Düşüncelerim duygularıma savaş açtı, duygularım bedenime. İnandığım, güvendiğim her olgu, kanlı bir çatışmanın göbeğinde, savunmasız.
Görüntüm müdür sanırsın varlığım, hangi dokunuşun aşabilir tenimin barikatını. Şeytanın metresi olmaktan kurtulabilir mi tecavüzlerden yorgun bedenim ya da savrulduğu boşluklarda kendine yeniden bir ben bulabilir mi tatminsiz varlığım. Ya yok olmalı ya da uzlaşmalıyım.
Kaybettiği çığlıkların yasını daha ne kadar tutacak zavallı bedenim.
Titreşimlerini en duyarlı algılara bile duyuramayan bir fısıltıdır artık sesim. Her çığlığı, ağıtı, kahkahayı, sövgüyü, övgüyü seslendirebilecek, her tonda, her ritimde yankılanabilecek, her melodiye ait olabilecek kimliksiz bir fısıltı.
Can bulabileceği bir dil arayan, bulabilse; sözcükleri, söylemleri olabilecek, ya isteyecek söylemeyi ya da susmayı seçecek. Ya da bir dil bulamamanın çıkmazlarında şeytanın sözüne eşlik edecek.
Sesim; şeytanın bedeninde barınan, bir dilden diğerine, bir tondan diğerine savrulup duran, çarptığı engellerden yankılanamayıp paramparça dağılan. Zihinlerde melodi olma tutkusuyla kendini boşluğa her bırakışında, kulakları tırmalayan bir gürültüye dönüşen. Kendine kapalı duymaların hınca hınç doldurduğu dünyasında, yankılanabileceği yolları kaybetmiş olmanın kimliksizliğiyle şeytanın elçiliğini yapan.
Şeytanın elçisi bir ses; şeytanın evi bir bedenden, şeytanın sözünü seslenen.
Her dili konuşabilir barındığı şeytanın bedeninde; kovulduğu cennetin sevaplarının, terk ettiği cehennemin günahlarının dillerini. Meleklerin dilinde günahlar sahneleyip, tüm sevapları kendine kostüm yapar. İzleyen gözlerden gizlenen ruhlara akar. Bir bir çıkarır kendinden olanı; varolur yeniden, yeniden... Gizlenmiş ruhlardan susturulmuş dillere dolar. Çarptıkça yankısını çoğaltacak katil bedenler arar. Bazen bulanık , bazen berrak, bazen boğuk, bazen tiz, bazen bas.....iner, çıkar, çarpar, çarpar, çarpar, dağılır, boğulur, siner, güçlü bir akıma kapılır bazen; eser, eser, eser; rüzgara bile ulaşamaz esintisi fırtınadan vazgeçer. Dünden silinir, güne belenir, azap olur yankısızlık. Kıyamet denilen; anların girdabında savrulmalardır.
Susmaya yatar dostlar, düşmanlardır sesleri çoğaltan. Tüm söylemler zehirli dillerde bulur yankısını; katil dillerden beslenip ahraz bedenlere yol alır ölü canlar.
Çığlıklara hasret kalmış bedenimdir sesin tutkusu. Özgürlüğe gebe rahim gibidir tutsak kaldığı şeytanın labirenti. Çarptığı engellerden besler varlığını, aşamadıkları büyütür sonsuzluk arzusunu.
Bedenim; her katmanı elleriyle kazan, avuçları yokluklarla, tırnakları uçurumlarla dolan. Her yokluğu tutkuya boyayıp, açlığını tatminlere sunan. Dünü avutulmamış, yarını büyütülmemiş; günün fahişeliğini yapan...
Bembeyaz sayfaya her karaladığı, bir kürek dolusu toprak gibidir yaşamdan boşalttığı; en güzel imge değil en yakışan ölümdür aradığı.
Sesi kaybetmiş bir beden, kaleminden ruhunu akıtan...
Boşlukta savrulur adımları, içine bir nefes gibi dolacak o sese susar...O sesi susar, susuzluğu, sessizliği
Su fısıltı
beyaz beden
çığlık sel sesssssss, dalga evren, , , nefes,
boşluk
köpük
yankı
sessssssssssim
tutkuyla sevişecek bedenimle yeniden... Yakalayabildiği her fısıltıyı çoğaltarak çığlığa dönüşecek, tüm dünyayı şahitliğine toplayıp evrende yankılanarak sonsuzluğa ulaşacak ya da ulaştığı yüksek frekansında kendini yok edip sonsuzluğu anlamsız kılacak.
Coşku olup dolacak bedenime ve o gün; her damla suyu dev bir dalgaya boyayıp, nefesimi bembeyaz köpüklere sunacağım. Sel olup coşacak ve her durulduğumda boğacağım tüm görüntüleri yansımalarında.
Külden kor, kordan ateş yapacak coşkularım. Ya yok edecek, ya da yerle bir olacağım. Ama asla uzlaşmayacağım.
Bana ait olduğunu sandığım her renk, ses, duygu, biçim,......bir bir yok olacak, yeni biçimlere doğru. Gökyüzünün en berrak günlerinde küme küme bulutları ‘bir şey’e benzettiğim anda çoktan başka ‘bir şey’ olmaya doğru yol alışları gibi olacak bu yolculukta yaşamım. Durduğum anda attığım adımlar kadar yok olacağım.