..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bildiğim tek şey, ben bir Marksist değilim. -Karl Marx
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > Ahmet Şenol Alkılıç




19 Mayıs 2004
Iraklı Kızın Mektubu  
Ahmet Şenol Alkılıç
AÇIKLAMA: Bu mektubu, tüm iyi niyetli dünya insanlarıyla paylaşmayı görev sayıyor ve sanal tarihe ibretli bir vesika olarak armağan ediyoruz… Mektupta alışılmış olduğu şekilde bir duygu sömürüsü ve beklenti değil ,hissedebilen bir insanın karmaşık


:CFDE:
AÇIKLAMA:
Bu mektubu, tüm iyi niyetli dünya insanlarıyla paylaşmayı görev sayıyor ve sanal tarihe ibretli bir vesika olarak armağan ediyoruz… Mektupta alışılmış olduğu şekilde bir duygu sömürüsü ve beklenti değil ,hissedebilen bir insanın karmaşık ve son derecede onurlu ruh haritası dikkate çarpmaktadır. Belki de hepimizin eksiğidir böylesine sahici bir aşk duygusuna sahip olamamak. Belki de bu anlayış yüceliğinin eksikliğinden ötürü birbirimizi yiyip bitiriyoruz…
Böyle kaydettik…
Tepkisizler Grubu: tepkisizler3@yahoo.com


Onlar vazgeçsinler diye değil utansınlar diye anlatacağız artık.
Siyaset belki kazanmıştır ancak insaniyet bir kere daha kaybetmiştir..
İki unsur üzerinde duruyor insan varlığı, insanı tanımlayan şey; iki yön, iki direk. İki maddeyle yoğrulmuş insanın hamuru.
Bir yanı hayvandır insanın. Hayvan. Yani dumanlı dağlar, azgın dalgalar, dipsiz uçurum, gök gürültüsü, ateş, buz, zehir, taş..
Bir yanı melek. Yani yemyeşil ova, papatya, durgun deniz, gök kuşağı, ılık rüzgar, ilaç..
Neden hep önceki yüzü galip gelir insanın?
Çünkü galip gelme duygusu hayvansal bir şeydir. Bir erdem değildir bu duygu. Bu yüzden insanın erdemli olan diğer yüzü hiçbir zaman galip gelmedi; gelemedi. Labirent, diğer bir deyişle matrix budur. Zavallı insanlara karşı zafer kazanmak bizi ancak alçaltır. Onurlu bir insanı küçük düşürmek insanlıktan nasibini yitirmemiş olanlara utanç verir.


Iraklı Kızın Mektubu I

Merhaba
Ey sesinin yankısına tutunduğum!
Ey durup durup aklıma vuran; açlığım, merakım, göçebe yanım, zayıflığım, kararsızlığım, yürek ağrısım, ten çağrısım, ürpertim, düş kırıklığım, bıkışım, inanışım, şu sıralar her şeyim!
Bedeni olmayan bir varlığın iki yönünü: aklını ve ruhunu temsil ediyor sen ve ben.. ne tuhaf değil mi? İki koca insan, iki koca hassa, iki koca kahraman, ikimiz.. bir varlığa ne beden verebiliyoruz ne can. Çünkü yan yana, omuz omuza değiliz.

bir varlıkta iki yönüz kazma kürek
bir varlıkta iki yönüz akıl ve yürek
bir varlıkta sen ve ben
iki yönüz bir varlıkta
yönünü kaybeden
ne sen benim aklımla başa çıkabilirsin
ne senin yüreğinle ben

Benim (aklımla) yazdıklarımı hiçbir zaman tam olarak anlayamayacaksın. Tıpkı ben de senin (yüreğinle) yazdıklarını hiçbir zaman tam olarak anlayamadığım gibi.
Ne var ki...
Sana yazarken aklımdan ödün verip kısmayacağım; asla küçümsemeyeceğim seni. Çünkü kendimi senin yanına koyup biraz da beni düşünerek ve biraz da bana göndereceğim yazdıklarımı.
Bu yüzden...
Sen de kısma yüreğinden ve beni CİDDİYE al! Yazdığın her şeyi hissedemem belki ama lütfen gel, yanıma otur ve kalbinin sesini göğsüme yasla. Senin söylediklerini, bana fazla gelenleri sen hisset ve sen anla. Kendini de öğret.
Keşke, diyorum, birbirini seven ama var olmak, kıpırdamak için birbirine ihtiyacı olmayan, Olimp dağından iki ölümsüz olsaydı aşkımız. Ve sonsuza dek birbirini sevmeğe, birbirine layık olmağa devam etseydi.
Umudunu kaybeden kişinin keşkeleri ok meydanında davul çalmağa benziyor. Bizim başımıza gelen, emek vererek sevgiliye kavuşulamayacağının bir kanıtıdır.
Yaşamak katlanılması zorunlu bir işkence! İşkence çekiyorsan, atıyorum, çalışıyorsan, evlenip yuva kuruyorsan, bağlanıyorsan, amaçlanıyorsan yaşıyorsun. Özgür insan çok az; bir elin parmakları kadar. Onlar da mutsuz. Özgürlük mutsuzluk mudur? Umutsuzluk mudur özgürlük? Gidince özgür olacakmışım.. bir inanabilsem!
Uzun zamandır artık hiçbir ilgi, bir merak beni heyecanlandıramaz diye düşünürken şimdi şarkıların yüreğime sardığı bu sıkıntı ve hüznün bir anlamı olsa gerek.
Bir bayram havası içinde okudum mektubunu; unutulmuş bir rüya tatlılığı yayıldı yüreğimin ılık sabahına. Dallarıma su yürüdü. Beynimi saran bukağılar çözülüverdi. Sevdası görgülü yüreğime can geldi, sallantılı yerim pekleşti böylece. Bir uğur meleği gibi kovalasın ardımdan, şans getirsin bana mektubun! Esnemekten, gülümsemekten utanıyorum.
Benim için endişelenip kalbini ince tertiplerle yorup üzme. İnsanın hiçbir durumda sonsuza dek kalıcı olmayacağını bilen ve her duruma alabildiğince özümseyip değerlendirerek katlanma gücüne sahip olanlardanım. Cehennemi bile yurt edinirim. Derim ki: ‘ İşte özgürce düşünüp yaşayabileceğim bir ülke! ’
Biricik endişem sensin. Yüzünü özlüyorum... Herhangi bir rengi barındıramayacak denli kendisi olan sevimli yüzün pembeleşiyor dudaklarımda. Bu yüz hoşuma gidiyor. Bu yüze ilişkin neyi düşünsem aklımda hemencecik şiire dönüşüveriyor. Ondan başkasını yakıştırmam, yaklaştırmam da kendime. Sesini özlüyorum... Fısıltılarla derinleşen derinleştikçe denizleşen sesini. Ancak bu ses doyuruyor kulaklarımı. Sonra sana değil denize şaşıyorum! Nasıl sığar bir insanın dudaklarına?
Seni düşünüyorum buruk bir mutluluk içerisinde, sana gönül verdiğim ölümsüzler tepesinde ışıl ışıl parıldarken. Bir ilgi sağanağı altında cıvıl cıvıl ötüşlerini işitirken azıcık da olsa bir kıskançlıkla sıkışıyor yüreğim. Sızlanmağa gücüm yok. Ama senin buna ve daha çoğuna layık olduğunu teslim ederek sevinçle gülümsüyorum sonra. Ben gitsem bile asla yalnız kalmayacağını bilmek ısıtıyor içimi. Ve bir imge düşüyor aklıma nereden ve ne anlama geldiğini sorgulamadan:

nerede o kızıl tanlarda sırtlandığımız vaatler
sonra ürküp bıraktığımız karanlıklar nerede?
ama nerede tan şimdi, vaat, karanlık, ürkü?
dün dokunduğumuz her şey bugün harabe
ne kadar yaşarsak o kadar kötü
ne kadar yaşlansak harabe

Yanına yaklaşılır cinsten değil sözcükler...
Uyuyamıyorum; ciğerimde düğümleniyor nefesler. Böyle durumlarda akıl kötülük mayasıdır. Ansızın yükselen bir başını alıp gitme isteği. Sonunda her seferinde kocaman bir aptal olup çıkıveriyorum. Bana bir şey söyle, sevdiğim! Yaslanabileceğim bir sözcük söyle. Beni öldürmeyecek ama en azından kendimden geçirecek, günlerce kendime getirmeyecek bir şey. Beni yatıştır. Bana durduğum yerde cesaretle durma gücü ver. Bana anlam kat. BENİ YATIŞTIR. Ey tutkularımın ateşi! Kalbimi yeteneklerinin sonsuz gücüyle sar!
Sana, sesini duymağa ölesiye ihtiyacım olduğu şu günlerde istediğim an sana ulaşabileceğim bir telefon olmadığı için çaresiz kalmanın ve kederden ölsem bile elimde ve hiç kimsenin elinde bir medar olmayışının kıvrandıran acısını nereden bileceksin? İnsanın umarsızlıklarının kızardığı o akşam üzerleri deliler gibi ötede beride dolaşıp durmasını, sonunda bu duygu dolambaçlarında başı dönüp bir an uykuya düşse gördüğü karmaşık rüyaları ve bundan edilen nefreti nerden bileceksin?

EY TANIDIĞIM HERKESTEN FARKLI OLAN
BANA SANA GELMENİN YOLLARINI ÖĞRET!


Iraklı Kızın Mektubu II

ne gökler var süzülecek kanatlar için
ne ak başlı güvercine takla atacak gösteriler
renk renk değil her biri bin bir renkli deriler
geçin umutsuzluklar geçitler sizin geçin
kör çocuğun rüyasına girmiyor artık periler

Demek ayrılıkları kendim yaratıyor sonra karşısına geçip ağıtlar yakıyorum, öyle mi? Ve acı çekmek zevk veriyor bana?
Evet! Ayrıca bir köleyim! De, nerede beni satın alıp parasına kıyacak sahip?
Göze görünmeyen acıya kim merhamet etsin? Gönül ıssız yerlerde dolaşıyor. Yanım yörem karanlık. Kentten birisiyim ama kentin kapıları bana kapalı.
Ben istemem mi, benim iflah olmaz derecede ateşli, muzip, serüvenci, dağcı, atılgan, ürkek sevdiğim? Ben istemem mi yanımda olmanı? Hele şimdi yanımda olmana her zamankinden çok gereksinmem varken...
Bunu kaç kere tartıştık?
Ama sanıyorum konuşurken birbirini pek dinlemiyoruz. Birbirimize söyleyecek şeyleri düşünüyoruz çoklukla. İkimiz de türlü kozlar çeviriyoruz elimizde. İkimizin de işine yaramayan kozlar. Birbirimizin olmak için şehvetle atılıyoruz; toslaşmaktan başka bir gürültü kopmuyor arzumuzdan. Bu gidişle bir dala kuş kondurmak ne mümkün? Kenetlenmeğe bu kadar ihtiyacımız olduğu bir anda yoktan yere birbirine düşüyoruz.
Bir dünya kurabiliriz seninle düşlerin gücünden. Ama çocuğumuz olmaz. Birlikte kazandıklarımız da oluyor kaybettiklerimiz de. Bir avuç keyif ve yanı acılar! Toplamda gene zarardayız. Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Kendini tekrarlayan, kendini çalıp duran, kendini bunayan sözcükler...
Laf ebeliğine girişecek değilim seninle. O kulaklarına sok söylediklerimi! Yoksa senin için ‘o kadar kötü’, ‘o kadar yabancı’, ‘o kadar yalancı’, ‘o kadar değmezmiş’ diyeceğim. Ayrıca ödlek, aciz, gösteriş kumkuması diye de ekleyeceğim! Bu tutum hiçbir yere götürmeyecektir bizi; sorunları çözecek yerde ortaya daha çok sorun çıkartacaktır.
Benden çekiniyorsun. Bir 'gelecek' lafıdır tutturmuş gidiyorsun. Senin ne kadar işin var gelecekle öyle? Bir delisin! Ama uysal ve çekingen bir deli. Deli hesap vermekten, açıklamalar yapmaktan, tartışmaktan korkar mı?
Aşkın düzleminde böyle şeyler ilgiye alınmaz gerçi ancak çocuktan kalır yanın yok. Gelen gün geçeninden çok daha kötü; günü değerlendirmeğe bakmalıyız.
Gelmek istiyorsun, sözüm yok, tamam. Dilden bir anda dökülen bu sözler ne denli ikircikli ve hesapsız görünürse görünsün ne de olsa yüreğe oldukça sevimli geliyor. Ama bu konuyu tartışalım. Başta atılan yanlış adıma sonradan çare bulunmaz. Sinirlenmenin alemi yok. Durumu bir daha ve serinkanlılıkla gözden geçirelim. Öyle şıppadak karar almak? Neden tartışmaktan kaçıyorsun? Bir güzel benzetmeli seni!
Bu kadar yüce olan atılışlara yer yer en alt perdeden hırslar da karışmasa! BUNCA ALIMLI GÜLÜN BİR DİKENİ. İnatçı bir çocuk gibi öne sürülen her önkoşulu ve yargıyı duymazdan gelip ağzımdan çıkacak tek kelimeyi duymağa can atıyorsun: ‘Evet! ’
Ben seni ateşten korumak için eteklerinden tutuyorum; elimden kurtulmağa çalışıyorsun. Sözlerim temenni ve boş hülyalardan öteye geçmiyor. Hep bir topuz taşıyorsun arkanda. Her ne kadar gücü görünce geri çekilip gizlenmeyi ilke edinmişsen de, sinsice bir gayeyle, karşındakini ürkütmemek için yapıyorsun bunu. Ne zaman ki yerini sağlamlaştırdın, kazançlarını suya atacak bir çırpınışla bildiğini okumağa devam ediyorsun. Bir şımarıksın o denli!
Şu son günlerde sesini bir türlü arzuladığım, tutulduğum biçimiyle alamıyorum. Sesini bana vermeyen sensin. Sanki ülfet sağlamışsın varlığıma; varlığımı daha şimdiden yadsımanın rahatlığı var üzerinde. Seni daha kazanmadan kaybetmenin telaşını yaşıyorum. Bütün inançsızlar gibi ruhsuz ve alaycı sesin. Sesin sesimin eri. Onu ilkin olduğu gibi doyuma ulaştıramamanın ezikliğini duyuyorum. Bütün kısır kadınlar gibi çaresizim ve acı çekiyorum. Bunca ateşi nasıl basarım bağrıma?
Her gece aynı umutlar, her gün aynı düş kırıklıkları. SESİN ÖYLE BİR HIŞIMLA GİRİYOR Kİ KENTE SANKİ HERKESİ KURŞUNA DİZECEKSİN!
Derdim ağlayıp feryat edecek çağı aşmış olmaktandır. Ve bu umarsızlık, bir yangın gibi içimdeki bütün güzel duyguları silip süpürüyor.
Dilinle bana karşı çıkarken yüreğini nereye koyuyorsun? Birbirimize verebileceğimiz hiç mi bir şeyimiz yok?
Her şeyden olmuş bitmiş gibi söz etmen beni deli ediyor! Bu, kimin? Sen kiminsin? Söylediklerime kulak asmamakta diretiyorsun. Benden uzaklaşıyor, beni korku, hüzün ve heyecanlara düşürüyorsun da aramızdaki engin dereyi aşmaklığım zorlaşıyor. Buna kalbim daha ne kadar dayanır sanıyorsun? Yaşamdan elinde olmayanı bize vermesini istiyor, her şeyin berraklaşması, olup bitmesi için ayrılmayı bekliyoruz.
‘Kaç gün kaldı? ’
‘Bitti..’
‘Ya. İşte böyle.’
Of!
Ah sen en güzel çiçeklerden bile ağı çıkarmasını bilen!
Cezalan!
Şiirini kaybeden ozan! Seni yaralamayı bırakıyorum; yaralarını kim sarar bilmiyorum...
Güzel bir şeyler söyleyecektim. Ama öfkemi hafife almak olur diye düşünerek susuyorum.
Mutluluktan söz ederek beni artırıp duruyorsun. Ama bunu daha çok canım olsun ve canlarım daha çok acısın diye yapıyorsun! Aklım o kadarına eriyor ancak.
Keşke daha yalın olabilsen. ‘Nasılsın? ’ ‘Ben iyiyim.’ ‘Yeni bir şiir yazdım.’ Gibisinden şeyler söylemen daha sevimli gelirdi kulağa. Ve ben bu sayede sana söyleyecek daha sevdalı cümleler bulabilirdim. Şiirsel şeyler yazmasını da çok iyi bilirim. Ama söylediklerin bana bu ilhamı vermiyor.
Mektubunu defalarca okuyorum. Sonra kalemi alıyorum elime... Elime aldığım kalem tonlarca ağırlıkta; yazmak için dişe dokunur bir şey dökülmüyor kalemimden. Aklımı elime alıyorum güzel bir imge türetebilir miyim diye... Olmuyor. Yüreğimi elime alıyorum... Yüreğim yok. Sanki koca bir hüzün şehridir yüreğim. Bu kente kendimi eklesem, kendinden ilham alıp ardarda çoğalan bir mutsuzluk ve hüzün çöker insanların üzerine. Benim olmayan şeylerin derdini çekiyorum.
Bir de şu bir türlü iç yüzüne eremediğim çıkışların! Her türlü engeli aşarak bize ulaşmağa çalışan kimmiş bu? Yine ne havalar var başında? Bakalım daha neler duyacağız.
Demek bencilim çok? Demek seni sevmiyorum? Bu kelimeyi burada nasıl ağzına alabiliyorsun! Sus! Bu kadarı yetişir.
Bir şey hakikatten bu kadar uzak olabilir mi?
Sus! Ruhun ve kalbin derinliklerine inmek ve oraya ilişkin şeyler söylemek, üzerine vazife değil. Çünkü ANCAK KENDİ RUHUNU VE KENDİ KALBİNİ TANIYORSUN!
Bu yüzden seninle ilgili duygularım hakkında çıkarımlarda bulunmağa kalkışma. Nerede olduğumu bilmiyorum ama nerede olmadığımı çok iyi bilirim. Bu da bir beceridir.
Bir çocuk şaklabanlıkla değil içten ta içten gelen bir sevgiyle aydınlanır. Seni hak etmek için bütün gizli güçlerimi yola çıkardım. Ya sen? Sen beni hak etmek için ne yapıyorsun? Nar çatlasın tane düşsün payına. Öyle mi? Benden aldıklarınla, gördüklerinle yetinip böbürlenme sakın! Daha en güzellerini söylemedim sana.
Hayata açılan penceremsin. Ancak bu pencereden görünen yer kapkaranlık. Hayat senin önünde bir roman kurgusallığıyla tamamlanıp yetkinleşmez. Onu yapmak için çaba göstermelisin.
Dediklerine bel bağlayamam. Kalbinin çatlatırcasına yapmak istediklerini gizliyor veya göz ardı ediyorsun. Kurgusal yalnızlıklar ile nitelikler sürüyorsun öne. Oysa var sayalım bunlar olsa bile güç yetiremeyecek kadar güçsüz ve zayıf olduğunu bilmiyor ya da anlamıyorsun. AŞKIN DIŞINDA BİLDİĞİN HİÇBİR ŞEY YOK! NE YAZIK Kİ ONU DA TAM OLARAK BİLMİYORSUN.
Şunu iyice bellemelisin ki dünkünden bambaşka olan bugün senin yad edip özlemini çektiğin geçmişten değilim ben. Bu yüzden geçmişten tanıdığın etiketlerle çağırma beni; bana yeni bir ad tak ve öyle seslen.
Ben gelecek günlerin gelmesini iple çekerken sen geçmiş günlerin özlemiyle yanıp tutuşuyorsun. Silinmeğe yüz tutmuş yüzleri, harabeye dönmüş kentleri, ilk gençliğimizin çoktan uçup gitmiş en güzel anılarını, bizi terk edenleri, hasılı bütün ölülerini taşımağa uğraşıyorsun geleceğine. Yeni olan her şeyden korkuyorsun. Yeni aşkları, yeni yüzleri, yeni coşkuları anlatan kelimelerden uzak duruyor çevreni dört bir yandan saran terimler uçurumunda eğleniyorsun. UÇMAKTAN DA KORKUYORSUN!
Yükseklere çıkmak istiyor bir yandan da uçurumların anatomisini inceliyorsun. Oysa tırmanan insan uçurumlarla ilgilenmez.
Kapıları kapatıyor beni geleceğine taşımayı zorlaştırıyorsun. Bir düşünsen! Eğer sonuçsuz kalacaksa bile Iraklı Kız geçmişe ait bir simge olarak çoktan yerini aldı. Iraklı Kız yıllar sonra bir gün bu toprakların adı anıldığında ne kadar güzel duracak hatırında! Bu topraklar onun sayesinde bayraklaşacak ve alnında bir çiçek nazlılığıyla serpilip gelişecek, bir sevgiliye dönüşecek, sahici bir dost kazanacak. Bunu başarabilirsin, koca budala! Kendi adıma seni bir tek bu yüzden sevmek bile üç kat yeterli bir sebep!

İYİ Kİ VARSIN! İYİ Kİ VARSIN!

kalacak olsam cılız sıradan sevdalı
sen Kafdağı’na giden geminin kaptanı
ben uçmaktan yorulup dev kanatlarıyla
geminin güvertesine yığılan
görenlerin alaya aldığı Albatros
veya bir muço
yerinde pek iğreti duran
iltifatlarıyla gına veren bir ozan
bir zaman kırıntısı
bir mırıltı
kalacak olsaydım kölen olurdum

belki de ben bir martıyım
ve gideceğim için güçlüyüm


Iraklı Kızın Mektubu III

karşısından görür de her an koca bir ömür
Azrail'in yüzünü nasıl yaşar bir insan
ve bir insan hayasız bir yol tutturmuş yürür
sanki habersiz gibi Azrail olduğundan

Bütün bu olup bitenleri aklım almıyor. Kabus görürken uykuda olduğunu anlamış gibi kendimi uyandırmağa çalışıyorum. Ruhumda sınırlarını akıl almaz ölçülere vardıran taşkın bir vahşet var. Üzerinde dursam, bunun gerekçeleri konusunda adamakıllı şeyler söyleyebilirim. Ama değmez. Değil mi ki bunlar üzerinde durmak işe yaramayacak, yani bana bir şey katmayacak veya benden bir şey alıp götürmeyecek! Karanlık kendisini açıklasa neye yarar?
İnsanlardan ürküyorum. Oysa ne biliyorsam adına insan denen bu devingen ve canlı türü inceleyerek edinmedim mi? Öyle ya, bir arkeolog, bir botanikçi, bir fizik uzmanı falan değilim. Aklımda bilgi adına ne varsa, örgün ve sistemli insan yaşantısı üzerinden yürünerek varılmıştır. Ama bildiklerim, bu hayat beni ürkütüyor. Her hayat ürkütüyor beni. Bilgeyim ama ışıktan korkuyorum.
Seni endişelendirmek gibi bir niyetim yok. Korkma, iyiyim. İyi insanlar var; benimkine saplanacak bıçağın soğukluğu herkesin yüreğinde. Kötülük son bulmağa hükümlüdür. Bir annenin çocuklarını düşün! Eninde sonunda kardeşlik kazanacaktır. Birkaç kilometre taşırız yanımızda dostların kötülüğünü. Sonra mutluluğu basıp bağrımıza sıcacık, yol alacağız.
Plancı değilim, önyargılarım yok. Cesur ve atılganım. İçten pazarlıklar yamacıma ulaşmaz. İyilik yapmağa eğilimli ruhum yaptığı iyiliği taşıyabilme yüceliğine de sahiptir.
Yürek ve kafa düzleminde her kıpırtıyı dikkate alıyorum. Olmaz sözcüğünü tanımıyorum. Zamanın ve gelişmelerin karşıma çıkarabileceği her sürprize hazırlıklıyım. Cesur ve açık yürekli ol. Sabret. Yapacağın ne olursa olsun yanımda değerini bulacaktır.
Bir kurtarıcı özleyen her sese kulak verip kendini bitirmekten vazgeç. Bir kurtarıcı değilsin. Kurtarıcı diye bir şey yok. Her şey olup bitecek ve insanlar olup biteni kabul edip kendilerini yeni durumlara alışır bulacaklar. İyi işler yoktur; iyi niyetler vardır. Ne hazindir ki böyle bir gerçek, harabeler üzerinde duruyor.
Sancının uzaması da mutluluğun uzaması gibi keyif veriyor insana. Uzadıkça alışıyor sancısına insan. Hiç de öyle korkulacak bir şey olmadığını anlıyor. Sancı ne kadar uzadıysa sonuna da o kadar yaklaşılmış demektir. Ve bir sancıyı yiğitçe taşımanın hazzını duyarsın. Sonuçta deneyim, uzun ve sürekli sancıların sahibini yüce armağanlar sunarak esenlediğini bildire gelmiştir. Yeryüzünün koca urları işte böylesi büyük sancılar üzerine yükselmiştir.
İnsan kendi konumunu, tayin edemez. Onun şerefini, şöhretini, değerini hep başkaları: başka boyutlar, başka zamanlar, başka durumlar belirler. Haklılık sırayladır; tıpkı doğruluk da göreceli olduğu gibi. TIPKI DORUĞA ÇIKMAK DA SIRAYLA.
Krallara, zorbalara başkaldırmış bütün yiğitlerin yürekliliğini ve soyluluğunu duyuyorum kanımda. Özgürlük duygusu, kötü niyetli insanların gözünde korkulası bir silahtır. Bütün korkularımı püskürttüm, özgürlüğü kuşandım. Dinmek bilmez bir şey var içimde. Sanma ki onurum yerlerde; yazgım boysuz, çapsız, kilosuz bir adamın iki soysuz dudakları arasındadır. Bütün paramı kırmızıya koymuşum. Yerimden kımıldamam; ne bir adım geri, ne bir adım ileri! Onların gelmelerini bekliyorum. Onlar kararlarını vermişler; artık vazgeçsinler diye değil utansınlar diye anlatıyoruz. Dingin bir suyun güvenliğindense kendimi ‘er geç bir yerlere vardıracaktır’ umuduyla akıntıya bırakmayı yeğledim.
Birdenbire öyle değiştim ki kendimi tanıyamıyorum. Sen de görsen tanımazsın. Ve bu değişim bana müthiş hazlar veriyor. Olup bitenler karşısında yeni yeni tepkilerimi keşfettikçe çocuk gibi seviniyor, bir sonraki keşfi dört gözle kolluyorum. Kabına sığmayan düş gücüm sayesinde düşler kuruyor ve akıl almaz bir büyücülük yeteneği sergileyerek bu düşlere gerçekmiş gibi inanıyorum.
Gökleri rahatsız etmenin anlamı yok. Sağaltıp acıyı neyi dayanılmaz bir dinginliğin hummasına tutuldum Bu amansız yalnızlığı türlü hayaletlerle avutuyorum. Öyle sevimli bir huzurdayım ki sanki açıklamağa çalışsam kaçıp gidecek benden. Tatsız, kokusuz bir rüzgar ılıtıyor içimi.
Başkalarının gözünü yıldırıp iştahını kaçıran şey, bana güven veriyor.
Çünkü bir şekilde içinde bulunduğum bu, üzerindeki baskıları bir çırpıda silip süpüren öyle bir durumdur ki, hani duymaktan korktuğun şeyin bir an önce olup bitmesi ve böylece senin de kurtulman için sıranın gelmesini özlemle beklersin.. İşte öyle. Kalbimde bir pekleşme hissediyorum. Ve diyorum: ‘Ey salına salına ilerleyen gece! Üzerime gel! ’
Bildiğim topraklardayım. Öyle hızlı, öyle telaşlı yol aldık ki artık istesem de dönüş yolunu bulamam. Bir deprem sonrasında insanlar birbirlerine anlatacak çok şey bulurlar. İnsan olmak ve tanık olunanları nesillere dosdoğru aktarmak kolay değildir. Burada olmak bana yakışır. Senin yanındakilere katılamam; onlardan birisi olamam. Sen orada, ait olduğun yerde sebat et. Bir zamanlar, aklını dolduramadığım sürece hiçbir şey gözümde yok, diyordum. Şimdi ise kalbine de sahip olmak istiyorum. Bırak da iyi niyetli bir yürek ile iyi niyetli bir aklın birlikte neler yapabileceğini herkes görsün. Bir yürek ve bir akıl: TEK. Bir sevdadan iki kurban fazladır. Cesur ol. Bırak gebersin bizim zayıflığımızdan kendi gücünü çıkaran, bir çocuğun korkularıyla semiren o canavar. Görecekler uyumanın ölmek olmadığını.
Yok ille de gelirsen ekmeğimi bölüşürüm seninle...
Bak, bana kızıyor, kırılıyor, ‘Arayı uzatalım; birbirini özleyelim..’ diyordun.. Merak etme sevdiğim, birbirini özleyeceğimiz o kadar zaman olacak ki! Ve o günler çok yakın, tepeden aşağıya inen bir sel gibi çabuk üzerimize geliyor. Hüzünlere karışma günüdür. Ayrılık korkusu kavuşmak umudundan çok daha amansız! Yüreğim ölüm derecesinde kederli. Söyleyeceklerim var elbette; henüz susuyorum. Ne yapayım ki sabırlı olmak da elimde değildir.
CANIM..
Sen nasılsın? Sağlığın yerinde mi?


Iraklı Kızın Mektubu IV

yere bakmağa alıştırmışım gönlümü
ne yıldızları inceleyebilirim bu çıtı pıtı merakla
ne de bilirim dikenlerden yıldız yapmasını
kaçtır üzerimizdeki yıldızların sayısı
bir dünya kurmuşum ki kendime yoktur tavanı
yumsam gözümü
bir yıldız seçiversem kendime
parlak olanlarından
en azı milyonunun yıldızı aynı
yeryüzünü bildik
saklı bir şey kalmadı bize ondan
bu saatte gönül gökyüzüne uyanık
dünya
bu saatte çok uzakta bir şehir sol yanımda
dünya ne bir dost
ne eskiden kalma bir tanıdık
gökyüzü aşıkların
ozanların gökyüzü
yürek vuruldu bu saatte gökyüzü sanık
bir anlık bir şey ruhun devrilmesi
sevdalanmak ağlamak bu saatte bir anlık
davran ay ışığı geçirmek için beni
sür uçurumlarına ölüm sarhoşluğunun
seni uyanık
aralansın anıların kapısı artık
ortadoğu sol yanımda alev alev
bu yürek yanık
BU YÜREK YANIK

Beni merak etme. İyiyim. Henüz savaşarak ölmesini bilen yüce duygulara sahibim. Gururlu ve boyun eğmez bir insanım, bu yüzden, acılarıma sessiz sedasız katlanmayı becerebilirim. İNSAN OLMAK ZAHMETE DEĞER. Bu uğurda bozguna uğramak bile başka şeyler için üstün gelmekten daha dayanılır ve daha kolaydır.
Hani bütün o sızlanmalar, sancılar nerede? O görünmez zincirler, sonsuz karanlık, tutsaklık, sırasız yenilgiler ne oldu?
Sonunda aşk bana yüzünü gösterdi; pırıl pırıl ışıyor ve önümü aydınlatıyor. Öfke renginden temizledim sözlerimi. Gönül şenliğiyle zevkine varıyorum aşkın. Aşk, biricik sığınağım. Düşlerle beslenen günler ne kadar uzun!
Sevdiğim!
Gün boyu türlü endişelerle yanan ruhum, esirge esenliğinin gölgesi altında dinlensin. Adının anılmadığı her yer zindan! Çığlığım boğazımda büyüyor: ‘Ha şimdi aklımda olan... Nerdesin? ’
Tatlı bir rüyanın gerçekleşmesi, bir oyuncağın canlanması kadar güzel bir olaysın sen. Beklentilerime kattığım umut, doğacak gün için yeni bir erek, görülecek sevgili bir işsin. Bir bayram sabahı sevinci, bir tatil neşesi, bir roman kurgusu, bir nekahet arifesi, bir yuva kurma isteğisin. Bir ağlayış ertesi huzur, bir ağır müzik melankolisi, bir uykusuzluk çakırkeyfi, bir önsezi, bir dize, bir tezkere, bir berat...
Karanlığın ötesinden süzülmeyi başaran bir ışık huzmesi değil, içimin güvenli, korunmuş, insan eli değmemiş, huzurlu bir korusunu haberdar eden aydınlıksın.
Yüreğimde sanki dolu bir hazine var ve en nadide parçaları senden alınmış aşikar. Gözümde bütün dünya senin iki dudağın arasına bakıyor. Bir öğretici, bir bilge, bir yanık, bir ermiş, bir elçi kutsiyetiyle dönüyor dudakların: o benim iki küçük canım. Bir şelale gürültüsünü, bir yıldız yalnızlığını, bir sahra sıcaklığını taşıyor dudakların. Bir öğretmen oluyorsun ve yeryüzü senden aşkın, aşkınlığın ayrıntılı anlamını, yüceliğini öğreniyor. Dünya bir yanda ben bir yanda dinliyoruz yüreğinin ölçülü ve durmaksızın çağlayan bir çeşme gürültüsünü andıran sesini. Şu farkla ki, ben aynı zamanda bu kocaman yüreğe sahip olmanın, onu baştan başa doldurmanın; bu güzel, bu sevdalı, bu aydınlık aklı çelmenin gurur ve keyfini yaşıyorum. Sonra bu keyif nasıl büyüyor! Bir günde açılıp gelişen, kokular tatlar veren bir sarmaşık gibi sarılıveriyor varlığımın duvarlarına. Ruhum sonsuz bir mutlulukla kanatlanıyor.
Bunları konuşmak için çok erken ancak günü geldiğinde ayrılacaksak bile, dünyanın çeşitli yerlerinde sen arayarak ben kentin en yüksek noktasında oturup bekleyerek bize gereksinim duyan insanları bulup çıkarmak için olacaktır bu. Böyle kabul edilmeli, böyle yazılmalıdır. Bu kadarıyla yetinmeliyiz. Bunun ilerisinde umut beslemek gönle sığacak olandan fazlası olur.
Bana sokulduğunu, bana vardığını hissettiğim ölçüde seninle onurlanmağa başlıyorum. Gürbüz atılışların, mertliğin katık oluyor bir hal üzere durmayan umutlarıma. Umutlarımı seninle besleyip dünyayı kucaklıyorum. Nefes almanın buzdan bir kalıp gibi dingin ruhuma çarptığı şu günlerde orada burada adını bir an olsun dilimden düşürmeden yangınımı avutuyorum. Seni bir an aklımdan çıkarsam sanki tasarılarım tehlikeye düşecek. Yaşamakta olduğumuz şu anı düşünmeğe koşulladım kendimi. Acıktıkça önümdeki aydınlığı kemiriyor, umutlarımın ölümü pahasına azıklanıyorum. Sanki ilerisini hiç düşünmesem ilerisi gelmeyecek.
‘Gidersen mahvolurum! ’ diyorsun..
Biraz daha var diyordum; meğer aklını tümden kaçırmış bu üç kere büyük çocuk!

insan aşık olmaktan korkar mı?
acı çekecek diye...
insan acı çekmekten korkar mı?
ağlayacak diye...
insan ağlamaktan korkar mı?

Dünyada aşktan daha tatlı ne var? Aşkın ağrıları insanı öldürmez, yüceltir.
Bir an önce toparlanıp aklını başına almak gerek. Zira saadet çoğu zaman tesadüfen oluşur ama devam etmesinde aklın payı vardır. O nazlı kız yürek, tek ki şatomun sınırları içinde kalmasını bilsin. Aklım şatomu savunmak için yeterince güçlüdür.
Söylenenler her zaman biraz eksiktir. Son söylenenler kalsın hatırında.
Say ki parmağımı denize daldırdım; ıslandı. Hepsi bu..
Iraklı Kızdan selamlar ilet onlara. Yazdıklarımı kentin insanlarıyla paylaş. Zira İNSANLIĞIM DEĞİLSE BİLE YÜREĞİM PAYLAŞILMAĞA LAYIKTIR...

Seni seviyorum, küskünlüğümün sesi!

SENİ SEVİYORUM

.Eleştiriler & Yorumlar

:: Ölü Çocuklar
Gönderen: Ali Ziya Çamur / Anamur
22 Mayıs 2004
Gecenin damarlarından Yalınayak kopmuş da bir çocuk Fışkırtıyor üstüme en ağdalı kâbusları. Kan ırmakları Açarken köprülerini yeni çığlıklara, Parçalanır her gece Umudun güler yüzü. Kumları karıştırırken Rüzgârın sıcak eli. Üşür evrenin yalnızlığında Çocuk ölüleri. Uzaydan uzanırken Karınca yuvalarına Ölümün kanlı eli, Yıkanır bomba selinde Geri coğrafyaların ölü çocukları. Geriye dönüşün son karanlık deminde Kurulur yeni uçurumlar Namluların ucunda uygarlıklarla. Yıldızlı gözlere çekilirken Teknolojinin mili, Al yanaklarda Yeniden oylumlanır Karanlığın şark çıbanı. Masum uykuların düzenbaz koncolosları Patlatırken korkuları, Güneşsiz bir dünyanın Tutuşur ölü çocukları.

:: Gönül isterdi ki
Gönderen: Şengül Biçer / İstanbul
21 Mayıs 2004
Gönül isterdi ki gözümüzde bu kadar büyüttüğümüz amerikan rüyası gerçekten büyük çıksaydı. Ama bu son birkaç yıl içinde amerikanın gözüdönmüş bir cüce olduğunu gördük. Amerika rüyasıyla birlikte pekçoğumuzun demokrasi hayalleri de yıkıldı maalesef. Çifte standartın en açıktan yapılanına şahit olduk. Tükürüyorum suratlarına. Mektup çok güzel kaleme alınmış. Gerçek bir mektup mu acaba merak ettim. Yüreğinize sağlık sayın Alkılıç. Şengül Biçer




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Eksik [Şiir]
Topaç Hikayesi [Şiir]


Ahmet Şenol Alkılıç kimdir?

Adalet Barış ve Huzur Dolu Bir Dünya İçin Edebiyat

Etkilendiği Yazarlar:
Bütün Yazarlar


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ahmet Şenol Alkılıç, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.