Yalnızca sevgiyi öğret, çünkü sen osun. -Anonim |
|
||||||||||
|
Kimi insan çok hayal kurar. Olur olmaz. Hayal dünyasında kahraman olur, futbol yıldızı olur, banka soyguncusu olur; hatta kanatlanıp uçar. Bu onun iç dünyasıdır. Sakıncası da yoktur. Ama bunları gerçek yaşamla karıştırmamalıdır. … Ben İhsan Çarper’i tanımazdım. Ta ki, bir akşam üstü babası gelip “Avukat bey, oğlum emniyet güçlerine saldırmış, yaralananlar olmuş!” diyene kadar. Karakolda “İhsan Bey için geldim” dedim. Mağdurlar da oradaymış. Üç tane iriyarı memur. Önce onlar yakınmaya başladılar: - İhsan bizi telef etti, dedi birincisi. İkincisi karnını, belini tutup nerelerine darbe aldığını işaret etti, usulca. Üçüncüsü çok acılı olmalı “Iıııhhh!” dedi yalnızca. Baktım görünür yerlerinde yara bere yok: - İç kanama filan olmasın? Üçü birden “Cuk cuk cuk” sesleri çıkarıp kulak memelerini çekiştirerek, tahtaya üçer kez vurdular: - Kontrol altındayız. … Bir başka memur İhsan’ın bulunduğu odayı gösterdi. İçeri girdim, görevli iki memur ve koltuğun içine gömülmüş biri. - İhsan Çarper? Memurlardan biri, koltuğun içinde gömülü olanı gösterip “Bu” dedi. … Ufak tefek bir şey. Yarı açık bir sağ, yanında çeyreği ile ayakta durmaya çalışan bir sol gözün ardında, şişmanlamış bir surat. Sol ayak sağ ayağın üstünde; dayı edası verilmeye çalışılan bir duruş. Ben “İhsan beyle başbaşa görüşebilir miyim” deyip, memurlar da çıkmaya hazırlanırlarken, İhsan başını zar zor memurlara çevirdi sert mizaçlı bir amir edasıyla direktifini verdi: - Dışarıı! Memurlar duymamış gibi yaptı. Biz kaldık İhsan’la başbaşa: - Ne oldu? Dövdü, diyorlar. İhsan’da ağlamakla gülmek arası bir yüz ifadesi; “Dövmedin değil mi?” diyorum, o kendi havalarında: - Valla ne yalan söyleyeyim, az biraz hırpaladım. Eldeki veriler sözlerini doğrulamıyor ya “Ama, insan hırpalamanın yönü konusunda ikileme düşüyor” deyivermişim: - Sen, dedi, benim gözlerime bak bakayım. Baktım. İki yumuk göz. Anlaşılan, sola daha fazla çalışılmış. - Bu gözler yalan söyleyen birinin gözlerine benziyor mu? Aslına bakarsan göze de benzemiyor da… - Hooop! Yüzüme iyi bak. Eğilip iyi baktım. - Ne görüyorsun? Şimdi bu adamın yüzünde ne görsem doğru olur, ne görmesem yanlış olur? Açıkça “Canım abim, buraya kadar zahmet edip gelmişsin. Ne olur boş geçme” diye yalvaran bir surat. Hiç bir şey uyduramadım. - Bilmem! Bu kez yüzünü iyice ekşitti: - Bilmezsin tabi; doğru adam gördüğünüz yok ki! Söylesene, bu surat yanlış bir adamda olabilir mi? - ? - Ne istiyorsun, her şeyi itiraf mı edeyim şimdi? İçimden “Eh, biz de onu bekliyoruz. Beni eşek sudan gelene kadar dövdüler de, şikayetçiyim de” diyecem ama dinlemez ki. “Tabii” demekle yetindim; bu arada, doğru dürüst anlatır diye de umutlanmaya başladım. - Dinle, dedi. Bende af yok. Kızdırdılar bir yol. Öyle mi, öyle. Alıverdim elime sopayı. Oranız mı ister, buranız mı? Hele o bıdik olanı var ya; yalvardı: “Kulun kölen olayım İhsan abi. Gözünün çapağını yiyeyim İhsan abi” feryatları mahalleyi inletti. Ama dediğim gibi, bende af yok. İhsan’ın en bıdik dediği ile konuşmak için merdiven gerek. Ötekiler daha da maşallah. … - Peki, dedim, sen hep dövdün de, gelirken kamyon mu çarptı, bu yüzünün hali ne? Geri adım atmıyor: - Çarpmadı da; haydi sen şu karakolun kapısına kadar bir bak gel. Yıkık dökük bir yer var mı. Ha şöyle, dedim, İhsan normale dönüyor. Karakola yardım edecek, tamir isteyen, yıkık dökük yer var mı? diye soruyor. Üşenmedim, gittim baktım, her taraf sağlam. Yeni de boyanmış. - Yok. Elini havaya kaldırdı. - Tamam, dedi, gelirken sağa sola çarpmamışım. … Anlaşamıyoruz. - Peki, bu hale nasıl geldin? Sen bu adamların yumruğuna göz mü attın, ne yaptın? Onu da değerlendirdi: - Şöyle bir göz attım. Sıraya geçin, dedim. Verdim sopayı. - O kadar da vurmasaydın be İhsan. - Ben ne yapayım abi, sinirli adamım. Biraz da elimiz ağır. Artık olmayacak, sinek ısırığı türünden bir iki dürttüğünü de varsayıp, biraz daha şişindireyim bari, dedim. - İnsanı korkutuyorsun ama! Bu sözlerim özellikle çok hoşuna gitti. Pek yüz denecek hali de kalmamış yüzüyle sinsi sinsi güldü. - Otur otur, kendi avukatımıza el kaldırmayız. Aile terbiyemiz izin vermez. … Bizimki, aynı dövdüm, çarptımı zapta da geçirtti. Hem de ballandıra ballandıra. Son bir çabayla “Seni hapse attırmamak için elimden geleni yapıcam İhsan” dedim. “Çok bilmişlik etme” dedi. İhsan’la, hakimin karşısında, tam anlamışla birbirimize girdik. Ben nasıl dayak yediğini anlatmaya çalışıyorum; o sözümü kesip kesip nasıl dövdüğünü anlatıyor. Hatta, kurbanlarının feryatlarını taklit ediyor, yere yatırıp tepelerinde zıplıyor. Arada duşaklanıp yere yuvarlansa da hemen kalkıp, hayalindeki oyununu sahnelemeye devam ediyor. İhsan beş gün tutuklu kaldı, çıktı. Uzun süre cezaevi anılarını anlatı çevresine: Çaysız sigarasız bırakmamışlar. Yemeğini önüne koyup kaldırmışlar. Çıkarken “Bizleri unutma babaaa” diye yalvaranlar olmuş. Çokça hayranı var artık. Her gittiği yerde “Memleket seninle gurur duyuyor” nidalarıyla karşılanıyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |