Barışı bulacağız. Melekleri duyacağız, göğün elmaslarla parladığını göreceğiz. -Çehov |
|
||||||||||
|
TEK ÇARE Kasığındaki sancının acısı tüm bedenini sarınca inleyerek kıvrandı. Esmer yüzünden soğuk terler döküldü.Yerdeki yataktan kilimin üstüne kaydı. Kasığını bastırarak yuvarlandı. Sancı... Apansız gelen sancı. Çıldıracak neredeyse. Önce buz gibi olan yüzü yanmaya başladı; sonra, bütün bedenini ateş sardı. Sık sık “yandım Allah!” deyip, kilimin üstünde yanan bedenini bir oyana bir bu yana atarak kıvrandı. Gülbahar eşinin durumuna şaştı; ne yapacağını, ne edeceğini kestiremedi. Telaşlanınca heyecanı arttı, eli ayağı titremeye başladı; sonra bir korku sardı bedenini. Bu kez gözyaşlarını tutamadı... Ne yapabilirdi gecenin bu saatinde? Nereye gidebilirdi? Sancısı daha da artınca dayanamadı artık. Can acısıyla dişlerini sıkarak: “Yandım Allah! Dayanamıyorum. Kurtarın beni, kurtarın,” diye inledi durdu. Gülbahar, yuvasından yavrusunu kaptırmış kuş gibi, çaresiz dönüp durdu eşinin başında. Aklına birden kayın validesiyle kayın babası düştü. Gecenin bu ileri saatinde -henüz üstünden çıkarmadığı- gelinliğiyle, kayın babasının yanına gitmek için hızla evden çikti... *********** Ay yoktu gecede. Yıldızlar da tek tük göründüğünden ortalık karanlıktı. Günlerdir aralıksız yağan kar kesilmiş, yerini ayaza bırakmıştı. Bu kez de ayazdan yerdeki kar donmaya yüz tutmuştu. Sıcaklık sıfırın çok altındaydı. Tükürsen, tükürük yere düşmeden donacaktı. Gülbahar kayın babasının evine gitmek üzere yola düştü. Diz boyu karların içinde bata-çıka ilerlerken, gecenin sessizliğini uzaklardan uluyan aç kurtlar bozuyordu. Belki, biraz sonra köyün içinde cirit atacaklardı. Tasasından soğuğa aldırış etmeyen Gülbahar, gecenin ayazında soluk soluğa koşarken yere düştü; kolu acıdı, aldırmadı. Uzun koşu yarışına katılmış olsaydı belki bu denli koşamazdı. Sert esen yel elini, yüzünü bıçak gibi kesti. Elleri soğuktan morarıp, burnu pancar gibi oldu. Donmaya yüz tutan karın üstünde, ayakları karın içine gömülürken kütürtüler çıkarıyordu. Dizlerinin feri kalmayınca artık koşamadı... Acı acı soluyarak yürüdü. Bu sırada kayın babasının evine iyece yaklaştı. . Hasan’ın yaşlı babasıyla annesi yatmışlar; annesi yeni uyumuş, babası ise yatağında sırt üstü uzanmış, gözüne uyku girmemişti. Çünkü, düğün günü meydana gelen bazı tatsız olaylarda canı sıkılmış, kafası ona takılmıştı. Bundan kurtulmak için sağ yanına dönüp, uyumaya karar verdi. Uyuyacaktı.... Bu kez kulağına bir ses çalındı: “Babaaaa!” Hacı Osman “acaba düş mü görüyorum” dedi. Sonra, toparlandı, besmele çekti; kulak kabarttı. Aynı ses tekrar kulağında. “Allah Allah!” dedi. “Kim bu gecenin yarısında. Ses hiç de yabancı değil. Yahu bu bizim Gülbahar’ın sesi olmasın! Evet Evet! Onun sesi.” 2 TEK ÇARE Hacı Osman yatağından fırlayıp duvarda asılı, kısılmış gaz lambasını aldı. Hızla yürüdü; karısı da ardı sıra... Kapıyı açtıklarında, üzerinde gelinliğiyle Gülbahar. Şaşkınlıkları daha da arttı. Bahar daha onların “ne oldu kızım?” demesine fırsat vermeden: -Baba! Hasan! Zor konuşuyordu; nefesi tıkanacaktı neredeyse. -Hasan! Hasan’a bir şey oldu Ölüyor. Hasan! Acele yetişin! Konuşurken soğutan çeneleri birbirine vuruyordu. Bu sırada, diğer odada yatan kardeşleri de gürültüyle uyandılar. Hepsi şaşkın... Alelacele üstlerine bir şeyler giyip, birlikte yola düştüler. Dertlerinden dondurucu soğuğu bile unutmuşlardı. Oysa ayazda yürünecek ve durulacak gibi değildi. Eve ulaştıklarında Hasan hâlâ dayanılmaz sancılar içinde, kendini yerden yere vuruyordu. Hacı Osman, oğlunu o şekilde görünce soluğu şoför Mahmut’un evinde aldı. Mahmut Çildir-Ardahan arasında minibüsçülük yapıyordu. Son seferinden geç gelmiş, yatmak üzereydi. Kapısı çalındı, koşup açtı. Karşısında Hacı Osman’ı görünce şaşırdı. Hacı Osman ayaküstü durumu anlattı. Hemen minibüse atlayıp, soluğu Hasan’ın yanında aldılar. Hasan’ı minibüse atıp, gecenin karlı ayazında, Ardahan’a doğru yola koyuldular. Yol karlı ve yer yer buzlu olduğundan şoför fazla süratli gidemiyordu. Hasan hastaneye gelinceye dek aracın içinde de inleyip durdu. Ardahan Devlet Hastanesi’nin önüne geldiklerinde önce, Hacı Osman indi araçtan. Hastanenin kapısına yöneldi, kapalıydı. İçerde ışık yanıyordu, kapıyı çaldılar; karşılarına genç bir nöbetçi hemşire çıktı. -Buyrun! Neyiniz var! Hacı Osman: -Kızım dışarıdaki araçta ağır hastamız vardır. Apandisi sancımıştır. Çok kötü durumdadır. Derdine çare için taa Çıldır’dan geliriz... Hemşire: -Üzgünüm amcacığım. Ne yazık ki ben bakamam. Benim işim değil. Şu an hastanede bakacak, ameliyat edecek doktor yok, dedi. Hacı Osman çaresiz, boyun eğdi. Hastaneden ayrıldı. Bu kez soluğu Ardahan Askeri Hastanesi’nde aldılar. O saatte, orada da yoktu ameliyat edebilecek doktor. 3 TEK ÇARE Hacı Osman umudunu yitirmek üzereydi. Şoföre: -Askeri lojmanda oturan binbaşı bir doktor vardı. Bir de ona bakalım, dedi. Araçla Topçu Taburu’nun önünden geçip, subay lojmanlarının önüne geldiler. Gecenin bu saatinde, subay lojmanlarının karşısında bulunan Yeşil Rize Artvin Fırını’ndan başka hiç bir binada ışık yoktu. Yalnız sokak lambaları yanıyordu. Gecenin sessizliğini, ara sıra sıkıyönetim nedeniyle geçen devriye cipleri bozuyordu. Subay lojmanlarında gündüzleri nöbetçi asker tek olurdu; geceleri ise bu sayı üçe çıkarılırdı. Minibüs lojmanların önüne gelince yavaşladı. Artvin Fırını’nın karşısındaki lojmanlara giriş kapısının önünde durdu. Aracı gören nöbetçiler hemen irkildiler. İkisi hemen minibüsün yanına koştular. Minibüsten inen Hacı Osman: -Selamünaleyküm, iyi nöbetler. Nöbetçi askerler: -Aleykümselam, sağ olun. Hacı Osman İzmirliye: -Asker arabada ağır hastam vardır. Binbaşı doktor beyle görüşmek isterim. -Amca gecenin bu saatinde doktorla görüşme olmaz. -Aman oğlum, gözünü seveyim. Hastam çok ağırdır. Ölmek üzeredir. Apandisi sancımıştır. Anlamışım, siz de emin kulusunuz. Bilirim, ben de askerlik yapmışım. Ama bir mümkünü varsa kendini göreyim. Belki bakar. Ta iki saatlik yoldan geliriz. Hasta oğlumdur. Yaralı kuş gibi çırpınır durur. Hele gözünü severim. Bir görüştür bizi. Aydınlı öneride bulundu: -Ben gideyim, kendisine sorayım; kabul ederse görüşsün. İzmirli bu öneriyi fena bulmadı. -Öyleyse koş! Binbaşıya sor, ne diyecek bakalım? 4 TEK ÇARE Bu kez Aydınlı tüfeği çapraz tutuşta, koşarak binbaşının evine gitti. Kapının zilini çaldı, duyulmadı. Birkaç kez zile bastı. Binbaşı daireye giriş kapısının merceğinden baktı. Nöbetçi olduğunu anlayınca kapıyı açtı. Bu kez nöbetçi esas duruşa geçerek: -Komutanım, çok ağır bir hasta varmış. Ölmek üzereymiş. Çıldır’ın bir köyünden gelmişler. Yaşlı bir baba sizinle görüşmek istiyor. Devlet Hastanesine gitmişler, doktor yokmuş. Askeri hastaneye uğramışlar, orada da bulamayınca buraya gelmişler. Doktor, derin uykudan uyandırıldığı için ayakta uyur gibi bir hali vardı. Uykulu gözlerle: -Adamı önünde, emniyette getir. -Emredersiniz komutanım. Bu arada, Hacı Osman bir taraftan İzmirliye derdini anlatıyor, diğer taraftan da Aydınlının gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Hasan ise minibüste, terler içinde inleyip kıvranıyor, Gülbahar da baş uçunda gözyaşı döküyordu. Aydınlı koşarak yanlarına geldi. İzmirliye: -Tamam. Binbaşı izin verdi. Yalnız, seninle gelsin, dedi. -Tamam, al götür, dedi İzmirli. Hacı Osman önde, Aydınlı arkasında doktorun oturduğu bloğa yöneldiler... Doktorla görüşeceği için sevinçliydi. Gecenin bu saatinde doktorla görüşebilmek öyle kolay değildi. Hele bir de doktor askerse... Hacı Osman doktorla karşılaşınca şapkasını çıkardı, başıyla selamladıktan sonra: -İyi geceler kumandanım. Sizi rahatsız etmek zorunda. Çok özür dilerim. -Önemli değil. Söyle derdini. -Kumandanım, oğlum aniden hastalanmıştır. Hem de gerdek gecesinde... Şu an arabada, sancılar içinde kıvranır. Taa Çıldır’dan geliriz. Sizden başka doktor bulamamışız. Kumandanım çaresiziz. Kurbanın olayım. Saatlerdir sancılar içinde kıvranır. Kendisi apandistir der. Bilemiyoruz. Doktorun o anda yapabileceği bir şey yoktu. Ameliyat edemezdi; çünkü branşı değildi. -Şu anda bir şey yapamam.Branşım değil. Bu iş ameliyatlık. Siz hemen zaman yitirmeden Kars’a gidin; ancak ameliyat edecek doktor Kars’ta bulunur.Tek çare:Kars’a gitmek 5 TEK ÇARE Hacı Osman yine yıkılmıştı. Ardahan’a umutla gelmiş; fakat ameliyat edecek doktor bulamamıştı. Lojmanlardan hızla yarılıp, tekrar minibüse bindi. Gecenin ileri saatinde yola koyuldular. Minibüs Kars yönüne hareket etti. Şimdi, Karsa gidiyorlardı, Karsa! Son umutları Kars’tı. Askeri lojmanların karşısındaki Artvin Fırını’nda teypten güzel türkü sesleri geliyordu. Nisan 1981 Çiğli/İZMİR
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © nail uyar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |