Bildiğim tek şey, ben bir Marksist değilim. -Karl Marx |
|
||||||||||
|
"Üçten geriye doğru sayacağım... Üç... iki... bir..." Yankılı bir ses duydu, yatağının köşesine iyice büzülürken. Bir yatak değildi aslında üzerinde yattığı. Duvara zincirle bağlanmış demir bir plaka üzerinde, eski birkaç sünger ve sidik kokan bir battaniye. Kendini sıkıp iyice büzülmeye çalışıyordu, çünkü; içinde bulunduğu bu mahzenden bozma hücre, çok soğuktu. Özellikle gecenin bu saatinde duvarlardaki nem, sanki havayla birleşiyor genç kızın ciğerlerine doluyordu ki genç kız zamanın gece yada gündüz olduğunu ancak havadaki ısı değişiminden anlayabiliyordu. Belki de tam tersiydi, gerçi kız bunu düşünecek durumda değildi, yinede düşünüyordu. İlk zamanlar, günde bir kaç kez demir kapının altından atılan kuru ekmekle zamanını tayin etmeye çalışıyordu. Ekmeklerin, gündüz bir kaç saat arayla atıldığını düşündü, sonradan bunun gece de olabileceği ihtimali; belirlediği zaman kriterlerini geçersiz saymasına sebep oldu. Günler geçtikçe bulunduğu hücrenin belli aralıklarla havasının değiştiğini fark etti. Elbette yine iğrenç kokuyordu ve her zaman ilik donduracak kadar soğuktu. Ancak soluk alıp verirken havadaki nem oranının değiştiği hissedilir ölçüde fark ediliyordu. Kız bunun üzerine ciddi ciddi düşündü. Acaba gündüz hava ısındığında mı havadaki nem hissedilirdi, yoksa gece ayazında mı ? Daha dikkatli dinlemeliydi Coğrafya derslerini. Çünkü Coğrafya hocası Zekiye hanım –öğrenciler ismindeki zeki kelimesiyle dalga geçerlerdi, çünkü orta yaşlı kadında zekanın esamesi yoktu- derste, ısınan yada soğuyan havanın nasıl genleştiğini ve havadaki nemi ne derece etkilediğini defalarca anlatmıştı. O zamanlar aklı nerdeydi ki bu gen kızın ? Yankılanan ses ağır aksak yaklaşıyordu. Çok geçmeden bunların adım sesleri olduğunu anlamıştı genç kız. Aslında her seferinde ayak sesleri olduğuna emindi fakat yine de kendini avutuyordu. Çünkü tam anlamıyla ümidini yitirmişti artık. Koridordan –genç kız oranın ince uzun bir koridor olduğuna emindi- gelen ayak seslerinin tek düzeliği genç kızı rahatsız ediyordu. Yediği küflenmiş ekmeğin tadı aynıydı, mahzenin aynı köşesine işiyordu ve keskin dışkı kokusunu aynı köşeden duyuyordu. Hatta ilk zamanlar bunun üzerine de düşünmüştü. Bacaklarının arasından topraksı betona damlayan beyaza dönük sidiğin -uzunca bir süre yalın ayak olduğu için ayaklarını üşütmüştü, böbrekleri daha hızlı çalışmaya başladığından saatte bir kaç kez işemek zorunda kalıyordu ve sidiğinin rengi açılmıştı- ayaklarının arasıdan gidişine bakarken nasıl olsa yakında oradan çıkacağını, şayet çıkamazsa bile en azından kokuya alışacağına emindi. Ne yazık ki öyle olmadı. Ne kadar zamandır orada olduğuna emin olmasa da, “Belki bir yıl olmuştur” diyordu kendi kendine. Bir koca yıldır buradayım diye düşündüğü çok oluyordu. İçinde bulunduğu durum itibariyle aklına gelen sıradan bir fikre bile, bir süre sonra sanki başkası söylemişçesine inanıyordu. Bu nedenle zaman zaman bunun ince hesabını yapmaya çalışsa da her hangi bir zamanda sorsanız, bir yıldır orada olduğunu söylerdi. Duvarları elle yada küçük bir kazmayla oyularak oluşturulmuş hücrede, geçirdiği onca zaman içerisinde genç kız, kendi içinde bir benlik daha yarattı. Buna modern Psikoloji, bir çeşit hastalık gözüyle bakarken, yerin yedi kat dibi olduğu muhtemel bu mahzende, kızın hayatta kalmasını sağlayan en önemli durum oldu. Hapsedildiği ilk zamanlar, kendi kendiyle konuşmaktan kaçındı. Çünkü o ara daha önemli işleri vardı. Sesini dışarıda birilerine duyurabileceğini ve imdat çağıracağını düşündü. Bir süre ciğerleri parçalanana kadar bağırdı. Sonra bunun faydası olmayacağına ikna olmaya başlamıştı ki etrafını fark etti. Elbette bu farkına varış birkaç saat içinde gerçekleşmedi. Genç kızın ciğerleri oldukça dayanıklı çıkmıştı. Günlerce yemeden içmeden bağırmayı başarmıştı. Ta ki bitkin düşüp açlığının ve yorgunluğunun farkına varana kadar. Bunu fark ettiği ilk anda uyumak istedi. Duvara zincirlerle tutturulmuş uzunca sac plakayı gördü. Üzerinde öylece atılmış, bir battaniye vardı. Demirin altında ise bir birkaç eski, yüzleri parça parça olmuş sünger duruyordu. Paytak adımlarla elinin birini saca koyarak destek aldı. Eğilip yerdeki süngerleri tuttuğunda, süngerlerden yayılan dayanılmaz kötü kokuyu aldı. Kokunun burun deliklerinden içeri girip henüz nefes borusuna ulaştığı esnada, eş zamanlı olarak genç kızın midesinden bir öğürtü koptu. Ancak o kadar yorgun hissediyordu ki, kusmak için bile kendinde güç bulamadı. İç organlarının kasılmasıyla yaşadığı sıkıntının verdiği öfke yerdeki süngeri kendine doğru sertçe çekmesine neden oldu. Birden süngerin etrafında bir şeyler kaçışmaya başladı. Genç kız, gözlerinin bile yorgunluktan etrafı tam seçemediğini o an fark etti. Elbette kaçıran şeylerin ayakkabı büyüklüğünde sıçanlar olduğunu daha karartılarını görmeden anlamıştı. Çünkü çıkardıkları tiz sesler kulak tırmalıyordu. Kız doğrulup süngeri havada bir iki kez silkeledi. Sonra sac planın üzerine attı. Battaniyeyi süngerin altından çekerek, doğruca süngerin üzerine devrildi. Vücudunun süngere gömülmesiyle, tahammül edilemez keskinlikle bir koku yayıldı etrafa. Kız bu iğrenç kokuyu bir kaç soluk boyunca, tüm nefesiyle ciğerlerine çekti. Ancak yorgunluğu bu duruma aldırmasını engelliyordu. Gözleri yavaşça kapandı. Uyandığında yattığı gibiydi. Değil dağınık yatmak, kılını bile kıpırdatmamıştı. Annesi bu durumu görse kesin ağlardı. Çünkü genç kız, özellikle uyurken, yuvarlak kocaman yatağını savaş alanına çevirmesinden sonra burada böyle uysal olması, kapı gıcırtısına bile ağlayan annesini göz yaşlarına boğardı. Kız gözlerini açtığında artık bağırıp çağırmanın anlamsız olduğunu biliyordu. Kim bilir nerede, hangi deliğe sokulmuştu? Kapının altındaki ekmek yığınını fark etti. Kapının üzerinde küçük bir delik vardı. Ekmekler belli ki o delikten atılıyordu, çünkü hepsi o büyüklükte kesilmişti. Yerinde doğrulmaya çalıştı. Soluk alıp verirken, ciğerlerinin onca bağırış çağırış üzerine ne kadar yorulduğunu hissediyordu. Her soluk aldığında göğüs kafesi ağrıyor ve sanki daha önce alıp verdiği soluk miktarını unutmuşçasına düzensiz nefes alıyordu. Sıçan dişlerinin küçük izleriyle dolu süngerin üzerinde doğrulduğunda bu soluklarında ki düzensizlik kısa bir baş dönmesine neden oldu. Sonra yerinden kıpırdanıp ekmeklerin yanına hareket etmek istedi. Başıyla ekmeklere biraz yaklaştığında, üzerlerindeki açık yeşil küf tabakasını fark etti. Ancak o an hiçbir şey düşünemiyordu. Zoraki kıpırdanışlarla yerinden tamamen doğrularak ayaklarını yere bastı ve ani bir hakerektle ayağa kalktı. Başı şimdi daha şiddetli dönüyordu fakat, bu alışık olduğu bir baş dönmesiydi. Günlük hayatında tansiyonuna pek dikkat etmezdi, ayrıca sıkı bir sigara tüketici olduğundan buna benzer baş dönmelerini sık yaşıyordu. Elbette bu dönmenin tanısı tam konulamazdı. Yani açlıktan, yorgunlukta, içerideki bu pis kokudan, kısacası her şeyden olmuş olabilirdir. Kız ekmeklere doğru bir iki adım attı, sendelemiyordu. Nihayet ekmeklerin önüne gelip diz çöktü. Ekmek yığınının kıpırdandığını fark etti. İlk başta bunun bir göz yanılması olduğunu düşündü çünkü, açlığının ve yorgunluğunun farkındaydı. Aldırmadan elini ekmek yığının üzerine attı. Niyeti altta kalan ekmeklerin küflenip küflenmediğine bakmaktı ama ekmek yığının arasından ayaklarının dibine atlayıp oradan hücrenin karanlık tarafındaki şarap raflarına kaçan sıçanın korkusuyla geri irkildi. O an öfkeyle ayağa kaltı ve etrafına baktı. Duvarlardan sular damlıyordu. Artık rutubet, genç kızın yüzüne çarpar derecede hissettiriyordu kendini. Hücre yarı aydınlıktı. Genç kızın sözde yatağının olduğu köşe -ki hemen bir kaç adım karşısında hücrenin küçük demir kapısı var- aydınlıkken, genelde genç kızın tuvalet ihtiyacını gidereceği, eski, dökük şarap rafları olan diğer tarafsa karanlıktı. Zeminde her yan sıçan pisliği doluydu. Ayrıca öncelerden döküldüğü belli olan zemindeki beton, zaman içerisinde rutubetinde etkisiyle topraklaşmış, parça parça olmuştu. Genç kız kendi üzerine baktı. Üzerinde, bir zamanlar beyaz olan ama şimdi pislik rengi olarak tanımlanabilecek renkte, uzun kollu bir gömlek, ayrıca en yakın arkadaşıyla aynı olsun diye oldukça pahalı bir dükkandan satın aldığı siyah, tozlanmış bir eşofman altı vardı. Bir anda gömleğinin altından belli olan, bej rengi sutyenini fark etti. Bir an küçük bir rahatlama hissetti. İlk zamanlar bu rahatlamanın nedenini tam anlayamadıysa da sonradan durumu kavradı. Şöyle ki; hala üzerinde olan ve sadece zaman zaman havalanması için çıkardığı bu sutyen ilik yerinden arızalıydı. Dolayısıyla kendinden başka herhangi biri onu açmakta epeyce zorlayacak yada koparacaktı. Sütyenin hala göğüslerinde olduğunu bildiği için, genç kız tacize uğramadığını düşünmüştü. Ancak birden külotu gelmişti aklına. Derhal eşofmanını indirdi. Bacaklarının arasından kanın henüz külotuna deydiğini gördü. “Bir bu eksikti” dedi kendi kendine. Regl olmuştu, bununla birlikte ilk kez kendi kendine konuşmuştu. Ayrıca açtı ve neden getirildiğini bile, dahası ne olacağını bile bilmediği çok kötü kokan bir hücredeydi. Ayak sesleri artık kapının ardında duyuluyordu. Her adımın yankısı, genç kızın diğer benliğini harekete geçiriyordu. “Bir bu eksikti” cümlesiyle doğan, zaman içerisinde kızın kendi içinde kendine bir arkadaş olarak yarattığı diğer benliği gelenin yine tehlikeli olmadığını, belli ki küflenmiş ekmek yahut, kuyu suyu getirdiğini telkinli yordu. Kız yattığı yerde büzülmeye devam etti. Bazen diğer benliğiyle koyu sohbetler ediyordu. Her ne kadar ilk zamanlar bu iletişimi içten içe kursa da, artık yüksek sesle konuşuyordu kendiyle. Bazen anılarını anlatıyordu, bazen de geleceğe ilişkin anılar yaratıyordu. Neden oraya kapatıldığına ilişkin onlarca fikir üretmişlerdi birlikte. Kimini zaman sonra yok saymışlar, kimine iyiden iyiye inanmışlardı. Ailesini hatırlardı bazı zamanlarda genç kız. Kondüktör olan babasını, evde sürekli temizlik yaptıran annesini, giydiği her şeye karışan erkek kardeşini. Bir gün sevgilisini hiç hatırlamadığını fark etti. Elbette bu deliğe tıkıldığından beri cinsel anlamda bir duygu yoğunluğu yaşamamıştı ancak, yinede duygusal olarak bağlı olduğu ve dışarıda deli gibi sevdiğini sandığı bir sevgilisi vardı. “Demek ki ben gerçekten aşık değilmişim” dedi diğer benliğine bunlar aklından geçerken. Ama neden gerçek hayatta böyle hissetmiyordu. Bunun cevabını kendi de bilmiyordu. Kapının demir sürgüsü şiddetle çekildi. Kız iyice duvarın dibine sinmişti. Sürgünün çıkardığı sesten anlaşılıyordu ki bu ekmek atmak için kullanılan küçük kapağın sürgüsü değildi. Kız bunun farkına varana dek kapı çoktan aralanmıştı bile. Kapının açık olan kenarından içeriye çok güçlü bir ışık sızdı. Bir anda mahzenin her yanı bembeyaz bir ışığın etkisi altında kaldı. Kız o anda oraya nasıl getirildiğini hatırlamadığını fark etti. İlginç olansa bunu o zaman dek hiç düşünmemiş olmasıydı. Gözlerini kısarak kapıya doğru baktı. Kapının olduğu duvar güneş gibi parlıyordu. Kız gözlerini iyice kısmak zorunda kaldı. Sonunda ışığın kaynağına yakın, yani kapının açılan yanında bir karartı fark etti. Çok geçmeden de gözleri ışığa biraz alışınca bu karartının yavaşça kendine yaklaştığını gördü. Birden olduğu yerde kaskatı kesildi. Endişe sürekli el ve ayak parmaklarını hareket ettirmesin sebep oluyordu. Nihayet ciğerlerini getirdi gözlerinin önüne ve aldığı soluklarda nasıl şiştiğini gördü. Kendini toparlayarak derin, çok derin bir nefes aldı, ve ciğerlerini parçalarcasına bir çığlık attı. Öyle şiddetli bir çığlıktı ki bu, ses telleri nefesi yardımıyla titreşip ses ağzından dışarı çıkmadan gözleri kararmıştı bile. ... Genç kız gözlerini açtığında bir koridorun ortasındaydı. Ayakta duruyordu. Endişeyle elbiselerine baktı, yine aynı kirli çamaşırlar. Sonra koridoru anlamaya çalıştı. Duvarları kavisliydi ve tavandan çok zayıf yanan florosanlarla aydınlatılıyordu. Eğer etrafta birkaç kapı olsaydı burası bir otel koridoru sanılabilirdi ancak, kızın gözünün görebildiği mesafede kapı yada ona benzer bir şey yoktu. Yerdeki, yüzeyi yıpranmış halıyı fark etti. Ne kadar da uzun zaman olmuştu bir halıya basmayalı. Bir ayağını halıyı iyice hissetmek için yere sürttü. Koridorun duvarları tıpkı kanalizasyon gibi ovaldi ve şampanya rengi, çiçekli bir duvar kağıdıyla kaplanmıştı. Sararmış olan duvar kağıdının bazı yerlerinde koyu lekeler vardı. Kız koridorun sonuna doğru baktı. Koridor uzayarak devam ediyordu. Sonu karanlıktı. “Yürümeye devam et” dedi bir ses, yankılı geliyordu. Kız korkuyla arkasını döndü. Tıpkı önünde olduğu gibi koridor, arkaya doğru da uzanıyordu. Kız bir süre arkasına baktı. Aynı yakılı ses emri yineledi. Kız endişeyle önüne dönüp yavaş adımlarla yürümeye başladı. Bu esnada yanaklarında süzülen bir ıslaklık fark etti. Elini yanağına götürdü. Gözlerinin altı gözlerinden akan yaşla ıslanmıştı. Kız ağlıyordu fakat bunu o anda fark etti. Ardından bu sessiz ağlayış yerini hıçkırıklara bıraktı. Kız yavaş adımlarla yürüyor bir yandan hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Hissettiği korku, başının arka bölümünü, avuçlarını ve dizlerini uyuşturmuştu. Kesik kesik soluk alıyordu, ayrıca yine aynı ağrı saplanmıştı göğsüne. Kız koridorda uzunca bir süre yürüdü. Attığı her adım ancak bir önceki adım kadar etrafında değişikliğe sebep oluyordu. Kız sürekli aynı yerde sayıyormuş hissine kapıldı. “Tıpkı hayatım gibi” dedi içinden kendi kendine. Hatırladığı kadarıyla, hücrede geçirdiği onca süre dahil, hayatı hep bir önceki gün kadar farklı olabilmişti. Sonra hücredeki hayatını ve öncesini karşılaştırdı. Genelde kendi çıkarımlarına çok şaşırmasa da bu kez durum farklı oldu. Gerçekten de hücre ve önceki hayatı arasında kendi açısından bir fark yoktu. Olabilecek en büyük fark, belki önceden daha steril ortamlarda bulunduğu olabilirdi. O anda kızın içinde ki bütün korku yerini meraka bıraktı. Garip bir heyecan hissetti. “En iyisi koşmak” diye düşündü. Bunun sonunu böyle ağır adımlarla göremeyeceği belliydi. Kız bir an durdu ve bütün gücüyle koşmaya başladı. Henüz üçüncü adımından dördüncü adımına geçeceği sırada duvarlarda ki kapıları gördü. Kız koşmaya devam ediyor, kapılarsa hızla yanından geriye doğru gidiyordu. Kız tekrar aniden durdu. Acaba koşmaya başlamadan kapıları görememiş miydi. Kapılardan birine baktı. Gerçekten oradaydı. Yoksa burası hayaletlimiydi. Çünkü koşmadan biraz evvel etrafında kapı falan yoktu. İşte şimdi koridor bir otel koridoruna benziyordu. Kahve rengi tahta kapının önüne geldi. Kapının topuz kolunu tuttuğunda elini tuhaf bir soğukluk kapladı. Yavaşça kolu çevirip içeri kapıyı araladı. Kapının dar aralığından bir kaç eşya göründü. Bir çalışma masasının kenarı, evrak dolabı, kız başını kapının aralığına doğru soktu. Oda bir hukuk bürosunu andırıyordu. Büyükçe bir çalışma masası ve etrafında bir sürü evrak dolabı vardı. İçeriyi jaluzilerden sızan hafif güneş ışığı aydınlatıyordu. Kız tedirginlikle kapı aralığından baktı. Adam çalışma masasına kurulmuş elinde, uzun ağızlıklı sigarasından derin bir nefes çekiyordu. Sol elinde tuttuğu sigarasını ağzından indirerek sağ eliyle kızı içeri çağırdı. "Merak etme, burada bütün kapılar bu odaya çıkar" dedi adam tok sesiyle. Kız ağır adımlarla içeriye bir iki adım attı. Adam devam etti : "Lütfen otur! Seninle konuşacaklarım var". Kız odanın ortasına yürürken tedirgin gözlerle etrafına bakınıyordu. Masanın hemen önüne itinayla yerleştirilmiş, karşılıklı iki koltuk ve ortasında yuvarlak, küçük bir sehpa duruyordu. Kız adamın sağında kalan koltuğun başında durdu. Adamın masasının üzerindeki eşyaları inceliyordu. "Lütfen otur, söyleyeceklerim önemli". Adam ricasını yinelerken, bir yandan da gümüş kül tablasına sigarasını söndürüyordu. Kız etrafına bakınmaya devam ederek koltuğa oturdu. "Neden beni buraya getirdiniz?" Genç kız soruyu sorarken sesi titriyordu. Adam çekmecesini açtı. Gümüş bir tabakadan filtresiz bir sigara çıkardı. sigarayı bir iki kez masaya vurduktan sonra ağızlığın ucuna taktı. "Biz kimseyi buraya gelmesi için zorlamadık, sen kendi kendini kapattın buraya". Kızın gözleri öfkeyle açıldı. Bu esnada adam sigarasını yakmıştı. Adamın ağzından çıkan duman, jaluzilerden çıkan ışıkla dans ediyor gibiydi. "Bakın beyefendi, neyin peşinde olduğunuzu bilmiyorum. Bunca zaman beni iğrenç bir yerde hapsettiniz, aylardır küflenmiş ekmek yiyorum ve kendi dışkımın üzerinde yaşıyorum. Niyetiniz beni öldürmekse bunu hemen yapın, yoksa bırakın gideyim". Kız tüm bunları söylerken kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Adam kızın sözlerine karşılık sadece gülümsedi. Bir süre sigarasını içip kızın yüzüne baktı. Kız o esnada yalvaran gözlerle adamın gözlerine bakıyordu. Adam yüzünden acıyan bir gülümsemeyle : "Aylardır derken daha birkaç dakikadır bizimlesin". Kız bu kez tam anlamıyla öfkesini dışarı vuruyordu. "Bu odadan bahsetmiyorum, aylardır beni o çöplükte tutuyorsunuz!". Adamın yüzündeki ifade silinmemişti. "Bende bu odadan bahsetmiyorum. Sen bu boyuta geçeli henüz birkaç dakika oldu". Kız tam tekrar bağırmaya hazırlanırken tüm sözcükler boğazına dizildi. "Boyut mu? Ne boyutu? Anlamadım!". "Şuan bulunduğun yerin farkında değilsin değil mi ?" Adam masadaki kalemliğe uzandı. Bir kalem alıp önündeki müsvettelere bir şeyler karaladı. Kız bağırıyordu: "Benimle dalga mı geçiyorsunuz?". Adam yarısına kadar içtiği sigarasını ağızlıktan çıkarıp kül tablasına bastı. Zarif bir hareketle çekmecesini açıp ağızlığı yerleştirdi. Çekmeceyi kapatırken bir yandan da siyah kravatını düzeltti. Kız o anda fark etmişti adamın takım elbise giydiğini. "Hayır! Tabi ki seninle dalga geçmiyorum. Bu ruhsal zekanla ilgili bir durum." Kız kaşlarını çattı. Anlamaya çalışıyordu. "Nasıl yani?" "Ruhsal zekanın düşündüğü yada kurguladığı bir şeyi, zihinsel zekanın idrak etmesi biraz zaman alabilir." "Söylediklerinizden hiçbir şey anlamıyorum, beni bırakacak mısınız ?". Adam kızın sözleri karşısında tekrar gülümsedi. "Hala anlamıyorsun değil mi ?" Kız öfkesini iyiden iyiye belli ediyordu. "Neyi anlamam gerekiyor söyler misiniz ? Geldiğimden beri saçma sapan şeyler söylüyorsunuz?" Adamın gülümseyişi iyice belirginleşti. "Şuan kendini aç hissediyor musun? Ya da kirli! Bakın elbiselerin tertemiz". Kız birden başını öne eğer. Gerçekten de elbiseleri tertemizdir. Hayretle elini ağzına götürdü. Burnuna annesinin yeni aldığı lavanta özlü losyonun kokusu geliyordu. Kız aniden başını kaldırıp adama sordu: "Ama bu nasıl olur?" Adam sandalyesini geri çekti. Yavaşça yerinden doğruldu. Kız gördükleri karşısında dehşete düşmüştü. "Lütfen benimle gel!" Adam sandalyesinden kalktı ve masanın diğer yanından kıza elini uzattı. Kız endişeyle koltuktan kalkarak masanın adamın yanına geçti. Masanın arkasında bir kapı vardı. Kız bunu o an fark etmişti. Adam kızın yüzüne gülümseyerek kızı kapının yanına götürdü. Kapının önünde kızı durdurdu. "Şimdi göreceğin şey, senin evrenin ve senin dünyan. Her şeyinden sen sorumlusun?". Kız şaşkınlıkla adama bakıyordu. Adam hızlıca kapının kolunu çevirip kapıyı sonuna kadar itti. Kız önce uzay boşluğuna benzer bir yer gördü. Etrafta parıldayan bir sürü şey vardı. Sonra aniden bir ışık patlaması oldu. Şimdi sanki gökyüzünde büyük bir vadiye bakıyordu. Karşıda görünen büyük dağlar vardı. Üzerleri çam ormanlarıyla kaplıydı. Dağların arasından büyük bir nehir akıyordu ve o kadar berraktı ki, genç kız yerden yüzlerce metre yüksekte olmasına karşı suyun dibini görebiliyordu. Dönüp tekrar adama baktı. Adam yüzünde sevecen bir gülüşle kıza bakıyordu. "Artık özgürsün!" dedi rüzgarın bastırdığı sesini duyurmaya çalışarak. "Şimdi duyacağın sese kulak ver!". Kız tekrar vadiye döndü yüzünü. Uzaklardan bir ses geliyordu yankılanarak. biraz sonra ses belirginleşti. Şöyle diyordu: "Üçten geriye doğru sayacağım... Üç... iki... bir... ... Doktor parmağını şaklattığı anda delikanlı gözlerini açtı. Genç yattığı koltuktan hafifçe doğruldu. Terden gömleğinin sırtına yapıştığını hissediyordu. Ani bir hareketle ayağa kalkmak istedi ancak başı döndü ve tekrar koltuğa yığıldı. Hemen karşısındaki koltukta oturan annesi yerinden fırlayarak oğlunun yanına geldi. "İyi misin oğlum?". Genç etrafını kısık gözlerle süzüyordu. Önce annesinin yüzüne baktı, ardından doktorun yüzüne döndü. Derin bir nefes aldıktan sonra : "O'nu özgür bıraktım!" dedi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bünyamin Bayansal, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |