|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
Azmi, Bir Kadın, Bir Çocuk, Bir Bebek
İsa Kantarcı
Öykü > Aşk ve Romantizm
AZM, BİR KADIN, BİR ÇOCUK, BİR BEBEK
41 yaşındaki Azmi, hayvan tüccarıydı mutlu hayatında, sığır üretip satardı, bu işlerin içinde büyümüştü, babasının işi buydu, kurbanlık için da et ve et ürünleri üreten şirketler için. Köyde bir çiftliği vardı, tarlaları vardı. Ondan sığır
satın almak için gelen bir baba ve iki oğlu vardı, kamyonla, dört sığır satın almışlardı, asmanın altında çay kahve içmişlerdi,
Azmi müşterisi şişman adamı ve iki gen
[DEVAMI]
|
|
|
• İzEdebiyat > İnceleme > 7nci Sanat (Sinema) |
1
|
|
|
|
“Delilik, tek tek insanlarda pek seyrektir; ama gruplarda, partilerde, halk arasında, çağlarda kural olarak bulunur.”
(Friedrich Nietzsche, “Tan Kızıllığı”) |
|
2
|
|
|
|
Leo is actuaaly a True environmentalist and first of all he founded his own fountation while turning the tears of the audience into a flood with the charecter of Jack dawson which he played in Di caprio titanic in.... |
|
3
|
|
|
|
Ama seyir de yeteri kadar yorgunluk verici bir şeydir yeri gelince. Ve “Taciu, Venedik’te ölmek için en güzel sebeptir” o unutulmaz ve bütün aşkların özeti olabilecek cümleyle. |
|
4
|
|
|
|
bir gün sette çalışırken benim sıgaram bitmişti. set işçilerinden birini kartonla sigara almaya taksim’e gönderdim. yemekten sonra canım sıgara istedi. ama sıgara yoktu. .. |
|
5
|
|
|
|
Senaryosunu Barış Pirhasan’ın yazdığı ve Türkiye’deki ender sürrealist filmlerden - belki de zaman ve mekandaki kaydırmayı ve gerçekliğin üst gerçekliğe dönüşümünü göz önüne alırsak tek sürrealist Türk filmi! - olan Aaah Belinda, pek çok detayı içinde barından ve farklı yaklaşımlarla çözümlemeye imkan tanıyan, değerli bir Türk filmi. |
|
6
|
|
|
|
Hayatı seç. Bir meslek seç. Bir kariyer seç. Kocaman b.ktan bir televizyon seç. Otomatik çamaşır makinelerini, arabaları cd çalarları ve elektrikli konserve açacaklarını seç. Sağlıklı olmayı, düşük kolesterolü ve diş sigortanı seç. Geri ödemesi en az olan banka faizini seç. Ufacık bir ev seç. Arkadaşlarını seç. İyi bir tatili ve bavulu akıllıca doldurmayı seç. Üç odalı evini en güzel kumaşlarla donatmayı seç. Kendi işini kendin görmeyi ve Pazar sabahı ne b.k olduğunu düşünmeyi seç. Beyni uyuşturan, ruhunu ezen şov programlarını seyrederken, b.ktan yiyeceklerle tıkınacağın televizyon karşısındaki koltuğunu seç. Sonunda da, sefil bir evde yalnız başına geberip giderken, yerini, senin yerine geçmek için, seni kandıran bencil i.nelere bırakmayı seç. Çürüyüp gitmeyi ve yetiştirdiğin gerzek veletlere rezil olacak biçimde kendi altına etmeyi seç. Geleceği seç. Hayatı seç... |
|
7
|
|
|
|
Yeşilçam Çıkmazı’nın “artık iş yok” diye kıvranan insanları bir yana, Yeni Türk Sineması artık daha rahat ve emin adımlarla yolunda ilerliyor. Ama nereye kadar? Yeni yapımlar, bazen bizleri Yeşilçam Sokağı’na götürse bile “iy |
|
8
|
|
|
|
Yönetmen James McTeigue, iktidarın mevcut yönetimiyle skolastik dönemi hatırlattığı filmde, çoğunlukla düşük kontrastlardaki renk kullanımı ve yarattığı karanlık atmosferle de aslında bir nevi neo-skolastik dönemin mekansal yansımasını gösteriyor. |
|
9
|
|
|
|
Amerikalı yazar John Steinbeck’in Pulitzer ödüllü, 1929 ve sonrasındaki Büyük Bunalım (Great Depression) yıllarını fon alan oylumlu, iç burkan romanından uyarlanan The Grapes of Wrath (1940, Gazap Üzümleri); metne (text) genel olarak sâdık kalsa da nihaî sonu itibariyle iyimser (optimist) vizyonunu koruyan ve bu bağlamda da bireyin varlığına, aidiyetine bir liberal olarak saygı duyan yönetmen John Ford’un Amerikan halkına olan güvenini, hayranlığını ortaya koyan çok etkileyici bir sinema klasiği... |
|
10
|
|
|
|
Yağdığında, sıcak bir şeyler içip gevşetip, dışarıyı seyretmek için evde kalma isteğini kışkırtan yağmur, bir başkası için evini lağım sularından kurtarma çabası ile soluk soluğa sırılsıklam bırakabilir. Bu sadece zengin ve fakir arasındaki ayrım olamaz. Öyle olsaydı bütün ihtiyaç sahiplerinin birbirini anlaması gerekirdi. Oysa ki ev sahibi misafiri sevmez, misafir de misafiri sevmez gibi sanki. |
|
11
|
|
|
|
Jean Vigo; anlatacak derdi ve özgün söylemi olanlara vermiş olduğu ilham ve despot yönetimleri sürekli yererek, özgürlüğe ve insanlığa olan inancı ile bugün sinemanın ölümsüz yüzleri arasına çoktan girdi. |
|
12
|
|
|
|
Türk sinemasının ve milyonlarca izleyicinin, Şener ŞEN’e kayıtsız kalmayışı ve minnettarlığı, hiçbir şekilde bir tesadüf değildir... |
|
13
|
|
|
|
Zeki Demirkubuz son dönem bağımsız, minimalist Türk sinemasının, çoğunlukla toplumun dışına itilmiş erkeklerin gözüyle hayatın, aşkın, tutkunun, nefretin, ihanetin, kısacası insan doğasının anlatıldığı karanlık, kirli ve gerçekçi filmlerinin yönetmeni… |
|
14
|
|
|
|
Dünya üç kutuplu bir eksene ayrılmıştır. Avrasya, Doğu Asya ve Okyanusya şeklinde. Görünüş itibariyle üç kutuplu gözükse de aslında anlatılan tek kutuplu bir dünyanın yansımasıdır. |
|
15
|
|
|
|
Çoğunluk, Türkiye toplumunda etnik ve dinsel manada sayısal çoğunluğa sahip Sünni-Türk kitleye ayna tutuyor. Son yıllarda artan toplumsal kutuplaşmanın günlük hayat nasıl yansıdığını ve sirayet ettiğini gösteriyor.”Öteki” ne karşı artık kanıksanmış, sıradanlaşmış bir tavır alış şekli olan zenofobinin ( yabancı düşmanlığı ) korkutucu boyutlara ulaştığını ve toplumu militaristleştirdiğini sarih bir biçimde ortaya koyuyor. Zenofobiye paralel olarak gelişen ve ‘sıradan faşizm’ şeklinde tanımlanan günlük hayattaki ırkçılık, dışlayıcılık ve ötekileştirme gibi tezahürler bütün çarpıcılığıyla işleniyor. |
|
16
|
|
|
|
A Clockwork Orange’ın kesin ve net bir biçimde sorduğu sorular/çağrıştırdığı konular işte bu aşamada yüzeye çıkıyor. Ait olduğu sosyal sınıf gözetilmeksizin toplumu oluşturan ya da toplum dışındaki öznelerin düşünme kalıplarına, benimsemiş bulundukları kimliklerine dış ve kontrol edici bir tahakküm/müdahale gerekli midir? Bu tür bir müdahale nasıl sonuçlar doğurabilir? Dışarıdan müdahaleye maruz kalan bireyler ne kadar özgür olabilirler? Bu ve buna benzer uygulamalar devlet erkinin asal görevleri arasında kabul edilebilir mi? |
|
17
|
|
|
|
Film, genel itibarıyla beni çok etkiledi. Her ne kadar, bazı sahnelerinde “bir dakika! kızın bacakları nereye kayboldu?” gibi düşüncelere kapıldıysam da genel itibarıyla dozu yüksek olan erotizm, rahatsız edici gelmedi bana; yine de yaş sınırına kesinlikle uyulması gereken bir film.
|
|
18
|
|
|
|
Soru:
“Kadınlar erkeklerden daha mı duygusallar sizce?”
Yanıt bu kez belkide filmin finaline ışık tutacak cinsten; ama son kertede ironik:
“Duygu sadece pek az kadının karşılayabileceği bir lüks.” |
|
19
|
|
|
|
16 yaşında okulu bırakan, 17 yaşında ilk kısa filmini çeken, 22’sine geldiğinde ise ilk uzun metrajı olan Boy Meets Girl’e imza atan Leos Carax; kuşkusuz Fransa’nın en ilginç yönetmenlerinden biridir. Fransız Yeni Dalgası’ndan kalan mirası sahiplenen yönetmen, en çok da Jean-Luc Godard’la arasında girift bir bağ kurar. |
|
20
|
|
|
|
Siyah, beyaz filmler zamanından tanırdım Yılmaz Duru’ yu. Tanırdım derken doğal olarak sinema perdelerinde oynayan filmlerinden söz ediyorum... |
|
|
|