..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Gerçeği arayan bir insan, öncelikle her şeyden gücü yettiğince kuşku duymalıdır. -Descartes
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bireysel > Ceren Emre




6 Şubat 2005
Yufkalar, Bilgisayar ve Batan Güneş  
Ceren Emre
Masada yayılmış yufkalar hala bekliyordu, peynirli börekiçi ve patatesli, kıymalı börekiçi ile birlikte… İçini çekti. Ama, ama ben oturmak istiyorum. Ama, ben kitap okuyup, yazı yazmak istiyorum. Ben yufka böreği yapmak istemiyorum. Hem, hem güneş b


:CEGE:

   
Yufkalar, Bilgisayar ve Batan Güneş
   
Henüz yeni uyanmışlardı. Günlerden Cumartesi idi. Saat tam 10:00’du. Kapının zili çaldı. Kadın biraz daha yatak keyfi yapmayı planlamıştı, günlerdir uykusuzdu. İşyerinde yine işler sarpa sarmıştı ve strese girmişti. Yine uykusuna yansımıştı. Yine beş gündür uykusuzdu.
   
Çocuk koşup kapıyı açtı. Diyafondan konuştu:
   
-Evet, Zafer Gün’ün evi. Tamam şimdi açıyorum kapıyı.
   
Baba yataktan kalktı, kapıya yöneldi o da:
   
- Kimmiş gelen Kerem?
   
- Bilmiyorum, postacı herhalde.
   
Baba kapıda beklerken, çocuk balkona yöneldi:
   
-Baba kapıda bir “Arçelik” arabası var. Bize “Arçelik”ten birşey gelmiş herhalde.
   
-Saçmala be Kerem! Ne “Arçelik”i, uydurmayın!
   
Çocuğun bu sözünün üzerine abla da baktı balkondan. Baba bu heyecanlı bekleyişten hoşlanmadı:
   
- Tamam ne var, hepiniz ne ayaklandınız bir kapının ziline?
   
Kadın postacıdan daha ciddi birşeyler olduğunu anladı, isteksizce kalktı yataktan.
   
O da kapıya yöneldi ki, küçük oğlan heyecanla kapıdan koşarak annesinin yanına geldi;
   
-Anneeeee, dedem bize sürpriz bulaşık makinası almııışşş! Vay be!....
   
-Ne, deden mi, aaaaa, nereden aklına gelmiş, hay Allah ya! Bak sen şimdi yine şunların yaptığı işe…
   
İki adam makinayı mutfağın ortasına getirmişlerdi bile. Eski makinayı da yerinden çıkarmak için habire çekiştirip duruyorlardı.
   
Büyük abla telefon açtı hemen dedeye. Küçük oğlan anneyi salona çekiştirdi:
   
-Anne ben sana birşey söyleyeceğim. Dedemler, yani dedemler bize hep böyle hediye alıyorlar ya, ben diyorum ki, yani halama biraz haksızlık olmuyor mu?
   
-Oğlum sen merak etme onlara da yapıyorlar böyle sürpriz, sen böyle şeyleri düşünme. Hadi git pijamalarını çıkar sen öncelikle.
   
Abla telefonu anneye uzattı:
   
-Tamam dedeciğim, çok teşekkürler. Bak annemi veriyorum.
   
-Alo, günaydın. Ayol ne yaptınız siz yine böyle ? Ne gerek vardı? Hem bayram değil, seyran değil, ne sürpriz imiş bu böyle?
   
- Kızım bizler yaşlandık. Yiyemiyoruz, içemiyoruz herşey yasak bize. Gezemiyoruz, halimiz yok. Artık bize bundan sonra en büyük mutluluk, sizlerin mutlu olduğunu görmek….
   
Kadın boğazına düğümlenen duygu yükünü yutkunarak giderdi;
   
-Aaa! O da ne demek, daha gezeceksiniz de, yiyeceksiniz de, içeceksiniz de, durun bakalım ne oluyoruz?
   
-Anneeee, seni çağırıyorlar. Makinanın kullanımını göstereceklermiş.
   
-Hadi hoşçakalın, tekrar teşekkürler. Yormayın bir daha kendinizi böyle.
   
Servis görevleri ince ince anlattılar kadına makinanın nasıl kullanılacağını, bilmiyorlardı ki, bu evde bulaşıkları daha çok baba yıkıyordu. Kadın, en çok üç dört yıkamada bir temizlenmesi gereken süzgeçlere şaşırdı:
   
-Aaaa, aaa, bunlar yeni herhalde, eski makinada yoktu.
   
-Yok, hanımefendi bütün makinalarda vardır.
   
-Hımmmm!
   
Demek eşi temizliyordu hep, onun haberi bile yoktu. Kendine daha bir ev kadını, evinin kadını havası vermeye çalıştı.
   
-Hımmm! dedi tekrar.
   
Servis görevlilerinin ayrılmasını takiben kadın kayvaltıyı hazırlamaya koyuldu: Su ısıtıcısına su doldurup, çalıştırdı. Demliğin içinde geceden kalan çayların suyunu süzdürdü önce lavobada, sonra kalan çaylar çöp sepetine boşalttı, yıkadı demliği. İçine taze çay koydu ve kaynayan suyu üzerine döktü çayın. Ocağı yaktı. Bir haftasonu tatiline de bunları yapmadan başlasam diye içinden geçirdi. Şöööyle çocukların kahvaltısı geç kaldı, sonra diğer öğünleri kayacak ve düzenli beslenmeyecekler paniği yaşamadan, eline gazetelerini alıp, öğleye kadar, hatta aç aç gazetelerini okuyabilseydi, bu da bir zevkti değil mi ama?
   
Buzdolabından yeşil ve siyah zeytinleri, kızı ile kendisinin sevdiği yağlı, Ezine peynirini, eşinin sevdiği yağsız inek peynirini, taze ve bekletilmiş kaşar peynirlerini, kuşburnu ve böğürtlen reçellerini çıkardı. Tezgahtaki kesme tahtasında sucukları halka halka doğrayıp, küçük tavaya doldurdu. Tekrar ocağın başına geçtiğinde çocuklara seslendi:
   
-Çocuklaaaar, kahvaltı hazır, çabuk gelin. Defalarca çağırtmayın bana kendinizi.
   
Çaylar dolduruldu. Abla kardeşine bir gece önce gittikleri tiyatro oyununa atıfta bulunarak takıldı:
   
-Ihlamur ister misin, ıhlamur?
   
-Ayyy! Allah korusun. Kadın fare zehiri koyuyurmuş meğerse ıhlamura! İğrenç!
   
Baba;
   
-Eee! Ne oldu şimdi oyunun sonunda, tam da bir anlam veremedin ben? Kadın sağlığına kavuştu, öyle mi? Malını mülkünü adam aldı ama. Onları kurtarabildi mi adamın elinden?
   
Kızı yanıt verdi:
   
-Canım, kadın artık ünlü bir sanatçı oldu, ihtiyacı da yok zaten o mala mülke.
   
-Anneee, ben yumurtanın beyazını yemek istemiyorum.
   
Telefon çaldı.
   
-Günaydın Tuna, ne yapıyorsunuz? Biz de iyiyiz sağol. Bugün mü, öğleden sonra mı? Bugün hepimiz bir yerlerdeyiz sorma. Zafer arkadaşlarının birinin atölyesinde, hasta bir arkadaşlarına verdikleri bir moral partisine katılacak. Meltem arkadaşına gidecek. Kerem’in basketbol antremanı var. Ben de üniversiteden arkadaşlarla buluşacağım.
   
-Akşama olur ama, akşama bekleriz. Çocuklar da özleşti, iyi olur. Yok yok, siz birşey getirmeyin. Gerçekten getirmeyin börek yaparım ben. Pasta mı? Olur pasta getirebilirsiniz, tuzlu almayın ama börek yaparım ben.
   
Evin ablası babaya sordu:
   
-Baba Zeynep’lere sen bırakır mısın beni?
   
-Tamam da, hangi birine yetişeceğim ben de? Kerem’i antremana mı bırakayım, alışveriş mi yapayım, banyo mu yapayım gitmeden önce? Bir de sen diyorsun beni bırak. Kızım şu dolmuşları, otobüleri kullanmayı öğren biraz.
   
Tartışarak kahvaltıdan kalktılar, yine tartışarak hazırlanıp alelacele çıktılar evden baba kız. Anne de alelacele hazırladığı alışveriş listesini tutuşturdu babanın eline.
   
-Hiç bitmiyor alacaklar, hiç! diye bir de eşine söylendi baba.
   
Çocuk salona geçti. Kadın kahvaltı sofrasını toparladı. Yeni bulaşık makinasına tabakları sıraladı. Neden böyle yeni bir bulaşık makinası beni başka kadınlar gibi heyecanlandırmıyor diye düşündü. Bazan küçük bir saksı çiçek bile daha çok heyecanlandırabilirdi. Ama şimdi yok işte, yok, makinanın kendisi bir heyecan vermiyordu, kayınpederini yaptığı hareket ve ince düşünce çok güzeldi, ama sahip olmanın heyecanı yoktu işte. Ama heyecanıyor gibi yapmasını iyi bilirdi, öyle gerektiği zamanlarda. En azından yapılan bu jestin karşılığı olarak…Yine de bu bizim kayınpeder, çok ince bir adamcağız diye düşündü.
   
Öğleden sonra buluşacakları arkadaşını aramayı unuttuğunu farketti. Aradı hemen. Maalesef arkadaşının işi çıkmıştı. Bu hafta buluşamayacaklardı. Kadın sevinsin mi, üzülsün mü bilemedi. Bir haftadır buluşacakları günü beklemişti. Onlara en sevdiği yazarın söyleşi gününe katıldığını anlatacaktı…Yazarın kendisini nasıl genç bulduğunu ve kendisinin de, daha önce tanıştığı, yine çok sevdiği bir yazarın aksine, bu seferki yazarın kendisini hayal kırıklığına uğratmadığını, hakkında iyi izlenimler edindiğini ve nezih bir bir insan tanıdığına sevindiğini… Sonra İstanbul’da katıldığı konferansı ve orada karşılaştığı Amerika’dan gelip, nanoteknolojileri anlatan obez profesörü nasıl tanıyamadığını anlatacaktı. Üniversitede, yurttaki oda arkadaşının eski sevgilisiydi. Senelerce onlarla birlikte kendisi de gezmişti ve hatırlayamamıştı işte o adamı…
   
Üzüldü, bir kafede oturup, tatlı tatlı bunları anlatamayacaktı. Çaylarını içip, şakalaşıp, gülüşemeyeceklerdi bu hafta. Kimbilir kaç hafta daha da ortak program yapamayacaklardı. Ama ne yapalım, ben de bir an önce kabak tatlısını, kısırı ve yufka böreğimi yaparım akşama hazırlık olsun diye. Sonra da ne zamandır ertelediğim yalnız kalma, başını dinleme seremonisini yaşarım.
   
Önce maydanozu çıkardı dolaptan. Çukur bir kapta ayıkladı maydanozu, sonra birkaç kez suyunu süzerek yıkadı maydanozları. Sonra börek yapmak için özel aldırdığı beyaz peyniri rendeledi maydanoz bulunan kabın içine. Tam dolaptan yufkaya uzanmıştı ki, telefon çaldı:
   
-Alo Suzan Hanım merhaba. Teşekkürler, siz nasılsınız? Ben mi ahhh, evet bu aralar fazla seyahatim yok buralardayım.
   
Küçük Kerem’in arkadaşı Aytaç’ın annesi arayan, bu akşam bize gelir misiniz, otururuz diyor.
   
-İsterdik ama, bugün programımız öyle yoğun ki! Gündüz hepimiz ayrı ayrı bir yerlere gidiyoruz. Akşama da misafirimiz var. Çok teşekkürler, bir dahaki sefere görüşürüz.
   
Kadının aklına Suzan Hn.’ın yeni başladığı işi geliyor:
   
-İnanın Suzan Hn., size çok gıpta ediyorum. Heryerde de anlatıyorum. Kış geliyor, hooop havalar soğuk diye işten ayrılıyorsunuz. Tüm kışı evde kitap okuyarak geçiriyorsunuz, sonra bahar geliyor, evde oturmaktan sıkılıyorsunuz tekrar iş bulup çalışmaya başlıyorsunuz. Bizim sektör maalesef öyle değil. Bir kez işten çıksam ben, bir daha hayatta ne eski işime geri dönebilirim, ne de bu ayarda başka iş bulabilirim.
   
Suzan Hn. da ona gıpta ettiğini söyledi, böyle 16 yıldır azimle aynı işte çalışabilmek de bir başarı örneği idi.
   
Anne telefonla konuşurken, koşup gelen küçük oğlan, düşük ayarlı ses tonu ve işaretlerle anneye ricada bulundu:
   
-Anne ne olur, Tuna Amca’lara başka işlerimiz olduğunu söyleyelim de, akşam Aytaç’lara gidelim. Ne zamandır oynamadık Aytaç’la.
   
-Şiiişşt! Sus bakayım, sonra, sonra gideceğiz onlara.
   
Anne telefonu kapattı ve dolaptaki yufkalara doğru tekrar bir hamle yaptı. Yufkaları poşetten çıkardı. Tam da o sırada kapının zili çaldı. Baba gelmişti. Elleri poşetlerle doluydu:
   
-Nasıl yetişeceğim bilemiyorum vallahi. Daha banyo yapacağım.
   
-Yetişirsin, yetişir. Ben yerleştiririm bunları, sen hemen banyonu yap. Zaten evdeyim bugün ben, bizim buluşma iptal oldu.
   
Kadın poşetleri aldı yerden. Mutfak masasının üzerine bir bir boşalttı içindekileri: Domates, salatalık, yumurta, kuruyemiş, yoğurt, elma, muz…
   
Tekrar döndü yufkalara. Herbir yufkayı poşetinden çıkararak, ikiye böldü ve masaya dizdi üstüste. Veee yine telefon çaldı:
   
-Alo ben Atilla, Zafer Bey’le görüşecektim lütfen?
   
-Bir dakika çağırayım.
   
Elini kuruladı. İçeriye bağırdı:
   
-Zafeeer, Zafeeer!
   
-Kerem, baban nerede?
   
-Banyoda.
   
- Zafeeer, Atilla Bey seni arıyoooor!
   
-Eeeee! Ne yapayım, görmüyor musun yıkanıyorum, sonra ararım ben!
   
Kadın tekrar telefona yöneldi:
   
-Atilla Bey, Zafer banyodaymış, ben unutmuşum. O sizi sonra arayacak. Numaranız var mı idi onda?
   
-Emin değilim, olmayabilir, ben vereyim size. Kadın numarayı alıp, iyi günler diledi.
   
Yufkaların içine süreceği karışımı hazırlamaya başladı. Yoğurt, yumurta, süt, zeytinyağı; hepsini çukur bir kapta karıştırdı. Saate baktı. Oğlunun spora gitmesi için bir kırkbeş dakika vardı. Yufka böreği yetişmez ona diye düşündü. En iyisi ona bir adet tavada gözleme yapayım hızlıca. O yesin gitsin. Ben sonra böreği yaparım, kısır yaparım, o arada kabak tatlısı pişmiş olur. Herkesin evden gideceği saate kadar bunları halledebilirsem, kimsenin evde olmadığı o kıymetli bir saatte bilgisayarımı alırım elime, otururum pencerenin karşısına, şu güneşli kış gününde bir güzel yazı yazarım, ya da yok yok öyle yapmayayım, kitap okuyayım, o daha iyi.
   
Kadının bir hafta boyunca beklediği en kıymetli saati idi o bir saat; o evde kimsenin olmadığı bir saat. Nasıl değerlendireğini bilemezdi, o an geldiğinde, heyecanlanırdı. Kitap okuyayım, yok yok yazı yazayım. Hayır, hayır müzik dinleyeyim. Ama sessizlik de çok güzel, insanı kendisinin karar verdiği bir sessizlik anı ve kendi denetiminde olan…Bazan de ne yapacağına karar veremeden, bir onu bir bunu derken, hepsinden biraz derken, çabucak bitiverirdi o kıymetli bir saat. Ve eve akmaya başlardı yeniden hareket, heyecan, konuşmalar, koşuşturmacalar, çocuklar, alışveriş malzemeleri, arkadaşlardan haberler…
   
Daha bir hevesle sürdü yağını börek tepsisinin. Sonra kıymalı börek içi hazırlamak için soğan ve patates çıkardı. Büyük tavayı kirletmeyeyim en iyisi diye düşündü. Küçük tavada önce kıyma ve patatesi kavururum. Sonra şöööyle bir sudan geçirip, oğlanın gözlemesini pişiririm. Sonra tavayı yine şöyle bir sudan geçirip, salataya koyacağım yeşil kabakları kavururum. Zaten kabakları kavururken de bir taraftan böreği sararım. O arada da oğlumcum da gözlemesini yiyip, portakal suyunu içiyor olur mutfakta.
   
Yaptığı bu tava kullanımı, börek sarılışı ve oğlunu mutfakta yalnız bırakmama planı hoşuna gitti. Tam da o sırada küçük oğlan geldi:
   
-Anne, yemeğim hazır mı? Bak basketbol antremanına geç kalacağım sonra…
   
-Tamam oğlum, şimdi hazır olur. Sen spor çantanı hazırladın mı? İçme suyunu, ter silme havlunu koydun mu çantana?
   
-Hazır, hazır, hepsi hazır!
   
Baba banyodan çıktı, üzerinde bornoz havlusu ile telefona sarıldı. Uzun uzun borsanın durumu hakkında görüştü Atilla Bey ile… Gübre senetlerinin durumu ne olacak... İyi bir tiyo varmış, Goldaş diyorlar…Doğan’a da bakmak lazım….
   
Tavadaki gözleme pişti o arada. Anne portakal suyu sıkarken oğlunu mutfağa çağırdı:
   
-Kereeeem, Kereeeem! Gel, gözlemen hazır. Portakal suyu da sıktım.
   
-Anne, yine portakalın üstünde o küçük küçük şeylerden var. Boğazıma takılıyor onlar. Onları niye süzmüyorsun anne? Biliyorsun sevmiyorum onları ben.
   
-Ama oğlum o posası, bağırsakların daha iyi çalışır, onlarla birlikte içersen portakal suyunu.
   
Masada yayılmış yufkalar hala bekliyordu, peynirli börekiçi ve patates, kıymalı börekiçi ile birlikte… Kadın birden kendini bitkin hissetti. Sabahtan beri mutfaktam çıkamadığını ve elle tutulur da bir iş yapamadığını henüz farketmişti. Ve bu, onun bir hafta çalışmanın arkasından hakettiği tatil günü idi.
   
İçini çekti. Ama, ama ben oturmak istiyorum. Ama, ama ben kitap okuyup, yazı yazmak istiyorum. Ben yufka böreği yapmak istemiyorum. Hem hem güneş batıyor. Biraz sonra pencerenin önüne oturmanın da bir anlamı kalmayacak. Çünkü güneş batacak.
   
Baba, mutfakta gözlemesini yiyip, portakal suyunu içen çocuğa sitemli sitemli sordu:
   
-Üç hafta geçti, ne kitap okudun, ne de bir ders çalıştın. Pazartesi okul açılıyor, bari bugünden çantanı yerleştir de, Pazar akşamı hala senin eksiklerinin peşinde koşmayalım!
   
-Ama baba bu tatil. Tatiller de dinlenmek için vardır.
   
-Çantanı yerleştirdin mi çantanı? Sen ondan haber ver.
   
-Yerleştirdim.
   
Çocuk ve baba hazırlanıp kapıya çıktılar. Anne de onları uğurlamak için kapıya geldi.
   
-Aman ne iyi. Sözümona haftasonu arkadaşları ile buluşacak olan bendim. Şimdi bir ben evde kaldım, herkes bir yerlere gezmeye gidiyor. Ohhh! Ne güzel, ne güzel!...
   
-Böyle diyeceğini biliyordum, ben de kırk yılın bir başı gidiyorum işte. Hemen konuşma.
   
Neyseki sarılmış yufkaları tepsiye dizmeye başlayabilmişti. O arada ocakta pişen kabak tatlısının altını kapattı. Topu topu bir saati vardı, en kıymetli, yalnız geçirebileceği. O zaman kısırları evin boş olduğu bu değerli zamanda yapmayayım, ev yine kalabalıklaşmaya başlayınca yaparım kısırı dedi. Ben en iyisi böreği fırına verdikten sonra geçeyim penceremin önüne ve alayım elime bilgisayarımı.
   
Böreği sıcak fırına koydu. Kabak tatlısını çelik tencereden, şık bir cam tencereye boşalttı. Bulaşıkları makinaya koyarken, tekrar yeni makinanın varlığından mutluluk hissetmeyi denedi, olmadı.
   
Hemen salona geçti. Ama çok yorgundu. Şu kanepeye on dakika uzanayım da, sonra kalkar, otururum pencerenin önüne diye düşündü. Kanepeye uzandı, hemen oracıktaki ufak battaniyeyi üzerine çekti. Eli, ayağı, kolu, bacağı çalışmayı durdurduğu gibi kafası çalışmaya başlamıştı. Cuma günü yarım bıraktıkları ve aslında eve getirip okuması gereken fizibilite raporu aklına geldi. Hayır, hayır düşünmeyecekti. İlke olarak çok çok sıkıştığı günler dışında haftasonları eve iş getirmemeye çalışıyordu. Eve iş getirmiyor ve inadına yufka böreği, kısır ve kabak tatlısı yapıyordu ki, o gergin ortamdan tamamen soyutlansın, düşünemesin bile fizibilite ve aylık raporları…ve bütçeyi ve terfileri…
   
Hay Allah! Görüyor musun bak, 250 dereceye 35 dakika kurdum fırının saatini, halbuki 220 dereceye 35 dakika kurmalıydım. Şimdi uyur kalırsam, yanar börekler, hemen kalkıp düzeltmeliyim saati. Kalktı. Fırının saatini düzeltti. Fırının kapağını açarak böreklerin altına baktı. Hayır yanmamıştı henüz.
   
Kalkmışken yatak odalarını düzelteyim. Odaları havalandırıp, yatak örtülerini düzelteyim. O arada da oğlanın banyo sonrası giyeceklerini hazırlayıp, banyoya götüreyim. Dur pencereden dışarı bakayım, yok yok güneş gitmemiş henüz, hala vaktim var pencerenin önüne oturmak için.
   
O ara fırının saati çaldı. Börekleri fırından çıkarıp, tepsiyi boşalmak üzereyken de kapının zili çaldı. Küçük oğlanı dede getirmişti eve antreman sonrası.
   
Aaaaa! Kıymetli, yalnız zaman doldu ve kadın tek başına, sessiz bir an yakalayıp, henüz güneş batmadan oturabileceği pencere kenarına oturamadı. Oturup da bilgisayarındaki güncesine iki satır yazı yazamadı. Pencere önündeki, henüz batmamış kış güneşini gören koltuğuna oturup da, eline kitabını alıp da okuyamadı. Şimdi, akşam misafirlere iyi davranamayacak bugün sadece kendi istediği hiçbir aktiviteyi yapamadığı için. Suratını asacak. Misafirler, eşi, çocuklar onlara kızıyor zannedecekler. Halbuki o tüm günü evde sadece yufka böreği yaparak geçirdiğine hayıflanacak. Halbuki iki satır karalayabilse kimseler gelmeden, on sayfa kitap okuyaiilse kimse ona dokunmadan, bütün keyfi yerine gelir, biliyor.
   
Kadın kapıyı açtı. Dedeyle çocuğu karşıladı. Çocuk bir üst takıma geçmişti, çok keyifli ve heyecanlıydı. Kadın dedeye yeni pişmiş kabak tatlısından ikram etti. Birlikte yeni bulaşık makinasını incelediler. Kadın tekrar teşekkür etti. Tatlının üstüne dedeye bir de Türk kahvesi ikram etti. Dede böyle zamanlarda çok oturmazdı. Kadının evdeki zamanlarının, hele hele yalnız geçecek zamanlarının çok kıymetli olduğunu bilirdi. Paltosunu aldı, tam kapıdan çıkmak üzereyken, ufak bir tencereye dizilmiş börekleri dedeye uzattı kadın:
   
-Akşam çayla içersiniz.
   
-Ne zahmet ettin? Çok koymasaydın, yiyemiyoruz fazla.
   
-Haydi iyi günler.
   
-Size de kolay gelsin, hadi hoşçakalın.
   
Kadın kapıyı kapattı. Çocuk banyosunu yapmış ve odasına geçmişti.
   
Salon boştu, boş. Bomboş. Hemen pencereye baktı kadın. Yaşasın, güneş henüz batmamıştı. Güneş parlıyordu hala, ilerdeki apartmanların penceresinde. Koştu bilgisayarını kaptı geldi. Oturdu batan güneşi gören koltuğuna. Mutfakta hala kabak tatlısı için ince ince kıyılmayı bekleyen ceviz içi ve ayıklanmayı bekleyen sarmısaklar vardı. Ama olsun, fırsat bulmuştu işte güneş batmadan oturmayı. Heeeyt, be, heeey, hey…Misafirlerine de kötü davranmayacaktı akşama, çocuklara da…Hatta yeni bir bulaşık makinası olduğuna bile sevinebilirdi belki…Hem de sürpriz hediye…








.Eleştiriler & Yorumlar

:: Güzel......
Gönderen: Kâmuran Esen / Bolu/Türkiye
11 Şubat 2005
Merhaba Sevgili Ceren Emre; İlk bakışta çok sıradan gibi görünen yaşananları; öylesine akıcı ve güzel anlatmışsınız ki!.....Okuduklarımı, okumadım da sanki , yaşadım.......Bir seferinde de sizin şiş, örgü ve yünlerle ilgili yazınızı okuyunca, hemen kalkıp örgü örmek istemiştim......Demek istiyorum ki, olaylar, duygular; usta bir kalemden çıkınca,bbaşka güzellikte oluyor....Eeee! Ne demiş atalarımız:"Herkes kaşık yapar ama, sapını ortaya denk getiremez.".......Ve herkes, yaşadığı olağan bir günü, böylesine güzel yazamaz.........Daha sık yazın lütfen......Sevgiyle kalın...Kâmuran Esen




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın bireysel kümesinde bulunan diğer yazıları...
An

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Örgü, Şiş ve Yünler
Kayıp Kitaplar
Deli Memo
Sabun, Makas, Çömlek
Kitaplar Hep Amcaların Olurdu
Günışığı


Ceren Emre kimdir?

Yaşamı kıyısından yaşadığımı düşünüyor, daha sahici, daha gerçek bir yaşam istiyorum. Ya bu daha fazla huzursuzluk ve daha çok yorgunluksa?. . . Ama bunları göze alabildiğimi söyleceyek kadar da cesur değilim. O zaman buyur, sadece önüne konulan yemeği yemekle yetin!. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Edebi olarak Buket UZUNER, Orhan PAMUK, Cahit UÇUK, Isabella ALLENDA sayılabilir, ama asıl asıl yaşam felsefesi etkisi Özdemir ASAF, Hermann HESSE ve elbette NIETZCHE.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ceren Emre, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.