzayan günlerin belirtisiydi kýrlangýçlar..
Vagon eskisi istasyon ile aþaðýdaki köy arasýnda bir kilometrelik bir mesafe vardý.
Ýstasyon karanlýktý, zaten görevlisi de olmazdý o saatte.. Ýstasyonu köye baðlayan patika da karanlýktý. Çamlarýn, hayýtlarýn, meþelerin arasýndan tökezleye tökezleye yürümek zorundaydý.
Hele fýrtýnalý, yaðmurlu, gökte birtek yýldýzýn bile görünmediði kýþ geceleri ürkütücüydü.
Ýlkokulu korkularla bitirdi, çiftçi babasý ortaokula gitmesini de istiyordu.
“Biz ilkokulu bile bitiremedik, senin ilkokulu bitirmen yetmez, ortaokulu, liseyi, üniversiteyi de okuyacaksýn. Büyük adam olacaksýn. Köyde herkes seni örnek alacak. Boþnak Ýbrahim’in oðlu mühendis oldu, doktor oldu desinler istiyorum. Bu köy seninle gurur duymalý” demiþti bir gün…
Ama Tepeköy’de ortaokul yoktu, Ýzmir’de bir okula yazdýrdýlar. Tren yolculuklarý uzadý, korkularý da derinleþti.
Hiç unutmuyordu, bir Kasým günüydü. Okuldan çýkmýþ Alsancak Garý’ndan saat 18.30’da hareket eden trene binmiþti. Vagonda tanýdýk aradý, bulamadý.. Buharlý tren yorgun homurtular ile köy yakýnýndaki istasyonda durduðunda kendini koca evrende yapayalnýzmýþ gibi hissetti.
Hýzla yürümeye baþladý. Sendeliyor, çalýlara takýlýyor, korkusu arttýkça yürümüyormuþ gibi geliyordu. Üzerinde bir tek ceket vardý. Yaðmur damlalarý kamçý gibiydi. Vurdukça elini, yüzünü acýtýyordu.. Ýç çamaþýrlarýna kadar ýslaktý.
Çoban köpekleri geliyordu aklýna, ya yoluna çýkarlarsa, ya saldýrýrlarsa, ýsýrýrlarsa.. Her hayýtýn arkasýndan biri çýkacak sanýyordu, fýrtýna dallarda, telgraf tellerinde ýslýklar çalýyordu.
Köy karþýsýndaydý, görüyordu, birkaç gaz lambasý ýþýðý hariç karanlýða gömülüydü. Koþmaya baþladý. Nefes alamýyordu, yere yýðýlacak gibiydi, bacaklarýndan kan çekilmiþti sanki.. Þimþekler çakýyordu birbiri ardýnca, gökgürültüleri kulaklarýnda uðulduyordu..
Koþuyordu, “Anne” diye baðýrmak geliyordu içinden..
Baðýrmaya kalksa sesi çýkmayacaktý biliyordu. Koþtu, koþtu.. Eve arka bahçe kapýsýndan nefes nefese girdi..
Titriyordu, korkudan mý üþümekten mi kestiremiyordu artýk. Kapýnýn dibine çömeldi, kustu, rahatladý..
“Okuyacaðým” dedi kendi kendine, “Korkacaðým ama okuyacaðým, babama söz verdim, büyük adam olacaðým..”
Ýçeriye seslendi sonra:
“Anne, ben geldim..”
Gaz lambasýnýn titrek sarý ýþýðýnýn yansýdýðý oturma odasýnýn perdesi aralanýp, örtüldü..

*     *     *
Telefonun sesiyle, çocukluðundan, gençliðinden sýyrýldý Bican..
Kalktý, önce yaðmur içeriyi daha fazla ýslatmasýn diye pencereyi kapattý. Sonra ahizeye uzandý, aldý:
“Efendim..”
“Bican, ben Nazan..”
“Nasýlsýn, neredesin, ulaþamýyorum sana ne zamandýr..”
“ Seminerdeydim yurt dýþýnda, döndüm kýzým hastalandý, tahlil, tedavi derken her þeyi unutuyor insan.. Emin ol aramaya fýrsatým olmadý. Neyse bak þimdi duydun sesimi, özledim seni biliyor musun. Ne zaman görüþeceðiz? Seninle sohbet etmeye hasret kaldým..”
“Ne zaman görüþelim”
“Sen ne zaman istersen, bir engelin yoksa yarýn Ýzmir’e gelebilirim..”
“Sevinirim, lojmanda kalýrsýn, biraz kafaný da dinlersin..”
“Görüþürüz, öpüyorum..”
Bican, telefonu kapattý, odacýyý çaðýrdý:
“Keyfim yerine geldi, bana bir orta kahve istesene..”
Yaðmur þiddetini arttýrmýþtý iyice.. Kuzeybatýda Karaburun Daðlarý’nýn sýrtlarýnda kara bulutlar, laciverde dönüþüp iyice alçalmýþtý, uzakta þimþekler çakýyordu, duyulur duyulmaz gökgürültüleri geliyordu..
Nazan’dý az önce telefon görüþmesi yaptýðý kadýn. Çocukluk aþký, þimdiki arkadaþý Nazan. ilkokulda aþýk ol, peþinden koþ, sana yüz vermesin, yýllar geçsin herkes kendi yoluna gitsin.
“Nereden nereye” diye düþündü. Köye çocukluðuna döndü yeniden..
Odasýndaki radyoda, kimbilir hangi radyo istasyonunda Orhan Gencebay, “Bir teselli ver” diyordu.
Bu þarký Bican’ý aldý yazlýk sinemalara götürdü.

*     *     *     *

Harita üzerinde, Ýzmir’in yanýbaþýnda görünen ama büyük kentlerin insaný mutsuz eden nimetlerinden bugün bile uzakta kalmaya ýsrarla özen gösteren bir yerleþim yeriydi, çocukluk dönemini yaþadýðý, þimdi zaman zaman gidip hayatta kalan büyüklerini ziyaret ettiði köy..
Elektriði yoktu ki sinemasý olsun.. En yakýn yazlýk sinema 8 kilometre ötedeki Tepeköy’deydi..
Ablasý evlenince kocasýyla birlikte Tepeköy’e yerleþmiþti. Eniþtesinin bu kasabada bir dükkaný vardý.
Ekmek tahtasý, beþik, tabure, oklava yapardý yanýnda çalýþan bir kalfa ve iki çýrak ile birlikte.. Bican zaman zaman kasabada ablasýnýn evinde kalýrdý özellikle hafta sonlarý..
Gün boyunca eniþtesine yardým ederdi..
“Bican sinemaya gidelim mi, bu gece güzel film varmýþ diyorlar..”
“Olur gidelim..”
Mutluluktan uçardý ama sevincini belli etmeyi hiç beceremezdi Bican..
Oysa eniþtesinin de en büyük eðlencesiydi yazlýk sinemalar..
Bir tek yapraðýn bile kýmýldamadýðý, sýcak, nemli, boðucu bir Temmuz gecesiydi.
Bican, sýk yapraklý dut aðaçlarýnýn, sokak lambalarýnýn soluk ýþýklarýnýn yere ulaþmasýný engellediði loþ sokakta ilerlmeyip giþeye yaklaþtý, kuyrukta yerini aldý her zaman olduðu gibi..
Sinemanýn duvarýnýn yarýsý sarý, yarýsý kýrmýzý boyalýydý..
Küçücük giþe penceresinin üzerinde boydan boya bir kabloya dizilmiþ, renkli ampüller yanýyordu.
Elindeki bozukluklarý giþedeki görevliye uzattý;
“Amca iki bilet verir misin..”
Sinemanýn deðiþmez þarkýcýsý Orhan Gencebay’ýn sesi sinemanýn duvarlarýný aþýp, gecenin sýcaklýðýnda daðýlýyordu:
“Hatasýz kul olmaz..”
Ýçeriye girdi, griye boyanmýþ tahta sandalyelerin sýralandýðý, soluk sarý ýþýklarýn aydýnlattýðý, zemini beyaz mýcýr kaplý, haþlama gazoz satýlan yazlýk kasaba sinemasýydý burasý. Haziran’da açýlýr Eylül baþýnda okullar açýlmadan kapanýrdý.
Ön sýralarda filmlerin kahramanlarý gibi olmak için ayný filmi bazen birkaç kez izlemeyi alýþkanlýk haline getiren, saçlarýný ýslatýp geriye taramýþ, en temiz giysilerini giymiþ, haftalýklarýndan hovardalýk eden tamirci çýraklarý, geriye doðru orta yaþlý esnaf, en arkada çocuklu aileler..
“Var mý gazoz isteyen?”
Sinema perdesinin dibinde çinkodan yapýlmýþ iki varil geniþliðinde ama daha alçak bir havuz vardý. Bu havuz suyla birlikte kocaman buz parçalarýyla dolu olurdu. Daha seyirciler gelmeden yüzlerce þiþe gazoz bu havuza yerleþtirilir soðumaya býrakýlýrdý.
Ýlk müþteriler geldiðinde içinde buz kýrýklarý ve gazozlar bulunan kovalarla satýcýlar ortaya çýkardý.
“Haydi, haþlama gazoz..”
Alný ve soluk kýrmýzý tiþortunun koltuk altlarý koþuþturmaktan terlemiþ, bir cebi týkabasa bozuk para ile dolu olan esmer gazoz satýcýsý elindeki açacaðý kovaya vurup bildik bir ses çýkarýrdý.
Bican, elindeki 25 kuruþu sýký sýký tutar gazozcuyu beklerdi.
“Versene bir þiþe, en soðuðu olsun..”
Sinemada gazoz içmek, film seyretmekten bile keyifliydi Bican için..
Çevresinde çocuk çýraklar, her yudumlarýnda gazoz þiþesini ýþýða tutup içinde ne kadar meþrubat kaldýðýna bakarlar, þiþe boþaldýkça suratlarý asýlýrdý.
Fragmanlar baþlarken ýþýklar sönerdi ve hep o anda eniþtesi yanýnda ayýrdýðý
boþ sandalyede yerini alýrdý.
“Geç kalmadým deðil mi Bican..”
Cemil Aða’nýn kýzý Nazan’a yine bu sinemada bütün cesaretini toplayýp duygularýný açmayý denemiþ, baþaramamýþtý.
Bu ilgi karþýlýksýz kalmýþ olsa bile sinemalar hayatýnda önemli bir iz býrakmýþtý Bican’ýn.
Kýþýn, köyde yapacak iþin olmadýðý günlerin gecelerinde, erkekler kapýsý yýllardýr misafirlere kapalý olan köy odasýnda toplanýr sohbet ederlerdi.
Köy odasý, lavanta, sabun ve gül kokardý.
Yýllar sonra üniversitedeyken, yarýyýl tatilindeki ziyareti sýrasýnda bir gece konuk olmuþtu köy odasýna..
Köyün erkekleri, üç duvarýn dibine döþenmiþ yer minderlerine sýralanmýþ oturuyorlardý.
En büyükleri, en yaþlýlarý Hýdýr Çavuþ, diðer duvarýnda ortasýna kurulmuþ ocaðýn baþýnda nargilesini fokurdatýyor, bir yandan anlatýyordu.
Köylüler, Hýdýr Çavuþ’un anýlarýyla, hikayelerini dinlerken binbir gece masallarýnýn büyüsüne kapýlmýþ gibi dalýp gidiyorlardý.
Genç bir çocuk elindeki tepsiyle bol köpüklü kahvelerini getirdi.
“Hani insanoðlu aya ayak basmýþtý ya, þehirdeki televizyonda görenler inanmamýþ, yýl 1969 muydu neydi, bundan üç yýl önceydi köyümüze elektrik geldi. Köyümüzde sinemayý da bundan sonra gördük..”
Kerpiç, saman ve ahþaptan yapýlmýþ, içi pembe boyalý, tavaný ahþap, tek katlý geniþ köy odasýnda Hýdýr Çavuþ, gözleri tavanýn kiriþlerinde, uzun uzun düþünüp böyle girmiþti söze..
“Daha önce yazlýk sinema görmemiþ miydiniz?”
“Görmez miyiz, kasabadaki sinemada film seyretmek için çocukluk ve gençliðimizde her hafta, bazen haftada iki gün onaltý kilometre yolu gidip gelmeyi göze almýþtýk.. 1960’lý yýllardý. Köyde henüz elektrik yoktu. Tek ýþýk kaynaðýmýz gaz lambalarýydý yaz kýþ.., Ýzmir’in burnunun dibindeydik ama karanlýktaydýk. Civarda Tepeköy’de, sadece 8 kilometre ötemizde elektrik vardý. Geceleri pýrýl pýrýl yanan ýþýklarý seyreder imrenirdik. Yazlýk sinemalar da oradaydý. Birisi Ses sinemasýydý. Duvarlarý kerpiçtendi, sývasýzdý.. Duvar diplerinde kavaklar dikiliydi. 200 kiþi alýyordu tahminim. Hep yerli filmler oynatýrdý. Ne zaman gitsek doluydu, zorla yer bulurduk. Diðeri Saray sinemasýydý. Yapan çok para harcamýþtý inþaatýna.. Sinema sahibinin büyük bir define bulduðu, yýllar sonra ortaya çýkarýp harcamaya baþladýðý anlatýlýrdý dilden dile.. Saray sinemasýna yabancý film sevenler giderdi. Biz hep Türk filmlerini tercih ederdik. Nerede þimdi o zaman seyrettiðimiz filmler.. Filmler mi kötüleþti yoksa biz mi deðiþtik bilmem…”
Nargilesini yeniden fokurdattý Hýdýr Çavuþ, kapýnýn dibinde baðdaþ kurmuþ, gözlerinin içine bakan çocuða seslendi:
“Oðlum Ahmet, söyle bizimkine çay demlesin, alýp getir bir koþu, haydi evlat, gecikme sakýn.. Kýrk yýlda bir misafirimiz gelmiþ..”
“On-onbeþ yaþlarý arasýndaydým, iyi hatýrlýyorum. Çoðu zaman sinemaya yayan gider yayan gelirdik. Giderken hoþtu da dönerken bize o kadar yolu yürümek çok zor gelirdi. Zifiri karanlýkta adým atmanýn güçlüðünü düþünsene.. Yanýmda komþu çocuklarý olmasa ne yapardým. Bir gece kimse gelmemiþti de kendime güvenip yalnýz gitmiþtim, çocukluk cesareti iþte.. Film çok güzeldi, Çakýrcalý Mehmet Efe’ydi, bayýlmýþtým. O kadar etkisinde kalmýþtým ki kahramanlýðýnýn, köyde günlerce Çakýrcalý gibi dolaþmýþtým. “
Çolaklarýn Dursun karýþtý söze:
“Hýdýr Çavuþ hep yayan mý giderdik Töpeköy’e, atlarý anlatsana, bisikletleri unutma..”
“Acele etme, sýrayla.. Ne diyorduk. Sonra biraz büyüdük, ata binmeyi öðrendik.. Zaten herkesin evinde bir ya da birkaç at bulunurdu. Atlara binip öyle gitmeye baþladýk sinemaya.. Ses sinemasýnýn bitiþiðinde bir han vardý. Herkes atýnýn yemini yanýnda götürür, atla beraber film bitene kadar hancýya emanet ederdi. Film bittikten sonra karanlýða aldýrmaz köy yolunda atlarýmýzla yarýþ ederdik. Seyrettiðimiz kovboy filmlerinin de etkisinde kaldýk belki.. Derken köyden biri at arabasýyla sinemaya yolcu taþýmaya baþladý. Onbeþ- yirmi kiþi buluþur, at arabasýna doluþur birlikte giderdik Tepeköy’e, birlikte dönerdik. Bir akþam, haziran mýydý aylardan temmuz muydu “Çirkin Kral” oynuyordu, gala vardý. Baþrolde Yýlmaz Güney ve sevgilisi Nebahat Çehre.. Beyaz bir Mustang otomobil ile gelmiþlerdi galaya, üzerinde beyaz bir gömlek, beyaz pantolon.. Ne geceydi.. Sinemaya geliþini, oturmasýný, yürümesini, bakýþýný hayran hayran seyretmiþtik. On dakika bile kalmadýlar sinemada, Birkaç cümle konuþtu, teþekkür etti, bu bize yeterdi. Daha sonra otomobillerine binip Kuþadasý’na gittiler. Bu on dakikalýk ziyaret bizim için ne önemliydi.. Tepeköy’de günlerce bu gala konuþuldu. Çünkü bu esmer, yoksul Anadolu çocuðu kötülerin düþmanýydý, cesurdu, yürekliydi.. O günlerde hepimiz Yýlmaz Güney’dik.. “

*     *     *     *
Aðustos ayý sonlarýydý, Ýzmir’deki Ticaret Lisesi’ne gitmiþler, kayýt iþlemlerini yaptýrmýþlardý. Eve döndüklerinde babasý, “Yakýnda ortaokula baþlýyorsun evlat. Büyüdün artýk. Bundan sonra köyün bütün kýzlarýnýn gözü üzerinde olacak. Sen de en güzelini seç. Zamaný geldiðinde dillere destan bir düðün yapacaðýz sana” demiþti.
Babasýný sessizce dinlemiþ, odadan çýkarken banyonun giriþinde kapýnýn bir köþesine iliþtirilen eski aynaya yansýyan görüntüsüne göz atmýþtý. Mavi gözlü, buðday tenliydi, uzun boyluydu ve zayýftý. Büyükleri yaþýtlarýndan daha olgun ve aðýrbaþlý olduðunu söylerlerdi.
“Neden kýzlarýn gözü üzerimde olsun, neyim ki ben” dedi kendi kendine..
Kendisinden hoþlananlar bulunabileceðinden habersizdi henüz.. Ama Bican birini beðeniyordu..
Cemil Aða’nýn kýzý Nazan’dý yüreðini titreten köylü güzeli..
Babasý toprak aðasý deðildi ama köyün en zenginiydi.
Hanay denirdi köyde, - benzeri yoktu- iki katlý taþtan yapýlý bir evde otururlardý. Herkesin, “Ah bizim olsa” dediði türden o günün þartlarýnda saray gibi bir evdi.
Ýþte o evin prensesiydi Nazan.. Köyün bütün kýzlarýndan güzeldi.
Lüle lüleydi sarý saçlarý, gözleri yeþildi, bu yeþilin köyde, ovada, daðlarda benzeri yoktu, arayýp bulamamýþlardý, ipinceydi, fidan gibiydi..
Köyün çocuklarý hayrandý ona, arkadaþ olmak için can atarlardý. Bican da hayranlarýndan biriydi Nazan’ýn.. Hem de ilkokula baþladýðý günden beri..
Köyde karþýlaþýrsa eðer, ya da pencereden bakýnýrken gördüðünde bütün bedenini ateþ basardý, utangaçtý, yüzü kýzarýrdý, duygularýnýn anlaþýlacaðýndan korkardý.
Ama bir yandan da ilgisini Nazan’a hissettirememek rahatsýz ediyordu Bican’ý, uykularýný kaçýrýyordu.
Ortaokuldan mezun olduðu yýl, yaz tatilinin çoðunu kasabada geçirmiþti Bican..
Haftasonuydu. Dükkanýnda yardým ettiði eniþtesinden haftalýðýný almýþ, hava kararýnca sinemanýn yolunu tutmuþtu Bican..
Tepeköy’ün ve bütün çevre köylerin haftalardýr beklediði film gelmiþti sonunda. Susuz Yaz’dý filmin adý ve konusu bu yörenin insanlarý için hiç de yabancý deðildi, baþrolde oynayanlar hemen herkesin sýk sýk karþýlaþtýðý kiþilikleri canlandýrýyorlardý.
Ablasý kitabýný okumuþtu, ”Necati Cumalý, Urlalý bir yazar. Yýllar önce Makedonya’dan Urla’ya göçmüþler. Kendi insanýnýn, yaþadýðý çevrenin öykülerini yazýyor. Bayýlýyorum onun kitaplarýna. Sen de okumaya baþlasan iyi olur” demiþti.
Gazozunu almýþ, yerine oturmuþ, ýþýklarýn sönmesini ve filmin baþlamasýný bekliyordu.. Eniþtesi için ayýrdýðý sandalyenin dýþýnda, iki boþ sandalye daha vardý Bican’ýn yanýnda. Hiç beklemediði bir þey oldu filmin baþlamasýna birkaç dakika kala..
Nazan babasýyla geldi sinemaya ve yanýndaki boþ sandalyeye oturdular. Bu, kendisi için hayal bile edemeyeceði bir rastlantýydý.. Onlarýn ardýndan eniþtesi yetiþti hýzlý adýmlarla. Nazan’ýn babasý ile selamlaþýp birbirlerinin hatýrýný sordular.
“Nasýlsýn Kemal Kardeþ, ne var ne yok?”
“Saðol Cemil aðam, yaþayýp gidiyoruz iþte.. Kýzýmýz da büyümüþ maþallah..”
“Senin kayýnbirader de çok büyümüþ, inan tanýyamadým, köyde iþlerden birbirimizi gördüðümüz mü var? Çocuklar hadi siz yan yana oturun.. Biz de hem film seyreder hem de laflarýz biraz, olur mu?”
Bu sözler Bican’a verilmiþ en büyük armaðandý aslýnda..
Perdeye bakýyordu ama ne kötü adam Erol Taþ’ý, ne de Hülya Koçyiðit’i gördüðü vardý.
Aklý, yanýbaþýnda oturan ve zaman zaman bir kolu tenine deðen Nazan’daydý.
Bir ara gözgöze geldiler, gülümsediler birbirlerine..Her yanýný yine ateþ bastý Bican’ýn,, bu ateþ göðsünden yüzüne, kollarýna, bacaklarýna bütün vücuduna yayýldý.
Nazan’la konuþmak istiyor, neler söyleyebileceðini içinden tekrarlýyor ama aðzýný açacak cesareti bulamýyordu kendinde.. Perdede 5 dakika ara yazýsýný gördüðünde bir saattir sustuðunu fark etti.
Nazan, Bican’dan önce davrandý, “Ne güzel film deðil mi, babam hep getirir bu sinemaya beni..”
O anda Bican’ýn aðzýndan dökülen kelimeler Nazan’ýn az önce söylediklerinin cevabý deðildi. Sonradan kendi de þaþýrmýþtý buna.
“Benim arkadaþ olur musun?”
“Hayýr, benim iyi bir arkadaþým var, bizim sýnýfýn mümessili Hüsrev.. Beni çok seviyor.. Belki ileride evlenirim onunla.. Ama aramýzda kalsýn, bizimkiler duysa öldürürler beni..”
Nazan, Bican’ý üzmek, çýldýrtmak için söylemiþti bütün bunlarý.. Çünkü Bican’ýn köyde peþinde nasýl dolaþtýðýnýn farkýndaydý..
Bican o gece Nazan’a, “Sen aslýnda beni seviyorsun, bana yalan söyleme, sen Hüsrev’i seviyor olamazsýn” diyebilmeyi çok istedi, cesaret edemedi.
Bu fýrsat karþýsýna yýllar sonra çýkacaktý..
Nazan’ý hiç unutmadý, hep yüreðinde sakladý..
Köyde ortaokulu bitiren ilk ve tek gençti Bican. Liseyi ve üniversiteyi de Ýzmir’de okudu. Büyük kentte yeni arkadaþlar buldu kendine ve ara sýra gittiði halde artýk köye sýðmaz oldu.
Yaþadýðý köy, anne ve babasýnýn –Babasýyla pek geçinemezdi zaten- elini öpmek için bazý tatillerde uðradýðý sýradan bir yerdi artýk.

*     *     *     *

Aylardan Aðustos’tu.. Ýktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi’nden diplomasýný yeni almýþ, o gün arkadaþlarýyla birlikte yýllar süren bir eðitim mücadelesini bitirmiþ olmanýn keyfini, 1. Kordon’da eðlenerek hep birlikte yaþamýþlardý.
Gece yarýsýna yakýndý, vedalaþtýlar.
Bican, “Artýk yatma zamaný, herkes evine.. Ben biraz deniz kenarýnda yürümek istiyorum. Belki kendime gelir, biraz ayýlýrým” dedi.
Tenhalaþmýþtý1. Kordon.. Kafeler, kýraathaneler yavaþ yavaþ kapanýyordu.
Akþamüzeri yaðan yaðmurun etkisiyle parke taþlarý pýrýl pýrýldý.
Elleri cebinde, dudaklarýnda Peppino Di Capri’nin, “Un grande amore a niente piu” isimli þarkýsý, Konak Meydaný’na kadar yürüdü.
Hatay’a gidecek otobüsün Saat Kulesi’nin karþýsýndaki duraktan hareketine daha 10 dakika vardý.
Birkaç yolcu bekliyordu durakta. Otobüsün kapýlarý kapalýydý. Yolcularýn bazýlarý söyleniyordu.
“Niye bekletirler böyle insaný. Aç kapýný içeride oturalým. Çay içmenin sýrasý mý?”
Çevresine bakýnýyor, vakit geçiriyordu Bican..
O sýrada yolcular arasýnda birini fark etti. Vücudunu bir alev yaladý, geçti anda..
Vahþi ormanlarý çaðrýþtýran bu yeþil gözler, sarý saçlar, bu ince vücut..
Bir adým attý, usulca seslendi:
“Nazan!”
Gri döpiyesli kýz gülümsedi..
“Ne kadar deðiþmiþsin, ne kadar güzelleþmiþsin..”
“Sen de çok deðiþmiþsin, yakýþýklý bir adam olmuþsun..”
“Seni ilk görüþte tanýdým ama selam vermeye cesaret edemedim. Beni fark etmeni bekledim.”
“Karþýlaþtýðýmýza o kadar sevindim ki.. Nereye gidiyordun? Acelen var mý? Vakit çok geç ama o kadar uzun zaman oldu ki seni görmeyeli, hemen býrakmak istemiyorum. Bir yerde oturup konuþalým mý. Dilersen taksi ile býrakýrým daha sonra..”
Duraksadý bir an Nazan, sonra “Olur” dedi.
Vapur iskelesinin yanýndaki kafeterya henüz açýktý, gidip oturdular.
Kafeteryanýn rýhtýmýna vuran dalgalarý seyrettiler sessizce. Garson çay getirdi, birer yudum aldýlar. Bican Nazan’ý inceledi, yüzünü, ellerini, saçlarýný.. Bir yandan kaç yýldýr görüþmediklerini hesaplýyordu içinden..
“Sayamadým” dedi Bican, “Kaç yýl oldu hesap edemedim. Çocuktuk galiba o sýralar. Ne yapýyorsun Ýzmir’de, ne zamandýr bu kenttesin?”
Nazan da ilkokulun ardýndan, ortaokulu ve liseyi de kasabada bitirmiþ, Ýzmir’de týp fakültesine baþlamýþtý daha sonra. Üçüncü sýnýfta öðrenciydi þimdi. Bir kýz arkadaþý ile birlikte Küçükyalý’da kiraladýklarý bir evde oturuyorlardý. O da alýþmýþtý þehir hayatýna.. Okulu bitirince kadýn doðum uzmaný olmak istiyordu..
Birer çay daha söyledi Bican. Konuþacak o kadar çok þey vardý ki, yüzlerce soru duruyordu kafasýnda, hepsini sormak istiyordu:
“Biriyle beraber misin? Sevdiðin biri var mý? Bunca yýl neden karþýma çýkmadýn. Bir daha görüþecek miyiz?”
“Neden olmasýn! Sýkýlýyorum bu kentte. Birkaç arkadaþým var bazen okulda bazen dýþarýda birlikte olduðum. Kasabadan ayrýldýðým günden bu yana kimseyi sevemedim biliyor musun? Hüsrev de doðru deðildi zaten.. Kalbim hep boþ kaldý..”
“!Ýyi ye artýk sýk sýk birlikte olalým. Birbirimizin yalnýzlýðýný paylaþalým. Ben üniversite diplomasýný aldým. Ama Ýzmir’de yaþamaya devam edeceðim. Bir devlet dairesinde memur olmak, yükselmek istiyorum. Benim için þu sýralar en cazip meslek bu olabilir. Ziraat mühendisi olmak olmayý hayal ettim hep ama gerçekler çok farklý oluyor çoðu zaman. Belki devlet memuru olarak da mutlu olabilirim, kimbilir? Gençliðe ilk adýmlarý attýðýmda seninle hayatým boyunca birlikte olmayý da çok hayal etmiþtim. Bir saplantý haline gelmiþtin benim için. Ama hiçbir zaman umudumu yitirmemiþtim biliyor musun? Yýllardýr günlük tutuyorum. Bir gün okuma fýrsatýn olursa eðer, seni nasýl sevdiðimi anlayacaksýn. Neyse, bir hayli geç oldu, bunlarý konuþmanýn saati deðil þimdi. Dilersen seni evine býrakayým. Yarýn belki tekrar görüþebiliriz. Býraktýðýmýz yerden devam ederiz. Birbirimize bundan sonra çok yakýn olacaðýmýzý hissediyorum..”
Bican, garsona hesabý ödedi, kalktýlar.. Bir taksiye bindiler, hiç konuþmadýlar Nazan’ýn evine gelinceye kadar.. Vedalaþýrken Bican yanaklarýndan öptü Nazan’ýn, bir düþünü gerçeðe dönüþtürüyor olmanýn mutluluðu ile..
“Hoþçakal güzelim, sahi aklýma geldi, yazlýk sinemalar kapanmadý deðil mi daha? Tepeköy’den bu yana gitmedim sinemaya desem inanýr mýsýn? Güzel bir film varsa gidelim mi, ne dersin?
Ertesi akþam Gözümoðlu Sinemasý’nda “Ekmekçi Kadýn” filmini seyrettiler.
Gazoz içip, patlamýþ mýsýr yediler.
Gökyüzü pýrýl pýrýldý ve el eleydiler.
*     *     *     *
Birkaç gün sonra ansýzýn köyü özledi Bican.
Evini, yakýnlarýný ziyaret etti. Hemen her gün Nazan’dan bir iþaret alabilmek için saatlerce oturduðu hanayýn karþýsýndaki Derviþ’in kahvesine gitti, çay içti.
Sevdiði kadýn yaþadýðý þehirde ve yanýbaþýndaydý artýk.
Anne ve babasýyla oturup yemek yedi o akþam.
Kastrada biber dolmasý ve zeytinyaðlý nohut nefisti.
“Biraz dolaþayým, hava alayým, fazla kalmaz dönerim” dedi.
Evin büyük kapýsýný usulca açýp kapadý, dýþarý çýktý. Hava yanmýþ asma çubuðu, çýra, kavak, kömür kokuyordu. Genzi yanýyordu ama bundan garip bir tad aldýðýný düþündü. Kayrak taþý kaplý daracýk tenha sokaklardan, gecenin karanlýðýnda yukarýya, vagon eskisi istasyona doðru yürüdü. Ýstasyon çocukluðunda býraktýðý halinden daha kötüydü, artýk kullanýlmaz hale gelmiþti. Bican, vagonun paslanmýþ tekerleklerinden birine yaslandý. Gökyüzünü seyre koyuldu.
Yedek subaylýðý sýrasýnda, görev yapacaðý askeri birliðe gitmek için tren beklediði taþra istasyonunda o an hissettiklerini ve birliðe ulaþtýðý gece günlük defterine düþtüðü satýrlarý anýmsadý:
“Kasabanýn tren istasyonu
Birazdan Afyon postasý gelecek, ipince bir yaðmur çiseliyor. Güneyli rüzgarlar külrengi bulutlarý taþýyor alacakaranlýk yamaçlara doðru..
Birkaç yolcu yaðmura raðmen dýþarýda, taþtan yapýlma eski istasyon binasýnýn önünde sabýrsýz..
Hat boyunca kavaklar, serviler, akasyalar sýralý ufka kadar. Hafif bir esinti son yapraklarý dallardan koparýp sürüklüyor.
Havada kýrmýzýlar, sarýlar, kahverengiler.
Çatýsý asýrlýk çýnarlarýn dallarýyla örtülü, camlarý buðulu istasyon kahvesinde, trenle yolculuða alýþýk olanlar sakin sakin çaylarýný yudumluyor.
Kara tren hep vaktinde gelir çünkü…
Manisa yönünde ufukta simsiyah bir duman beliriyor, sonra büyüyor giderek. Sanki Spil Daðý’nýn etekleri tutuþmuþ yanýyor.
Trenin gürültüsü bile duyulmuyor ama ne olur ne olmaz yolcular ayaklanýyor.
Birazdan istasyona yorgun bir tren girecek. Düdüðünü uzun uzun çalýp, ben geldim diyecek. Homurtularla yavaþlayacak sonra.. Kazanýnýn altýndan kýzgýn buharlar çýkaracak. Meraklý çocuklar birdenbire kabaran bu beyaz dumandan korkuyla kaçýþacaklar.
Vagonlarýn kapýlarý açýlacak birbiri ardýnca, kapýlar gürültüyle kapatýlacak.
Bir yabancý adres soracak. Diðer otel arayacak.
Birbirini yýllar sonra gören iki arkadaþ kucaklaþýp hasret giderecekler.
Ben kahveye gidip bir çay söyleyeceðim. Bir sigara yakacaðým yaðan yaðmura karþý..
Ne beklediðim bir yolcu var, ne de bir yakýnýmý uðurlayacaðým uzaklara..
Ben anýlarým tazelensin diye geldim tarihin izlerini taþýyan bu istasyona..
Çocukluk yýllarýmdan kalan bir þarkýyý içimden doyasýya söyleyebilmek için..
Her gün bir tren kalkar uzaklara
Kaybolur ilerlerde bir yerde
Yorgun homurtusunu ýslýðýný duyarým
Öksürür her seferinde..”

Bir sigara yaktý, bembeyaz dumanýný en uzaktaki yýldýzlara doðru savurdu.
Gece güzeldi ve daha sabaha çok vardý..



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn aþk ve romantizm kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Çürük aþk

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Pantolon [Öykü]
Karpuzkaldýran [Öykü]
Baðbozumu [Öykü]
Ünzile [Öykü]
yeni baþtan [Öykü]
Sardunyalara veda [Öykü]
Çaylarýnýz þirketin ücretsiz ikramýdýr [Öykü]
Yazlýk sinema [Öykü]
Kar zincirleri [Öykü]
Radyo [Öykü]


Engin Yavuz kimdir?

Ýzmir\'de 23 yýl profesyonel gazetecilik yaptým. Þimdi basýn danýþmaný olarak çalýþýyorum. Gezi notlarýmdan derlediðim Bisikletle Yollar Yolculuklar ve yaðmurlarla ilgili þiir ve düzyazýlardan derlediðim Yaðmur Damlalarý isimli kitabým yayýnlandý. Yazdýklarýmý edebiyatý seven herkesle paylaþmak istiyorum.

Etkilendiði Yazarlar:
Rifat Ilgaz, Necati Cumali ve Yaþar Kemal'den çok etkilendim.


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Engin Yavuz, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.