..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Uygarlık, gereksiz gereksinimlerin, sonsuz sayıda artmasıdır -Mark Twain
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Varoluşçuluk > Kemal Yavuz Paracıkoğlu




21 Eylül 2012
Sarımsaklı'dan Sevgilerle  
Kemal Yavuz Paracıkoğlu
boyunca ne yaparsam yapayım çevremdeki insanlara ve köpeklere kendimi sevdirmeyi başaramadım. Kime azıcık yılışsam suratları gerili veriyor, bana yüz vermiyorlardı. Keza köpekler de, ben onlardan uzak durmaya çabaladıkça, onlar beni adeta on ikiden hedefliyorlardı.


:ACBF:
Hayatım boyunca ne yaparsam yapayım çevremdeki insanlara ve köpeklere kendimi sevdirmeyi başaramadım. Kime azıcık yılışsam suratları gerili veriyor, bana yüz vermiyorlardı. Keza köpekler de, ben onlardan uzak durmaya çabaladıkça, onlar beni adeta on ikiden hedefliyorlardı. Ben de bu durumu iyice kanıksamıştım ve kendimi beğendirme ve koruma çabalarımdan vaz geçmiştim.

Bu yaz başlarıydı. Bir pazar günü Sarımsaklı plajında, doğrudan kumun üzerinde yatarak, çevredeki bir yığın sevimsiz insanı umursamadan göbeğimi güneşe karşı yaymış, gözlerimin üstüne de şapkamın siperliğini iyice indirerek uyuklamaya başlamıştım. Kumun sıcaklığını hissetmek ağrılarıma iyi geliyordu. Yüksek sesle konuşan, ya da gülen birileri oldu mu, kendi kendime mögürdeyerek basıyordum kalayı, rahatlıyordum.

Denizden yana çığlıklar koptuğunda da hiç umursamadan bastım küfürü, uyuklamayı sürdürdüm. Ya birileri kavga ediyor olmalıydı, ya da sürat teknelerinden biri daha, gene birilerini ikiye bölmüş olmalıydı; atılan çığlıkların çağrışımı böyleydi.

Ben uyuklamaya devam etmek istedikçe çığlıkların dozajı ve benim küfürlerim artarak sürüyordu. Tepeme yakın bir yerlerden başlayan gür bir köpek havlaması, hemen yanı başımdan hışımla geçerek deniz kenarında diğer çığlık atan insanlarınkine karışarak sürdü. Gözlerimi öyle bir açışım vardı ki, az kalsın yuvalarından fırlayacaklardı.

Ardından bakınca boz siyah dobermanı gördüm. O canavarın birkaç saniye önce hemen dibimden geçmiş olmasına inanamıyordum. Ya direk bana saldırmış olsaydı! Yanlarıma bakındım, ortalıkta karım da yoktu, yapayalnızdım; beni köpek saldırısında koruyacak tek insan da denize doğru çığlık atanların arasındaki yerini almıştı. Hayatım boyunca kendimi hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim. Yere adeta yapışmış, o sere serpe yaydığımı keyifle belirttiğim göbeğimi bu defa, ne kadar yok edersem, o kadar küçüleceğimi ve görünmez olacağımı sanarak öyle bir içime çekmiştim ki, incecik kalmıştım. Sağımdan solumdan ne kadar kum varsa ellerimle üstüme aktararak kendimi saklamaya çalışıyordum.

Az önce köpeğin havlamaya başladığı tepeme yakın yerden bu defa bir kız, feryat figan köpeği çağırmasın mı?

“Maksi! Maksi! Gel oğlum buraya! Gel baki’im!”

Hışımla doğruldum kıza doğru.

“Ne yapıyorsun sen kızım, manyak mısın, nesin! Niye çağırıyorsun o pis mahluku? Gidip kayışından tut da götür, ne cehenneme götüreceksen!”

Kızcağız öfkem karşısında ne yapacağını şaşırarak, benimle aynı tepkiyi vermeye başladı.

“Ne diyorsun sen be! Manyak mısın, nesin! Pis mahluk dediğin sana benzer!”

Olan her şey, işte o andan sonra gelişti. Maksi, sahibesine bağırdığımı ve onun da bana bağırdığını görür görmez öyle bir celallendi ki, o hırsla havlayarak üstüme doğru koşmaya başladı.

Öldüm ben, bittim!

Hani, belli bir mesafede dikilip havlasa, ya çevredekilerden, ya da karım yetişip kurtarırlardı beni; ama, o canavar hiç duralamadan, doğruca bacağıma sarıp dişlerini geçirdi. Öteki ayağımla savurduğum tekme karın boşluğuna denk gelince, can havliyle bir an bıraktı ısırdığı yeri, ben de can havliyle başladım denize doğru çığlık atanların arasına koşmaya. Baktım peşimden köpek de gelmekte duralamadan daldım denize. Normal şartlarda köpekler sudan pek hoşlanmaz ve girmezlerdi suya, ama bu canavar en az benim kadar hoşnuttu suda bulunmaktan, başladı o da denize dalıp peşim sıra yüzmeye. Az ilerde bir sürat teknesi birkaç metre karelik alanda dönüp duruyordu, onlara ulaşabilirsem beni teknelerine alıp köpekten kurtarmalarını rica edecektim.

Ben yüzüyordum, köpek de peşim sıra yüzüyordu… Şöyle böyle beş, on dakika yüzdükten sonra, tekneye on, on beş metre kadar bir mesafe kalmıştı ki, adamlar beni orada, öylece bırakıp sür’atle uzaklaşmaya başlamışlardı. Nefes nefeseydim. Arkalarından seslendiğimi duymadılar bile; arkama dönüp baktığımda, dobermanın peşimden gelmeyi bıraktığını ve kıyıya doğru yüzmeye başladığını gördüm.

Yüzerek geldiğim yer kıyıdan en az üç yüz metre açıktaydı. Tam da kurtuldum, rahatladım, diyecekken, geldiğim yerde gördüğüm manzara büyük bir şok daha geçirmeme sebep oldu.

Suyun içinde küçük bir terrier cinsi köpek vardı ve hayvan ha boğuldu, ha boğulacak bir halde yüzmeye çabalıyordu. Deniz suyunda onca çırpınmaya rağmen her yanı kıpkırmızı kana bulanmış görünüyordu. Az önceki teknenin döne dolaşa bu hayvancağızı öldürmek için uğraştığını anladım. Ama, ama bu, bir canavarlıktı!

Köpek fobim nedeniyle bir türlü temas kuramıyordum köpekle, çaresizdim. Aramızda yarım metre kadar bir uzaklık vardı. Zavallı köpek bir anda başını doğrultup lütfen kurtar beni der gibi öyle bir baktı ki, ağlamamak için kendimi zor tuttum. O anda direnmeyi bıraktı ve birden bire suyun içinde kayboldu. Olamazdı! Uzandım, tam da suyun içinde rastgele bir yerinden yakaladım, dışarı çıkardım. Korkuyla bir an yeniden bıraktım, suya batarken yeniden yakaladım. Beni ısırmak gibi bir niyeti de, mecali de yoktu. Baktım, fobim depreşmeden tutabiliyordum. Yakından görünce hayvancığın ağır yaralı olduğunu ve çene kemiğinin kırılıp sarkmış olduğunu gördüm. İyi ama, böyle bir canavarlığı niçin, nasıl yapabilirdi insanoğlu!...

Oldukça da yorgundum. Sırt üstü yattım, yaralı köpeği göbeğime yatırdım, öylece, sırt üstü yüze yüze sığlığa ulaştım. Köpeği elime alıp da doğrulduğumda kıyıda ki insanlar müthiş bir alkışa başlamışlardı. Sanırım beni alkışlıyorlardı.

Köpeğin hikayesini karıma teyit ettirdim. Tıpkı tahmin ettiğim gibi, sürat teknesindekiler hayvancağızı suya attıktan sonra, tekneleriyle üstünden geçe geçe öldürmeye çalışmışlar; benim yüzerek üstlerine geldiğimi görünce de kaçıp gitmişlerdi. Hoşuma giden ise, karım dahil herkes, benim o heriflere doğru yüzerek gidişimin nedeninin, onları korkutup kaçırtmak ve köpeği kurtarmak olduğunu sanmışlardı. Bu durumun sırrını tek bilen ise Maksi’ydi ve sahibesinin elinde, sıkı sıkıya tutulan Maksi, bana, "Hadi gene sayemde kahraman oldun, iyisiin, iyisin," diyerek gülümsüyordu. Herkes sevecenlikle gülümsüyordu.

Galiba insanlara da, köpeklere de bu defa kendimi sevdirmeyi başarmıştım; hem de onlardan en nefret ettiğim saatlerde.

“Hangi istikamete gittilerse, şuradan bir tekne tutalım da peşlerine düşelim, yakalayalım, şerefsizleri! Zavallı hayvana yaptıklarının aynısını biz de onlara yapıp atalım denize!”

Bu önerime kimse yanaşmadı.

“Hayvanlara kıyan herkesi aynı şekilde cezalandırmaya kalksak, seri katiller oluruz Kemal bey,” dediler.

Köpeği sahiplenip veterinere götürerek tedavisini yaptırmak bana iki bin liraya mal oldu; bir buçuk aylık maaşım olan bu paraya, küçük dostum sağlığına kavuştuktan sonra, galiba pek üzülmedim; ama, dürüst olmam gerekiyorsa, yediğim kuduz aşısı iğnelerinden dolayı çok canım yandı, çok.

Neyse ki, Maksi’nin kuduz mikrobu taşımadığı tespit edildiğinde aşı olmayı beşinci iğneden itibaren durdurduk da, ıstıraptan çabuk kurtulmuş oldum..



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Muhittin Amca...
Hempa...
Kralların Kraliçesi
Hanımeli...
Siktiriboktan…
Basgitar...
Balkonlu Ev...
Bizim Köyün Ayıları... 2.
Nil Kraliçesi.
Nerede O Eski Öğretmenler…

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Part - Time Sevişmeler [Şiir]
Bir "Hiçbir Şey" Olmak [Şiir]
Deliler Bayramı [Şiir]
Nazlı Nazlı Karılar... [Şiir]
Gülbahar'ım; Can Çiçeğim! [Şiir]
İkimiz İçin [Şiir]
Hayatım [Şiir]
Halepçe [Şiir]
Senden Önce, Sensiz [Şiir]
Çapkın Kız... [Şiir]


Kemal Yavuz Paracıkoğlu kimdir?

Okur yazar, okuduğunu anlar, yazdığı okunur, emekli büro memurluğundan devşirerek, kendi kendine oldu yazar. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Hiç kimseden etkilenmemiştir, kendine özgü bir yazı dili kullanır...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.