Gerçeğin dili çok yalın. -Euripides |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu Lozan’dan bu yana çok yol kat ettik. Öyle ki, ikinci SERV’i bulmamız yaklaşık 65 Yılımızı aldı. Ama bu sefer adı değişik Annan. Halk diliyle tercüme edersek, ‘ben senin ananı….’ der gibi bir şey. Yani anamızı bellemeleri için Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden itibaren adım adım yürütülen teslimiyetçi politikalarla, tümüyle dışa bağımlı, ulusal bilinci yok edilmiş, ulusal ekonomisi iflas etmiş, ulusal eğitim sistemi tümüyle ortadan kaldırılmış, ulusal politikası Washington ve Brüksel tarafından belirlenen bir ‘SÖMÜRGE ÜLKESİNE’ dönüşmüş bulunmaktayız. Zincirin son halkası, rezaletin son perdesi şimdi KIBRIS’ ta oynanıyor. Sonun başlangıcı, Türk Askeri’nin ve TÜRK HALKININ sistematik bir şekilde KIBRIS’ tan tasfiye edilmesiyle. Avrupa’nın ZENCİSİ sözde Türk Hükümeti, Türk Ulusunu aşağılayan, ulusal onurumuzu ve haysiyetimizi ayaklar altına alarak, salya sümük Avrupa Birliği Kapısında ‘ne olursunuz bizi de alın’ diye yalvarmakla kalmıyor, karşılığında TOPRAK VERMEYİ teklif ediyor. Sokak diline tercüme edelim. Yani, bir adamın ‘karısını vermeyi’ teklif etmesi gibi bir şey. Bunları anlamak için çok zeki olmak gerekmiyor sadece açık istihbarat olarak niteleyeceğimiz, medya aracılığı ile yapılan açıklamaları takip etmeniz ve yap bozun parçalarını bir araya getirmeniz yeter. Washington ile Brüksel arasındaki anlaşmaya göre, Kıbrıs’ın tasfiye planında düğmeye basıldı. Plana göre, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, kapitalizmin ortakları Amerika ve Birleşik Avrupa Birliği, karşılarındaki ‘kısa dönemli’ güç boşluğundan yararlanarak, Orta Doğu üzerindeki planları gerçekleştirmek üzere harekete geçtiler. İşe, Kıbrıs’tan başlanacaktı. Stratejik konumu, dünyanın en zengin petrol rezervlerine yakınlığı, Rusya’yı kontrol edebileceği en yakın ‘ÜS’ olma konumu, Avrupa’nın ZENCİSİ ‘Müslüman’ kimliği ile Avrupalıların her zaman midesini bulandıran Türkiye’nin tam kontrolü ve Akdeniz’den tümüyle dışlanması için de bu gerekliydi. Şu ana kadar plan, önceden titizlikle hesaplanan adımlarıyla başarıyla yürütüldü. Taa ki Rumlar su koyuverene kadar. Öyle ki, Avrupa Birliği Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen bir önceki günkü Avrupa Parlamentosu’nun Kıbrıs oturumunda salya sümük ağlama durumundaydı. Neredeyse Rumları, anne babasına şikayet eden bir tavırla burnunu çeke çeke ‘Rumlar beni aldattı’ dedi. Yani , o kadar perişan olmuştu. Ama kendini kısa sürede toparladı ve kendini aldatanları tehdit etmeye başladı. Ertesi gün, bütün gazeteler çarşaf çarşaf yazdı zaten. Verheugen ’den Kıbrıs’lı Rumlara tehdit. ‘Rumlar Annan Planının oylanmasına, Hayır dediğiniz takdirde, Türk Askeri Sonsuza Dek Adada Kalır. O çok korktuğunuz ve istemediğiniz Türk Göçmenlerden 100.000 tane daha adaya gelir.’ İnanın uydurmuyoruz. Bu açık istihbarat. Alın bir tane daha. Avrupa Parlamentosu genel kurulu, Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin, kapatılan DEP'in eski milletvekillerini, yeniden yargılama sonucu yine 15 yıl hapis cezasına çarptırmasına ilişkin hazırlanan tavsiye karar tasarısını kabul etti. Devlet Güvenlik Mahkemesi kararının kınandığı kararda, davanın ''Türk yargı sistemiyle Avrupa Birliği yargı sistemi arasında farkı göstermek açısından de örnek teşkil ettiği'' ileri sürüldü. Avrupa Parlamentosu kararında, DGM'nin verdiği mahkumiyetin, ''Türk hükümetinin adli sistemle ilgili başlattığı reformlara açıkça tezat teşkil ettiği'' bildirildi. Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin kaldırılması için hükümete ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne çağrıda bulunulan kararda, Yargıtay'ın, mahkumiyet kararını bozmasının umut edildiği görüşü ifade edildi. Yani, adamlar artık ‘mahkemelerimize, mahkemelerimizin aldığı kararlara doğrudan karışıyorlar hatta eşi benzeri görülmemiş bir yüzsüzlük ve TERBİYESİZLİK örneği olarak mahkemelerimizin lağvedilmesini tümüyle ortadan kaldırılmasını bizzat İSTEYEBİLMİŞLERDİR. Avrupa Parlamentosu adındaki bu terbiyesiz, kendini bilmez, şımarık ve saygısız kurum ne hakla ve hangi cüretle, YARGI SİSTEMİMİZE DOĞRUDAN KARIŞMA HAKKINI KENDİNDE BULABİLİYOR? Ve sözde Türk Hükümetinden neden en küçük bir yanıt bile yok. Öylesine bir pişkinlik örneği ki, ‘Tık’ bile yok! Bu seviyesiz, arsız ve fütursuz davranışa, açıkça bir ülkenin ‘İÇ İŞLERİNE’ karışmak denir. Ve biraz olsun şeref, haysiyet ve onurdan nasibini almış bir hükümetin bu hayasızlığa vereceği cevapta kısaca ‘KAPA ÇENENİ’ demek olmalıdır. Bu benim ülkem ve benim iç işlerim sen kim oluyorsun da benim iç işlerime karışıyorsun? Bu ne densizlik! diyebilmelidir. Bu arada gözden kaçan hafif yollu bir dokundurma, direk olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine yöneliktir. DGM kaldırılması istemiyle Avrupa Parlamentosu, ‘aba altından sopa göstererek’ Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, Kıbrıs konusundaki olası tavrına karşı ‘Sakın Ha!’ gibilerinden parmağını sallıyor. Çünkü, sömürge Türkiye’sinde hala bozulmadan, dejenere edilemeden, Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalan, 1919 RUHUNU aynı canlılıkla taşıyan, savunan ayakta kalan ve bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güvencesi olan tek kurum bugün Türk Silahlı Kuvvetleridir. Ve DIŞ DÜŞMANLARIN çekindiği ve ciddiye aldığı tek kurum yine Türk Silahlı Kuvvetleridir. Yağmur gibi yağıyor değil mi? Dayatmalar zincirinin ucu bucağı görünmüyor. Durun bakalım bu daha başlangıç. Neyin mi? Tabii ki sonun başlangıcı. Bu daha bir şey değil. Avrupa Parlamentosu’ nun istekleri doğrultusunda, ‘kökü dışarıdaki hükümet’ meclise verdiği ve oylamasını yıldırım hızıyla geçirmeye niyetlendiği yasa tasarısıyla, terörist Abdullah Öcalan’ı serbest bırakmaya hazırlanıyor. Muhalefetteyken hayasızca siyaset malzemesi yaptığı ve ‘şehit kanları’ üzerinden halktan oy koparmaya çalışan şimdiki sözde hükümet, bakalım ‘terörist Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması ile ilgili olarak’ ne özür bulacak? Yoksa, Bush Amcasının eteklerinin altına mı saklanmayı tercih edecek? Yoksa elinde bir IMF Sopası, ‘bana mahkumsunuz, eğer karşı çıkarsanız, Amerikan kaynaklı krediler kesilir, siz de aç kalırsınız, Arjantin’in durumuna dönersiniz’ tehditlerine mi yatacak. Aklımıza, Ömer Seyfettin’in meşhur DİYET Öyküsü geliyor. Aynen böyle hayasız bir adamın bir mazlumun karşısına diyetim de diyetim diye tutturduğu ve adamı sonuna kadar sömürmeye çalıştığı öykünün bir yerinde işler öyle bir noktaya gelir ki, adam artık dayanamaz kendi kolunu baltayla keser ve ‘Al Diyetini’ diyerek kesik kolu adamın suratına fırlatır.’ Bakalım, biz bu diyeti ne zaman kadar ödemeyi sürdüreceğiz yada adamın suratına, 1920 yılında yaptığımız gibi bir ‘Osmanlı Tokadı’ patlatacağız. O tokadı, tekrar patlatamadığımız için bütün bunlar başımıza geliyor. Hiç kimsenin aklına ya kardeşim 40 yıldır Kıbrıs sorunu duruyor. Şimdi mi aklınız başınıza geldi? demek gelmiyor. Bu telaş neden? Niçin her şey, böyle yangından mal kaçırırmış gibi bir an önce ‘oldu bittiye’ getirilmeye çalışılıyor diye sormuyor? Cevap çok basit aslında. Uluslar arası ilişkilerde, dostluk, barış, sevgi, halkların kardeşliği gibi ‘zırvalıklara’ yer yoktur. Uluslar arası ilişkiler bir SATRANÇ MAÇIDIR. Burada önemli olan oyunun kurallarını iyi bilmek ve oyunu kuranların bir sonraki hamlesini iyi tahmin etmektir. Hatta altı, yedi hamle sonrasını görmek ve her harekette karşı tarafın hamlesine göre, olasılıkları iyi hesap etmektir. Kısaca bu bir SAVAŞTIR. Ama oyunu kuranlar arasında yaşanan strateji savaşıdır. Burada, top tüfek değil, zeka, beyin, stratejiler ve mantık işler. Oyunun kuralı bir, amaç ülkemin çıkarları doğrultusunda mümkünse masadaki her şeye sahip olarak kalkmak. Ama diğer ülkelerde aynı şeyi isteyeceğine göre, iyi bir strateji belirleyerek ortak çıkarlar doğrultusunda azamide anlaşılan ülkelerle, geçici ittifak yaparak oyundan en karlı kalkan ve pastadan en büyük dilimi kapan ülke olmak. Oyunun ana hedefi, kuralları anlaşıldığına göre, gelelim şu bir bardak suda koparılan fırtınaya. Yani, Kıbrıs meselesine. Hiç dikkat ettiniz mi bilmem, Irak’a saldırı hazırlıkları başlamadan önce ortada böyle vahim bir Kıbrıs Meselesi filan yoktu. Birden bire, Irak Savaşıyla birlikte EŞ ZAMANLI olarak KIBRIS MESELESİ YARATILDI. Olayı basitleştirelim. Bush Amcası, Amerikan askerlerini, Irak’a sokmak için İncirlik Üssünü kullanmak ve Türk askerlerini de Irak bataklığına çekmek istedi ama hükümetin bütün desteğine rağmen planı, Türkiye Büyük Millet Meclis’inden geri döndü. Hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi, dünya tarihi boyunca KÜBA ve dünya şekeri alem adam şu Castro hariç hiç kimsenin yapmadığı biçimde Amerika’ya kafa tuttu, Amerika’yı resmen oyaladı ve uyuttu. Halk diliyle adamı suya susuz getirdi, susuz götürdü. Hem de uzun bir süre Irak işgalini engelledi, erteledi. Amerikan askerlerinin Türkiye’deki üsleri kullanma kararı ha bugün meclisten geçer, ha yarın geçer derken, Amerikan Conisini ve Beyaz Sarayı resmen ‘aptal’ yerine koydu. Ve Amerika bunu unutmadı ve şimdi Türkiye bunun bedelini Kıbrıs olarak ödüyor. Niye mi? Amerika asla bir daha ‘uluslara arası arenada bu şekilde aptal yerine konarak prestij kaybetmeye razı değil’ de ondan. Yani adamlar, uzun süredir hayalini kurdukları bağımsız askeri üslerine kavuşmak üzere. Kıytırık bir İncirlik Üssü için ikide bir de TBMM’ne yalvarmak istemiyorlar. KIBRIS, Amerika ve müttefiki Avrupa Birleşik Devletleri için çok amaçlı bir Askeri Üs olacak. Birincisi, Irak Savaşı nedeniyle, savaş araç gereç ikmallerinin yapılması, bütün Ortadoğu’nun ve Petrol Rezervlerinin kontrolü açısından Kıbrıs mükemmel bir askeri üs olma özelliği taşıyor. İkincisi, soğuk savaşla birlikte bittiği zannedilen Amerika ve Rusya arasındaki soğuk savaş artık şekil değiştirmiş bir biçimde bu sefer daha çetin şartlarda sürüyor. Bu nedenle, Amerika’nın acilen böyle bir üsse ihtiyacı vardı. Çünkü Rusya artık yalnız değil, yanında dünyayı ürküten uyuyan bir DEV var. ÇİN RUSYA ve ÇİN’e karşı Amerika’nın kendisini koruyabileceği en uçtaki karargahı ne yazık ki artık Türkiye değil. Bundan böyle, KIBRIS olacak. Irak Savaşı karşısındaki ‘kaypak tutumu’ ile Türkiye, artık sonsuza kadar ‘güvenilmez damgasını’ yedi ve Türkiye’nin de bundan sonra sıkı sıkıya avuç içinde tutularak, kesin olarak idare edilmesi gerekecek. Yani, burada Türkiye’yi idare edenlerin gemlerine biraz daha sıkı asılma gerekliliği doğuyor. Bu bakımından da KIBRIS çok ideal. Çünkü, Türkiye’nin beyni ve kalbi ANKARA’ da. Beyni Türkiye Büyük Millet Meclis, kalbi de Anıt Kabir’de olan Ankara’yı kısa menzilli füzelerle vurmak çocuk oyuncağı. Öte yandan, Türkiye’nin Akdeniz’e açıldığı ve nefes aldığı tek yerin Kıbrıs olduğu gerçeği göz önüne alınırsa, Kıbrıs’ın Amerikalılara geçmesiyle birlikte, TÜRK DONANMASI kıpırdayamaz hale geleceği için bundan böyle en uygun hareket her halde Türklerin Donanmalarını tasfiye etmeleri olacaktır?!? Gelelim Kıbrıs’ın askeri üs olarak kullanılması projesine. Bunun için de ilk önce, Türk Askerinin adadan kesin olarak tasfiyesi gerekecektir. Bakınız yazının başı. Verheugen’in beyanatı. Bu yazı başında da söylediğimiz gibi her şey tümüyle açık istihbarata dayanıyor. Bakınız Verheugen’in açıklamasına yada Rumları tehdidine, ‘Eğer Annan Planına hayır derseniz TÜRK ASKERİ ADADA SONSUZA KADAR KALIR’ Bir şey bundan daha açık ifade edilebilir mi? Daha net olarak ‘itiraf’ edilebilir mi? Peki bizim sağır kulaklarımız bunu neden duymuyor? Yada duyuyor da anlamamazlıktan geliyor. Sayın Prof. Erol Manisalı’ nın dediği gibi ipleri ‘İçimizdeki Danimarkalılar’ tarafından çekilen ve oynatılan hükümet tarafından özellikle anlamamazlıktan geliniyor. Çünkü Brüksel tarafından, üç maymunu oynaması ‘emredilen’ hükümet, Brüksel ve Washingthon ne derse onu yapıyor. KIBRIS’ta sürekli bir istikrarın ve ‘ironik’ bir biçimde Rumların varlığının da bir güvencesi olan Türk Askerinin tasfiyesi ile başlayacak her şey. Sonra, sıra onların deyimiyle ‘Türk Azınlığa’ gelecek. Hiçbir zaman tanımadıkları ve tanımak istemedikleri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti’ni onlar daima ‘Türk Azınlık’ olarak gördükleri için bu deyimi tercih ediyorlar. Ve hiç beklenmedik bir biçimde Rumlar da adadan tasfiye edildikten sonra ada gerçek işlevine yani tamamıyla, ‘ASKERİ ÜS’ olarak kullanıma açılacaktır. Neden Tassos Papadopulos, plana ısrarla ‘Hayır’ diyor sanıyorsunuz? En nihayet ayakları suya erdi, gerçekleri gördü de ondan. Şimdi, içine düşürüldüğü bu pis durumdan nasıl çıkacağının hesaplarını yapmaya çalışıyor. Peki, Türk tarafındaki halkın bir kısmı plana, neden ‘Evet’ diyor derseniz. Son otuz yıldır ekonomik ambargodan dolayı nefes alamaz hale gelen Kuzey Kıbrıs Türk Halkı, bu ‘taze nefes’ olarak değerlendirdiği yada ona öyle empoze edilen planın ‘idam sehpasında boynuna geçirilen ip’ olduğunu bilmiyor da ondan. Geriye kalan bir kısım Türk de hayal meyal bunun bir idam olduğu bilincine net olarak vardı ama maalesef ‘Satranç Tahtasındaki Piyonlar’ misali oynatıldıklarının farkında değiller. Tam bu sırada, hiç beklenemedik bir şey oldu. 22 Nisan’ı, 23’üne bağlayan gece yarısı, Birleşmiş Milletler kararını bir üye VETO ederek plana karşı çıktı. RUSYA. Oynanan oyunun her hamlesini çok iyi bilen, her adımı çok dikkatle gözleyen ve takip eden ve bizim de acaba ne zaman müdahale edecek diye merakla beklediğimiz RUSYA ilk ciddi müdahalesini yaptı ve Annan Planını VETO etti. Acaba neden bu kadar zaman bekledi diye soranlar için nabız yokladı ve yerinde çok sert bir uyarıyla hasımlarına hadlerini bildirdi, diyebiliriz. Nihayet Satranç Tahtasında rakipler karşı karşıya geldiler. Yalnız Türkiye burada ne yapacak. Hala önünde bir seçenek var. Satranç tahtasında çok rahatlıkla feda edilecek sıradan ve değersiz bir piyon mu olmak istiyor. Yoksa, oyunda ben de varım demek mi? Bu gidişle, satranç tahtası üzerinde sıradan bir işaret olduğunun dahi farkında olamayan bu hükümetin bu ‘FARKINDALIĞI’ kavrayabilmesini beklemek resmen bir safdillik olacak. Sonun başlangıcı, KIBRIS’ı vermektir. Bu ilk adımdır. Çözülme Kıbrıs ile başlayacak demektir. Büyük Orta Doğu Projesini hazırlayanların amaçları Irak’ı işgal etmekti. Şimdi sıra geldi, Suriye’yi bölmeye. Çünkü, sömürgeleri bölüp yönetmek daha kolaydır. İngiltere’nin en eski politikasıdır. Böl, yönet. Ve bir sonraki adım. TÜRKİYE. 1919 yılında olduğu gibi Türkiye’yi yedi ayrı parçaya bölmeye hazırlanıyorlar. İlk adım Güney Doğu’da bir Kürt devleti kurulması için Kürtlerin dış mihraklarca organize edilmesi ile 1990’lı yılların başında zaten resmen başlatıldı. PKK’nın el altından senelerce maddi ve silah bakımından desteklenmesi ile devam etti. Neden Amerika ve İngiltere ‘şiddetle’ Türk Askerinin Kuzey Irak’a girmesine karşı çıktılar. Çünkü bu olası bir Kürt devletinin sonu olurdu. Yani, Amerika ve İngiltere’nin sömürge olarak tümüyle kendilerine bağlı olacak olan, yapay bir kürt devletinin daha doğmadan ortadan kalkmasını istemezlerdi de ondan. Buna ek olarak, Türkiye’nin resmi belgelerden ve anlaşmalardan doğan tarihi ‘Petrol Rezervleri Haklarını’ istemesi ne Amerikalıların ne de İngilizlerin işine gelirdi. Gelelim parçalanma sürecine, Avrupa Parlamentosu adı altında birleşen terbiyesizler sürüsü, Etnik haklar adı altında bize sunacağı dayatmalarla Türkiye’yi 1919 planına göre bölmeyi amaçlıyor. Aynı etnik hakları kendi ülkenizde de uyguluyor musunuz diye sormaya kalktığınızda ise Kısaca, size terörist diyorlar. Mesela, İngiltere neden IRA ile senelerden beri uğraşıyor? Neden İrlandalılar kendi dillerini konuşamıyor ve kendi dillerinde eğitim yapamıyor? Bu arada, İskoçları ve Welshleri hiç saymıyorum bile. Ara sıra İskoçların hala sesleri çıkıyor. Özgürlük, özgürlük diye ama Londra tarafından hemen susturuluyorlar. Ya Brötonlar, Fransızlar tarafından işkence edilen hiçbir yasal hakkı olmayan kendi dillerini konuşmanın Fransa’da şiddetle yasak olduğu ve ‘bölücülük suçuyla’ cezalandırıldığı Brötonlar kendi dillerinde isim dahi alamıyorlar. Peki, İspanya’daki ETA’ya ne demeli? BASK bölgesi hala kanayan bir yara. Verin şu adamlara özgürlüklerini olsun bitsin değil mi? Hayır efendim onlar da İspanya’nın yasaklıları. İtalyanlar da kuzey ve güney olarak ayrılmak istiyorlar. Zengin Kuzey artık güneyi sırtında taşımak istemiyor., Kesinlikle haklılar. Bir Annan Planı da İtalyanlara uygulayalım isterseniz ama bu sefer özgürlükleri vermek anlamında. Ne dersiniz? Hazır, halkların özgürlükleri gündeme gelmişken değil mi? Bütün bu maddeleri, Avrupa Parlamentosunun gündemine sunsak ne güzel olur değil mi? Ama ‘beyaz efendiler’ bunları tartışmayı yada duymayı pek istemeyeceklerdir. Yani, tencere senin dibin benden kara. Etnik halkların özgürlüğü masalıyla, ülkesi parçalanan ve bundan en çok canı yanan ülke, Bir süreden beri bize elini uzatıyor. Ama bu el ısrarla görmemezlikten geliniyor. RUSYA’nın eli. Burada, çok önemli iki nokta var. Birincisi, Rusya ile Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasını sağlayan ve 20. Yüzyılın başında batı KAPİTALİZMİNİN ilerlemesini durduran iki devrimden biri Anadolu’da diğeri de Rusya’da gerçekleşmiştir. Unutulmaması gereken en önemli nokta ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ilk tanıyan devlet Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği olmuştur. İkincisi, Ankara ile ilk anlaşmayı imzalayan, Ankara hükümetini silah yardımıyla, Kuruluş Savaşında destekleyen tek devlet Rusya’dır. Kapitalizmin doğuya doğru ilerlemesini bu iki devletin işbirliği engellemiştir. Şimdi yine iş birliği için bu son şans, son duraktır. Neden RUSYA, Annan Planını VETO etti? Bunun en güzel cevabı, birkaç ay önce Ankara’yı ziyarete gelen Rus heyeti (nedense bu ziyaretten hiçbir medya organı özellikle bahsetmedi, her nedense) ve bu heyette yer alan uzun süre Rusya’nın Türkiye Büyükelçiliği Görevinde bulunmuş olan Çernişev’de vardı. Çernişev yapılan toplantıda çok önemli şeyler söyledi. Kapitalizmin, bağımsız ve demokrasi ile yönetilen ülkeler için ne kadar büyük bir tehlike olduğuna işaret ettikten sonra, Türkiye’nin de aynı tehlike içinde olduğunu belirterek Rusya ve Türkiye’nin ortak çıkarları doğrultusunda bölgesel bir dayanışmaya gitmeleri gerektiğine değindi. Türkiye’nin tarihi, kültürel ve sosyal bağları nedeniyle bir AVRASYA Ülkesi olduğunu ve Asya Beşlisi İçinde yerini alması gerektiğini açıkça ifade eden Çernişev, Asyanın Akdeniz’e açılan sınırlarının KIBRIS’a kadar uzandığını ve KIBRIS’ı da içine aldığını net olarak ifade etti. Yani, Ruslar aptal değil. Taaa, tezgaha konduğu andan itibaren oynanan oyunu pek güzel görüyorlar ve bizim sağır kulaklarımıza bağırıyorlar ama nafile bizimkiler söylenenleri dinlemek bir yana, duymak dahi istemiyorlar. Çünkü, Ruslar oynanan oyunun çok acı bir biçimde, kendi ülkelerine ne yaptığını gördüler. Çernişev, bizi parçaladılar diyor. Şimdi, sıra sizde. Bir şey daha açık nasıl ifade edilebilir acaba? Kıyamet burnumuzun dibinde KIBRIS’ ta kopacak. Adayı, Askeri Üs olarak kullanmak isteyecek ‘tek dişi kalmış canavar KAPİTALİZM’ ve Anadolu Devriminin mimarı Mustafa Kemal Atatürk’ün müttefiki Rusya arasında. Kilit nokta olan TÜRKİYE, önemini kavramaktan uzak, ayran budalası gibi ağzının kenarından süzülen salyasıyla, Avrupa Parlamentosu’nun eteğine sarılan sözde hükümetin boyunduruğuna mı razı gelecek, yoksa 1919 yılında yaptığı gibi silkinerek kendine mi gelecek? Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Gençliğe Hitabesi’ndeki şartların bir çoğu maalesef gerçekleşmiştir. İş vahameti, artık ‘Toprak Vermeye’ kadar dayanmıştır. TOPRAK VERMEYE KIBRISLA BAŞLAYACAĞIZ. Ve arkası gelecek. Nasılsa bir kez vermeye alıştık. Ver, gitsin mantığı ile 1919 yılı Mayıs ayına tekrar döneceğiz ama bu sefer, ortada MUSTAFA KEMAL ATATÜRK OLMAYACAK. 19 Mayıs’ta tekrar Samsun’a çıkmaya hazır mısınız? Bize dayatılan ve düpedüz ikinci bir SERV olan ANNAN PLANINA kös kös evet diyerek ‘AR DAMARINI MI ÇATLATACAK’ Yoksa, aramızda hala İSTİKLAL HARBİNİ NEDEN YAPTIĞIMIZI ANIMSAYANLAR ÇIKACAK MI?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |