Sanat hem bir coşma, hem bir yadsıma işidir. -Camus |
|
||||||||||
|
İstanbul’da, karada ve denizde toplu taşıma durduruldu. Her yerde arama noktaları oluşturuldu. 50.000 polis görev yapıyormuş. Malatya, Sivas plakalı polis araçları bile var. Diğer illerden üç bin polis getirilmiş. Ünlü Viyana kuşatmasının 60.000 askerle yapıldığı söyleniyor. Yaralı çok ama sayısı belli değil. Taksim’e çıkmak için gelenlerden biber gazı ve renkli suya maruz kalmayan neredeyse yok. İnsanların üzerine sıkılan suların kanalizasyon suyu olmasından kuşku duyuluyor. Biber gazının sağlık üzerindeki olumsuz etkisi kesin. Yaralı çok ama sayısı tam belli değil. 19 yaşındaki üniversite öğrencisi Dilan ve işçi Serdar Gül’ün durumunun ağır olduğu gelen haberler arasında. Yaralı gazeteciler ve az sayıda da polis var. İstanbul’un kalbi, savaş alanı gibiydi, gökleri zehirli gaz bulutu… Oysa, bu yılki 1 Mayıs yasaklarına, Taksim’deki inşaat gerekçe gösterilmişti. Bütün gün 1 milyonu aşkın insanın gezindiği, doluştuğu Beyoğlu, işçi ve emekçilerin kutlamaları için yetersiz ve inşaat nedeniyle de riskli bulundu. Vali yumuşak ve iknaya yönelik ses tonuyla kimsenin burnunun kanamasını istemediklerini söylemişti. Şimdi, olanlara bakınca bu iyi niyete nasıl inanacağız? Sendikalar ve valilik, Taksim’de birlikte güvenlik alsaydı bu iç savaş manzaraları oluşur muydu? Polis müdahale etmedikçe, olaysız, kansız mitinglerin yapılabileceğini Diyarbakır Nevruz’u ile sevinerek izlemedik mi? Taksim açılsaydı, işçiler, emekçiler, daha önceki yıllarda olduğu gibi, rengarenk doldururlardı alanı. 1977 1 Mayıs’ında katledilen dostlarını anarlardı saygı ve sevgiyle… Ama coşkuyla, ama öfkeyle söylerlerdi sözlerini, marşlarını, türkülerini… Ve dağılıp giderlerdi evlerine. Bunun yerine ne yapıldı? Aylardır bugün için hazırlanan işçi ve emekçilerle inatlaşıldı. Onların, hiç değilse 1 Mayıs’ta bir araya gelmesinin önü kesildi. Taksim’e katılımı azaltmak için yandaş sendika ve kuruluşlarla alternatif kutlamalar ayarlandı. DİSK ve diğer sendikaların da onca mücadele ile kazandıkları Taksim alanında kutlama hakkını kolay geri vermeyecekleri beklenen bir şeydi. İşçi emekçiler için Taksim, bir simgeydi. 1977’de, derin devletin kontrgerilla saldırısıyla 36 yoldaşlarını yitirmişlerdi. Katilleri hâlâ bulunamayan saldırı. Üstü sürekli örtülen saldırının gerçekleştiği alan. 2010’dan bu yana da her yıl daha da yığınsallaşarak, birleşerek, iş, aş, sömürüsüz bir dünya özlemlerini haykırdıkları alandı Taksim. Bütün bunları hükümet bilmiyor muydu? Elbette biliyordu. Olan bitenden anlıyoruz ki, iktidarın, “Kimsenin burnunun kanamamasını istiyoruz” biçimindeki şeffatli(!) yaklaşımın gerisinde en baştan beri başka amaçlar vardı. Zaten gelecek yıllarda yapılacak kutlamalara Taksim’in açılmayacağını, kendisiyle görüşen sendikacılar da söylemiş başbakan. “Şu kadar oya sahip benim partim Kazlıçeşmede mitinglerini yapıyor, siz kim oluyorsunuz da Kazlıçeşme’ye itiraz ediyorsunuz?” dememiş miydi? Senin partin sürekli ekmek kavgası ve 36 ölü vermemişti tabi. Ayak takımı kim oluyordu da Taksim’i istiyordu. Kudretli iktidara kafa tutuyordu. O nedenle bize, yine sorunun arka planını biraz daha deşmek farz oldu. ………………………………. Anlaşılıyor ki Taksim'de inşaat bahane. Kanayan burnun, kırılan kafanın sayısı belli değil, ölüm olmadığına şükrediyoruz şimdi. T aksim düzenlemeleri… Gezi Parkına Kışla yapacağız deyip AVM yapılacağının başbakan tarafından dillendirilmesi… 1 Mayıs gününün, galaport ihalesinde son gün oluşu… (Şu an sonucunu öğrenemedim) Galaport… Kentsel dönüşüm derken... "Bundan böyle, İstanbul yalnızca bizimdir. Ticaret ve ranta aittir. İşçi, memur, emekçi, İstanbul’un kalbinde ses çıkartamaz. Katillleri ortaya çıkartılmayan 1977 katliamını da size unutturacağız böylece. " mesajını okumak gerekmez mi? Barış süreciyle birlikte, Suriye’ye yönlendirilen, Özgür Suriye Ordusu ile Saddam’a karşı savaşa katılan ve Ortadoğu’da değerlendirileceğine dair epeyce ipucu ortaya çıkan PKK güçlerinden dikkatimizi kaçırmak, akil adam oluşumuna ve ziyaretlerine yönelik tepkiyi gözden uzaklaştırmak da hedeflenmiş olabilir mi? İlk akla gelen bu arka planda, kuşkusuz en önemli etken, özellikle barışın niteliği belli oldukça, kafası karışan çok değişik muhalif grupların eylem birliğine karşı devletin ceberrut yüzünü hatırlatmak olabilir mi? Yoksa gerçekten kimsenin burnu kanamadan yapılabilecek bir eylem için ortalığın savaş alanına çevrilmesini bir iktidar neden göze alsın? Acaba, bu yıl kutlamanın daha da yığınsallaşacağının, emekçilerin birliğine doğru yol alınacağı korkusunun etkisi olabilir mi? Diğer yandan, KESK Başkanı, akil adam olmayı kabul ettiğine göre, iktidarın politikalarına güvenen biri olmalı. Oradaki yakınlıktan kaynaklanan “Bir güvence mi aldı?” sorusu akla geliyor. Bu kadar vahşice bir saldırı olmayacağına dair söz almış ya da beklentiye girmiş olabilir diye düşünüyor insan. İleri demokrasinin gerçek olduğuna inanmış olabilir belki. Türk-İş ve Hak-İş’in de başkanları da akil adamdı, sessizce başka programları yapıverdiler. Bu olaydan sonra, KESK Başkanı ve diğerlerinin hâlâ akil adamlığa devam etmesi söz konusu olacak mı? Olursa nasıl değerlendirilmeli? Bunların yanıtını, zaman verecek. TKP’ye gelince… En başından itibaren, sanki, “Kimseye ihtiyacım yok, işçi sınıfı falan da bizi ilgilendirmiyor, Taksim’le ilgili kaygılar da…Ben partiyim, riske girmeden, kutlamamı yapmaktır önemli olan” anlayışıyla Kadıköy’ü tercih etti. Eylem sonrasında da Türk-İş ve Hak-İş gibi o da iktidarın örnek gösterdiği cici çocuk oldu. Kendi bilecekleri iş. Benim bildiğim KP’ler, işçi sınıfın ve emekçilerle birlikte olur. BDP’nin kitlesel olarak bulunmayışı, iktidarla yaptığı anlaşmaya halel gelmemesinden korkusu, demokratikleşme istemlerini, sınıf ve emek kavgasının dışında, kendi etnik sorunlarıyla sınırlı tutmasından başka nasıl açıklanabilir? Demek ki efsanevi Nevruz’u kutlamayı yeterli buluyorlar. Sonuçta, son zamanlarda yaşadıklarımız ve izlediklediklerimizle birlikte bu olay da bizlere gösterdi ki, işçiye, öğrenciye, memura, emekçiye iktidarın tahammülü hızla azalıyor. Otoriter polis devletine hızla dönüşüyor. Artık “Ergenekon yaptı, etti” bahaneleri de geçerliliğini yitirdi. Gerçek yüzü göründü. Her türlü muhalefete karşı tahammülü azalıyor. Yeni anayasa ile kotarılmaya çalışılan geniş yetkilerle donanmış başkanlık sisteminin, barış süreciyle gelişen ve Ortadoğu’yu hedefleyen planların hayata geçirilmesi için her türlü muhalefetin susturulması gerekiyor. İktidar, bunu her türlü yöntemle yapabileceğine dair ipuçlarını, dozunu arttıra arttıra veriyor sürekli. Bundan sonraki denemenin 19 Mayıs’ta yapılması hiç şaşırtıcı olmayacak. Bütün olumsuz gelişmelere karşın yapılabilecek tek şey var. Emeğiyle geçinen insanları temsil eden tüm örgütlenmelerin birlikte hareket etmesi. Kendini emeğin temsilcisi gören tüm politik, demokratik örgütler, grupsal ve hareket olarak bir araya gelenler, hatta dergiler etrafında örgütlenenler… Sosyal medya örgütlenmeleri… Bu örgütlenmelerin, iktidarın antidemokratik, faşizan tüm uygulamalarına, sınır ötesi olumsuz planlarına karşın güç ve eylem birliklerini örmesi gerekiyor. Giderek, tüm anti-faşit, anti-emperyalist, anti-kapitalist güçlerin birliğinin örülmesi… 1 Mayıs öncesi, muhalif güçlerin tümü, sendikalar, CHP, BDP, TKP ve diğerleri… “Taksim bizimdir, İstanbul’un kalbi bizimdir, emeğindir! Tüm antidemokratik uygulamaları reddediyoruz” diyerek kitlelerini ayağa kaldırabilseydi, iktidar bu kadar büyük saldırıyı göze alabilir miydi? Yolları kapatabilir miydi? Ama bu kararlığın, yumurta kapıya gelmeden önce gösterilmesi gerekirdi. Artık tüm muhalif güçlerde görünen, kendi politikalarını kararlılıkla oluşturma gereği açıkça kendini göstermektedir. Yoksa iktidar oyunları karşısında yalpalamalarla nereye varılabilir ki? 2013 1 Mayıs’ı, bütün olumsuzluklarına karşın, iktidarın demokratik(!) yüzünün gerçeğini ortaya çıkarması, muhalif güçlerin birleşmesi açısından ders çıkarmaya yararsa kurtuluşa giden yolda bir adım atılmış olabilir. Bu yapılmazsa, sürekli yenilgiyi baştan kabul etmeli herkes. Doğacak sonuçlara da hepimizin katlanması gerekecek elbette. 02.05.2013 Vildan Sevil
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |