Matematiğe, yalnızca yaratıcı bir sanat olduğu sürece ilgi duyarım. -Godfrey Hardy |
|
||||||||||
|
Kahvaltı masasını hazırladım. Oturup yemeye başladım. Bir yandan yerken diğer yandan ise bugün beni nelerin bekleyeceğini düşünüyor, bunların hayalini aklımdan bir film şeridi gibi geçiriyordum. Yani senarist ben, oyuncular ben, yönetmen bendim. Hayal oynatıyor, bunu istediğim gibi yönetiyordum. Bu durumun yanı sıra çayın sıcaklığı da içimi ısıtıyor ve hayallerim de ısınıyordu. Bugün işim yoktu. Ne hafta sonuydu, ne de tatil günüydü. Her zamanki gibi yine kendime izin vermiştim. Yine sokaklarda başıboş gezecek, temiz bir hava teneffüs etme umuduyla yürüyecektim. Her gün yaptığım, fakat hiç başaramadığım bu amacımı bugün gerçekleştirecektim. Ama umudum gün geçtikte azalmaktaydı da. Hava kirli, insanlar vurdumduymaz ve hayat çekilmez olmuştu. Hani o eski günlerde olan neşe hali artık hiç yoktu. Her şey değişmişti. Ancak bu değişim bile beni bu amacımdan yıldıramıyor, evet, temiz bir hava teneffüs etme umudu içimde yükseliyor ve insanları anlama dürtüsü bende olduğundan fazla bir şekilde hissediliyordu. Bu gün farklı ve bugün huzurluydu. En önemlisi bugün ben neşeliydim. Sanki gün şu ana kadar hep sağ tarafından kalkmış, bugün ise solu tercih etmişti. Güneş farklı uyanmıştı. Her şey ama her şey farklıydı. Kahvaltım bittikten sonra sofrayı topladım ve sobaya bir odun attım. İçerisi sıcak olmuştu. Bardağımdaki çayı bir yudumda içtikten sonra yine doldurmuş, içine iki şeker attıktan sonra karıştırmaya başlamıştım. Üstünden çıkan duman sıcak olan oda içerisinde içimi daha da ısıtıyordu. Bu olaylar devam ede dursun ben yine hayallere dalmıştım. Kirlenen ve bozulan değerler karşısında belki bir umut ışığı olduğunu hayal ediyor, bu hayal karşısında ne kadar şanslı olup ne kadar şansız olduğumu düşünüyordum. Camın önünde oturmuş dışarıyı izliyor, ne kadar şanlı olup olmadığımı ölçmeye çalışıyordum. Her şey olması gerekenden hızlıydı. Her ne kadar dinç ve enerjik olsam da vücudum artık yaşlanmış, bunun yanı sıra yaş olarak da almış başını gitmekteydim. Onlara yetişemiyor, olan şeylere ayak uyduramıyordum. Kim bilir belki de bu yüzden amacıma ulaşamıyordum. Bu beni engelliyor olabilirdi. Ancak zihnim bazı şeyleri hala çok iyi ayıt edebiliyordu ve gerçekten de eskisi ile şimdiki zaman arasında çok fark vardı. Ayırt edebildiğimden de fazla… Bir, iki, üç derken beşinci bardak çayı da yudumluyor ve düşünmeye devam ediyordum. Bu düşünceler ve hayaller bende devam ederken camdan Ahmet efendi’yi gördüm. Çok iyi ve çok neşeli bir adamdı. Gençliğimizde onunla en delidolu şeyleri yapar, bunların sonucunda mutlaka ve mutlaka çok eğlenirdik. Yakışıklı bir adamdı. Bütün kızlar ona bakar ve onunla konuşmak isterdi. Hatta bir gün onunla beyoğluna gitmiştik. Hatırlıyorum da bütün kızlar onunla konuşmak için çeşitli numaralar yapıyor, yolda yürürken koluna çarpıyorlardı. O gün ona çok özenmiştim. Ancak bunu belli etmemeye çalışıyordum. Her gün yeni kişiler ile mahalleden geçer, yanında olan kızlar ise güzellikleri ile bakanları mest ederdi. Anlayacağınız güzel günlerdi. Anılması hoş ve insanı mutlu edici günler… Ancak şimdi bakıyorum da hey gidi Ahmet! Sende yaşlanmışsın. Baksana şu haline zor yürüyor, elindeki bastonu zor tutuyorsun. Kim bakar şimdi sana? Bu geçmişe bir göz atma olayından sonra biraz duygulanmıştım. Hem Ahmet’i o vaziyette görmek hem de bu halleri bize yakıştıramamak beni üzmüştü. Zamana yenik düşmüştük. Arkasından bakarken gözden kaybolup gitmişti. Kendimi kalktığım andaki gibi hala dinç ve enerjik hissediyordum. Gerçi yaşlı bir insanın kendini ne denli böyle hissetmesi yeterliydi? Bu hayat bundan daha fazlasını istiyordu. Çaydanlıktaki çay bitmiş, bardağımdaki son çayı da yudumlamıştım. Kapının arkasındaki gömleğimi ve pantolonumu aldım. Dün ütülemiştim. Ancak hala yeni ütülenmiş gibiydi. Dışarı çıkma, insanları daha yakından izleme ve amacıma ulaşma zamanı gelmişti. Zaten sıkılmıştım da. Zaten bu denli yaşlı ve yalnız olan bir insan için fazlada evde durmuştum. Pantolonumu giydim ve gömleğimi onun içine soktum. Daha sonra da ceketimi alıp hazır hale gelmiştim. Aynanın karşısında biraz buruşmuş, biraz da sarkmış suratıma baktım. Beyaz olan saçlarımı taradım ve kapıyı açtım. Oturduğum binanın merdivenlerinden yavaş yavaş inmeye başladım. Binada, merdivenlerde benim gibi eski ve benim gibi çaresizdi. Merdivenlerin ne denli yaşlı olduğu boyalarının sökülmesinden belliydi. Onlarda zamana yenik düşmüştü besbelli. Sokağa ayakbastım ve etrafıma baktım. Hava açıktı. Güneş bütün yüzü ile insanlara gülümsüyor ve onlara umut dağıtıyordu. Farklı bir şekil aldığı kesindi. Yürümeye başladım. Bakkal Mustafa’nın önünden geçtim ve geçerken selam verdim. O da selamıma karşılık verdi. Genç bir delikanlıydı ve temiz kalpli birisiydi. İnsan halinden anlardı. Çok yardımsever ve saygılıydı. Umarım mutlu ve mesut olur. Yürümeye devam ettim. Bir park’a yaklaşmıştım. Yaşlılık işte hemencecik yorulmuş ve dinlenme gereksinimi duymuştum. Bir bank’a oturdum. Kuşlar cıvıl cıvıl, çiçekler en güzel halleri ile insanları karşılıyordu. Sanırım günün farklılığına onlarda karışmıştı. Ancak bu farklılığı bozan şeylerde vardı. Kirlilik ilk başta geleniydi. Düşündüm de eskiden ne güzeldi parklar. Öncelikle temizdi ve parkın içerisindeki herkes birbirini sever, birbirine saygı duyardı. İnsanından tutun, çiçeği, kuşuna kadar. Hey gidi günler. Özlemle anmak bile yetmiyor. Onu yaşama hevesi insanı bitiriyor. Bence yeniler eskileri aratıyor. Sabah dinç ve enerjik olan vücudum iki adımdan sonra yorulmuştu. Bankta oturduğum zaman dilimi içerisinde biraz da olsa dinlenmiştim. Her zamanki yerime gitmek için yola koyuldum. Tabiî ki sahil kenarı… Çünkü sadece orada temiz havayı teneffüs edebilirdim. Ya da buna inanırdım. Güzelliklerin orada olacağını düşünür ve bu umut ile yollara koyulurdum. Yolda giderken eski ile yeniyi karşılaştırdım. Gerek hayat, gerek insan, gerek yaşayış bazında her şey farklılaşmıştı. Birçok değer yok olmuş ve onların yerine modernleşme adı altında birçok işe yaramaz şey gelmişti. Bir kere saygı artık yoktu. Sevgiden ise hiç eser yoktu. Dostluk, arkadaşlık, komşuluk bitmişti. Bunlar gibi daha niceleri yoktu. Bu karşılaştırmalar ile yoluma devam ettim. İçimde hep bir umut, hep bir istek vardı. Sadece ama sadece güzel bir hava teneffüs etmek ve güzellikler görmek istiyordum. Her zamanki yerime oturdum. Deniz alabildiğince uzundu ve bir o kadar da parlaktı. Güneşin parıltısı onu da etkisi altına almıştı. Anlayacağınız bugün her şey bir olmuştu. Bu görüş neticesi ile biraz daha umutlandım. Belki bugün güzellikler görebilirim ve bunları gerçekten hissedebilirim diye düşündüm. Belki eskiden olup da, hala benliğini yitirmemiş şeyler vardır. Ya da değişmemiş. Çünkü eski ile yeniyi karşılaştırmaktan bıktım. Artık eskiyi özlemekten bıktım. Biraz sitemkâr olmuştum. Bazı şeylere isyan ediyor, onların yerine başka şeylerin olması için yalvarıyordum. Bu yalvarmadan sonra birden durdum. Etrafıma baktım ve yine baktım. Yüzümde ne olduğunu anlamamış ya da yeni anlamış insan portresi vardı. Kendi kendime güldüm. Onu bulmuştum. Hayal ettiğim ve şu ana kadar hep düşlerimde oluşturduğum güzelliği artık yakalamıştım. Bütün bu isyanlar, karşılaştırmalar ve de özlemler bana onu buldurmuştu. Belli bir zaman geçmeliydi demek. Ve bugün onun zamanı, onun günüydü. Güzel bir havayı teneffüs etmek, güzellikleri görmek ve onları paylaşmak ne de güzeldi. Eskiye olan özlemim bir anda dindi. Çünkü eskiyi yaşıyordum. Onu bütün benliğim ile hissediyordum. Tanrıya bu durum karşısında şükretmekten başka bir şey düşünmüyordum. Anlamıştım. Bütün bu güzelliklerin, temizliklerin, saygının, sevginin, hasretin, özlemin, paylaşımın, insan olmanın değerinin anlaşılacağını biliyordum. Bir gün gelecek bunları anlayacaktım. Demek o gün bugündü. Unutulmayacak ve hep hatırda kalacak gün. Demek ki tek çözüm içten istemekti. Bütün kalbin ve bütün benliğin ile… Ondan sonrası çok kolaydı. O günü beklemek…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cenk Yılmaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |