..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Dünyada insandan çok aptal var. -Heinrich Heine
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Anı > Kemal Yavuz Paracıkoğlu




30 Ocak 2012
Balkonlu Ev...  
Bizim Köyün Ayıları..

Kemal Yavuz Paracıkoğlu


İncikköy’den Eskişehir’e taşınacaktık, benim için yeniden dünyaya gelmek gibi bir şeydi bu. Eskişehir Sütlüce semtinde ki bir ara cadde üstünde, dört katlı bir kâgir binada ev tuttuk. Köydeki evden eşyaları bir traktör römorkuna doldurduk, yola çıktık. Yolculuk boyunca ben, römorkun arkasında oturdum, gözüm eşyalarda, içlerinden düşen olursa traktör sürücüsüne seslenip durdurmak için. Eşyalar da elle tutulur bir şey olsalar bari…


:BHIB:
İlkokul beşinci sınıfa gideceğim yıl, babamın tayini Eskişehir’de Ziya Gökalp ilkokuluna müdür vekili olarak çıktı.
İncikköy’den Eskişehir’e taşınacaktık, benim için yeniden dünyaya gelmek gibi bir şeydi bu. Eskişehir Sütlüce semtinde ki bir ara cadde üstünde, dört katlı bir kâgir binada ev tuttuk. Köydeki evden eşyaları bir traktör römorkuna doldurduk, yola çıktık. Yolculuk boyunca ben, römorkun arkasında oturdum, gözüm eşyalarda, içlerinden düşen olursa traktör sürücüsüne seslenip durdurmak için. Eşyalar da elle tutulur bir şey olsalar bari…

Kütahya'da ve köyde geçirdiğimiz yıllar sadece yokluk çektiğimiz yıllardı. Eskişehir'e geldikten sonra ise o "bono" uygulamalarına son verilmiş, babamın maaşı kuruşu kuruşuna, tam vaktinde ödenir olmuştu. Bu bizi epeyi rahatlatmıştı. Bu rahatlıkla tutabilmiştik yeni evimizi.

Evimiz balkonlu. Doğduğumdan itibaren oturduğumuz evlerin hepsi bahçeliydi, bu bahçeli değil, balkonlu.
Balkonlu bir evde oturmaktan daha havalı ne olabilirdi ki; bizde asortiklere katılacaktık. Sanki bambaşka bir dünya…
Taşındığımız dar cadde üzerinde, daha birçok dört katlı, balkonlu bina vardı. Binaların önünde, kaldırımlarda sıra sıra akasya ağaçları ve elektrik direkleri... Gündüz, kuytulukların içine girmiş, koyulaşmış, yol boyu gölgeli.
Binaların zemin katlarında küçük dükkânlar, dükkânların üzerinde de üçer kat ev…

Binanın merdivenleri dar ve dikti. O daracık merdivenlerden babam bir tarafından, annem bir tarafından tutarak eşyalarımızı taşıyorlar. Ben de gücüme uygun ufak tefek, kırık dökük şeyleri…

Evin önünde koca bir salon vardı, tabii ki, salonun dışında da balkon… Arka tarafta da bir yatak odası ile dar, uzun bir mutfak ile mutfağın dışında küçük bir balkon daha. Küçük balkon arka tarafta bir camiin minaresine bakıyordu. Annem buna çok sevinmişti, “Oh, ezan beş vakitte evimizin içinde okunuyormuş gibi olacak,” diyerek sevincini belli ediyordu.
Banyo bu iki tarafın arasında kalıyordu ve penceresi bir aydınlatmaya bakıyordu. Evin içinde dört dönerek hela aradım, yok; ev birden bire gözümdeki bütün değerini yitiriverdi. Bu nasıl bir asortilikti böyle? Kütahya’daki o metruk yatırlı evde bile koca bir hela vardı.

Evin sağını, solunu silerek eşyalarımızı yerleştiren anneme, “böyle ev mi olurmuş yav; helâsı bile yok!” diye söylendim.

Kadıncağız söylediğimi ciddiye alarak banyoya gitti, alafranga helânın kapağını kaldırarak içine baktı. “Var ya işte! Gel, bak!” diye seslendi.

Varmış! Görmek için banyoya girdim. Gösterdiği şey, helâymış. “Böyle helâ mı olurmuş yav!”

“Öyle,” dedi. “Bu asorti hela, bunda çömelmiyorsun, oturuyorsun, öyle yapıyorsun büyük abdestini!”

Hakikaten de asortiklere karışıyorduk galiba…

Bizim üst katımızda, ermeni asıllı bir madam olan ev sahibemiz oturuyormuş. Madamın evinde, etli bir yemek pişiriliyordu. Kokusundan anladım. Kızartılan soğanların etin içine katılmasıyla meydana gelen yahni kokusunu mutlaka algılarım, çünkü en sevdiğim yemektir. Ve en özlediğim yemek. Sık sık pişiremiyorduk, çünkü evimize sık sık et girmiyordu. Annem Kütahya’da iken tanıdığı bir sakatatçı dükkanından sık sık kelle eti alırdı. Hiç kimse hor görmeye kalkışmasın, yahni kelle eti ile, diğer etlerden çok daha lezzetli oluyor da ondan…

Annem mutfağı yerleştirmişti. Yerleştirmekte zorluk çekmesini gerektirecek bir mutfak eşyamız da yoktu zaten.
Teli yırtık bir teldolap, çatma bacaklı portatif bir masa ile tabureleri ve kap kacak… Gazocağını yakan annem üstüne bir tencere dolusu su koyarak kaynatmaya koyulmuştu.

“Ne yemeği yapacaksın, anne?” diye sorduğumda,

Beni, “Bu günlük bir çorba yapacağım oğlum,” diye yanıtladı.

Bu taşınma telaşesinden sonra çeşit çeşit yemek yapamazdı herhalde. “İyi,” diyerek onayladım yapılan yemeği.
Yukarıdan algıladığım koku, nefsime dokunduğundan, “yarın da yahni yapar mısın?” diye sordum. “Canım çekti.”

“Baban, önümüzdeki haftaya maaşını alacak. Yahniyi o zaman yaparız…”

“İyi madem,” diyerek onu da onayladım.

Kapı çalındığında, annem, “hayırdır inşallah!” diyerek açmaya gitti.

Madam, koca bir sahana doldurduğu yahniyle içeri girdi. “Komsicim, yeni tasındiniz. Telaştan fırsatiniz olmamis olabilir. Lütfen kabul buyurunuz!” diyerek getirdiği ikramı anneme teslim etti.

Yaşlı bir kadındı ve acaip bir şiveyle konuşuyordu.
Konuşması çok kibardı, sanırdınız ki İstanbul sosyetesinden. “Ayiriyeten, hoş geldiniz demek için yerlestiğinizde oturmaya geleceğim efendim. Şimdi yerlesme yorgunluğunuzda mesgul etmeyeyim sizi,” dedikten sonra da çıkıp gitti.

Annemin masa üstüne bıraktığı bol sulu, salçalı yahniye baktım.

Annem misafiri geçirdikten sonra, kedinin ciğere baktığı gibi yahniye baktığımı görünce, “Allah’tan başka bir şey dileseymişsin, olacakmış bak,” diye laf attı.

Akşam sofrası kurulunca tabureme sabırsızlıkla oturarak koparttığım koca bir yudum ekmeği yahninin suyuna bandım.

Annem hemen müdahale ederek, “önce çorba,” diye çıkıştı.

Babam da ona müdahale ederek, “bırak çocuğu!” diye çıkıştı. “Canı hangisinden çekiyorsa, onu yesin.”

Bandığım ekmeği ağzıma götürdüğümde, yemekte değişik bir koku algıladım. Ekmeği ağzıma sokamadım. “Bu domuz etiyle pişirilmiştir,” diyerek masanın üstüne bıraktım.

Babam, “bizim memlekette domuz eti bulunmaz,” diyerek gülümsedi.

Annem de lafa karışarak, onun lafını tamamladı. “Domuz etini gâvurlar yer.”

“İyi ya,” dedim, “yukarıdaki kadın da gâvur değil mi?”

Annem, “gâvur da olsa, buralarda domuz eti bulamaz,” dedi.

Babam, “o kadıncağız, gavur filan değil, nereden çıkardınız bunu!” diyerek annemle beni tatlı sert azarladı. “Türkiye’de yaşayan azınlık tebadan bir vatandaşımız. Gavur diye
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan gayrimüslimlere denilir.”

Ben, “olsun, bunu pişirmiş işte bulup da,” diyerek ısrarımı sürdürdüm. “Yahni yemeyeceğim ben, çorba yiyeceğim,” diyerek ortadaki tencereden çorbayı kaşıklamaya başladım.

…/…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bizim Köyün Ayıları... 2.
Babam…
Madam...
Büyük Öğretmen Boykotu…
Çöpçatan...
Tip Tip Tipsizler…
Anneanne...
Safinaz Abla...
Bohçacı...
Son Söz...

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Muhittin Amca...
Hempa...
Kralların Kraliçesi
Hanımeli...
Siktiriboktan…
Basgitar...
Nil Kraliçesi.
Nerede O Eski Öğretmenler…
Kur'an Ayetlerinden
Facebook Tatilcileri

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Part - Time Sevişmeler [Şiir]
Bir "Hiçbir Şey" Olmak [Şiir]
Deliler Bayramı [Şiir]
Nazlı Nazlı Karılar... [Şiir]
Gülbahar'ım; Can Çiçeğim! [Şiir]
İkimiz İçin [Şiir]
Hayatım [Şiir]
Halepçe [Şiir]
Senden Önce, Sensiz [Şiir]
Çapkın Kız... [Şiir]


Kemal Yavuz Paracıkoğlu kimdir?

Okur yazar, okuduğunu anlar, yazdığı okunur, emekli büro memurluğundan devşirerek, kendi kendine oldu yazar. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Hiç kimseden etkilenmemiştir, kendine özgü bir yazı dili kullanır...


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.