_Karıncalar şişman, çopur suratlı yeryüzünün umarsız gözlerinden çıkarak ben asla seni sokmam; çünkü sen Nazım Hikmet kadar kanıyla, canıyla hayatıma şeref katamazsın der gibi bana kayıtsız bakıyorlardı. O an hem yeryüzünden hem de ölüler dünyasından kovuldum mu acaba sorusu aklıma takıldı. Karınca yuvasının yanına oturup onları seyretmeye başladım. Bir karıncanın sağdan soldan topladığı öte berileri yuvasına taşırken gösterdiği emeği biz insanlar olarak sevgi bazında birbirimize taşıyabiliyor muyduk? Karıncalar hayatta kalmak için bunu gösterirken, insanlar için sevgi bu kadar hayati olmaktan uzakta mıydı? Öyleyse uzakları yakın etmenin tek çözümü sevgiden geçmekteydi. Sevgiyi düşünürken, tekrar aklıma teyze geldi. Teyze beni evinden kovarken niyeti beni uzaklaştırmak mı, yoksa yakından tanımak mıydı? Bu sorunun cevabını tabi ki yine o verecekti. Oturduğum yerden doğrulduğumda vakit akşam üzeriydi. Güneş kızıl ışıklarını tepelere ve ovalara indirirken sanki dönülmez akşamın ufkundaydım. Tepeköy'e doğru adımlarımı hızlandırırken, teyze arkamda kalıyordu. Teyze tıpkı sırtımdan soğuk terler döken duygular gibi tenimden boşalıyordu. Bir titreme bir sinir nöbeti geçirerek dizlerim titreye titreye yürüyordum. Tepeköy'e yüzüm ve gözlerim birbirine karışmış bir psikolojiyle gidiyordum. Pansiyona yaklaştığımda, üzerimde kalan kötü enerjiden hala kurtulamamıştım. Patlamaya hazır bir bomba halinde yatağa düştüm. Rüyalarımda savaşların kanlı dövüşlerine bir kol, bir bacak, bir göz halinde şahit oldum. Acının rüzgarlarla mücadele eden mum ışıklarında aydınlığı aradım. Tanrı'm ben mutluluğu ve huzuru rüyalarımda bile yaşayamadım diyerek baktım en ışıltılı yıldıza. Sonra soğuk terler dökerek uyandım ve iç hesaplaşmayla birlikte kendi kendimle konuşmaya başladım:
Teyze nereden çıktı karşısıma bu insan diye düşünmüştür. Ona göre başka bir seçenek bırakmayan insanlardan ne farkım vardı ki. Duygularını bir tıpa gibi şampanya şişesine kapatan ve yine duygusal bir patlamaya sebep olan bu ben nereden karşısına çıkmıştım diye düşünmüştür yine. Acaba dediklerim doğru mudur; öldükten sonra dirilebilir miydim diye sormuştur kendi kendine. Bu soru beynini meşgul etmiştir ve onu bunun için beni kovduğunu düşünmüştür. Eşi beni öldürdüğü için mi, yoksa eşinin öldürdüğü bir insanı sevdiği için mi kovmuştu beni? Sorular, sorular, sorular... Kafam bir fabrikaydı sanki ve sürekli maraz üretiyordu. Ne yapacağımı şaşırmış bir durumdaydım. Tekrar yatağıma uzanıp uyuya kalmışım. Rüyalarımın tesiriyle yatağımda dönüp dururken, yastığım simsiyah oldu. Saçlarım yastığımın ve yorganım üzerine dökülürken, ortalıkta o kadar kıl yığınağı oluştu ki gören mutlaka derdi ki burada bir ayı oynadı. Ortalıkta gerçi bir ayı yoktu ama pançesi ve tırnakları sanki yüreğimi sıkıyordu. O an ki daralmayla tekrar uyandım. Dışarı çıkıp avluda oturmaya karar verdim.
Teyzeyi ben tırnak uçlarımda üşüyen bir yalnızlıkla sevmiştim. Beni kovunca sanki tüm parmaklarım kırılmıştı. Şimdi hayata nasıl tutunacağımı düşünüyordum. Avluda bir yukarı bir aşağı fink atarken, bağıra bağıra ağlamak istiyordum. Gecenin devasa karanlığını yaran gümüş aydınlığındaki ay pırıl pırıl ışıklarıyla her yerimi yakıyordu. Yana yakıla teyzeyi düşünerek ruhumu ve bedenimi alabildiğine yoruyordum. Yüreğimde öyle ağırlık hissettim ki, sanki damarlarımda kan değil de civa dolaşıyordu. Ben böyle ruh denizimde gelgitler yaşarken, avluyu aniden altın sarısı bir ışık kapladı. Ardından kar aydınlığı çöktü her yere. Üzerimi bir üşüme nöbeti sardı. Deliliğin keskin sınırlarında geziyordum. Kollarım, bacaklarım bedenime monte edilmişler gibi emanet duruyorlardı. Ha dağıldım ha dağılacaktım ve kimse bir daha beni bir araya getiremeyecek gibiydim. Bedenim ve ruhum inci taneleri gibi sağa sola dağılmak üzereyken, avlunun sokağa açılan kapısı aniden açıldı. Teyze nefes nefese karşıma dikildi. Bir hayalet görmüş gibi ürktüm. Kendimi toparlamam birlikte kelepçelenen dudaklarımı serbest bıraktım.
_Hoş geldin.
_Hoş bulduk.
_Seni görmek çölde deniz görmek gibi. Seni görmek hiçbir şeyimin kalmadığını düşünürken, tüm dünyanın benim eksenimde döndüğünü hissetmek gibi. Seni görmek hayata yeniden gözleri açmak gibi bir şey. Beni ne kadar mutlu ettiğini anlatamam.
_Sana bir şey diyeyim mi canım. Hani ıssız bir adayı keşfedersin ve ardından bayrağını dikersin en yüksek bir yerine. Mutlu olursun yeni bir şeyi keşfetmenin heyecanıyla. Aslında mutlu olunacak bir durum yoktur ortada. Çünkü sen o adayı asla fethedemezsin. Kumsalında milyarlarca kum vardır, ağaçlarının dallarında milyarlarca yaprak vardır, milyarlarca taş ve toprak vardır o adada. Gördüğün ve hissettin sadece yüzlerce olabilir. Her insan da aslında derin hayallerin ortasında bir adadır. En sevgililer bile birbirlerini çok küçük oranda tanımıştır. Bana fırsat ver Erkan. Senin milyarlarca kumunu bilemezsem de, o kumların üzerinde kaleler yapmama izin ver. Belki seni böyle fethederim. Bak bu yüzden yanına geldim. Ellerimi açıyorum sana. Kumdan kaleler yapmama izin ver.
_Şu an diyeceğim sadece şudur. Demek şu yeryüzünde iyi insanlar da varmış. Sana sormayacağım hangi dindensin. Sana sormayacağım hangi ırktansın. Sana sormayacağım hangi mezheptensin. Sana soracağım tek şey beni istiyor musun?
_Evet, evet, evet!
_Öyleyse tüm kurdelelerimi çöz. Hadi kurtar beni kara kutulardan. Yüreğim, ruhum her şeyim sana armağan olsun.
_ Öyleyse hadi gel çiftliğe. Seni kovduğum yerden yeniden başlayalım. Beraber izini sürelim hayatının inişlerinin çıkışlarının.
_Öyleyse beni bekle. Odama çıkayım üstümü değiştireyim. Lütfen beni bekle.
_Tamam bekliyorum.
Elim ayağım birbirine dolanarak odama çıktım. Bütün kadın silüetlerini silerek duvarlardan, teyzenin aydınlığındaki huzura koştum.
Yanına varır varmaz dilimdeki buzlar çözüldü. Dudaklarımdan su gibi cümleler akmaya başladı.
_Seni çok bekletmedim umarım.
_Yok bekletmediniz.
_Buna sevindim. Hazırım buradan gidebiliriz artık.
_Tamam hadi gidelim.
Sokağa çıktığımızda yan yana yürümeye başladık. Hiç ölüm bana bu kadar yaklaşmamıştı. Hiç yaşamak yakamdaki bir gül kadar yakın durmamıştı bana, teyzeyle yan yana giderken. Artık bu tıkınmışlıktan kurtulacaktım. Bu yüzden mutlu, bu yüzden bir başka haldeydim. Bir yola saptığımızda hiç tanımadığım sesler ve silüetler bana eşlik ediyordu. Teyzenin buruk sesiyle olduğum yerde durdum.
_Artık bu yoldan sonra yalnız yürüyeceksin. Ben buradan öteye geçemem. Burası senin özel alanındır. Burası senin benliğinin sınırlarıdır. Hadi sana kolay gelsin.
Dudaklarımın uçlarında hafif bir gülümseme oluştu. Yolumun ayrılığa çıktığı bu yol çatında artık yalnızdım.
_Tamam, teyze! Bana şans dile. Umarım aydınlığa çıkarım.
Teyzeden ayrıldıktan sonra yolun iyice daraldığını içimin iyice bunaldığını hissettim. Bedenimin bu tabut sıkışıklığından bir an evvel kurtuluşuna yardım etmek istiyordum. Az daha ilerlediğimde kısık bir ışık yol ucunda parlıyordu. Bir cesaretle adımlarımı hızlandırdım. Işık gittikçe büyüdü. Benimse yüreğim küçük bir çocuğun annesine duyduğu büyük sevgiyle çarpması gibi atmaya başladı. Kendimi İstanbul'da bir sokak arasında buldum. Buraları tanıyordum. Burası Üsküdar'dı. Evimin yakınındaydım. Her şey apaçıktı. Başa dönmüştüm. Evime yaklaştığımda, teyzenin eşiyle karşılaştım.
_Erkan Bey, bir saniye görüşebiliriz miyiz?
_Buyrun Nahit Bey...
_Senin resimlerini sergilemek istiyorum. İstersen bir kafede görüşelim. Böyle ayaküstü konuşulacak bir mevzu değil bu.
_Olur, sorun değil. Sahildeki bir kafeye gidelim. Orada daha rahat konuşuruz.
Kafe daha çok gençlerin takıldığı iki katlı üst tarafı teras olan ve bir yanı Mihrimah Sultan Camisi'ne, bir yanı ise güzelliği inşaatlarla kapanmış sahile bakardı. Biz birinci katta oturduk.
_Resimlerini çok beğeniyorum Erkan Bey! Sizin gelecek vadeddiğinize inanıyorum. Bu yüzden resimlerinizi sergilemek istiyorum.
_Biliyorsun ressamlar ve şairler talihsiz insanlardır. Yaşarken pek kıymetleri bilinmez. Benim kıymetimi şimdiden anladığınız için teşekkür ederim.
_Rica ederim, Erkan Bey. Eşim Seval Hanım, sizi anlata anlata bitiremiyor. Kadınların altıncı hisleri çok güçlüdür. Ben de eşim Seval Hanım'ın bu yönüne çok güvenirim. Ayrıca resimlerinizi inceledim. Yok böyle bir şey dedim. Çok harikalar.
_Peki ne zaman sergilemeyi düşünüyorsunuz?
_Bu perşembe olabilir. Açılışa sanat camiasını da çağırmayı düşünüyorum. Büyük bir yankı yapacağına inanıyorum. Çünkü dağ gibi insanlar gelecek. Küçük bir ses bile getirse, ardından büyük bir yankı uyandıracağını düşünüyorum.
_Kaç tane resmimi sergileleceksin?
_Bütün resimlerini istiyorum. Mekanım geniştir, bir sorun çıkmaz.
_Oldu anlaştık o zaman. Şimdi çaylarımızı yudumlayabiliriz.
Kafede yoğun iyot kokusu arasında çaylarımızı içtik. Denizin, Boğaz'ın ve İstanbul'un tadını aldık. Vedalaşıp ayrılırken, İstanbul boş bardağın camına yansıyordu. Bir damla çay, kan lekesi gibi masa örtüsüne bulaşmıştı. Arkamda kafenin gençlik sesiyle dolu gürültüsü, önümde Üsküdar'ın parlayan görüntüsü ile evime gittim.
İki gün boyunca tüm hazırlıkları tamamlayarak perşembe gününe kadar tüm eksikleri tamamladık. Perşembe günü büyük bir heyecanla uyandım. Bugün resimlerim sergilenecekti. Sabah erkenden galeriye giderek son rutuşları yaptım. Nahit Bey de gelerek bana eşlik etti. Artık her şey hazırdı. Saat ona doğru konuklar yavaş yavaş gelmeye başladı. Onları kapıda karşılıyorduk ve ikramlarla içeri alıyorduk. Öğlene doğru tüm salon oldu. Herkes tablolarımı inceliyordu. Yorumlara kulak kabarttım.