İnsan gülümsemeyle gözyaşı arasında gidip gelen bir sarkaçtır. -Byron |
|
||||||||||
|
Hayat hakkında, doğumdan öncesi ve ölümden sonrası hakkında nerdeyse herşeyi bildiğini düşünen insanoğlunun, var olduğundan beri “acıtan, üzen, kırıp döken” yaşamı olması ilginçtir. Bu kadar çok şey biliyorsak neden acıyı sonlandırmıyoruz? Acaba “bildiğimizi sandığımız” ne varsa, acı yaratmaya yarıyor olmasın? Ya da acı yaratmaktan kazancı olanların yolunu açmaya? Nerede başlayıp nerede bittiğini bilmediğimiz bir evrenin, asla kendi seçimimiz olmayan bir noktasında, kendi seçmediğimiz bir galaksinin yine seçimimiz olmayan güneşi etrafında dönen gezegende yaşıyoruz. İstesek bir milim kaydıramayacağımız yörüngesinde, kafasına göre takılan bir gezegende kendi seçmediğimiz şartların içine doğuyor, yağmurunda ıslanıyor, toprağında oturuyor, meyvesiyle karnımızı doyuruyoruz. Çiğ etten bıkınca ateşi buluyoruz eti pişirip yiyoruz, yürümek sıkınca tekerleği icadediyoruz. Dünya bize neyi sunuyorsa ancak ve sadece onu kullanarak medeniyet dediğimiz gelişimi yaratıyoruz. Bugün kar yağmasın dediğimizde işe yaramıyor ya da şu faylar birbirine kaynasın ve artık kırılmasın diyemiyoruz. Gel gör ki hayatın tüm sırlarını çözdüğümüz gibi önceyi ve sonrayı da milimi milimine tarif edebiliyoruz. Tam bu noktada biri çıkıp; “hayır ben böyle düşünmüyorum, inancıma göre…” şeklinde başlayıp bitmek bilmeyen açıklamalarla kendini mi başkalarını mı ikna etmeye çalıştığı anlaşılamayan tavırla “dünyayı bilebildiğini hatta ötesini de anladığını” şakıyor. Bir diğeri bin yıl önce yaşamış hatırlı bir kişiliğin sözleriyle dünyayı nasıl yorumladığını haykırıyor. Bilim tarafındakiler sadece laboratuvarda gözleriyle sonuçlarına tanık oldukları durumların dışına çıkamayacağını ama bir gün mutlaka herşeyin açıklamasının bulunacağını anlatıyor. Ve bu böyle uzayıp gidiyor. Hepimizin üzerinde yaşadığı gezegen aynı dünya ama onu kavrayışımız, yaşamı algılayışımız milyonlarca farklı şekilde. Hepimizin dünyaya gelişi aynı yolla, aynı sayıda ve çeşitte organa sahibiz, bedenimizin ihtiyaçları aynı, çıktıları aynı. Kimse doğarken elinde sözleşmeyle gelmiyor ama birileri hep birilerinden daha iyi biliyor. Peki kimin bildiği “gerçeği” yansıtıyor? Bilemediği ne varsa hakkında korku üreten insanoğlu, geldiğimiz bu çağda ve teknolojinin bu hızında, bilginin jet hızıyla elden ele geçebilmesiyle yeni “anlamlandırma” araçlarından haberdar oldu. Bilimin de geldiği nokta itibarıyla sağladığı katkı, dünyayı açıklamada yeni alanlar yarattı. Biraz sakinleşip bu imkanlara dingin zihinle bakabilirsek, yaşamlarımıza yapıcı yaklaşmak için faydalanabiliriz. İnsanın, insanüstü olmadığını görüp elindeki yaşamı kaçırmamaya odaklanması tek ihtiyacı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nesli Han , 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |