Düşünce dilden, dil düşünceden doğar. -Platon |
|
||||||||||
|
Yorgun ve uykusuz bir halde… Otogarın hemen yanında saat kulesine bakan bir gölgelikte çimlere uzandım. Dinlenmek için uzandıysam da çimlere o yorgunlukla farkında olmadan iki saat uyudum. İki saatlik bir uykudan sonra parke taşlarına usulca basarak, yalnız bir bulvardan kalabalık caddelere doğru yürüdüm. Şehrin vitrin camlarına daldım. Kafelerine oturdum… Bu şehirde, ilk çaylarımı içerken, Bu şehirde tanıştığım ilk insanlarla merhabalaşırken, Artık yavaş yavaş şehrin rengini, kokusunu içime almaya başladım. Ne kadar çay içtiysem, ne kadar insanlarla tanıştıysam; zamanın oldukça acımasız ve o kadarda hızlı geçtiğini fark ettim. Mevsimlerin durmadan çelişkiyle değiştiğini de… Bazen terledim sıcaklardan, üşüdüm soğuklardan… Zamansız yağan yağmurlardan ıslandıysam da… Ben ıslanırken, şehir ıslanırken, şehirle özdeşleştim. Şehir oldum. Ve aktım sokaklarında… Zaman zaman bu şehirden ayrılırken, tüm şehri beraberimde götürdüm ve geri getirmeye çalıştım. Bu şehri yeniden görmek için can attığımda özlemle bıraktığım gibi geri almak istedim. Oysa her seferinde ben değişirken, şehir değişirken daha çok bağlandım ve daha çok sevdim… Bu şehrin beyaz renkli evlerini, yalnız bulvarların yalnız ve şekilsiz heykellerini, mermer soğukluğunda seyrettim... Çam ağaçlarıyla süslenmiş parklara, o parklardaki nemli banklara zamansız oturdum… Daha çok kayrak taşlarla düşenmiş Sınırsızlık Meydanında can sıkıntısını attım. Yağmurlu gecelerde, dost muhabbetlerinde… okunan şiirlere, söylenen şarkılara, içilen yalnız sigaralara, sarhoş olmadan uyuşuk bir kafa için içilen şarap ve arpa suyuna kattığımız aşk ve meşk muhabbetlerine daldım. Uyandığım sabahlarda, bir kaçak çay kahvaltısına “menemeni” ekledim. Akşam yemeğini de makarnaya bıraktım.:) Yalnız ve sessiz gecelerde müzik dinledim. Hayal kurdum. Odamın duvarında karakalemle çizdiğim bir ağacın dibinde ağlayan bir çocuğun çaresiz halini hep düşündüm. Bazen martı oldum. Bazen de buğday sarısı… İlk defa bu şehirde Aşık oldum. Aşık olduğum insanın elini tuttum. Saçlarına dokundum. Yanaklarına buse koydum. Sarıldım ona saatlerce… Titreştiğimiz her bir kışı, paylaştığımız onca kahkahayı, mutlulukları, kırılganlıkları, yokluğunun üşümelerini, onunla yaşadım. Ne zaman gördüysem ne zaman ellerine dokunduysam onun için öldüm… Hatta adetten olsun diye ona bir isim bile koydum… Bu şehrin yalnız bulvarlarını, sarıldığım o gece yolculuklarını, çoğu kez onunla aştım. Şehri, kendimi ve onu “bir” olarak gördüm… Ben o, oldum… O şehir oldu. Ben O’na tutuldum. Bunca yaşantıyı iki dakikalık vedaların arasına sıkıştırmamak için, her anıyı teker teker otogarın emanetçisine bıraktım. Hep taze ve takrar yaşanabilir olsun diye… Oysa; ne zaman otogara yolum düştüyse, şehir değişmiş, ben değişmiş, emanetçi de değişmişti. Ne zaman geldiysem, ne kendimi, ne bu şehri, ne de O’nu yeniden bulabildim… Bulmaya çalıştıysam da, martıların buğday sarısına, kırmızının karaya, ellerimin mermer soğukluğuna vurulduğunu gördüm. Bunca bir zamandan sonra, Şimdi; her şeyi geride bırakıp gideceğim… Anıları unutmasam da unutamasam da bir şekilde unutulmuş gibi yapıp emanetçiye bırakacağım. Ayakkabılarımın bağlarını bağlayıp daha önce usul usul bastığım parke taşları, yalnız bulvarları, kalabalık caddeleri geçip, daldığım vitrin camlarına hiç bakmadan hızlı hızlı koşacağım… Ne kadar hızlı koşarsam Ondan ve bu şehirden o derece uzaklaşacağım… Biliyorum, ondan kaçmam, ondan uzaklaşmam, nefretten değil, daha çok onu sevmekten… Her şeyden öte sevdiğim bu şehri, sevdiğim insanı öpemeden, ona sarılamadan, son bir kez olsun onu ağır ağır süzmeden hızlı hızlı koşmanın acısını yüreğimde hissedeceğim… Sevdiğimin ellerine ölürken, ellerini avuçlarımın içine almadan, onun yanağına bir buse konamadan, ölümden öte ona son kez “seni seviyorum” bile diyemeden ayrılacağım… Oysa isterdim ki; ona sarılıp, ellerimi onun saçlarında gezdirip, son kez onun gözlerinin içine bakıp, saatlerce orada kalıp, küçücük bir gözyaşı gibi usulca süzülerek “işte gidiyorum”… “kendine iyi bak” deyip, gitmek isterdim… Şimdi; bu acıyı yaşamadan, bineceğim otobüs camından son kez bu şehre bakıp el sallayacağım. El sallarken kendinize çok iyi bakın diyeceğim… Sevdiğimi, sevdiğim bu şehre emanet edip de gideceğim… Otobüsüm şehrin son tabelasını geçtikten hemen sonra… Oturduğum bir kafenin iskemlesini, Kampüste uzandığım çimlerde içtiğim çayları Okuduğum kitapları, çalışma notlarını, sınav sabahlarını… Otobüs duraklarındaki soğuk bekleyişleri… Yalnız gecelerde içtiğim şarap ve bira şişelerini… Koştuğum bulvarları… Isırdığım simitleri… Odamı, odamın duvardaki posterleri… Önünden geçtiğim heykeli… Islandığım yağmurları… Katıldığım tüm muhabbetleri… Öğrendiklerimi ve öğrettiklerimi… Paylaştıklarımı ve paylaşamadıklarımı… Kırdığım ve kırıldığım insanları… Sevdiğim ve sevmediğim herkesi… Mutluluk ve üzüntü duyduğum her şeyi… Onu ve kendimi Küçücük bir gülümseme ile hatırlayacağım… Her şey taze kalsın diye bu kez otogarın emanetçisini de beraberimde götüreceğim… Mehmet Ali Adıyaman Muğla, 2009
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © mehmet ali adıyaman, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |