..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Başkaldırı > Mehmet Serhat Bıçak




21 Haziran 2011
Cahil  
Mehmet Serhat Bıçak
İnsanlar korkularını karıştırdılar. Tepe gözlerden, gul yabanilerden sonra arıdan, sinekten korkmaya başladılar. İlginçtir, insandan korkmaya başladılar. Haddini bilmek ne kadar güzel...


:BCHD:
Zor bela, yeni uyanmıştı. Kollarını iki yana açarak epeyce esnedi. Gözlerindeki çapaklar kirpiklerini dahi birbirine kenetlemişti neredeyse. Annesi içeriden kendisini çağırıyordu: “Oğlum, haydi sofraya!..”

Uzun süre elleriyle gözlerini ovuşturdu. Hâlâ uyku hali vardı üzerinde. Sofraya oturdu. Masada hazırlanmış bulunan bir bardak çaya uzandı hemen. Annesi: “Elini, yüzünü yıkamadan mı geldin?” diye sordu. Kafasını kaldırdı. Annesine baktı. Tekrar masaya çevirdi yüzünü ve kahvaltıya devam etti. Belli ki annesinin ne dediğini dahi anlamamıştı. Zaten hem uykuda, hem hülyalarda, hem de başka taraflardaydı.

Kahvaltısını yapıp hemen sofradan kalktı. Acele çıkması lazımdı. Bir taraftan halk otobüsünü kaçırma telaşı da vardı. Dış kapıyı açtı. Ayakkabılarını kapının önüne doğru attı. Annesi içeriden tekrar seslenmişti ki hemen kapıyı çarpıp çıktı: “Oğlum!..”

Hukuk öğrencisiydi. Çok istediği bu bölümü uzun çabalar neticesinde kazanmıştı. Bir taraftan kendi hedefleri etrafında şekillenen hayata dair düşüncelerini de her yerde beyan etmeye başlamıştı. Elbette kendisi gibi düşünen çok kimseler bulmuştu ve kendisi gibi düşünen çok taraftarı olmuştu. Özellikle hürriyet noktasında, onun fikir ve faaliyetlerinin üzerine su dökecek bulunmazdı. Hürriyet diyor, hürriyet istiyordu.

Hava soğuktu. Elleri cebinde, boynunda atkısı, kabanının yakası ensesini kapatacak vaziyette ve koltuk altında ders kitapları ile otobüs durağında bekliyordu. Onunla beraber otobüs bekleyen birkaç kişi daha vardı.

Bu kimselerden biri de bir genç kızdı. Uzun bir pardesüye bürünmüş bu kızın bir elinde çantası, bir diğer elinde de kese kağıdına sarılı kahvaltılık vardı. Yalnızca önüne bakıyordu bu genç kız.

Halk otobüsü geldi. Duraktakiler yavaş yavaş biniyorlardı otobüse. Sadece bir koltuk boş kalmıştı. Koltuğa doğru yöneldi. Baktı ki bir kişi daha o koltuğa doğru geliyordu. Hemen hızlı bir hareketle koltuğu kaptı. Lakin otobüsün de sarsıntılı şekilde hareketlenmesinden dolayı diğer kişi ellerindeki her şeyi yere düşürmüştü. Koltuğu kapmak için yarıştığı kişi, durakta dikkatle izlediği o genç kızdı. Bütün kese kağıdı savrulmuş, kahvaltılıklar etrafa dağılmıştı. Ayakkabıların taşıdığı tozdan, çamurdan kahvaltılıklar da nasibini almıştı tabi. Herkes kendi kendisiyle meşguldü. Genç kız yere çömeldi. Etrafa dağılanları toparladı ve doğruldu. Sonra ona baktı. Göz göze geldiler…

Birden…

Hava soğuktu. Elleri cebinde, boynunda atkısı, kabanının yakası ensesini kapatacak vaziyette ve koltuk altında ders kitapları ile otobüs durağında bekliyordu. Genç bir kız gözüne ilişti. Uzun bir pardesüye bürünmüş bu kızın bir elinde urgan, bir diğer elinde gözyaşları vardı. Yalnızca önüne bakıyordu genç kız… Koltuğu kapmak için hızlı bir hareketle atıldı ve koltuğu kaptı ki genç kızın elindeki gözyaşları her yana dağılmış, urgan ise kendi boynuna geçmişti… Sonra ona baktı. Göz göze geldiler…

Yavaş yavaş gözlerini araladı… Baş ucundaki annesi, tülbendinin köşesi ile alnındaki terleri sildi ve söylendi: “Oğlum! Ah oğlum! Sana demiyor muyum elini yüzünü yıka diye?..”

Biraz kendisine gelmişti. “Ne oldu bana böyle?” diye sordu, bir hastanede, yatağa sarılı vaziyetteki haline bakarak.

Annesi “Kahvaltıdan sonra, odana giderken başını kapıya çarptın yavrum…” dedi.

Biraz daha toparlanmaya çalıştı yatağın içinde. Ama az önce gördükleri de gerçek gibiydi. Hayatını normal seyriyle yaşıyordu da bu hal neyin nesiydi. Asıl bu hal rüya olmalıydı. Salladı başını ki uyanmalıydı, fakat şiddetli bir ağrı girdi başına… Maalesef, içinde bulunduğu durum şu anki tek gerçekti.

Gözlerini bulundukları odada biraz gezdirdi. Annesi, babası ve kız kardeşi vardı yanında… Bir de kapının eşiğinde bekleyen hemşire…

O temiz beyaz elbisesine bürünmüş, saçları kapkara ve dümdüz, yüzü neredeyse belli olmayacak biçimde yalnızca önüne bakıyordu… Yalnızca önüne…

Annesi, oğlunun hemşireye baktığını fark edince ona: “Sağ olsun, hemşire kızımızın bize çok yardımı dokundu.” dedi. Ardından hemşire hanım başını kaldırdı ve sonra ona baktı. Göz göze geldiler…

Bütün şaşkınlığıyla başını sıkıca salladı. İşte o an başı çok fena ağrıdı. Rüya filan değildi. Hemşire hanım, o gördüğü genç kızdı. Gözlerinden tanımıştı. “Sizi…” dedi, “…sanki daha önce görmüş gibiyim.” Sonra genç hemşireyi nasıl gördüğünü anlattı odada bulunanlara ve o genç hemşireye. En nihayetinde hemşireye bakarak “…ve o urgan sizin boynunuza geçti.” diye bitirdi. Hemşire: “Siz mi taktınız yoksa onu boynuma?” diye sordu tebessümle. Herkes, hemşirenin bu yorumuna gülerek karşılık verdi. Yalnız o gülemedi. Birden ağlamaya başladı. Odadakiler şaşkınlık içinde kendisine bakıyordu.

“Anne!..” dedi. “Anne! Gözlerimi siler misin?”

Annesi yine tülbendinin kenarıyla yaklaştı ve gözlerine hafifçe dokundu. Tülbende kan bulaşmıştı…

“Olamaz!.. Olmamalı!..” diye haykırarak, kan ter içinde uyandı. Odasından çıkarak hemen lavaboya gitti. Geldiğinde meslektaşları odasındaydı, kendisini merak etmişlerdi. Bir hışımla masasına yöneldi. En üstte bulunan dosyayı aldı eline ve paramparça etti. “Hocam ne yapıyorsunuz?..” sorularına, “Yazık oldu deklarasyona!..” sözlerine aldırış dahi etmiyordu.

Masasının üzerinde, yıllar önce vefat eden annesinin fotoğrafına baktı… Baktı…

“Hayır!” dedi “Yapamam… Senin ellerini kana bulayamam anne!..”





Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Ferah Bir Mekan [Şiir]


Mehmet Serhat Bıçak kimdir?

İki kadın aralarında konuşuyorlardı. Sokaktan geçen İmam-ı Azam'ı görünce biri "Sabahlara kadar geceyi ibadetle geçiriyormuş. " dedi ve bu sözü İmam duydu. Daha sonra sabahlara kadar ibadet etti.

Etkilendiği Yazarlar:
Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Abdurrahim Karakoç, Bahaeddin Karakoç, Nurullah Genç, Nihat Genç, Cahit Zarifoğlu, İsmet Özel


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Serhat Bıçak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.