İnsan gülümsemeyle gözyaşı arasında gidip gelen bir sarkaçtır. -Byron |
|
||||||||||
|
Kutsallık; kendi alanı içine baskı ve basınç yapan ve kendi alan içiyle, kendi kutsallığını oluşan bir etkileşme veya diyalektikti olan kolektif duyguydu. Alanın içi kutsallığı oluşuyordu. Kutsallık ta alanın içine eylem ve ritüel olarak diyalektikti yansıyordu. Kutsallığı oluşan alanın içi kolektif bir sağlatma ve sağlamalardı. Yani kolektif güçtü. Kolektif bilinçti. Kolektif bencillikti. Kolektif ortak akıldı. Kolektif tüze oluştu. Kolektif yardımlaşma ve iş birliğiydi vs. Kutsallık bunların entegre bileşke ağırlığı olmakla kutsallık bunların ortak duyuş ve duyum belirimleriyle biçimleniyordu. Kutsallık totem alan içinde ritüeli olan tavır tutum organizasyonlarıdır. Ritüeller, edimler, yinelenebilir çevrimlerden oluşan tutumlardır. Bu tutumlar kolektf oldukça totem alanı sembolize eden noktaya yönelen bir eylemlerdir (aktlardır). Akt; zekâ, benlik bilinci ve iradeyi kapsayan bir sözcüktür. Tekil kişi tutumu olan eylemlerse, bu nokta alan yer kadar bu yerin çevresi olan totem alanın her yeriyle bu duyuşu algı eder. Kutsallık bu alan yönlü tutumları dışta kişilerle, içte duygu sal katılımla saygılımaydı. Kutsallık saygı lamayı unutulmaz bir hafıza olaraktan sembolize eden seremonilerdi. Kutsallık, içsel aktlarla kolektif katılımı veren düzenlemeyle, kolektif bağıntı ve yasayı; öz yineli süreç çevrimi yapmanın duygu seliydi. Yani kutsallık birliğin, birleşmenin katılımına olan aktın duygu seldi. Öz yineli çevrimin ortaya koyduğu duygunun önemi aktları çevrimin başına ve içine koymakla atıf edilen bu önem, kutsallık çevrimine yeni bir ruh katıyordu. Böylece kutsallık kendisiyle, kendi öncesini. Kendisi ile kendi sonrasını anlam ve önem eden bir kesikli sürekli mana etmenin anlam anlamasıydı. Yani kutsallık, kendisine bağıntı olan geçmişine; şimdisine ve geleceğine duyulan sevgi sel oluşun ruh haliydi. Bu ruh hali içinde bir tür sinerjin katkı edinmeydi. Aynı zamanda da kutsallık, ortamın canlı kanlı geçmişiyle, geleceğiyle öyle olamayanı; şimdisiyle böyle ritüeli kılmanın ruh belirimiyle olan edim haliydi. Bu tür tinsel süreçler de çevrimin (kutsal oluşun) kendisinden sonraya korunan, saklanan ve aktarılan hafızası olmakla da kutsananın kutsal oluşu vardı. Demek ki kutsal oluş alan içi kolektif etkiyle gelenek olanı saklamaya, gelenek olanı korumaya gelenek olanı geleceğe aktarma yapmaya kılıf olan bir zarftı. Zarf olandı. Modülasyon olan bir korumacılıktı. Totem kutsallığı, ilah kutsallığı ve El kutsallığı buydu. Kolektif eylemi ve kolektif eylemi oluşanı saygı lamaydı. El kutsallığı bir farkla ve küçük ama çok büyük bir etki farklarıyla diğer iki kutsallıktan ayrılır olacaktı. El’in kutsallığı El ile birlikte “din” kutsallığıydı. Yani El’den sonraki hafızanın korunmasıydı. El öncesi süreç yerine El’in ortamı determine ettiğini söylediği (El kader olan) El iradesi kutsal olanın yerine konmuştu. Bu nedenle El kutsallığı içinde olup bitenler ve tarih artık El’in iradesi ile olup biten kaderlerle anlaşılacaktı! Siz soluk almıyordunuz El aldırıyordu! Siz yürümüyor, siz düşünmüyor El yürütüp El düşündürüyordu. Bir şeyi siz öyle istemiyordunuz El öyle istiyordu! Zengini fakiri ezmeyi ezilmeyi başka türlü açıklayamazdınız değil mi? Başka türlü açıklama, aklı oluşurdu değil mi? El’in iradesi de El’in mülk sahipliği ve El’in mülkünü keyfine göre dağıtıp dağıtmamasıyla belli olan bir muhtariyet olmakla bize değişmez bir yazgıydı! El kolektifin gücünü, kolektifin aklını ve kolektifin sahipliğini aparmıştı. Yani kutsanan saygılama aslında başlarda hayatın kendisiydi. Çevrime edilen hayatın kolektif bağına olan saygılama olmakla kolektif bağı ritüeli üzerinde yerine getirmekti. El manalı kutsallık söylemiyle, kolektif bilinç ve gerçeklik, kolektif oluştan alınmıştı. El kolektifinde üzerinde olmuştu. Böylece El ne olduğu bilinmeyendi. Eylemli üretkenliği ve bir varlığı olmayan bir iradeye olmuştu. Kolektifin tüm özellikleri ona verilmişti. El denen irade kişi ağzında kişisi vekaletlerle konuşuyordu! Hayatın kendisi olan geçmişteki ritüeli hafızaların birisi de ittifaklardı. İttifaklar olumlu olmaları kadar da İttifaklar yeni durumla kendi öncesine yani bir öncesi yaşam şekline kıyas oluyorlardı. Bir önceki yaşamın yarını az çok belli olmakla bilinen, alışılan, yaşam tarzıydı. Oysa ittifaklar ilk deneyim olmakla yarını belirsizdi. Bu nedenle ittifak önceki geleneğe göre bir tepki oluştu da. Bu nedenle ilk ittifakların bunca olumlu olmasına rağmen bir direnç ve bir travma oluşuyla karşılanacağı da bir gerçektir. Ön ittifaklar sosyal oluşun değil, üreten düzenli akışın şartlarını taşıyan yeni bir örgütlenmenin yeni bir organize tipiydi. Bu nedenle ilk ittifakların içine geçişler sosyal anlayışla sertti. Ama üreten ilişkiler bağlamıyla sert değil de yumuşak ve yavaş geçişler yapmakla özne aktlı insanlar bu süreç travmalarına sesiz kalıyorlardı. İttifakı konfederasyon; yine bir kolektifi ilikti. Totem aitlik gibi, kimi totem aitliğin grupla yaşanması konfederasyon içinde bir muhtariyetti. Totem gruplu üreten ilişkiler patenti konfederasyon içinde de sürüyordu. Bunlar ve bunlar gibi pek çok totem gelenekler ittifakı ilah kutsallığı içindeki süreçlerde de konfederatifti bir muhtariyetti. Bu nedenle akış yönünde olan travmalardan duyulan rahatsızlıklar kolay aşılabiliyordu. Oysa köleci ittifaklı travma ve tufanlar sosyal akış yönünde olmamak bir yana üreten akış yönünde de değildi. El iradesi kolektif iradeli, ön ittifaklı kolektif bilinci, kaldırmıştı. Sürecin konfederasyon içinde konfederatif olan muhtariyeti salınımlarını kaldırmıştı. Süreci mutlak bir irade içine sokmuştu. Ezen ezilen veya zengin-fakir çatışmasını vermekle sosyo toplumsa tedirginlikleri başlatmakla travmaydı. İlahi süreç içinde tartışılan El zihniyetinin kuvveden fiile dökülmesiyle sürecin köleci ittifaklı ahit içine geçişi çok sert ve şiddetliydi. Monarşi dönemi hem bir inşa ve hem de bu sertliği parça olan durumlar üzerinde daha çabuk sindirmenin izole bir geçiş evresi gibi de düşünülebilir. Şok geçişleri olmakla neyin ne olduğu bilinemedi. Damağa sürülen bir parmak bal toz duman içinde olmanın travma ve tufanıydı. Her şey sil baştandı. Doğada meyve, ot, kök, böcek toplamaya gider gibi gittiği kolektif ortamlar, şimdi başkasının mülkü olup; başkasının irade ve izni olmadan ne çalışmaya ne böcek veya meyve toplamaya ne ava gitmeyi istemesi olası olmuyordu! El mantıklı söylem ve vaadin cazibe olan bencil çekimli söylemleri yanında pek çok belirsiz konumla duranlar şimdi El iradesiyle bir, bir belirmeler olup; olumsuz olarak kişilerin üzerine yansıyordu. İttifaklar genelde sosyal travmalar olmakla ruhsal bir tahribattı. El’in köleci ittifaklı ahit inşası sosyal travma olmaktan başka bir de üreten ilişkiler nedenle ikinci bir katmerli travmaydı. Bu bakımdan bu travmalar tufan söylemine benzerse de sel baskını türü, tektonik olaylar gibi bir tufanı hiç içermezler. Birinci tufanlar totem yapılı yalıtım ortamın içinde çıkıştı. İlk ittifaklarla totem ortamdan çıkmıştı. Yüz yıllarca temas etmediği ve temaslarının yasak olduğu yapılarla şimdi temas etmenin ruhsal travmaları oluşacaktı. Totem yapı kutsallığı içinde çıkan her bir etnik gruplar, ilk kes ittifaklı olabilmek için iç cinsel ilişkinin yasaklanması gibi kısmi bir totem aitlik bilincinin silinecekti ve yine hem totemi direncin kırılması için ve hem de bir grubun diğer grupla kendi canından kanından sayılması için ikinci bir eylem daha yapılacaktı. Karşı gruptan kişilerin kurban edilip, karşı gruplarca yendiği “ruh geçişi sanılı” groteski ilikle yapılan insan kurbanları zihinsel tahribatla ikinci bir tufan eylemiydiler. Bu ilk yamyamlıktan çok farklıydı. Yamyamlık açlıkla zorunlu olandı. Oysa şimdiki yamyamlık her bir grubun kendi karnını doyurduğu bir üreten ilişki içinde oluyordu. Üreten ilişkiyle grupların yamyamlıktan büyük ölçüde uzadığı dönemdi. Böylesi bir dönemde yapılan bu ritüel “ruh geçişi yüklü bir mana anlayışıyla” yapılan yamyamlıktı. İkinci tufanlar ise ilk ittifaklarını yapmış gruplar olmakla zaten bir ittifak kültürü olan gruplardı. Köleci ittifaklı gruplar ön ittifak içinde birbirine karşı kendi üretim ilişkilerini ortaya koymuş deneyim ve yetenektiler. Bin bir emekle üretim hareketini inşa etmekle kendilerini geliştirmiş olan “ilk ittifakın üzerindeki kolektif gücü taşıyan yapıların ayrılık veren süreçleriydi”. İlk kolektif gelişmişlik içinde, kolektif mülkiyete karşı, kişi mülkiyetini dillendiren düşünce ve söylemler kolektif olana karşı kolektif olmayanın zıddı söylem olmakla akla geldi. Kolektif olana karşı kolektif olmayan düşünceler kolektif alan içinde boy vermiş olmakla tartışılıyordu. Fakat bir açmaz (handikap) vardı. Kolektif alan içindeki bir toprağın, bir ağacın, bir araç-gerecini bir bilgi ve deneyimlerin, söylene gelen gelenek yasaların içinde “bu İbrahim’indir” diyen ya da “bu İbrahim’indir” diyebilecek bir sav söylemin nesnel bir gerçek dayanağı hiç yoktu. Bu “Nuh’undur”. “Bu İbrahim’indir”. Bu Nemrut’undur”. Bu Hamurabi’nindir”. Bu “Sargon’undur”. “Bu firavunundur” demenin süre gelen mantıklı, akılcı bir dayanak geleneği olmadığı için kişi sahipliği dolambaçlı yol içinde akıllara sokulup, kolektif duyuşlu akılları bulandırıyorlardı. Kolektif oluş gibi sağlam ve pekin bilgiden, pekin olmayan yani tekin olmayan bir bulanık düşünceye geçilmişti. Bu bulanık durum içindeki muhacere de (birbirine engel durumlar da) netlik yoktu. Ama bulanığı yaratan kişi sahipli durumun çekiciliği, kolektifin içinde kolektif durumla yetenek olmuş kişide kolektifi egemen oluş düşüncesi yanında pek cazipti (çekiciydi)! Dolambaçlı ve bu bulanıklık içinde ne olduğu belirsiz olan yol El’in sahipliğini söyleyen kavramdı. Ve El bu sahipliğini size veriyordu! Herkes içten içe El’in mülkünü kendisine vereceği ben merkezli düşünce sanısına kapıldı. Bu yol, El’in sahipliğini söyleyen bu düşünce yeni yapısalcısı yolu oluşan inşa anlayıştı. Buna yeni dizayna göre eski kolektiflik ve eski kolektif hafıza silinecekti. İşte ikinci tür tufanlar kolektif ittifaktan kopuş ve kendi içinde El ahdi yapan köleci ittifaklardı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bayram Kaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |