Kötü bir barış, iyi bir savaştan daha iyidir. -Puşkin |
|
||||||||||
|
Öylece yanımda çırılçıplak yatarken bile onu kaybetmekten korkuyordum. Daha doğrusu ansızın ve hiç bir şey söylemeksizin çekip gitmesinden. Çünkü zaten benim değildi ki, hiç bir zaman da olmamıştı tanıştığımızdan beri. Hep kayıtsız kalmıştı benim aşk gösterilerime. Onları geri çevirmeyen, fakat beni deli eden acımasız bir kayıtsızlıktı bu. Belki de ‘seni sevmiyorum, senden hoşlanıyorum yalnızca’ deseydi, daha rahat hissedecektim kendimi. Bütün düşüncelerimin üstüne çöreklenen belirsizlik yok olacak, ıstırabım son bulacaktı. Yine de istemiyordum ağzından böyle bir şeyin çıkmasını. Bekliyordum öylece, köşeye sıkıştırılmış bir fare gibi. Beklemeye alışmıştım, hep bekleyebilirdim. ‘Kolunu yukarıya kaldırsana’ dedim birdenbire aklıma bir şey gelmişçesine. Gelmemişti oysa, yalnızca koltuk altını görmek istiyordum. İtiraz etmeden kolunu kaldırıp elini başının altına yerleştirdi. Sonra belli belirsiz gülümsedi. Belki de bana öyle geliyordu. Üstüne uzanıp kuru dudaklarımı koltuk altının yumuşak ve hafif nemli teninde ıslattım. Güzel kokusunu kısa kısa içime çekerek dilimin ucunu teninde gezdirdim. ‘O kadar tatlı ve değişik öpüyorsun ki’ dedi, ‘senden herhalde bunun için vazgeçemiyorum.’ Ne kadar da acımasız davranıyordu bana. Demek onu böyle öpemesem gidecekti. Dudaklarımı ve dilimi koltuk altından uzaklaştırıp geri çekildim, onu uzaktan seyretmeye koyuldum. O kadar güzeldi ki, bana eziyet veriyordu onu seyretmek. Çok farklıydı diğer kadınlardan, her şeyiyle farklıydı. Gözleriyle, burnuyla, çenesiyle, ağzıyla, omuzlarıyla, koltuk altlarıyla, göğüs uçlarıyla, gülüşüyle, konuşmasıyla, somurtmasıyla, suskunluğuyla, mimikleriyle ve hatta nadiren yükselen öfkesiyle. Beni kahreden, umutsuz kılan bir farklılık. ‘Keşke bu kadar güzel ve farklı olmasaydı’ diye geçirdim içimden bir an için, ‘belki o zaman beni bırakıp gidecek diye böylesine korkmazdım.’ Aniden karar vererek kalktım ve giyinmeye başladım. Soru sormadan ve kayıtsız gözlerle beni seyrediyordu. Kapının önünde geri dönüp ‘gitmem lazım’ dedim, ‘aklıma bir şey takıldı, sormam gerekiyor.’ ‘Tamam’ diye şarkı söyler gibi seslendi, ‘sor ve öğren, ben burada seni bekliyor olacağım.’ İlk önce Ferdi’ye gittim. Her zamanki gibi okuyor ve birbiri ardına yaktığı sigaraları masanın üstündeki beş kül tablasından birisinde söndürüyordu. Ben de bir sigara yakıp karşısındaki koltuğa oturdum. Hiç vakit geçirmeden konuya girmek istediğim için hemen sorumu yönelttim: ‘Aşk nedir?’ Şaşırmış gibi başını kaldırıp gözlerime baktı. ‘Aşk ne midir? Çok basit. Aşk karşılık beklemeden verilen sevgidir.’ Bu yanıt beni hiç tatmin etmemişti. Hararetle itirazda bulundum. ‘Peki ama benim karşılık beklemeden sevdiğim bir sürü insan var, annem, kardeşlerim, hatta seni bile bazen karşılıksız sevebiliyorum, hepinize aşık mıyım yani?’. ‘Tabii’ dedi, ‘özünde hiç fark yok, bu bir tanım meselesi, insan yalnızca seviştiği kişiye aşık olabilir diye bir kural mı var sanıyorsun?’ ‘Hadi ordan be’ diye söylenerek yerimden kalkıp dışarıya yöneldim, ‘sana aşık olduğumu duymaya gelmedim buraya.’ Ben evi terkederken arkamdan bağırıyordu:’Beğenemedin mi geri zekalı. Sana aşkın bilimsel tarifini yapmaya çalıştım. Sen ise bir takım mistik saçmalıklar duymak istiyorsun. Başkasına git o halde, madem biliyorsun, ne diye soruyorsun.’ İkinci durağım Sadık oldu. Her zamanki gibi bir yandan rakı içiyor, bir yandan da önündeki kağıda bir şeyler yazıp duruyordu. Ben içeriye girince kafasını kaldırıp ‘çok güzel bir roman olacak, ortalığı kasıp kavuracak’ dedi, ‘dünyayla bağlantısını cinsel organıyla kuran bir adamı anlatıyorum, çılgınca bir hikaye.’ Hiç birisi yayınlanmayan sayısız roman yazmıştı son yıllarda ve inatla yazmaya devam ediyordu. Sanki her yazdığı kitap için ayrı bir ödül almışçasına. Kendime bir bardak bol sulu rakı hazırlayarak karşısına oturup hemen sordum: ‘Sana bir sorum var, kısa ve öz cevaplamaya çalış. Aşk nedir?’ ‘Yakaladım seni şimdi’ demek istercesine hırıldayarak güldü ve arkasına yaslandı. Konuşmanın kısa süreceğini ima etmek ister gibi elindeki kalemi bırakmamıştı. ‘Aşkın tek tarifi vardır’ dedi, ‘istemek fakat elde edememek, kavuşamazsan aşk olur, bu denli basit.’ Biraz düşündükten sonra kendimi tutamayıp itiraz ettim:’Fakat elde ettikten veya kavuştuktan sonra da aşık kalmaya devam eden o kadar çok insan tanıyorum ki, bu dediğin doğru gelmiyor bana. En azından bir şey eksik, hepsi bu olamaz.’ Söylediklerimi bir sinek vızıltısı gibi geçiştirmek üzere elini sallayarak devam etti:’Sahip olunca aşk eninde sonunda biter. Er veya geç. Ayrıca istisnalar da kaideyi bozmaz.’ ‘Fakat’ diye ısrar ettim, ‘belki de sahip olmakla bir ilgisi yoktur bunun ve aşk başka bir nedenle biter, öyle olamaz mı?’ ‘İlginç bir bakış açısı’ dedi, ‘hiç böyle düşünmemiştim, fakat bana inandırıcı gelmiyor, tarihteki büyük aşkların hepsi kavuşamamaktan doğup, kavuşunca sona ermişlerdir, dediğim gibi, er veya geç.’ Rakımı bir dikişte bitirip ayağa kalktım. Ben dışarıya çıkarken, o kağıdının üstüne eğilmişti bile. Ferruh’un yanına vardığımda kocaman bir pizzayı midesine indirmekle meşguldü. Sorumu sormama fırsat bırakmadan ağzını şapırdatarak konuşmaya başladı: ‘Biraz önce Ferdi, ondan sonra da Sadık telefon etti. Ferdi sana çok kızmış. Ne soracağını biliyorum ve sorunun cevabı hazır. Aşk kontrolden çıkmış sevgidir ve bir hastalık halini alan bu duruma ihtiras adı verilir. İnsan kendisini kötü hisseder, yemeden içmeden kesilir. Bazı insanlar bu hastalığı yenerler, bazıları ise hastalık tarafından yenilirler. Hepsi bundan ibarettir, fazla abartmamak gerek. Biraz pizza alır mısın?’ Tam oturmak üzereyken ayağa kalkıp ‘hastir lan’ dedim, ‘bunca yolu bu salakça açıklamayı dinlemek için mi gelmiş oldum yani?’ Evi terkederken arkamdan bağırıp duruyordu: ‘Sensin salak, senin gibi salaklar aşkın peşine takılıp giderler zaten. Büyü artık, hep çocuk kalamazsın.’ Eve geldiğimde yatağın üzerinde aynı bıraktığım gibi uzanık yatmaktaydı. Yalnızca kolunu tekrar aşağıya indirmişti. Soyunup yanına uzandım. ‘Öğrenmek istediğin şeyi öğrenebildin mi?’ diye sordu. ‘Evet’ dedim, ‘galiba öğrendim. ‘Neydi öğrenmek istediğin?’ oldu bir sonraki sorusu. ‘Aşkın ne olduğu’ diye yanıtladım. ‘Neymiş?’ dedi. Biraz düşündükten sonra cevap verdim: ‘Aşk senin güzel ve çekici olmanı istememektir. Yüzüstü yatar mısın lütfen?’ Hiç itiraz etmeden yüzüstü yattı. Saçlarını toplayarak ensesinden sırtının bittiği yere kadar binlerce kez öptüm. Derin bir nefes aldı ve ‘her öpüşün bütün vücudumu ürpertiyor’ dedi, ‘bence aşk nedir biliyor musun?’ ‘Nedir?’ diye heyecanla sordum. ‘Güzel öpülmek’ dedi, ‘ve öpülürken ürpermek.’
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Etem Levent Bakaç, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |