Bazen Okumak İstemezsin!..

BAZEN OKUMAK İSTEMEZSİN!...
     Bazen okumak istemez canın; yazmak istersin… Hatta tıkanırsın, elin kolun bağlıdır sanki… İçinden hiçbir şey yapmak gelmez… Tembellik sanırsın bu hali… Ama içinden kelimeler, cümleler fışkırır, iç sesinin dili ile can bulur, tekrar edip durursun… Kaçacak başka yerler, yapacak başka şeyler istersin…
Televizyon izlersin mesele; uzun biz zap yaptıktan sonra , yüzlerce kanalda izlemeye değer bir şey olmadığına kara verirsin… Sonra uyumaya çalışırsın, uyku tutamaz(!) bir türlü, rüya tadında hallerde hep içinden gelen sesin hikayesinde yaşarsın, bilincin açık bir şekilde… Ve bir an belinin ağrıdığını hissedersin; ‘yeter artık yahu ‘ der ayağa kalkarsın… Daha da sıkılmıştır artık için… Göğüs kafesin dar gelmeye başlar, sanki bütün iç organlarının ivmeli bir büyümeye tabi olduğu hissine kapılırsın…
Dışarı çıkmayı denersin, son kurtuluş olarak, kaçmayı… ‘Belki de biraz temiz hava iyi gelir’ dersin kendini avutmak için; ama aslında derdinin dermanını da bilirsin… Boş boş gezer görünürsün sokaklarda, insanların olmadığı sessiz mekanları tercih eder, mümkünse en yakındaki boş tepeye atarsın kendini… Ama daha da dar gelmeye başlar bedenin, içinde bir dev sıkıştırmışcasına… Tatminsizliğin, mutsuzluğun had safhadadır… Hayatın gereksizliği üzerine felsefi düşüncelerin tekrar gelir, düşünce üretim merkezine belleğinden, içindeki seslendirilen kelimelerin gölgesi altında…
Artık sana dar gelen dört duvar değil, dünyadır… Atmosferin var olan ağırlığını hissedersin omuzlarında, en çekilmez hali ile ve tekrar atarsın kendini evine, odana her şeyden kaçma, bir tenha köşede yok olma isteği ile…
Sonunda pes edersin ve yazmaya kara verirsin… Her şey mükemmel olmalıdır diye düşünür, masanı düzeltir, kağıtları toplar, kendine bir bardak içecek alır ve oturursun sandalyene; en kutsal ve gerekli ibadeti yerine getirme arefesindeki bir mümin ciddiyeti ile… Kalem elinde, kağıt önünde düşünmeye başlarsın, hatırlamaya, saatlerdir içinden tekrar edilen kelimeleri, cümleleri yeniden elde etmeye çalışırsın…
Önce başlık düşünürsün yazına, bulamayacağını anlayınca, diğer cümlelerini kaybetme korkusu ile sona bırakırsın, en başta yazman gerekeni ve ‘Nasıl olsa sonunda yazacak bir başlık bulurum’ diye düşünürsün… Ardından yazmaya başlarsın, saatlerdir beynini bir etçil böcek gibi kemiren, bir urun belli aralıklarla tekrarlanan sancıları gibi, sürekli iç sesinin hükmedemediğin dili tarafından sessiz(!) harflerle dillendirilen ilk cümleyi ve ilk düşünceyi…
Ama bir terslik vardır bu işte!.. ilk cümleden sonra gelen, çokça tekrar ettiğin, ama ilk cümlenin yüksek sesinin altında ezilmiş ikinci cümleyi bir türlü hatırlamazsın… Artık tamamen bir depresyon halinin ellerine düşmüşsündür… Beden diye bir şey yoktur; sen sadece beynindeki ara sıra şoklarla artan çekilmez sancıdan ibaretsindir… Cehennem ateşinden daha kavurucu, Allah’ın cezası bu halden kurtuluşun yoktur sanki… Kalmak istersin yerinden; ama ne mümkün… Sanki, dünyanın en kuvvetli yapıştırıcısı ile sandalyeye yapıştırılmış popon ve görünmez bir kütle yüklenmiş omuzlarına… Kendini bedava çalışan bir hamal olarak düşünür, gülersin…
Dakikalar ilerledikçe daha da zor bir süreç olur bu hal… Eski bir alışkanlığın tecellisi gibi bir sigara ister canın, ama kendine verdiğin sözün ağırlığı ile sıkarsın önce ellerini, sonra dişlerini…
O anlarda kısa süreli bir şuur kaybına düşer, kızgınlığa sürüklenirsin… Sanki bütün her şeyin sebebi sigarasızlıkmış, tek sigaraya bütün problemler çözülecekmiş hissi duyarsın… Bacağında hafif bir titreme ile şeytani bir cümle belir yapışır düşüncelerinin merkezine… İçindeki ses ikna etmeye çalışır seni; ‘ah bir sigara içsen, toparlarsın kendini…işte o zaman en güzel metinleri yazarsın, hatta ölümsüzleşirsin belki de bu metinlerle… bir sigara istiyorsun aslında, yazmak değil derdinin çaresi, sadece bir nefes sigara… hem sen kuvvetli ve iradeli bir adamsın, bir sigara ile tekrar başlamazsın ki…’ der şeytanın, sağdan yaklaşarak çekingen bir eda ile kurnazca…
     ‘Bu iş böyle olmaz’ dersin kendi kendine ve bütün zahmetlere katlanarak, pencerenin önüne çekersin masanı ve sonuna kadar sıyırırsın perdeyi… Çıplak pencerenin camında izlemeye başlarsın dış dünyayı, televizyon izler gibi…
     Önce beyaz bir minibüs çeker dikkatini, önündeki yoldan geçen… sonra gökte muhteşem figürler çizen göçmen kuşların doğa harikası şovunu izlerisin bir müddet… sonrası daha da vahimdir; öylece beklersin gözlerin dışarıda bir put gibi, mal gibi…
     Umudun tükenişi ve merak duygusu ile karşıdaki apartmanın balkonlarına, pencerelerine ilişir gözün, teker teker bakar ve yorum yaparsın içinden… İşte bu anda bir teyze ilişir gözlerine… Şubat ayının ortasında, güneşli Pazar gününü fırsat bilip, balkonda sana doğru uzattığı okka gibi nasırlı ayaklarını hafif hafif sallayarak, hiçbir şeyi umursamadan uyuduğuna şahit olursun… Önce bu durumundan rahatsız olur onu tenkit edersin içinden, ama sonra onun o mutlu ve deliksiz uykusuna imrenir hayran olursun… ve giderek daha çok ilgini çekmeye başlar sana doğru uzattığı nasırlı ayakları… Bu ayakların yılların kahrını çektiği ve nelere şahit olduğunu düşünürken birden canlanıverir yeniden şuurun ve ikinci cümleyi hatırlarsın…
     Artık tamamdır… Çorap söküğü gibi dökülür her şey… Saatlerce içinde birikmiş ve benliğini tehdit eden bütün kelimelerden, cümlelerden kurtulmaya başlarsın… İsmail’in ayağının altından fışkıran zemzem gibi fışkırmaya başlar cümleler belleğinden… ve sen çölde su ararken petrol bulmuş fakir bedevi sevinci ile karalamaya başlarsın kağıdı, hiçbir düşünceyi atlamama gayreti ile…
     İşte böylesi bir cehennemi bir günün ardından gelir yazınların… ama bazen saçma olur bu fikirler ve ‘ben bunun için mi çektim bu eziyeti’ der kızarsın… Bazen de paha biçilmez bir mücevher edasında olur v tekrar tekrar okur, sana bu acıları çektirip, bu metni hediye edene şükredersin…
     Böyle bir günün ardından gelen bir yazıda anlatabilmek ise halini; insanı en tatmin edeni, en güzeli…


ahmet f yıldırım hakkındaki bilgilerin basılmasını istiyorum.
Eğer basılmamasını istiyorsanız tıklayın.

  ahmet f yıldırım kimdir?
ben müteşair... tanıdınız mı? hani çevrenizde saçmalayan o gafil görgüsüz, hem de cahil... örtüsüz uykularda, acayip rüyalarda toplanan talebelerine şiirlerini okuyan şizofrenik dünyasının en meşhuru ben müteşair tanıdınız mı beni? hani ismine dahi merak duymadığınız o gafil... ..... .... ...... ben müteşair... cidden tanımadınız mı? hani hayranlık duymadığınız o sefil anlamını mutluluğum kelimelerde arayan aymazlıkta makam sahibi, hem de rezil aklının kıtlığında kurduğu hayallerde alkışlar içinde gömüldüğünü gören deli dünyasının en kabiliyetlisi ben müteşair tanıyın artık beni. hani sizin için yazmaya çalışan o sefil... ...... ....... işte ben...geldim... ben müteşair...

Etkilendiği Yazarlar:
etkilenmek istemiyorum:))

 


Bu yazıyı basmak istiyorum.

İzEdebiyat'da yayınlanmakta olan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Tüm yazılardan birinci dereceden sayfa düzenleyicileri sorumludur. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.

Yazarların izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin —kısa alıntı ve tanıtımlar dışında— herhangi bir biçimde basılmaması/yayınlanmaması önemle rica olunur.

© 2000-2002, İzlenim.com - Tüm hakları saklıdır.