Umutlarım her zaman gerçekleşmiyor, ama yine de her zaman umuyorum. -Ovid |
|
||||||||||
|
York, Tubarao limanından kalkalı tam bir hafta olmuştu ;ama devamlı esen, bıktırıp usandıran poyraz yüzünden yol kesen gemi,sanki yalnızca iki günlük yol almış gibiydi. Hava raporları en az yedi-sekiz kuvvetindeki fırtınanın daha birkaç gün devam edeceğini bildiriyordu. Geminin inatla hangi tarafa yatacağına karar verememesinden ya da öğle yemeklerinde masadan kayan çorba kaselerinden değildi insanların sararmış suratlarındaki keyfiyetsizlik; bu kötü havanın daha devam edecek olmasındandı aslında. Bir fincan köpüklü kahvenin içinde seyretse York, bu kadar beyaz olamazdı etraf. Bunca yüksek denizlere pruvayla dik girmeye kimse cesaret edemezdi. Altı-yedi metrelik dalgalar geminin bazen iskele baş omuzluğuyla, bazen de sancak baş omuzluğuyla yumuşuyorken binlerce küçük damlaya bölünüyor,esen rüzgarla köprü üstünün camlarına yağıyordu tuzla karışık yağmur gibi. Dalgalar geminin *puntellerinden tutup küpeştesini yerden yere vuruyordu. Eğer York uyumuyorsa, personel hiç uyumazdı zaten. Bu bir vatan savaşıydı ne de olsa. Yaşar Reis’in ne kıblesi kalmış, ne seccadesi; alabandaya sırtını verip namazını kılmaya çalışıyor. Çarkçıbaşı duşun altında elleriyle düşmemek için destek yapıyorken kafası bir sağa bir sola kıvrılan suyu yakalama derdinde. Kamarot erkek adam! ya: Midesi sallantıdan değil, kesin dikkatsiz aşçı yanlışlıkla tabağına domuz eti koyup onu yediğinden bulanıyor. Usta gemici Murat, kamarasında hiçbir şeye aldırmadan yine kesiyor tahta parçalarını Gijon’dan ucuza aldığı motorlu el testeresiyle. Kaptan ise baş üstünün anlık gözden kayboluşlarını ve ardından gelen sallantıyı penceresinin köşesine yapıştırdığı İsa ikonuna şikayet ediyor: ‘Bari demiri kaybetmesek, yok canım olamaz. Reis yola çıkmadan domuz tırnağıyla şeytan bosasınını** vurmayı unutur mu hiç? Demiri öfkeli Poseidon gelse zor alır.’ Kaptana kalırsa aradan geçen yıllar sonra şu deniz öyle dar gelmeye başlamıştı ki… Gemiyi terk etmek gerekse değmezdi buna. Bütün personeli bindirirdi de filikaya, kendisi binmezdi. Mavi gözleriyle hep güneşi arıyordu; evine hala dönmemişti.Oysa deniz güneşin eviydi: sabah ön kapıdan çıkar, akşam arka kapıdan girerdi. Geminin dördüncü kaptanı Zafer, koca bir vardiya boyunca serdümeni Roberto’ya Filipinler’deki genç kız akrabalarının isimlerini saydırıp durmuştu da sıkıntıdan; bir türlü ezberleyememişti. Aslında vardiyasını teslim ettikten sonraki sevinci, saatleri bir saat ileri alıp, o gece daha az vardiya tuttuğundan; bir de açlığını bastırmak için aşağı inerken Murat’ın kamarasından gelen testerenin sesindendi. … — Ooo, hoş geldin efendi kaptan… — Murat bu saatte ne iş, hala o maketle mi uğraşıyosun? Şu koca kız yetmiyomuş gibi bir de tahtadanı ne lazım… Ulan senin gibi sanatçı adamın gemide ne işi var!, dedi gülümseyerek. — Yok bu sefer daha farklı. Hele sen otur biraz. Smirnof var bende bu rus mafyasından kaldı dün gece. Ama sen içmezsin doğru ya… ,dedi yarı boşalmış şişeyi sallarken. — Ağlamak bile istemiyo insanın canı şu havada olum. — Biliyo musun efendi kaptan, geçenlerde şunu düşündüm: Dünyada kadınlardan çok fazla sanatçı çıkmamasının nedeni kadınların doğurganlığıyla açıklanabilir heralde. Ne de olsa bedenlerinde büyüttüklerini ortaya çıkarıp dünyaya sunarlar. Ve bunun zevki onlara yeter belki. — Sen yine kitaplarla bulmuşsun kafayı anlaşılan. Kütüphane midir, kereste atölyesi midir; yoksa meyhane midir bu kamara anlamadım gitti.,dedi pantolonuna gelen talaşları eliyle süpürürken ve devam etti Zafer: Nedir o kestiğin öyle? Kaptanın ayak izleri yok muymuş? dedi kahkahaları arasında. Gülüşmeleri koridorun sonundan yaklaşan şıp şıp seslerini bastırıyordu. Bir süre sonra kamaradan içeri kafasını eğerek girmek zorunda kaldı Raido. Gemiye katıldığı ilk günden beri çok sevilmişti. İki onluk boyu, aslında sempatik halleri ve sapsarı kıvırcık saçlarıyla daha ufak gözüküyordu sanki insana. Ona göre Estonyalı denizcilerin geleneksel inanışı gerçek olmuş; gemiye gelmeden sakallarını kesmiş ve uğursuzluk kendinden hiç ayrılmamıştı. Nihayet hava alanında bavulu kaybolmuştu. Gemiye getirebildiği tek pasaportu, liman cüzdanı ve kendisi olmuştu. … Murat, elindeki takunyaları Raido’nun yükü altında yeşil damarları fırlamış ayaklarının önüne bırakıverdi. Utanmanın gereği yoktu işte. Bu büyük imgeleri kendisi mi seçmişti sanki… O sırada bir kakalak hızla geçti ayaklarının yanından. Şimdi üzerine bassaydı ve öldürseydi lanet böceği; ispatlasaydı bu koca ayakların bazen işe yaradığını. İşte kakalakların kederi de bundandı: Denizcilerin hem dostu, hem de düşmanıydılar. Raido eğimsiz tahta parçasının üzerine basarken bir huzur yayıldı bedenine. Hemen altındaki makine dairesinin titreşimlerini daha az hissediyordu şimdi. Sonra kamaradan çıktı solgun teşekkürleriyle. Az önce koridordaki müzik aynı ritimle devam etti; ama bu sefer takır tukur sesleriyle. Zafer şimdi daha iyi anlayabiliyordu koridordaki yangın dolabının kapağının hiç beklenmedik bir şekilde neden açık olduğunu ve iki de bir gürültüyle alabandaya çarptığını. Murat ellerini Zafer’in dizlerine koyarak: — Efendi kaptan be, umarım kızmadın.Hayatımda hiç takunya yapmadım ki… Hele bir gavura hiç…, dedi sırıtarak ve devam etti: Kestim biraz senin yangın hortumundan. Kemerini uyduruverdim işte. Çocuğun ayağını acıtmasın istedim takunyası. Zafer ,gemide bakımı kendi sorumluluğundaki yangın hortumunun hali yüzünden görürse kaptandan yiyeceği azarı, tamiri için harcayacağı fuzuli zamanı düşündü; ama kızmaması daha iyi olacaktı Murat’a bunun için. Kızmadı… * Puntel: Geminin güvertesinde ,kenarı anlamına gelen küpeştesine insanların denize düşmelerini engellemek için dizilmiş demir çubuklar. ** Domuz tırnağı ve şeytan bosası: Geminin baş tarafında bulunur. Demir alındıktan ve yola çıkıldıktan sonra, demirin ağır denizlerde boşanıp düşmesini engellemek için zincire vurulan fren görevi yapan donanımlara verilen adlardır. 10/03/2006 Bandırma Melik Çağrı Küçükyıldız
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Çağrı Küçükyıldız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |