ÇINAR
“Çınar” sözcüğü sizlere neleri hatırlatır?
Tevfik Fikret’in “Çınar” adlı şirini mi?
Hani okullarda bizlere ders olarak ezberletilen şiir…
Ama “Çınar” denilince benim aklıma Malatya Orduzu Çarşıbaşı’nda bulunan çınar gelir….
Tevfik Fikret, ne murat etmişti bu şiirde bilmem ama bizim Orduzu’daki çınarı her gördüğümde, gayrı ihtiyarı Tevfik Fikret’in o meşhur “Çınar” adlı şiirin bazı mısraları dilime dolarım; “Enli, boylu, vakûr. /eğilmemiş, mağrûr/ Koca bir gövde; belki altı asır,/Belki ondan da fazla, dalgın, ağır,/Kaygısız bir ömür sürüp gelmiş;”…
Tevfik Fikret bu teşbihle belki de Osmanlıyı anlattı ama bu ifadeler tamı tamına bizim Orduzu’daki çınara da uyum sağlıyor…
Malatya Orduzu Çarşıbaşı’nda bulunan çınarı ilk gördüğümde ilkokul ikinci (ya da üçüncü, belki de dördüncü, hatta beşinci bile olabilir) sınıf öğrencisiydim…
“İlkokul öğrencisiydim”, derken siz, sakın beni bir ilkokul öğrencisi gibi düşünmeyiniz çünkü ben ilkokulu, bir ilkokul öğrencisinin bulunması gereken yaşta okumadım…
Yani önlük giyen bir delikanlı düşünün, ya da kara cübbe giyen bir imamı…
İşte öyle bir önlüğüm vardı benim. O önlüğü, okul bitene kadar giyeyim diye babam birkaç numara büyüğünden almıştı…
Çınar’a gezmeye giderken sınıfça, benim üzerimde o malum önlük vardı…
Yani yoksulluk, biraz da görgüsüzlük vardı… Tıpkı ‘Yeşilçam’ filmlerindeki aktris gibi…
Doğrusu çınarı sevmiştim, ya da çınarda yaşadıklarımı…
Çınar benim gözümde hala yıllar öncesi çınar, daha doğrusu öyle biliyordum. Ama birkaç yıl önce yeniden onu gördüm. Özlemiştim, hafızımda hala el değmemiş bir mekân olarak duruyordu…
Gidip yeniden gördüğümde Çınar’ın bulunduğu mekân değişmişti, daha önce patika bir yol şeklinde gidilen çınar yolu şimdi ‘NATO yolu’ gibi işliyordu. Civardaki yeşillikler bile eskisi gibi canlı ve albenili değildi. Çınardaki çeşme de eskisi gibi akmıyordu. Koca çınarın köklerini bir serum gibi besleyen dere/çay bile değişmişti… Kısacası çınar tüm çevresi değişmişti, doğallığı kalmamıştı. Sanki bir hoyrat el girmiş yüreğini alıp götürüvermişti çınarın. Daha önceleri pek bilinmeyen ve gizemliliğini koruyan çınarın mahremiyeti kalmamış, sırrı, gizemliği uçup gitmişti…
Belki inanmazsınız ama ben de Tevfik Fikret gibi; “Söyle ey çınar, bağrın/Hangi odlarla yandı? Hangi siyah/Kurt içinden kemirdi? Hasta, tebâh,/Seni kim şimdi bağlayıp saracak?/Kim şifalar verip de kurtaracak?” şeklinde haykırmak istedim…
Lakin haykıramadım, sustum…
Sustum ve yanımda getirdiğim yemekten yemeye başladım.
Bir taraftan yemek yerken refakatçimle diğer taraftan gelip-geçenlerin yılan bakışlı gözleminde bir şey anlayamadım, yemeğin tadını dahi duyamadım. Eskisi gibi yani yıllar öncesi gibi üzerimde imam cübbesi benzeyen ünlük yerine gayet çağdaş bir elbise vardı ama ben o zamanki kadar şen ve şakrak değildim. Daha doğrusu ben, o eski ‘BEN’ değildim tıpkı çınarın o eski çınar olmadığı gibi…
Aslında şimdi; “Söyle ey çınar… Seni kim şimdi bağlayıp saracak?” yerine “Söyle ey Şevket… Senin gözyaşlarını şimdi kim silecek?” diyerek bir köşeye çekilip gizli gizli ağlayasım geldi…
|
|
Şevket Başıbüyük kimdir? | | Edebiyatın karın doyurmadığını bile bile aç kalma pahasına yazmaktan imtina etmeyen, hayal gücünden çok izlenim ve gözlemlerini yazmaktan büyük keyif alan, yazarken adeta orgazım olan sıradışı bir yazar Etkilendiği Yazarlar: Roman, Hikaye, Şiir, Biyografi, Gezi |
|
|