Yalnızca hava, ışık ve arkadaşın varsa hiç üzülme. -Goethe |
|
||||||||||
|
Sokaklar tenhaydı. Hafta sonu okullar tatil olmuştu. O nedenle,telaşlı adımlarla okula giden öğrenciler yoktu sokaklarda. Okulların tatile girmesiyle,kasaba sanki sessizleşmişti. Çocuklar şimdi uykuda olmalılardı. Yaklaşık on dakika sonra,yıllardır öğretmenlik yaptığı okula geldi. Okul bahçesine girdi. Etrafta sanki bir ölüm sessizliği vardı. Her zaman çocukların sesiyle çınlayan bahçe,bugün sessizdi. Kendisini görünce önüne koşan,”Günaydın Öğretmenim.”diyen sesler yoktu. Çocuksuz okulda ne işi vardı! O,öğrencilerini iki gün önce mezun etmişti. Onlarla vedalaşmıştı. Seminer çalışması için okula gelmişti. Okulun kapısından koridora girdi. Boş okulda ayak sesleri yankılanıyordu. Buz gibi geldi okul ona. Çocuklarsız bir okul,susuz değirmene benziyordu. Okulda hizmetlilerden başka kimse yoktu. Sabahleyin okula erken gelme alışkanlığı vardı onun. Hatta bazen, hizmetlilerle birlikte geldiği de olurdu. Öğretmenler odasına girdi. Alışkanlığı olduğu üzere,kendine bir kahve yaptı .Ama,tiryakisi olduğu kahvenin bile tadını alamadı.İki gün önce temelli ayrıldığı öğrencilerini düşünürken,kahve bitivermişti. On,onbeş dakika sonra arkadaşları birer,ikişer gelmeye başladılar. Arkadaşlarının hemen hepsi neşeliydi. Bir öğretim yılı boyunca çok çalışmışlar,çok yorulmuşlardı. Tatili hak etmişlerdi. Birkaç günlük seminer çalışmasının ardından tatil başlayacaktı. Her günki normal konuşmalar başlamıştı. Kimi akşam televizyonda izlediği programın kritiğini yapıyor,kimi gazete sayfalarını karıştırıyordu. Konuşmalar beynini tırmalıyor,her zaman sohbet etmekten zevk aldığı arkadaşlarından bunalıyordu. Çünkü,aklı iki gün öncedeydi .İki gün önce ayrıldığı,yuvadan uçurduğu öğrencilerinde. Beş yıl boyunca birlikte olduğu öğrencileri, mezun olup gitmişlerdi. ...Sıkıldı o ortamdan. Öğretmenler odasından çıktı,koridorun sonundaki sınıfına yöneldi. Sınıfın kapısı kapalıydı. Sanki sınıfta öğrencileri onu bekliyorlardı. Gürültülerini duyar gibi oldu. Çocukların sesleri adeta kulaklarında yankılanıyordu. Kapıyı açıp,içeri girdi. Sınıf nasıl da sessizdi. Masaların üzerinde,unutulmuş birkaç kitap duruyordu. Yazı tahtası,kendisine yazılmış iltifatlarla doluydu. “Öğretmenim,sizi çok seviyoruz. Sizden ayrılmak istemiyoruz”gibi ve daha neler neler. Tahtanın önünde irili ufaklı tebeşirler duruyordu. Kimbilir ,en son hangi öğrenci tarafından kullanılmış renk renk tebeşirler. Sınıftaki sessizlik onu rahatsız etti. Sessizliğin bir ağırlığı vardı. O ağırlık,omuzlarında bir yük gibiydi.Silkinmek, yükünü indirmek istiyordu. Pencere kenarındaki çiçeklere baktı. Susuzluktan boyunlarını bükmüşlerdi .Onun gözünde çiçekler,çocuklardan hemen sonra gelirdi. Çiçekler de aynı çocuklar gibiydi. Eğer onlara sevgiyle yaklaşır,gereken ilgiyi gösterirseniz,emeğinizin karşılığını hemen veriyorlardı. O nedenle çiçekleri çok seviyordu. Nereye gitse,önce çocuklar dikkatini çekerdi,sonra çiçekler. Öğrencisiz sınıf ona buz gibi geldi. Ne “günaydın” diyen vardı,ne “öğretmenim” diyen. O anda kendini yaralı bir kuş gibi korkak,çaresiz ve zavallı hissetti. Oysa o ,bu sınıfta iki gün öncesine kadar kral gibiydi. Sınıfa girdiğinde onlarca kişi ayağa kalkıyor,tüm gözler kendisine çevriliyor,başlar önünde saygıyla eğiliyordu. Oysa şimdi?...Şimdi o bir hiçti. Hem de koskocaman bir hiç. Bir öğretmen, ancak öğrencileriyle beraberken, bir anlam ifade ediyordu. Çekip çevirdiği,yönlendirdiği,yıllardır emek verdiği öğrencileri neredelerdi? Kendini; tacı olan-tahtı olmayan, ülkesi olan-halkı olmayan bir krala benzetti, ya da kraliçeye. Bir öğretmenin, çocuklarsız bir hiç olduğunu anladı. Yılların birikimi nereye gitmişti? Meslekteki yirmi iki yılı, bir çırpıda sıfırlanmıştı. Omuzlarının çöktüğünü,dizlerindeki dermanın ayaklarının ucundan akıp gittiğini farketti. Pencere kenarındaki çiçeklere baktı. Onlara sahip çıkabilmişti. Ama çocuklarını tutamamıştı. Beş yıl boyunca aynı havayı soluduğu öğrencileri, işte gitmişlerdi. Kendisini bu âciz durumda görseler,acaba ne yaparlardı?...Masasına geçti,sandalyeye oturdu. Eski günler canlandı gözünde. Öğrencilerinin birinci sınıftaki hallerini düşündü. Annesiyle birlikte gelmişti birçoğu. Okuldan,öğretmenden korkuyorlardı. Birkaç gün velilerle birlikte ders yaptığı günler,öğrencileri okula alıştırmak için oynanan oyunlar,anlattığı maslalar,hiç de güzel olmayan sesiyle söylediği şarkılar. Ve o geçen koskoca beş yıl....Bunlar bir rüya mıydı yoksa? Hiçbir iz,hiçbir ses bırakmadan geçip giden, koca beş yıla hayıflandı. Boş sıralara baktı. Her sırada birkaç öğrencisini görür gibi oldu. Artık onlar ortaokula gideceklerdi. O okulda bir değil, birden fazla öğretmenleri olacaktı. Onlara “öğretmenim” diyeceklerdi. Bunu istemiyordu. Onların öğretmeni sadece kendisiydi. Bu payeyi başkalarıyla paylaşmak istemiyordu. İçini bir kıskançlık duygusu kapladı. Ya,gidecekleri okuldaki öğretmenlerini kendisinden daha çok severlerse...Ya kendisini unuturlarsa...O öğretmenleri şimdiden kıskanıyordu. Kendisinin diktiği,besleyip büyüttüğü fidanlara onlar sahip çıkacaklardı. Bu haksızlıktı. Kendisi onların ilk göz ağrısıydı. Anne kucağından almıştı onları. Birçoğunun ayakkabılarını bağlamış,yakalarını iliklemiş,dağılan saçlarını tokalamıştı. Bu kadar emek verdiği,sevdiği öğrencilerinin ,başkalarına “öğretmenim” demelerini kabullenemezdi. Kıskanıyordu o öğretmenleri. Hatta hepsinden nefret ediyordu. Onu ayıplayan ayıplasındı. Umurunda bile değildi. Öğretmenler odasındaki arkadaşlarının konuşmaları,gülmeleri,sessiz koridordan süzülüp kulaklarına geliyordu. Onlar öğrencilerini bir üst sınıfa geçirmişlerdi. Birkaç aylık ayrılıktan sonra,yeniden öğrencilerine kavuşacaklardı. Keşke kendisi de onlar gibi olsaydı. Ayağa kalktı. Sınıfın kapısını kapattı. Yeniden masasına oturdu. Keşke çocukları yanında olsalardı. Başına toplansalardı. Gürültü yapsalardı,bağırıp çağırsalardı. O da onlara kızsaydı. Öğrencilerine kızmayı bile özlemişti... Sonra ellerine baktı. Koyacak yer bulamadı onları. İlk kez elleri fazlalık geliyordu ona. Bu eller yıllarca kalem tutmuş,tebeşir tozuyla haşır neşir olmuştu. Hem eğiten,hem öğreten,hem okşayan ellerdi bunlar. Bu eller çocukları okşamıştı,ağlayan gözlere teselli olmuştu. O anda elleri yumuşacık geldi ona. Sıcacık yumuşacık, kadife gibi... Sonra aklına gelen bir şeyle irkildi: Bu eller arada bir çocukların kulağına yapışmıştı. Onları incitmişti. Biraz önce yumuşacık,sıcacık gelen elleri şimdi birden büyümüştü. Büyümüş büyümüş ,bir kürek gibi olmuştu. Sanki büyüyen ellerinin ağırlığını ve utancını duyuyordu....Ellerini masadan çekti. Masanın altındaki dizlerinin üzerine koydu Onları görmek istemiyordu. Dizlerinde, ellerinin buz gibi soğukluğunu hissetti. Dışarıda pırıl pırıl bir hava vardı. Güneş yenice ,kasabanın dar ve uzunca vadisini ısıtmaya çalışıyordu. Çiçeklerden ikisini kenara çekip,pencereyi açtı. Havanın oksijeni ona yetmiyordu. Boğazı düğüm düğümdü. Sonra düşündü:Kendileri için bu kadar üzüldüğü öğrencileri acaba ne hissediyorlardı?Bu ayrılıktan onlar da kendisi kadar etkilenmişler miydi?Yoksa, çocuksu hayallere dalıp, onu unutmuşlar mıydı?...O, unutulacak biri olamazdı. Saçlarını onlarla çalışırken ağartmış,yüzündeki çizgiler onlar için çalışırken derinleşmişti. Birkaç ay sonra,yeni öğrenciler vereceklerdi ona. Yeni baştan,birinci sınıftan başlayacaktı. Belki yeni öğrenciler onu teselli edebilirdi. Hayır!...Başka öğrenci istemiyordu. Yine eski öğrencilerini istiyordu. Onlardan başkasını sevemezdi. Eğer severse,eski öğrencilerine ihanet etmiş olacaktı. Onu ancak, kendisi gibi öğrencilerinden ayrılan bir öğretmen anlayabilirdi. Birilerinin tesellisine nasıl ihtiyacı vardı. İçinde bir şey büyüyordu. Koca sınıf ona dar geliyordu. Kendisini bir kibrit kutusuna sıkışmış gibi hissediyordu....Eline kâğıdı kalemi aldı. Aklından geçenleri,gönlünden taşıp dökülenleri kâğıda aktarmaya başladı. Yazdı yazdı. Yazdığı bir şiirdi. Sanki ezbere bildiği bir şiiri yazıyor gibiydi. Aklındakileri unutmamak için,bir makine hızıyla yazıyordu. Yazdıkça rahatlıyor,sanki yaz sıcağında aniden bastıran yağmur altında serinliyordu. O, bu duyguları ilk kez yaşamıyordu. Her beş yılın sonunda yaşıyordu bunu. Tıpkı diğer meslektaşları gibi. Bunu da atlatacaktı. Kendisini yeni öğretim yılına hazırlamalıydı. Sınıftan çıktı. Öğretmenler odasına gitti. İster istemez seminer çalışmalarına girişti. Gönlünde esen fırtınaları,ondan başka kimse bilmiyordu. Tek tanığı,sadece yazdıklarıydı. Yazdığı şiir şuydu: Bu sabah titreyerek sınıfa girdim Çocuklarım,yavrularım yok bugün. Ne “günaydın” diyen var, ne “öğretmenim” Çocuklarım, yavrularım yok bugün. Sıralarda kimse yok, hepsi boşalmış Sanki bir hüzün var bahçede bile Sizden ne bir nefes, ne bir ses kalmış Teselli aradım ,ben, ama nafile! Beş yıl nasıl geçti bir rüzgâr gibi! Yılları ay, ayları gün ettiniz Bir tek güne sığdı o yıllar sanki Sonunda siz de beni koyup gittiniz. Sınıftaki çiçeklerin solmuş yaprağı Eski sahiplerini arıyor gibi. Hepsinin kurumuş nazlı toprağı Sizden bir yudum su bekliyor gibi. Geçen yıllar geri gelsin isterim Yine durun, sıralanın karşımda. Üzün yine beni eskisi gibi Yeter ki bulunun yanıbaşımda. Sizle beraberdim, sizleydim her gün Bilmem şimdi günlerim nasıl geçecek! Hiç tadı, neş’esi kalmadı ömrün Bana kimler “öğretmenim” diyecek? Mini mini yavrular getirin bana O zaman bu özlem belki de biter. Çocukları gitmiş bir öğretmeni Ancak başka çocuklar teselli eder. “Şaka yaptık” deyip,çıkıp gelseniz O zaman dünyalar benim olacak. Zararı yok, yaramazlık etseniz Bundan bile gönlüm çok haz duyacak. “Fatih,Özge, Murat” diye seslendiğimde “Buradayım” diye cevap verseniz. Biriniz, üçünüz, beşiniz değil Eksiksiz hepiniz geri gelseniz. Farkım yok susuz kalmış bir değirmenden Oyuncağı kaybolmuş çocuk gibiyim. Issız, kızgın bir çölün tam ortasında Herkesten, herşeyden uzak biriyim. Haydi gelin, koşun bana çocuklar! Bir daha bir daha kucaklaşalım Öyle ayaküstü değil, onlarca defa Sizinle yeniden vedalaşalım. 1994- Mudurnu (Hiç hatırlamak istemediğim bu anımı,ikinci bir kişinin anısıymış gibi anlattım.Bu anımı hiç yaşamamış olmayı tercih ederdim.)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |