Bu hafifçe kenara itilecek bir roman değil. Daha büyük bir şiddetle uzağa fırlatılmalıdır. -Dorothy Parker |
|
||||||||||
|
Arka pencerede güneş batıyor. Zaten bu odanın tek penceresi. Ben uzun zamandır görmüyorum doğarken güneşi. Ve akşam güneşi gibi batıyoruz biz. Biz dediğim, bir ben ve bir de arka bahçedeki zerdali ağacı. Susuyoruz ikimizde. Hiç ama hiç konuşmuyoruz. Kimseciklere açmıyoruz içimizdeki derdi. O için için çürüyor, ben için için ölüyorum. Neden be zerdali ağacı? Yok mu bi çaresi? Yok! Senin dalların kuruyor, benim kollarım. Senin meyvelerin ezik, benim yüreğim. Senin yaprakların düşer toprağa, benim göz yaşlarım. Hadi benim ki dünya derdi, peki sen? Hayat senin de mi üstüne geldi? Ne gün yaşam damarlarını söktün toprak anadan. Böyle özünce kurumaktasın. Ben hangi zaman girdim şu arka odaya ve kapısını kapattım. Kaç gün kaç mevsimdir içerdeyim ki unuttum günlerden nedir. Bu ne ıssızlık bu ne çaresiz kader ki paylaştığımız, karşı karşıya, göz göze, yürek yüreğe ölmekteyiz. Babam: -Keselim şu ağacı, diyor. Hayır daha ölmedik. Belki can çekişiyoruz ama bilirsin. Bizde çıkmadık candan umut kesilmez. Her akşam güneş batarken açıyorum perdeyi ve sen birkaç dal daha kurutmuş birkaç yaprak daha dökmüş oluyorsun. Sen bana bakınca ne görüyorsun acaba? Ben aynalarla da küstüm uzun zaman önce. Kimbilir belki birkaç çizgi yüzümde. İçimde birkaç kan damlası daha birikmiş. Beyazlamış bir iki saç teli daha ve biraz daha umutsuz, amaçsız ve inançsız mı görünüyorum. Hayatı biraz daha bırakmış gün be gün ölümü en derininden en yüzeyine hisseden hastalıklı zavallı bir kadın gibi çürüyorum. Sessizliğime gömüyorum hayallerimi. Peşine takılıp gidemediğim umutlarımın arkasından öylece bakıyorum. Ağlayasım yok çünkü artık göz yaşlarım kurudu. Son birkaç damlayı cenazeme saklıyorum. Sen biliyor musun ölüler bile ağlarmış ölüme. Ne acı ki bir düşün. Sen benim şu karanlığımdaki tek yeşil ağaç, gözlerimin önünde şu zavallı çöküşün. Ama artık kendime bile ağlayacak halim kalmadı. Ve güneş yine battı. Akşamın alacakaranlığında artık ikimizde kaybolan renklere karışıp kaybolduk. Ve bir gün daha. Yüreğimde bir çizik. Arka bahçede dökülen birkaç yaprak. Ve bir uzun karanlık yalnız gece daha. Kimbilir kaç peşi sıra gelen kabus, kaç arkadaş olduğumuz hortlak. Kaç çıkmaz sokak kapısının önünde tüylerim diken diken olur. Uyumaya bile korkarak yavaşça yatağa giriyorum. Daha gözlerimi yummadan tavanda gezinen gölgeler hayat kadar korkunç. Ama hafif bir rüzgar, sallanan zerdali ağacının son yeşil yaprakları. Sanki hala korkma ben buradayım dercesine hazin ama hafif bir sesle seslenen zerdali ağacı. Seni duyuyorum. Şu lanet olasıca hayatla hala ruhumu dinlendiren tek ses tek fısıltı ve yaşamaya dair yaptığım tek faaliyet olan duyma duyusuyla algıladığım tek ses. Seni duyuyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seblâ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |