İş İştir



"Tütsülük ve şamdan bulunur mu? "
Göcek'e geldiğim gün dikkatimi çekmişti bu kız. Üzerinde, askılı beyaz bir bustiyer, mavi, kısa şortu vardı. Benden bir ay kadar önce Göcek'e gelmiş, dükkanın karşısındaki sokakta, bahçe içindeki tek katlı evi altı aylığına kiralamıştı. Yalnız yaşıyordu.
"Şamdanlar burada bir yerlerde olacaktı", diye kekeledim. Tütsülüğün ne olduğunu bilmiyordum. Elim ayağım birbirine dolaştı. Tam da gidecek zamanı buldu Ersan Amca, diye hayıflandım. Küçük bir kasabada büyümenin ezikliği, çekingenliği sardı her yanımı. Böyle zamanlarda daha içime kapanık, daha pısırık oluyordum nedense.
"Acele eder misiniz?"
Telaşımdan doğan sakarlıklarımı gülümseyerek izliyor, sorularıyla beni daha da bunaltıyordu. Neyse ki Ersan Amca yetişmişti imdadıma. Tam çıkarken;
"Elemanınız yeni galiba"
*

Safranbolu'dan ilk ve en uzun süreli ayrılışımdı. Liseyi bitirdiğim yıl, üniversite sınavı için Ankara'ya gitmiş, iki gün amcamlarda kalmıştım, bunun dışında kasabadan ayrılmamı gerektirecek birşey olmamıştı,ta ki Ersan Amca'nın babamı ikna etmesine kadar.
Tanıdığım en ilginç insanlardan birisiydi. Uzun yıllar öğretmenlik yapmış, emekli olunca da antikacı dükkanı açmıştı. Turizm sezonu kapandığında Anadolu'yu, köy köy, kasaba kasaba gezer, antika eşyalar toplar, bunları pazarlardı.
Her sene bir iki kez uğrardı Safranbolu'ya. Bir kaç gün kalır, çevre köyleri dolaşır, bakır siniler, sahanlar, gramofonlar, taş plaklar, giysiler... ne bulursa alırdı. Halk onun için hazineci dese de, hazine aramakla ilgisi yoktu. Topladığı antikaları bizim ardiyeye koyar, daha sonra pazarlamak için götürürdü.
Safranbolu'da kaldığı sürede, akşamları zahireci dükkanımızın önünde, kahvesini içer, babamla sohbet ederlerdi. Her gelişinde "Bu çocuğa yazık ediyorsun, gönder bana, ufku açılsın, yazları bana yardım eder, kışları da en azından dükkanı açık tutar" derdi, babam ise "Yahu, dükkansa işte dükkan, çalışsın dursun, evlenmek isterse de evlendiririz, ne yapsın gurbet illerde" diye, karşı çıkardı.
Onunla konuştukça bu kasabadan kaçmak uzaklaşmak isteğim daha da artıyordu. Günden güne köşeye sıkıştığımı, körleştiğimi hissediyordum. Sonunda razı oldu babam, işler de iyiden iyiye bozulmuş, tasarladığımız lokum işi de başlamadan bitmişti. "Belki böylesi daha hayırlı olur" diye, bir ay önce yolcu etmişlerdi beni.
Göcek'e vardığımda sezon daha açılmamıştı, bir yandan hazırlık yapıyor, rafları düzenleyip, eşyaların tozunu alıyor, adlarını, fiyatlarını öğreniyor, öte yandan Safranbolu ile hiçbir benzerliği olmayan bu kasabayı tanımaya çalışıyordum.
Ersan Amca eşyalarla ilgili bilgi verirken eskilere dalar, o günleri yeniden yaşardı: "Buradaki her eşyanın hazin bir öyküsü vardır, hepsi hevesle alınmış, kullanılmış ve sonra terkedilmişlerdir. Biz insanlar gibidirler, biraz sevgi göster, biraz dinle, bak sana neler anlatırlar" derdi.
"Zaman içinde gereksinimler, üretim-tüketim ilişkileri, araçlar gereçler, her şey değişti. Yarım asır, hatta yirmi beş yıl öncesinde kullandığımız eşyaların çoğu unutuldu, teknolojiye yenik düşerek, antikacı dükkanlarının raflarında yerlerini aldılar. İşte şu kurma kollu gramofon, kimbilir kimler, üzerinde köpek resmi olan taş plaklardan, Hafız Burhan'ı, Hamiyet Yüceses'i, Münir Nurettin'i dinledi. Bu kömür ütüsüyle, hangi memur işine yetişme telaşıyla giysilerini ütüledi. Şu, sahanlar, kalayları yer yer aşınmış, işlemeli bakır sini... Onun etrafında hangi aile toplanırdı, bir akşam yemeğinde... Büyüklüğüne ve işlemelerine bakılırsa varsıl bir aileyi ait olduğunu anlamak mümkündü. Duvardaki taş ayna, ona bakarak kurulan hayaller, ötedeki gümüş kemer, o hangi genç kızın belini süslemişti acaba... "
Önceleri; ne demek istediğini anlamaz, gülerdim içimden. Zamanla aramda bağ oluşmaya başladı, eşyaların dilinden anlamaya başladığımı düşündüm. Yalnız kaldığımda her eşya için bir öykü kurgulamaya çalışırdım. Bunları vareden usta elleri, çırakları, eski dükkanları, pazarlanmasını, alan- satan insanları, alıcıların ilk heyecanlarını, kullanan aileleri hayal ederdim. Nedense hep hüzünlü olurdu öykülerimin sonu.

*

Adının Sude olduğunu öğrendiğim, karşı sokaktaki kız daha sık gelir olmuştu dükkana. Bazan; raflardaki eşyaları teker teker inceler, alışveriş yapmadan gider, bazan hiç olmadık şeylere yüklü paralar sayardı. Zengin olmalıydı, altında arabası vardı. İstanbul'da üniversitede okuduğunu duymuştum.
Sabahları geç kalkardı Sude. Köşedeki pastanede, portakal suyuyla kahvaltı yaparken görürdüm bazan. Öğlenden sonraları, üzerinde deniz giysileri plaja inerdi. Elinde mutlaka kitap olurdu. Plaj dönüşü hava kararıncaya kadar ya bahçede kitap okur, ya da sokaktaki esnafla konuşur, tavla oynayarak zaman geçirirdi. Hava karardıktan sonra genelde ortalarda görünmezdi. Bazan bir iki gün kaybolduğu, sonra ortaya çıktığı olurdu.
Samimi olmuştuk, sıkıldığında; "Hadi var mısın bir el tavlaya" der, dükkan önünde, birasına tavla oynardık. Pullara uzanmak için eğildiğinde, göğüslerinin bir bölümü ortaya çıkardı. Önceleri hemen yüzüm kızarır, gözlerimi kaçırırdım, sonra alıştım göğüslerine ve bacaklarına kaçamak bakışlar atmaya.
Evlenme düşleri kurmaya başlamıştım; onu alıp, Safranbolu'ya götürüyor, dikiliyordum ailemin karşısına, onlara: "bak anne, bak baba, bizim kasabada eşi enderi olmadık güzellikte bir kız buldum, ailemize layık bir gelin buldum" diyordum. Şaşkınlıkla bir bana bir Sude'nin rahat davranışlarına bakıyorlardı. Kesin karşı çıkacaklardı evlenmemize. Ne düşündüklerini biliyordum, askerlik dönüşü, helal süt emmiş birini bakacaklardı, akıllarından geçen bir kız vardı besbelli, ama beni kıracak değillerdi ya, tek evin tek oğlunu, sonra düğün... her gün aynı düşü kurardım onlarca kez. Düş kırıklıkları yaşardım düş içinde, kendi kendime "Sen bir garip kasabalısın, üniversiteye bile gidemedin, Sude üniversitede okuyor, güzel ve zengin... o tür aşklar filmlerde olur" İçim bunalır, uykum kaçardı böye düşündüğümde, döner dururdum yatakta sabaha dek.
Düşlerimden, düşündüklerimden söz etmek istiyordum Sude'ye, ama açılamıyordum bir türlü. Her gün, tamam bugün açılacağım, konuşacağım artık diye karar alıyor, sonra eyleme geçemeden bir sonraki güne erteliyordum kararımı.
Tavlaya başladığımızda, "Bu gün tam sırası, onunla konuşmalıyım" diye geçirdim içimden, Ersan Amca'da buradaydı, birkaç saatliğine uzaklaşabilirdim. Oyun süresince; söyleyeceğim cümleleri düşündüm, ancak oyun bitiminde: "Sude seninle birşey konuşmak istiyorum" diyebildim. Hadi konuş der gibi bekledi bir süre, sonra "Eee hadi dinliyorum", yutkundum, kurduğum bütün cümleler uçmuştu. "Burada olmaz, başka bir yere gidelim, oturacağımız, birşeyler yiyip içeceğimiz yer olsun." Biraz düşündükten sonra "Fethiye yolunda bir yer var oraya gidelim, rahat rahat konuşuruz, güzel bir otel, barı, yemekleri, servisi fena değil" Evine yürürken, "Üzerimi değişeyim, bir saate kadar gelirim."
Sevincimden havalara uçuyordum. Bir saat sonra buluşacak olmamıza rağmen, dükkanın arkasındaki odama koştum, aceleyle üzerimi değiştirip, saçlarımı düzelttim. İkide bir odaya girip çıkıyordum. Aklım Sude'de gözüm saatteydi. Peki izin isterken ne diyecektim. Heyecanım gözünden kaçmamış, bir şeyler sezinlemişti demek, anlayışlı adamdı şu Ersan Amca. "Bu akşam izinlisin, git gez açıl biraz"

*

Arabasıyla geldi, üzerinde: meme uçlarını belirgin olarak gösteren, lacivert, dar badisi, altında kısa kot pantolonu vardı. Belli belirsiz makyaj yapmıştı. Omuzlarına inen kumral, gür saçlarının altında yuvarlak iri metal küpeleri görünüyordu. Arabayı kastederek, "İstersen sen kullan" dedi. Ehliyetim yok demeye utandım, "Senin kullanman daha iyi, gideceğimiz yeri sen biliyorsun hem." Fazla konuşmadık yol boyunca, bir süre arabanın radyosnu kurcaladı, sonra teybe bir kaset koydu. Bir yandan müzikle birlikte tempo tutuyor bir yandan çok seri araba kullanıyordu. Belli etmeden onu inceliyordum. O da bakıp gülümsüyordu arada. Benim kadar heyecanlı mıydı acaba?
Çevresi ağaçlarla kaplı, şirin bir otelin önünde durduk. Dediği gibi bahçesi, lokantası iyi düzenlenmişti. Garsonlar hemen karşıladı, Sude'yi tanıyorlardı, o da bir kaçına adıyla hitap etti.
Bahçenin kuytu yanında iki kişilik bır masa seçerek oturduk. Kırmızı şarap ve peynir siparişi verdi garsona, bana dönerek: "Fikrini sormadım ama bu saatte güzel bir şarap iyi gider." İlk kez şarap içecektim. "Farketmez, ben de şarabı tercih ederim" dedim.
Masada ellerimi nereye koyacağımı bilemedim bir süre. Şarabımızı getiren garson itina ile doldurdu kadehleri. "Hadi an'a içelim" dedi Sude. Kadehi kaptığım gibi bir dikişte içmek istedim, o ise kadehini bana doğru uzatmış gülümsüyordu, kadehimi yaklaştırarak "an'a" dedim ve yarıladım. İçimin yandığını hissettim, ama iyi gelecekti, rahatlatacaktı beni.
Bir yudum şarapı ağzında gezdirdikten sonra yutan Sude: "Bana söyleyeceğin önemli şey neyniş bakalım", ne kadar rahattı, "Hadi söyle çıkar dilinin altındaki baklayı" der gibi gözlerimin içine bakıyordu. Terlemiştim, vücudumdan ter değil de, o küçük kasabada büyümenin sıkıntıları sızıyordu sanki.
"Seni çok beğeniyorum" diyebildim. Gülümsedi. Birşey söylemeden uzandı, kadehi kıracakmışcasına sıkan elimi tuttu. Tüm cesaretimi topladım, sesimin titremesine aldırmadan: "Seni istiyorum", dedim. Bu kez iki eliyle elimi tutup, sıkarak: "Çok mu?" diye sordu, başımı öne sallayarak "Evet, çok" diye fısıldadım.
Annem ve babamla tanıştırmak isteğimi, O'nu ailesinden istemeyi düşündüğümü nasıl anlatacaktım. Tekrar elimi sıktı, yüzüne baktım. Gözlerinde bir ışık yanıp söndü, süpriz yapmak isteyenlerin gözlerinde görülen müzip ışıltıydı bu. "Bekle" Hızla içeriye, resepsiyona doğru yürüdü.
Lisedeyken komşumuzun kızı Ferhan'a, aracı ile mektup gönderdiğim mektubu, arkadaşlık teklif edişimi, "Ben seni ağabey gibi seviyorum, nasıl olur" yanıtını alınca yıkılışımı, bir daha hiçbir kıza, arkadaşlık teklif etme cesareti gösteremeyişimi düşünüyordum ki geldi. "Hadi gel benimle" Birşey anlamadan oturduğumu görünce, "Beni istemiyor musun, hadi kalk, gel benimle"
Resepsiyondaki genç görevli arkadaşlarıyla konuşuyordu, bizi görünce gülümsediler, hızla asansöre yürüdük. Elinde oda anahtarı olduğunu farkettim. Bir anda asansörde bulduk kendimizi.
- Bırak şu utangaçlığı, bende seni istiyordum, aptal.
Şaşkındım. Sanki bir düğmeye dokunmuştum ve herşey kendiliğinden oluyordu, rüyadaydım ve olayları uzaktan izliyordum. Yüzüme kondurduğu minik öpücükle iyice allak bullak oldum. Koridorun sonundaki odaya kadar nasıl yürüğümü anlayamadım bile.
Odaya girdiğimde, çarşafı özenle düzeltilmiş, ayak ucunda katlı nevresimi olan kocaman bir yatak çarptı gözüme. Klimanın yaydığı serinlikte kendime gelmeye, neler olduğunu anlamaya çalışıyordum.
Yatağın öte ucunda sırtı bana dönük durdu, aynadan yüzünü görebiliyordum. Çok seri bir hareketle üzerindeki lacivert badiyi çıkardı, önce bronzlaşmış tenini ve bikini izlerini farkettim sırtında, sonra bronzlanmış teninin çevrelediği bembeyaz iki kürecik ve uçlarında karadut gibi duran meme uçları yansıdı aynada. Heyecandan kasıldım o an. Bir kadını ilk kez çıplak görüyordum.
Tavla oynadığımız günlerde, dekoltesinden gördüğüm ve kaçamak bakışlar attığım memeleri, şortunun altındaki yuvarlak kalçası, uzun bacakları düşlerimi süslerdi. Şimdi karşımdaydı.
Arkası dönüktü hala, kendinden emin, gülümseyerk şaşkınlığımı izliyor, yaptıklarının bende bıraktığı etkiyi inceliyordu. Bundan haz duyduğu kesindi. Düğmesini çözdü, fermuarını indirdi, eğilerek, iki eliyle tuttuğu pantolonunu aşağıya, tangası ve o yuvarlak kalçaları ortaya çıkıncaya kadar ağır ağır sıyırdı, Ağzımın kuruduğunu, konuşamayacağımı hissettim bir an.
Sonra doğruldu ve bana dönerek:
"Bak Erhan, dostluk başka, alışveriş başka, iş iştir, yüz doları peşin alırım, otele de....
Odadan hızla fırladım...


emre gümüşdoğan hakkındaki bilgilerin basılmasını istiyorum.
Eğer basılmamasını istiyorsanız tıklayın.

  emre gümüşdoğan kimdir?
...

Etkilendiği Yazarlar:
nazım hikmet,ahmed arif

 


Bu yazıyı basmak istiyorum.

İzEdebiyat'da yayınlanmakta olan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Tüm yazılardan birinci dereceden sayfa düzenleyicileri sorumludur. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.

Yazarların izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin —kısa alıntı ve tanıtımlar dışında— herhangi bir biçimde basılmaması/yayınlanmaması önemle rica olunur.

© 2000-2002, İzlenim.com - Tüm hakları saklıdır.