Umutlarım her zaman gerçekleşmiyor, ama yine de her zaman umuyorum. -Ovid |
|
||||||||||
|
İSTANBUL: BOĞAZ SANRISI Bir adam ellisinde bankta oturuyor gölgeler uzun Elinde kalın bir kitap mezarlık Kültürü olmadığı kesin Fakat yılgınlık var yüzünde ağır bir işten çıkmış veya ağır bir işe girecek yahut hiç işi yokmuş gibi Bazen eli kitabının arasına kayıyor birkaç sayfa ya da bir iki satır Belli ki toplayamıyor kendini fakat yılgınlık var yüzünde Az ötede bir martı tünemiş yüksek duvara Belki az önce bir lüferin canını okumuş tüylerini düzeltiyor düğüne hazır Onu görmezlikten gelen bir kumru cami avlusunda sekiz çiziyor kuyruğunun ertesinde Birazdan gelecek çifte kumrusu kadar Ellisindeki adamın bir gözü martıda, kulağı kumruda “Ne yapıyorlar acaba?” Martı yeni fark ediyor kumruyu Kumru fark etmediğini fark ettiriyor ettirebildiği kadar Geriye yaslanıyor adam sağ bacak sol üzerine nöbet onda, değişecek birazdan karıncalanmalara kadar Soluyor adam bulutsuz göğü, tarıyor havayı her yeri kumru kadar, martı kadar Fakat o da ne bir ses kumrudan: “-Martısın ki bilirim soyun haytadır; uçarılık ne de yakışır sana Yorgunsun sebebin kadar” istanbul: bir boğaz resmi sanrısı sonrası maverdî akşamları düşlüyor kanatlarım istanbul sayha olmuş çığlıklarımda yok yere düş sayıyorum yorgunluk sonrası ilkgençlik aşklarım kadar “-Fakat sus, yavaş konuş duyacak İstanbul kaybediş çağındasın ki formundasın Neden kabul etmezsin yenildiğini ki köhneliğin kadar?” adın yok sanılmış düşler arası sen kuytu bir sancının düş öncesi sana akıllara donuk bir kaykılışla gelsem ey incilerin incesi her sözümün öncesi derler ki ağaçlar yapraklarını sayarmış bahardan önce sen ey istanbul kaç mevsim geçti hala damarlarında kokmuyor adım asit yığıltıları arasında bile geçmiyor ha düştü ha düşecek diyen yetim göz yaşlarımdan mı unutulmuşluğum “-Ne çabuk unuttun Sen yerde basacak yer bulamazken türlü nedenlerle Ben saraylarda büyüdüm, ulu mabetlerde, şehrin yürek emaneti Çarşı başlarında hayat kadar” çocuksu kokularla bezenmiş muştu mırıldanır analarımdan sokak aralarında bahardan, uykudan ve nedense en son akla gelenden bir kurtuluştur istanbul seninle düş kurabilmek aydınlık bir gece sonrasıydı düş ülkesi uzak ülkeler metruk bir arayışın önlenmezliği kadar “-Sarayda birkaç döküntü, mabetlerde avuç açmalar Ne gün geçecek boğazından taze bir lokma ki nefsine sorumluluğun var?” karınca ötesi umarsızlıklarla refüj dostluklarında bir çitlembik bir uçarılık arama ey istanbul diyebilsem ki düş yakamdan hayret başka, ölüm bir başka eser lodos kudurganlığında vakit ayaz, gözlerim martı çığlığı avurtlarımda çiğnenen bizans artığı kadar “-Eyvah yine başladı aynı lakırdı Güya galipmiş fakat duymasa bari sevgili Aşkın garazına gelmiş Birkaç sözü anlamlara anlam katarak Bir parça tat alabilmek değil mi muradın Sevgilinin etinden bir dalışta uskumru gibi Sonra derinden bir unutuş gerek oluncaya dek?” nereden başlamalı ve nereye ulaşmalı başladığın yere bir daha dönmeden bu mudur senin usanç veren kaderinde uyanmak bak yeniden uslanıyor insanlar bak erguvanlar daha sessiz uğultu veren unutkanlıklarımız kadar bana bir başlangıç bir de istanbul’u verin sonra da yok sayın cehennemi o zaman anlar insanlık insanlık kadar çünkü kagirdir sanat unutkandır mevsim yastık yorgan paslı çivi güvertelerde bir bir satılmış suçlular “-Sevgiliyi öpmekten ne çıkar ve neden vardır sevgili Uzaktan bir bakış çoğul anlaşılır değil İlk gençlik aşkıdır, uzak aşklar usandırır cananı” ölüm sonrası iktidarını kendi saltanatına veren duyun ey dostlar bugün yangın yeri ağlayın a dostlar çünkü bu tren soysuzluğu getirdi bize buradan ve ağlayarak çıkacak yalnız şamandırası kalana kadar “-Şüphesiz sen de kuşsun rabbim yarattı, lakin huyunda var Bırakıp gitmek kalmayınca kemikte et kağıt mendil kadar ey ahiret sancısı taşıyan ey yüce şehir senden mi beklemeliydik ibrahimî dirilişi oysa sen damarlarımızda zehir oysa sen sen gelmeden önce gelen heyula bak bahar ne de sırıtıyor unutulana kadar “-Yas tutup durmak da ne akıllara ziyan Bırak bir ömrü birkaç nesli birden diri diri gömersin bu kasvetinle yeni yetme ihtiyar” günaydın günaydın bir bekleyişin sonrası rehaveti ile geldin soframıza kuskus ağaçları ve sonbahar aramızdan sıyrılana kadar “-Yenisi değilim buraların: en son gelenle yudum uykumu Dindi sanma yürek atışım buldum ritmimi İstanbul kadar” sen ey şehremeni tuzaklardan tuzak beğen bu sadece başlangıç bundan sonradır yalnızlıklar kadar “-Biri dahi gelse sonradan yeni bir iddia ile Yine sen dalarsın suyuna bu huy da sende var” uçarı bir kaykılışla bekle beni Süleymaniye, dursun ayak uçların fakat üsküdar neden bu kadar nazenin yoksa buralarda dalgalanan sade züleyha’nın yalancı düşleri mi inanç bulacak yusuf sonrası kuytu köşeler kadar “-Haberini aldım artık gelemeyecek Yüce Kaynaktan Giden gelecek elbet ama yeniden tertemiz suyu ile ve Bir’den. Bekleme sen, gelemeyecek senin umduğun kadar” siz ey sur dibinde umut verilenler kendiliğinizi nereye savurdunuz çağa ve insanlığa ömre ve istanbula dair uygun adım gidilen gönencelerden uzak katlanan ve daha da katlanan korku düş arası? “-Kim? Ben mi imanındaki kirli? Ben daim temiz ben hep suyun içinde Sen ise kokuşmuş bir tas suyunla kire yakınsın benden uzak kadar” buyurgan ifadelerden arınmış bağdat sarayları ben her istanbul dediğimde yeni bir istanbul çıkar diğerlerine tezat kullar satılır haraç mezat bunu duyuramazsınız çünkü öğütlemesiyle öne çıkar bizzat duyup da gelinmeyene kadar “-Hep sudasın bunu bilmez değilim ihtiyacın var Sen de bilir misin şunu her kir suyu kaldırmaz tuz da kokar korkunun büyüklüğü kadar Ve neden ayrılamıyorsun bir adım kıyı bir adım duyana kadar” bulutum evet her şeye inat mahşer rüzgarlarıyla geldim kapına ne mem görmüş ne de zin sen leyla’nın battığı akşamın şehla ruhusun -allah korusun- beni sözlük arası yakarışla eğer sorarlarsa bizans kalıntılarında o her zaman yaşamdan uzak yalnız saldırganlıklarıyla anılır deme çünkü o gün derdest edilmiş dostluklara kırkikindi uyanışını sunarız körüklü bahtiyar ve kapından ilk kovuluşu resmedene kadar “-Aklın sıra beni yollayıp dağlara yerime konacaksın ey kumru Bil ki İstanbul benim, benim İstanbul olduğum kadar” bir mitralyöz akşamıyla başlayan sancılamanın erguvan mevsiminde yeniden soluyor ayrık otları düşleri bir sis perdesi ama nereden sen ey sarhoş beyoğlu kundağın nerede ve nereye kadar? “-Kenan da senindi Lut’u bırakıp gidene kadar Yıkılışın arkasından arkana bile bakmadan” hiç olmazsa ayna sun bilinmez bir yolculuklarla bizimkisine yıldırım arası korku nedensizliklerde bakın bakın kim geliyor sana nöbetleri sonrası? “-Görüyorum lakin her dem uykudasın Bu miskinlik mi seni konuşturan” -“Oldu evet, Lut gömüldü bir anda Yandı ama aramızda olan bitenden sana ne Hem sen yoktun ki onca aradan tufan kadar?” ben ağlamak kadar sahiciyim oysa o ağlayan kadar baharın solgun duvarları bekle susuzluğu ağlayan gözpınarının kuruluğunu yıkayıncaya kadar “-Dün de demiştin sonralığımı, insaf bir bak bana Benden başka kaç kuş bulabilirsin tarih kokan benim kadar?” buyurgan bir baharla geliyor çamlıca’dan istanbul bir neslin uykusuz düşleriyle bakıyorum istanbul’a çünkü düş görmek ağlamak kadar önemlidir “-Övünüp durursun fakat nereye kadar Kaç yangını söndürdün yanan İstanbul kadar?” buluş ötesi yargılamalarıyla sarıp sarmalıyor her şeyin anası bir doğası var ki bunu yalnız istanbul anlar nedensiz bir kaçıp gitmeydi onunki aslında kaldırım yoksunu bir devriliş yaşıyordu insanlık o gelene kadar “-Yandım evet ama İstanbul’un ateşiyle Bak rengimde hâlâ külleri var Kanım kuruttu ya bir kavı Bir damlacıksam bunda ne kusurum var Yanan İstanbul kadar” ayıklanmış adımlarla geliyor yeniden ve kime dair ben bir başkalaşımın doruğunda uzak en az istanbul kadar “-Anlaşıldı şair saydırmak değil niyetin istanbulu’un tepelerini ki yüzü aştı Söyle neden dillendirdin bizi biz ki nutk-î bâtınî iken Ve sabahın bu saatinde buraya niye geldiğini bile bilmeyen bu âdemi Ki İstanbul bizden memnun biz İstanbul’dan iken” insan lâl olur lâlaç olur bazen şair de olsa anlatamaz dertlerini söyleyemez söyleyeceklerini tutuluverir her şeye dili dillendirir bu dil kimi zaman taş olur börtü böcek olur kimi zaman diğer bir insan kimi zaman da bu kuş olur en az kuşlar kadar bazen de dili açılır şairin budadığı ağaçların aykırı düşen dallarını gözyaşı seli olarak aktığı karanlık bezirganlarında paylaşılması ihmaline kızar yargılar sunarken çetrefilli bir düşmanlık bizi bizden alır ve götürür bizsiz yerlere umacı görmüş bir neslin rüyalarında elbette ışıksızlığı arar yağma tarihini yaşarken yeniden devinimler çizer tarihi yeni bir şans vermek için kölelerin ellerindeki boğum boğum sancılarla yeniden kurdurmak için dünyayı yalnız çocukluklarını saklar bir perinin elinde tuz buz olana kadar Gazi BOZKURT Mayıs 2005
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © gazi bozkurt, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |