Yaşam hoştur, ölüm rahat ve huzurludur. Zor olan geçiştir. -Asimov |
|
||||||||||
|
Mızmız insanlardan nefret ederim. Sürekli şikâyet edecek birşey bulurlar. Başlarına gelen hiçbir şeyden memnun değillerdir. Hayatlardında hep bir eksik vardır. İnsanlar işlerini güçlerini bırakıp bunlara eziyet etmeye çalışıyor sanırsınız. Hiçkimse bunların verdiği emeği, sevgiyi, dostluğu, parayı vesaire haketmiyordur. Hep arkalarından bıçaklanırlar. Pişmiş tavuk bunların ne vaziyette olduğunu görse hâline şükreder herhalde. Bunların bir de yazar sıfatına sahip olanları vardır ki hiç çekilmezler. Kendilerini âvam kamarasından sayan bu beylerle bayanların sorunları tebaanınkilerden farklı olacaktır elbette. Toplumcudurlar. İnsanlığın kirlenmesinden, özgürlüklerin kısıtlanmasından, ırkçılığın yaygınlaşmasından falan yaka silkerler. Bir de romantiktirler. Eskiden herşeyin daha güzel, insanların daha yardımsever, daha anlayışlı olduğundan; coşkunun, neşenin, sevincin, sevginin daha farklı paylaşıldığından dem vururlar. Topuklarından vurasım gelir ya, ceza yemekten tırsıyorum. Bir entellektüelle bir entel arasındaki farkın en iyi örneği bu takım yazarlara göre herşeyin suçlusu teknolojidir. Cep telefonları yüzündendir mektupların geçerliliğini yitirmesi. Yahut, video kameralarla internetin suçudur özel hayat diye birşeyin kalmayışı. Kadınların sevişmekten korkar hâle gelmesi hep bu yüzdendir. Çok merak ediyorum, bu kişiler hiç yukarıdaki gibi bir kısa mesaj almadılar mı acaba? Aldılarsa -ki muhakkak aldılar- neler düşündüler? Kelimelerin orasından burasından kırpılması hiç dikkatlerini çekmedi mi? Bir kısa mesajı dahi kısaltmaya uğraşan bir nesil teknolojinin yan etkilerinden dolayı mı bu hale geldi? Tam üstüne geldi söylemeden geçemem. Şu an Ali Kırca’nın yorumuyla Ah Bir Ataş Ver’i dinliyorum. Bu türküyü her dinlediğimde aklıma iki şey gelir: o denizaltıda boğularak ölen askerlerin hayallerinin ve umutlarının olduğu, bir de Jülide Gülizar gibi konuşan insanların azaldığı gerçeği. O askerler öldüler, hayalleri ve ümitleri de onlarla birlikte öldü. Sevdikleri arkalarından ölüp ölüp dirildi, yıllar boyu bu acıyı yüreklerinde taşıdılar. Buna rağmen onları teselli eden “hüzünlü ama başı dik” bir türkü vardı arda kalan. Ölüme bile tevekkülle gidebilmenin gururu vardı. Ya biz? Türkçe’yi Jülide Gülizar kadar güzel konuşan insanların birer birer azalması dolayısıyla doğmadan ölen biz neyle avunacağız? Bunun hüznünü yaşarken başımızı dik tutabilecek miyiz? Koskoca bir dili tarihe gömmeye kalkarken gurur mu duyacağız? Merak ediyorum. Yeni neslin bu halde oluşundan şikâyet edip sürekli teknolojiyi suçlayan romantik entellektüeller(!) dildeki bu tahribat için ne düşünüyorlar? Hiç paylarının olmadığını mı?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Alparslan Zengin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |