..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Özgür insan, denizi daima seveceksin. -Baudelaire
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Ýnceleme > Söyleþi > Seval Deniz Karahaliloðlu




17 Haziran 2007
Tiyatroya Adanan 60 Yýl. : Prof. Dr. Özdemir Nutku  
Tiyatroya gönül vermiþ herkesin bir þekilde minnet borcu vardýr Prof. Dr. Özdemir Nutku’ya.

Seval Deniz Karahaliloðlu


Özdemir Nutku – Bir gün anneannem bana, “sen tiyatro nedir biliyor musun?” diye sordu. Hayýr, bilmiyorum deyince, iþte bu hikayelerde anlatýlanlar insanlar tarafýndan canlandýrýlýyor dedi. Peki, görmek ister misin deyince tabii, görmek isterim dedim. Biz o zamanlar taaa, Kadýköy Acýbadem’de oturuyorduk. Oradan bir arabaya biniyor, Haydarpaþa iskelesine gidiyorduk. Oradan vapura biniyorduk. Karaköy’e geliyor, Karaköy’de tünele biniyor. Tünel’den tiyatroya gidiyorduk yani, yani benim için uzun bir “Ay Yolculuðu” gibi bir þeydi. Ýþte, o ilk tiyatroya gidiþimde, ilk defa Tünele binmiþtim. Orada, Tünel’de çok zangýrtýlý gürültülü bir þeydi, bayaðý korkmuþtum. O da bana ayrý bir serüven olmuþtu. Sonra, gece ayný serüveni ben bir kere daha yaþamýþtým. Daha ilkokul birinci sýnýfa gidiyordum ve benim için çok maceralý bir gün olmuþtu.


:BGGC:
Tiyatroya Adanan 60 Yýl. : Prof. Dr. Özdemir Nutku

Seval Deniz karahaliloðlu

Ýlk tiyatro tozunu yutalý beri 60 yýl olmuþ. Dile kolay. Sahne üzerinde figüran olarak göründüðü zamandan bu yana geçen yýllarda yaptýklarý bir deðil, 10 yaþama bedel. Yönetmen olarak sahnelediði oyunlar, yazdýðý tiyatro kitaplarý, Ýngilizce ve Almancadan çevirdiði kitaplar, duru ve öz Türkçeyle yabancý dillerden çevirerek dilimize kazandýrdýðý oyunlar, yetiþtirdiði öðrenciler, þimdi hepsi bir hoca ve usta bir oyuncu olan dünün çaylak tiyatrocularý. Tiyatroya gönül vermiþ herkesin bir þekilde minnet borcu vardýr Prof. Dr. Özdemir Nutku’ya.

Ýlk önce, tiyatro ustasý, hocalarýn hocasý Prof. Dr. Özdemir Nutku ile geçmiþe dönelim istedik. Hep ciddi, aðýr sorular sorulmaz ya. Biz de þu meþhur ilk görüþte aþkýn hikayesini alalým istedik. Tiyatroya ilk adým atýþtan, sahneye koyduðu oyunlara, Almanya’da geçen renkli tiyatro okuduðu renkli yýllara, yazdýðý kitaplara kadar çok uzun soluklu bir söyleþi yaptýk. “Tiyatro aþkýnýn” nasýl yüreðini vurduðunu, Ýzmir Sanat’ta çaylarýmýzý yudumlarken konuþtuk.

SDK – Hakikaten hocam, ilk tiyatroya gittiðiniz günü hatýrlýyor musunuz?
Özdemir Nutku – Ýlk defa anneannem beni çocuk tiyatrosuna götürmüþtü. Yýl 1937. Bundan çok heyecan duydum. Ondan sonra koleje girdikten sonra bütün tiyatro etkinliklerinde rol aldým. 1946- 47 ’ de beni kolejde gören profesyonel bir aðabeyimiz beni beðenmiþ. Ýstanbul’da Kadýköy’de Karlo Kapoçelli’nin orkestrasýyla birlikte “Tarla Kuþu” opereti konuyordu. Süreyya Sinemasýnda sergilenen Franz Lehar’ýn “Tarla Kuþu” operetinde, hem dansçý hem de oyuncu olarak küçük bir rolde oynadým. Ýlk defa profesyonel olarak sahneye çýkmýþtým. O nedenle, þimdi meslekte 60. yýlýmý kutluyorum. Daha önce sahneye amatör olarak çýkýyordum ama “Tarla Kuþu” operetinde ilk defa para aldým, oyunda rol aldýðým süre içinde yövmiye alýyordum.

SDK – Sanýyorum ilk tiyatro etkileþimi anneanneniz ile baþladý. Öyle deðil mi?
Özdemir Nutku - Anneannem çok küçükken 6-7- yaþlarýndayken bana “Pandispanya Çocuðu” okurdu. Aklýmda kalmýþ, çünkü o çocuða çok üzülmüþtüm. Masalýn sonunda o çocuðu yiyorlardý. (kahkahadan kýrýlýyoruz..) Sonra “Kibritçi Kýz” masalý vardý. Anneannem benim çok üzüldüðümü görünce, bu tür masallarý okumayý býraktý. Nasrettin Hoca hikayeleri ve fýkralar okumaya baþladý.

SDK – Gelelim tiyatroya ilk gittiðiniz güne. Siz de ne tür izler býraktý?
Özdemir Nutku – Bir gün anneannem bana, “sen tiyatro nedir biliyor musun?” diye sordu. Hayýr, bilmiyorum deyince, iþte bu hikayelerde anlatýlanlar insanlar tarafýndan canlandýrýlýyor dedi. Peki, görmek ister misin deyince tabii, görmek isterim dedim. Biz o zamanlar taaa, Kadýköy Acýbadem’de oturuyorduk. Oradan bir arabaya biniyor, Haydarpaþa iskelesine gidiyorduk. Oradan vapura biniyorduk. Karaköy’e geliyor, Karaköy’de tünele biniyor. Tünel’den tiyatroya gidiyorduk yani, yani benim için uzun bir “Ay Yolculuðu” gibi bir þeydi. Ýþte, o ilk tiyatroya gidiþimde, ilk defa Tünele binmiþtim. Orada, Tünel’de çok zangýrtýlý gürültülü bir þeydi, bayaðý korkmuþtum. O da bana ayrý bir serüven olmuþtu. Sonra, gece ayný serüveni ben bir kere daha yaþamýþtým. Daha ilkokul birinci sýnýfa gidiyordum ve benim için çok maceralý bir gün olmuþtu.

SDK – Oyunun konusu neydi?
Özdemir Nutku - Oyunda bir siyah köpek vardý. O siyah köpeði hep itip kakýyorlardý. Sonra, oyun bitti. Alkýþlar baþladý. Alkýþlarda, bütün köpeklerin hepsi çýkmýyor. Orada bir anlatýcý vardý. Orada çocuklara soruyor. Kimi istiyorsanýz, söyleyin gelsin diyordu. Çocuklar köpeklerin isimlerini baðýrýyorlar. Hep beyaz köpekler geliyor, kara köpeði isteyen yok. Anneannem ben rahatsýz olmayayým diye loca almýþ, altýma da oyunu rahat görebileyim diye kendi mantosunu koymuþtu. Ýskemle de oturuyorum. Avazým çýktýðý kadar “Kara Köpeeeek, Kara Köpeeeeek” diye baðýrýyorum ama sesimi duyuramamýþým demek ki kara köpek çýkmadý. Buna çok üzülmüþtüm.

SDK – O dönem seyrettiðiniz çocuk oyunlarýný anýmsýyor musunuz?
Özdemir Nutku – Çocuklara, öðretici “didaktik” oyunlar vardý. Ýþte okula nasýl gidilir? Okulda neler yapmamýz lazým? O zaman Kemal Küçük vardý. Öykülü oyunlar yazardý. Þehir Tiyatrolarýnýn Çocuk tiyatrosu ve özel aktörleri vardý. Yani, her þey oynanýrdý. Mesela “Çizmeli Kedi”, “Kýrmýzý Baþlýklý Kýz”, “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” gibi masallarý hep izlerdik. Ama ben içlerinden en çok “Çizmeli Kedi” oyununu beðenmiþtim. Gerçekten de “Çizmeli Kedi” çok güzeldi.

SDK – Çocuk tiyatrosundan yetiþkin oyunlarýna geçiþiniz nasýl oldu?
Özdemir Nutku – Zaten ben beþinci sýnýfý bitirdikten sonra Robert Koleje girdim. Kolejde, kendi aramýzda hocalarla birlikte Ýngilizcemiz ilerlesin diye bize tiyatro oyunlarý oynatýyorlardý. Ondan sonra, sekiz yýl boyunca devam etti. Liseye geçtikten sonra, çok sayýda oyunda rol aldým. Mesela Ahmet Muhip Dranas’ýn, John Steinbeck’in, Refik Erduran’ýn “Kahraman” isimli oyunuyla William Shakespeare’in oyunlarýnda oynadým. Kolejde tiyatroya çok önem verilirdi. Tiyatroya asýl sevgim, Türkçe öðretmenlerimizle baþladý. Mesela Ekrem Yirmibeþin vardý. Türkçe hocamýz Keramet Nigar Bey vardý. Kendisi Þair Nigar Haným’ýn oðullarýndan biriydi ve104 yaþýnda öldü. Çok iyi de Türkçe öðretirdi. Bizi þehir tiyatrosundaki oyunlara götürürdü. Sonra, baþka bir Türkçe hocamýz Baha Toven vardý. Ýmzasýný Beethoven diye atardý. B. Toven diye atardý. Beethoven olurdu. Çok özel bir insandý, gerçek bir Beethoven aþýðýydý. Dersleri hep klasik müzik dinleterek geçerdi. O da bize müzik sevgisi aþýladý. Annem ve babam bizi, kardeþimi ve beni çok küçük yaþlarda piyanoya baþlatmýþlardý. Klasik müziði çok sevdiðim için Baha Toven’in derslerini çok severdim, çok güzel geçerdi. Bütün bu hocalardan biz çok iyi Türkçe öðrendik. Ýþte bütün bu hocalarýn hepsi beni tiyatro konusunda çok kamçýladýlar. Bilmiyorum bende bir yetenek mi gördüler, hep beni desteklediler. Mesela, bir oyun oynanacaksa muhakkak ben seçilirdim. Çok keyifliydi. Sonra, birden bire dýþarýdan biri gelip beni oyunda profesyonel olarak oynatýnca daha çok zevk almaya baþladým. Düþün, 16 yaþýnda para kazanmaya baþladým.

SDK – Yetiþkin oyunlarýna geçiþ nasýl oldu?
Özdemir Nutku – Ýþte, kolej yýllarýnda oynadýðým bu oyunlarla oldu. Mesela, William Shakespeare’in “Romeo ve Juliet” isimli eserinde, Benvolio karakterini oynadým. Refik Erduran’ýn “Kahraman” isimli eserinde, “Kahraman”ýn bir yetiþkinliði bir de çocukluðu vardýr. Ben “Kahraman”’ýn çocukluðunu oynadým. John Steinbeck’in “Yüreðim Daðlardadýr” oyununda oynadým. O dönemde, okulda çok popüler bir insandým. Yýl 1949. Türkiye 10.000 metre þampiyonluðum vardý. Sonra, 400 metre egale þampiyonluðum oldu. 800 metre koþuyordum. Piyano çalýyordum.

SDK – Tiyatro’da seyrettiðiniz ilk yetiþkin oyunu hangisiydi?
Özdemir Nutku – Ankara’da ilkokul ikinci sýnýftaydým. Ankara’da teyzem beni o dönemde 1941’de kurulan Tatbikat Sahnesi’ne götürmüþtü. 1942’de Kemalettin Bey’in yaptýrdýðý Halk Evi vardý. Sonra Halk Ocaðý oldu. Orada Madam Butterfly’ýn birinci ya da ikinci perdesini seyretmiþtim. Mesude Çaðlayan Madam Butterfly’ý oynuyordu. O ilk gördüðüm profesyonel oyundu. Tatbikat Sahnesi yarý profesyonel oyunlar sergiliyordu. Beni çok etkilemiþti. O oyun beni tamamýyla tiyatronun kucaðýna attý diyebilirim.

SDK – Tiyatro sevgisi aileden geliyor diyebilir miyiz?
Özdemir Nutku – Tabii ki ilk tiyatroya gidiþimizden sonra, anneannem ayda iki üç defa olmak üzere beni tiyatroya götürmeye baþladý. Daha sonra da, annem ve babam ile birlikte tiyatroya gitmeye baþladým. Babam özellikle tiyatroya çok meraklýydý. Metin And’ýn söylediðine ve yapmýþ olduðu araþtýrmaya göre, Türkiye’de ilk opereti, “La Bayader” operetini babam çevirerek sahnelemiþ. Operet, Süreyya Sinemasý’nda sahnelemiþ, hatta baþrolde de Gülriz Sururi’nin annesi oynamýþ. Öte yandan, teyzem Heidelberg Üniversitesi Felsefe Bölümünden mezundu. Teyzem Þaziye Berin Kunt’un Milli Eðitim Yayýnlarýndan çýkan Henrick Ýbsen ve Gerhart Hauptman’dan Almancadan Türkçeye çevirdiði eserleri vardýr. Annem de Fransa’da okumuþtur ve Fransýzcadan þiir çevirileri vardýr. O zaman babam savaþ sýrasýnda askeri yargýçlýk yapýyordu ve Isparta’daydýk. Annemin çevirileri Isparta’da mahalli bir gazetede yayýnlanmýþtý. Babam tiyatroyu çok severdi ve müziðe de çok meraklýydý. Müzik kulaðý çok iyiydi. Tek nota bilmez. Bütün opereti ezbere çalardý. Çardaþ Fürstin’i, La Bayader’i, dinlediði her þeyi ezbere kulaktan çalma yeteneðine sahipti. Müthiþti. Ben o nedenle çok þanslýyým. Okuldan çok þey öðrendim. Fakat ailemiz çok iyiydi. Ben ailemden çok iyi beslendim.

SDK – Peki, tiyatroyu seçme kararýný nasýl aldýnýz?
Özdemir Nutku - Askerlikten ayrýldýktan sonra babamýn büyük bir hukuk bürosu vardý. Denizci olduðu için deniz ticaret avukatlýðý yapýyordu. Yanýnda üç, dört avukat çalýþýrdý. Benim de avukat olmamý isterdi. Ankara’ya milletvekili olarak gittiðinde ben de Hukuk Fakültesine girdim. Bir sene Hukuk Fakültesi’ne devam ettim. Sonra babamýn karþýsýna geçtim. Baba ben hukuk fakültesinde yapamayacaðým, ben iyi bir hukukçu olamam, çünkü sevmiyorum dedim. Peki, neyi seviyorsun diye sordu. Ben, tiyatroya gireceðim dedim. Biraz durdu. Gözleri nemlendi. “Benim yapmak istediðimi, sen yap oðlum. Bu, senin hayatýn.” dedi.

SDK – O zaman tam aile desteði ile tiyatroya baþladýnýz diyebilir miyiz?
Özdemir Nutku – Ankara Dil Tarih Coðrafya Fakültesini bitirdikten sonra, beni tiyatro eðitimi almam için Almanya’ya gönderen de babamdýr. Beni Robert Kolej’e de yazdýran babamdýr. Okul çok pahalýydý. Babamýn ödeme gücünün üstündeydi ama babam taksitle ödedi ve beni Robert Kolejde okuttu. Sonra, Almanya’ya üniversiteye giderken ben ilk yýl burs buldum. Almanya’ya gidince kendi hayatýmý kendim kazanmaya baþladým. Hatta burs parasýnýn çok üstünde kazanýyordum. Piyano çalýyordum. Caz piyanistiydim.

SDK – Caz piyanistliði deyince, sizin bir de klasik müzik konseriniz vardý deðil mi?
Özdemir Nutku – 1949 yýlýnda ilk ve son klasik müzik konserini Beyoðlu Saray sinemasýnda verdim. O zamanlar Kontiya diye piyano resitalleri düzenleyen bir acenta vardý. “Genç Yetenekler” adý altýnda bir konserler dizisi düzenlenmiþti. Orada Scarlatti ve Bach konseri verdim. 1935 yýlýnda altý yaþýnda piyanoya baþladým, 14 yýl sonra 1949 yýlýnda bir konser verdim. O zamanlar kolejde jimnastiðe meraklýydým. Konserden dört ay sonra, jimnastikhanede, aletli jimnastik çalýþýrken sol elimin üzerine kapak düþtü ve bütün parmaklarýmý ezdi. Sekiz ay boyunca elim alçýda kaldý ve alçýyý çýkarttýðýmýzda sol elim piyanodaki hakimiyetini kaybetmiþti. Sol el sadece akor basabiliyordu. Kazadan önce ben Schumann’ýn Sol El Etüdünü çalýyordum, Chopen’in eserlerini çalýyordum. Ama kazadan sonra, zamanla sol elim biraz açýldý ama eskisi gibi olmadý. Bu nedenle caza geçtim. Duk Ellington’un notalarýný getirttim. Caza aðýrlýk verdim.

SDK – Caz Müzisyenliði Türkiye’ye dönünce de devam eti mi?
Özdemir Nutku - Ankara’ya geri dönünce Almanya’da caz piyanisti olarak çalmýþ olmam bana piyasaya çýkma cesareti verdi. Ve Özdemir Nutku Quartet adlý bir grup kurduk. Gitar, trompet, bateri ve piyano. O dönemde her hafta sonu toplanýr provalar yapardýk. Her Cumartesi gecesi Ankara Palas’ýn gece kulübünde çalýyorduk. Ýyi de para alýyorduk.

SDK – Almanya’ya tiyatro eðitimine dönersek, özellikle hocalarýnýzdan biraz bahsedebilir misiniz?
Özdemir Nutku – 1956'da Ankara Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra, ayný yýl bir bursla Almanya'ya Göttingen kentindeki Georg-August Üniversitesi, Tiyatro okuluna kaydoldum. Üniversitede, Tiyatro okulunda Prof. Walter Hinck, Prof. Dr. Sehrt benim hocalarýmdý. Orada tiyatro bölümüne girdim. Göttingen Devlet Tiyatrosu Baþ Rejisörü Heinz Hilpert’in üç yýl boyunca asistaný oldum. O zaman Heinz Hilpert, o dönemde Almanya’nýn dört büyük rejisöründen biriydi. Diðerleri Erwin Piscotor, Helmut Jüngens, Gustav Gründgus ve Jüngen Fehling di. Heinz Hilpert çok büyük bir rejisördü. Altý tane reji asistaný vardý. Ben içlerinde en küçüðüydüm. Ötekilerin hepsi Almandý, bir tek ben Türk’tüm. Zaten daha önce, yabancý asistan olarak yanýna sadece bir tane Yugoslav öðrenci almýþ. En baþta birinci asistan olmak üzere, biz altý asistan Heinz Hilpert’in arkasýnda otururduk. Ve hiç ses çýkarmadan provayý izlerdik. Heinz Hilpert provaya müdahale eder, oyunculara direktif verirdi. Elimizde tekstler vardý. Heinz Hilpert burasýný beðenmedi, burasýný deðiþtirecek diye notlar alýr, tekstlerin üzerinde iþaret ederdik. Prova biterdi, orada spagetti yenen þarap içilen bir bar vardý. Oraya oturur, þarabýný içer ve üzerine notlar aldýðýmýz konularý konuþurduk. Neden oyunun burasýný beðenmediniz, deðiþtirdiniz diye sorardýk. O da izah ederdi. Karþýlýklý bir fikir alýþ veriþi yapar, tartýþýrdýk. Her provadan sonra, o oyunu tartýþýrdýk ama provada hiç ses çýkartamazdýk.

SDK Anladýðým kadarýyla Heinz Hilpert çok renkli bir kiþilikmiþ….
Özdemir Nutku – Öyleydi. Zaten birinci asistanýn görevi, çok büyük bir þampanya bardaðýnda þampanya getirip kürsüye koymaktý. Arkadan ikinci asistan üç tane Havana purosu getirirdi. Bizlere de filanca neredeyse git onu çaðýr gibi ayak iþleri düþerdi.

SDK – Sizin diðer renkli bir kiþilik olan Nobel Ödüllü Heisenberg ile çok hoþ bir karþýlaþmanýz var deðil mi?
Özdemir Nutku – Ayný üniversitede, 1958’de Kuantum Fiziði ile ilgili yaptýðý araþtýrmalarla Nobel Fizik Ödülünü alan Heisenberg de bulunuyordu. 1959 yýlýnda doktora öðrencileri için verilen bir yemekte tesadüfen Heisenberg ile yan yana oturduk. Ben o sýrada onun Heisenberg olduðunu bilmiyorum. Yemekte bir öðrenci bir hoca olacak biçimde bir oturma düzeni vardý. Yanýmda da tiyatroyla yakýndan ilgilenen çok entelektüel beyaz saçlý bir adam var. Ben adamýn adýný sormadým. O bana sordu. “Siz ne doktorasý yaptýnýz?” dedi. Ben de “tiyatro doktorasý yaptým” diye cevap verdim. Sonra hocalarýmý sordu ve tiyatrodan konuþmaya baþladýk. Yemek boyunca tiyatro ve müzik üzerine çok güzel bir sohbetimiz oldu. Tiyatro bilgisi o kadar iyiydi ki, kim olduðunu merak ettim. Aklýma geldi. “Neden bizim tiyatro derslerine gelmiyorsunuz?” diye soracaktým. Tam o sýrada Rektör ayaða kalktý. “Þimdi hepimiz bütün doktorantlar þarap kadehlerini kaldýrýyoruz” dedi. Herkes ayaða kalktý. Kadeh kaldýrýldý. “Þimdi yemeðimiz bitti, kütüphaneye geçip kahvemizi içeceðiz” dedi. Daðýldýk ve ben soru sorma fýrsatýný bulamadým. Sonradan Alman arkadaþlara, “Yanýmda oturan siyahlar giymiþ bey tiyatroyu çok güzel biliyor neden bizim derslerimize gelmiyor?” diye sorunca gülmeye baþladýlar. “Yaaa, tanýmýyor musun? O Kuantum Fiziði konusunda geçen yýl Nobel Fizik Ödülünü alan Heisenberg” dediler. Ben o yýl Göttingen üniversitesinde okurken týp, matematik ve fizik gibi dallarda 21 tane Nobel Ödülü almýþ bilim adamý ayný üniversitede hocalýk yapýyordu. Mesela, hamilelikte bebeðin kýz mý, oðlan mý olduðunu bulan Prof. Kirchoff da ayný okulda hocaydý. Zaten, Göttingen Üniversitesi 1364 yýlýnda kurulmuþ Avrupa’nýn en eski üniversitelerinden biridir.

SDK – O kýsa doktora yemeðinde Heisenberg ile tiyatro üzerine neler konuþtuðunuzu hatýrlýyor musunuz?
Özdemir Nutku – Doktora yemeðinde Heisenberg ile neler konuþtuðumu net olarak hatýrlamýyorum ama Heisenberg beni çok etkiledi. Heisenberg yemekte daha çok beni konuþturdu. “Türkiye’de tiyatro var mý?” “Türkiye’de özel tiyatro var mý?” diye sorular sordu. Daha çok bu konular üzerine konuþtuk. Heiesenberg bana, bir insanýn matematik de olsa, fizik de olsa ilerlemesi için kendi çalýþtýðý bilim dalý dýþýnda sanatla uðraþmasý gerektiðini öðretti. Fizikçi de olsa kendi dalýnda ilerlemek istiyorsa, operaya, baleye, tiyatroya gitmesi sanatla uðraþmasý gerekiyor. Sanatçý olmasýna gerek yok, sergileri gezmesi, mutlaka edebiyatla bir ilgisinin olmasý lazým. Mesela, bakýn bizim Týp Fakültelerindeki hocalarýmýzda sanatla edebiyatla, þiirle uðraþan çok sayýda deðerli bilim insanlarýmýz var. Çünkü sanat insaný yaratýcý yapýyor. Ýnsan istediði kadar pozitif bilimler üzerine çalýþsýn, eðer sanatla uðraþmýyorsa kuruyup kalýr. Heisenberg örneðini vererek ben bu konuyu birkaç yazý yazdým ve konuþmalarým da özellikle belirttim. Nobel Ödülü alan bilim adamlarýna bakýn hepsi mutlaka bir sanat dalýyla uðraþmýþtýr.

SDK – Orada bulunduðunuz dönemde kuþkusuz çok sayýda oyun izlemiþsinizdir. Ýçlerinde sizi en çok etkileyen hangi eserler oldu?
Özdemir Nutku – Heinz Hilpert’in sahneye koyduðu çok güzel oyunlar gördüm. Mesela, Anton Çehov’dan “Üç Kýz Kardeþ” ve “Martý”, Henrick Ýbsen’den “Heda Gabler” ve “Denizden Gelen Kadýn”, Gerhart Hauptman’dan “Gün Doðarken” ve “Dokumacýlar” isimli oyunlarý izledim. Ýçlerinde beni en çok etkileyen oyun “Dokumacýlar” oldu. Çünkü burada oyunun tek bir kahramaný yoktur. Kolektif bir oyundur. Þilezya’daki dokumacýlarýn yoksulluðunu ve toplu direniþlerini anlatýr. Bir ploreter oyunudur. Çok beðendiðim oyunlardan biri de Henrick Ýbsen’in “Denizden Gelen Kadýn” isimli oyunu oldu. Simgelere dayalý ve þiirsel bir tiyatro dilini kullanan oyun, kadýnýn kimliðini konu eder. Sonra William Shakespeare’den “Venedik Taciri”, “Machbet” ve “Kýsasa Kýsas”ý gördüm. Heinz Hilpert, Shakespeare’i çok seviyordu. O yüzden muhakkak her yýl repertuarýnda bir Shakespeare vardý. Onun yanýnda üç yýl kaldým ve üç Shakespeare oyunu izledim. “Kýsasa Kýsas” ýrkçýlýkla ilgili bir oyundur. O dönemde, Ýngiltere’de Yahudilere karþý olan ýrkçý tavrý ele alýr. Hatta Shakespeare ýrkçýlýk konusunu çok fazla söz edememiþ, sadece Shylock’un da bir insan olduðunu söyleyebilmiþtir.

SDK – Heinz Hilpert’in asistanlýðýný yaptýðýnýz dönemde çok sevdiðiniz ve ben bunu mutlaka sahnelemeliyim dediðiniz bir oyun oldu mu?
Özdemir Nutku – Carl Zuckmayer’in “Köpenick Yüzbaþýsý” (Der Harptmann von Köpenick) isimli eseri. Carl Zuckmayer’in kardeþi Eduard Zuckmayer bir dönem Ankara Gazi Üniversitesi Müzik Bölümünde müzik hocasýydý. “Köpenick Yüzbaþýsý” isimli oyunu, Türkiye’de iki defa sahneye koydum. Ýlk önce, 1969’da Ankara’da sahneye koydum. Oyun yasaklandý. Ýkinci defa 1980’li yýllarda Ýzmir’de sahneye koydum. O dönemde Türkiye’de sýkýyönetim vardý ama bizim oyunun sponsoru da Alman Kültür Heyetiydi. Parayý Alman Kültür vermiþti. Oyun yasaklandý. Biz de neden yasaklandý diye sýkýyönetime sorduk. Bize “Almanlar bizim dostumuz, sonra ayýp olur, aramýz bozulmasýn” diye yasakladýk dediler. Halbuki oyun sahnelensin diye Alman Kültür maddi destek vermiþti. “Köpenick Yüzbaþýsý”,
2. Wilhelm Ýmparatorluðu sýrasýnda, 2. Wilhelm’in Alman milletini nasýl maymun haline getirdiðini anlatýr. Ýsimsiz bir adamýn, kimlik almak için kendisine Köpenick Yüzbaþýsý süsü vererek, subay üniformasý giyerek ardýnda bir takým Alman askerleriyle birlikte Köpenick Belediye Binasýný basmasýný anlatýr. Adamýn amacý aslýnda kendine kimlik çýkartmak. Adama kimlik vermiyorlar, o da dosyalardan yararlanarak kendine sahte bir kimlik yapacak. Bu yaþanmýþ, gerçek bir hikaye. Adamýn gerçek ismi Voight olay 1905 yýlýnda geçiyor. Carl Zuckmayer bu olayý oyun haline getirmiþ. Bugün Berlin yakýnýnda yer alan Köpenick Kasabasýnda, belediye binasýnýn önünde Köpenick Yüzbaþýsýnýn heykelini görebilirsiniz. Olayý, 2. Wilhelm’e anlatýrlar. Ardýna askerleri alarak belediye binasýný bastý deyince 2. Wilhelm kahkahalarla gülmeye baþlar ve “Aferin ona bak gördün mü Alman milleti ne kadar disiplinli karþýsýnda yüzbaþý üniformalý birini görünce hemen ardýndan gidiyorlar” der. Voight daha sonra tutuklanýr, 10 yýl hapis yattýktan sonra çýkar. Bu benim çok sevdiðim bir oyundur ve Heinz Hilpert de çok güzel sahneye koymuþtu.

SDK - Heinz Hilpert’in asistaný olarak geriye dönüp baktýðýnýzda yönetmen olarak aranýzda nasýl bir farklýlýk görüyorsunuz?
Özdemir Nutku – Heinz Hilpert provalarda Tanrý gibi gürleyen bir adamdý. Baðýrýp, çaðýrýrdý. Ben hiç baðýrmam. Nereden öðrendim bunu, Berliner Ensemble’dan öðrendim. Berliner Ensemble’da 1958 yýlýnda baþýnda Helena Weigel vardý. Onlarýn provalarýný izledim ve ne kadar rahat olduklarýný gördüm. Ben de onlar gibi rahat prova almaya karar verdim. Berliner Ensemble’ýn provalarýna da Hilpert’in tavsiyesiyle, yazdýðý yazýyla girebildim. Sanýrým Hilpert benim için, yabancý bir öðrenci Almanya’da ne kadar çok þey öðrenirse, Türkiye’ye gidince o kadar çok faydalý olur diye düþünmüþ olabilir. Çünkü beþ Alman asistanýn yanýnda ben tek Türk asistandým. Heinz Hilpert’in tavrý çok sertti. Yani, provalarda durmadan Zeus gibi gürlüyordu. Ama prova bitip aþaðýya inince bizle konuþtuðu zamanlarda çok tonton bir adamdý. Hele birinci asistaný onun kocaman kadehte þampanyasýný getirmesin, ötekisi Havana Purosunu getirmesin oralarý allak bullak olurdu. Biz o zamanlar çok genç olduðumuz için Heinz Hilpert bizim için bir Tanrýydý. Hiç ses çýkartamazdýk. Biz Hilpert ile sadece oyunlarý, provalarý, tartýþmalarý konuþurduk. Benim en sevdiðim zamanlar onunla tartýþtýðýmýzý, oyunlar üzerine konuþtuðumuz zamanlardý. Öyle bir durum ki bu. Provalar bitiyor, salondan çýkýp aþaðýya iniyorsun karþýnda Tanrý gibi bir gördüðün bir adam, konuþurken senin fikrini soruyor. Saçma sapan bir þey söylemeyeyim diye daha az konuþuyorsun. Öteki asistanlarda çok çekiniyorlardý ama “söyle, söyle, korkmayýn söyleyin” dediði zaman konuþuyordun. Yani, aramýzdaki iliþki çok resmiydi. Mesela, Hilpert Nazilere karþý bir adamdý. Ve bunu açýkça söylermiþ. O dönemde hiç tutuklanmamýþ çünkü söyleyeceklerini çok usturuplu bir dille söyleyen bir adamdý.

SDK – Peki siz nasýl Heinz Hilpert’in asistaný olabildiniz?
Özdemir Nutku – Benim oradaki bir Alman arkadaþýmýn babasý oradaki bir hastanenin baþ tabibiydi. O da Hilpert’in çok samimi arkadaþýymýþ. O tavsiye edince Heinz Hilpert beni asistan olarak aldý. Benim için Türkiye’ye gidince o da tiyatro için bir þeyler yapacak deyince beni kabul etmiþ. Yoksa, Hilpert’in asistaný olmak çok zordu.

SDK - Hilpert’in tavsiyesiyle girdiðiniz Berliner Ensemle’ýn provalarýnda neler öðrendiniz? Berliner Ensemble sizi nasýl etkiledi?
Özdemir Nutku – Berliner Ensemble’dan ben çok þey öðrendim. Bir kere oyun nasýl çalýþýlýr, oyuncular nasýl çalýþýyor onlarý öðrendim. Sonra neden esnek davranýyorlar? Prova sýrasýnda Helena Weiger elinde portakal suyu getirmiþ bir elinde de sandviç onu yiyor. Sonra, dinlenme aralarýnda soru sorabiliyorsun. Tabii Helena Weiger yine dinlenemiyor. Sorularý sorunca yine oyundan bahsetmek zorunda kalýyordu. Yani, Berliner Ensemble’dan da çok þey öðrendim.
Ben kendimi çok þanslý bir insan olarak kabul ediyorum. Berliner Ensemble’in provalarýný izlemek için orada iki buçuk ay kadar kaldým. Bu süre içinde, “Cesaret Ana”, “Yuvarlak Kafalar Sivri Kafalar” ve “Adam Adamdýr” oyunlarýnýn provalarýna katýldým.

SDK – Bu arada, müziðe ilgi devam ettiði için iki yýl boyunca Prof. Boetticher'in in üst düzey müzik kurslarýna da devam etmiþsiniz. Üst düzey müzik kurslarýndan neler öðrendiniz?
Özdemir Nutku – “Heinz Hilpert’in asistanýyým ve doktoramý yapýyorum, sizin seminerlerinize gelebilir miyim?” diyerek seminerleri izleyebilmek için Prof. Boetrticher’den izin aldým. Çünkü orada önemli tartýþmalar oluyordu. Mesela her dönem bir besteciye ayýrýyordu. Örneklerle Beethoven müziðini analiz ediyordu. Mesela bir sömestr Mozart, bir sömestr Bach, bir sömestr Çaykovsky’nin eserlerini analiz etmek gibi. Bizim okulda tiyatro tahsili yaparken her þeyi öðreniyordun. Oyunculuk da yapýyordun, sahne ýþýðý da, sahne tasarýmý da ve oyun müziði yapmak gibi çeþitli konulardan anlamak gerekiyordu.
     
SDK - Peki, Türkiye’ye dönünce bu baþarýlý üniversite eðitimi size nasýl geri döndü?
Özdemir Nutku - Ýþin asýl komik kýsmý, burada baþlýyor. Göttingen Üniversitesinde doktoramý yapýp geldikten sonra, doktoramýn burada tanýnmasý için Ankara’da Talim Terbiyeye müracaat etmek gerekiyordu. Doktoramý Almanca ve Ýngilizce olarak vermiþtim. Durumu açýklayan bir yazýyla doktoramýn tanýnmasý için dönemin Talim ve Terbiye kurumuna baþvurdum. O dönemin Talim Terbiyesinden bana cevap geldi. “Böyle bir üniversite tanýmýyoruz” diye. (Kahkahalar…) Üniversitedeki hocam Ýrfan Bey’e gittim. “21 Nobel Ödüllü hocanýn ders verdiði ve 1364 yýlýndan beri öðrenci yetiþtiren Avrupa’nýn en eski üniversitelerinden biri olan Göttingen Üniversitesini Talim Terbiye tanýmýyor” dedim. Ýrfan Bey güldü. “Talim Terbiyedekiler acaba üniversite eðitimi almýþlar mýdýr acaba? Sen üzülme, doktoraný Türkçeye çevir bana getir” dedi. Ýki sene yasal bekleme zorunluluðundan dolayý, 1959 yýlýnda vermem gereken doktorayý, 1961 yýlýnda vermiþ oldum. Yani, þimdi doktoranýn bende Ýngilizcesi, Almancasý ve Türkçesi var.

SDK – Peki, o dönem Talim Terbiyenin tanýmadýðý doktoranýzý yaptýðýnýz, doktora hocanýz kimdi?
Özdemir Nutku – Doktora hocam Prof Arthur Sewell oldu. Bu adamýn hem Shakespeare hem de Milton üzerine Oxford yayýnlarýndan çýkmýþ kitaplarý var. Bu da benim doktora hocamdý. Ne kadar þanslý olduðumu görüyor musun?

SDK – Sizin tiyatroya iliþkin kaleme aldýðýnýz sayýsýz makaleleriniz ve kitaplarýnýz var. Özellikle tiyatro üzerine yazdýðýnýz kitaplar, hepsi baþlý baþýna bir klasik. Ama bunlarýn içinden bir tanesi var ki son toplumdaki “oyuncu olma” çýlgýnlýðýna gönderme yapmak için kaleme alýndýðýný düþündüðüm Alkým yayýnlarýndan çýkan “Yeni Baþlayanlar Ýçin Oyuncunun Çalýþmasý” isimli kitabýnýz. Neden “Oyuncunun Çalýþmasý”? Sanki, bir mesaj verir gibi deðil mi?
Özdemir Nutku – “Ýleriye ne býrakacaðýz?” diye düþünmeliyiz. Bu nedenle, oyunculuk üzerine bir kitap yazmak “zorunluluðu” duydum dahasý bunun sorumluluðunu hissettim. Ve ortaya, “Yeni Baþlayanlar Ýçin Oyuncunun Çalýþmasý” çýktý. Ben Türkiye’de oyunculuk eðitimine çok önem veriyorum. Son zamanlarda, Türkiye’de popüler kültür gerçek sanattan daha ön plana çýktý. Sanata yabancýlaþtýðýmýz bu dönem içinde yaþanan deðerler karmaþasýnda seyirci, kimin sanatçý olup kimin sanatçý olmadýðýný bilmiyor. Ýþte, ona ne sunulursa onu kabul ediyor. Ama biz tiyatro sanatýnýn içinde olan kimseler, bu karmaþanýn en çok acýsýný çeken kiþileriz. Süreklilik isteyen tiyatro oyunculuðunda, bu sanatçý olmayan kiþilerin yeteneksizliði hemen sýrýtýyor. O kadar çok sýrýtýyor ki, hemen anlýyoruz. Hatta bazen, dizilerde oynayan o mankenlerin oyununu gördüðüm zaman çok komik geliyor bana. Bu durumda, bu kitabý yazmak zorunda hissettim kendimi. Oyunculuk üzerine bir kitap yazmanýn zamaný gelmiþti ve bu sorumluluðu hissettim için ortaya “Yeni Baþlayanlar Ýçin Oyuncunun Çalýþmasý” çýktý.

SDK – “Yeni Baþlayanlar Ýçin Oyuncunun Çalýþmasý” ne anlatýyor?
Özdemir Nutku - Bu yazdýðým bu kitabýn belki hiçbir etkisi olmayacak belki de belirli bir kesim okuyacak bilemiyorum. Her alanda popülizmin bataðýna gömülmüþ olan ülkemizde, popülizm en çok tiyatroda hissediliyor. Bunun için oyunculuk üzerine bir kitap yazayým dedim. Aslýnda, kitabýn kapaðýnda bir yanlýþ var. Bu kitap yeni yetiþenler için deðil, biraz olsun oyunculuk eðitimi görmüþ olanlar için yazýldý. Mesela, oyunculuk okullarýndan eðitim alan ikinci, üçüncü, dördüncü sýnýf öðrenciler için kaleme alýndý. Hatta profesyonel oyuncular için kitabýn sonunda, oyunculuk çalýþmalarýna yeni bakýþ açýsý getirebileceðine inandýðým denemeler var. Bu denemeler, oyunculuðun ne olduðu üzerine yazýlmýþ bazý çalýþmalardan oluþuyor. Profesyonel oyuncular da bu denemelerden yararlanabilirler. Burada, oyunculukta yanlýþ bilinen bazý konular üzerine açýklamalar var. Sonra, oyunculukta yeni yetiþmeye baþlamýþ gençler için atölye çalýþmalarý, doðaçlamalar ve temrinler koydum. Bu kitabý bunun için yazdým.

SDK – Kitabý yazma “zorunluluðu” duydum dediniz. Neden böyle bir zorunluluk duydunuz?
Özdemir Nutku - Popülizm neredeyse her alanda görülüyor ama en çok bence tiyatroda hissediliyor. Çünkü insanlarýn doðuþtan bir taklit kabiliyeti var. Ýnsan, maymunun bir üst seviyesinde olduðu ve maymundan biraz daha iyi taklit ettiði için herkes kendini oyuncu zannetmeye baþladý. Bu, beni çok rahatsýz ediyor çünkü tiyatro alanýnda ‘kalite’ çok düþtü. Bir bakýyorsunuz, çok iyi bir oyuncu olduðunu düþündüðünüz profesyonel bir sanatçý, yanýnda bir mankenle birlikte baþrol oynuyor. Hatta bazen manken baþrolde, profesyonel sanatçý yardýmcý rolde oynuyor. Ben profesyonel oyuncu olsaydým, para için o mankenlerle birlikte oynamayý kabul etmezdim. Hani ‘tüfek icat oldu, mertlik bozuldu’ deriz ya, burada ‘tüfeðin’ yerini ‘para’ aldý. Devlet Tiyatrosu’nun verdiði maaþ, dizilerden alýnan ücretlerin yanýnda çok küçük bir meblað olduðu için bugün, Devlet Tiyatrosunda görev alan bazý çok iyi aktörler, hiçbir þey yapamayan hatta oynayamayan o mankenlerin yanýnda yardýmcý rollere çýkýyorlar. Bu durum, neden onlarý rencide etmiyor anlamýyorum. Para bu kadar önemli mi? Gerçek bir oyuncu için her þeyden önce tiyatro gelmeli. Bu para için bu büyük oyuncular tiyatroyu terk edip dizilerde görünmeyi tercih ediyorlar. Kimi piyango yarýþmalarýnda yer alýyor, kimisi sunuculuk yapýyorlar. Her þeyin bir yeri vardýr. Genelde bizim oyuncular ise tiyatrodan baþka her þeyi yapmaya baþladýlar. Bunun dýþýnda tiyatro yapabilmek için hala direnen bazý kimseler var. Ýþte ben bunun için bu kitapta oyunculuðun önemi üzerinde durmak istedim.

SDK – Sonra, üç aylýk oyunculuk kurslarýný bitiren ve ben artýk ‘oyuncu’ oldum diyenler var.
Özdemir Nutku – Ýmkansýz. Üç aylýk bir eðitimle, daha nefes kontrolünü öðrenemez, sahnede dengesini saðlayamaz, beden dilini ortaya çýkartamaz. Onun için bunlar, para kazanmaya yönelik, tiyatroya heves etmiþ gençlerin sýrtýndan geçinmek için yapýlan kurslardýr. Buna inanmýyorum ben. Bir zamanlar, bu kurslar çok fazlaydý. Þimdi, biraz daha azaldý. Sonra, çok komik bir durum var. Daha kendileri oyuncu olarak yetiþmemiþ, oyunculuðun pedagojisini, daha oyunculuðun sistemini öðrenememiþ kiþiler veriyor dersleri. Burada, mesela belediyelerde, tiyatro kurslarý veren bir takým insanlar var. Müzik öðretmeni ama hem oyunculuk yapýyor, hem yönetmenlik yapýyor hem de ders veriyor. Düþünebiliyor musunuz? Müzik öðretmeni oyunculuk dersi veriyor. Tabii iþ baþýna geçenlerin sanatla ilgileri olmadýðý için kim ne derse onu yapýyorlar ya da oralara kendi akrabalarýný getiriyorlar. Türkiye’nin tiyatro açýsýndan kendisini ileride derleyip toparlayýp, düzeltebilmesi ve doðru dürüst bir tiyatro yaþamýna kavuþabilmesi için belki de bu kadar büyük bir rezaleti geçirmesi lazým diye düþünüyorum. Çünkü ilerde, bütün bunlar temizlenecek ve bu yaþanan enflasyondan sað salim çýkabilen gerçek oyuncular Türk Tiyatrosunu yaþatacaklar.

SDK – Bu arada, tiyatroyu derinden etkileyen bir kalitesizlikten ve medyatik kirlenmeden bahsediyorsunuz.
Özdemir Nutku - Bugün yaþanan kalitesizlik seyirciyi tiyatrodan soðutuyor. Bu ne biçim þey diyerek tiyatrodan uzaklaþýyorlar. Mesela, bazý þeyler de göz boyamak için yapýlýyor. Bir mankeni topluluðunuza almýþsanýz, o manken ne kadar oynayamýyorsa da, dizi filmlerden gördüðü mankeni sadece yakýndan görebilmek için tiyatroya gelen seyirciler var. Bir de yakýndan görelim diyerek, medyatik olanlarý görmeye gelen insanlar bunlar. Hakikaten insanlar çok tuhaf. Bu, ‘ilkel’ ve ‘ham’ zihniyet tiyatroya zarar veriyor. Bu da bizim hala ‘ham’, ‘ilkel’ ve ‘olgunlaþmamýþ’ bir toplum olduðumuzu gösteriyor. Avrupa Rönesansýný 400 yýlda ancak tamamlayabildi. Bizim Rönesansýmýz ise Atatürk Devrimleri ile baþladý. Daha 84 yýl oldu. Daha çok þeyler göreceðiz. Ben göremeyeceðim ama bizim torunlarýmýzýn torunlarý, 300 – 400 yýl sonra doðru düzgün bir Türk toplumu görecekler. Þu andaki Türk toplumu ne yapacaðýný bilmeyen, yenilenmeyi, ileri gitmeyi bilmeyen, günü birlik yaþayan ve geleceði düþünmeyen bir toplum. Eðer sadece bugünü düþünerek yaþarsak çocuklarýmýza ne býrakacaðýz? Halbuki, ileriye ne býrakacaðýz diye yaþamalýyýz. Herkes günü kurtarmaya çalýþýyor. Þu anda toplumu konuþuyoruz ama tiyatro o toplumun kendisini yansýtýr. Ýlerde en çok suçlanacak medya olacak. Medya, seyircinin nabzýna göre þerbet vermek için bir takým özel kanallarda çok kalitesiz programlara yer veriyor. Bu gün, medyanýn deðerleri, gerçek deðerlerin önüne konmuþtur. Ve biz, kendi öz deðerlerimize yabancýlaþtýk. Bazý þeyleri gördüðüm zaman ben bile tiyatrodan nefret etmek üzereyim. Bir karmaþadýr gidiyor ama bu durulacak. Ben Türk Tiyatrosu için umutsuz deðilim. Bunlarý geçirmezsek daha iyisini yapamayýz. Kötüleri, olumsuzluklarý görelim ki olumluya gidelim. Bu diyalektik bir geliþmedir. O bakýmdan, eðer bende bir damla varsa, okyanusa o damlayý damlatmak zorunda hissediyorum kendimi. Bir tek damla bütün bir okyanusu temizlemez. Ama benim gibi herkes birer damla koyarsa, birkaç yüz yýl sonra okyanus temizlenir.

SDK - Kitabýnýzda ‘seyirci yetiþtirmekten’ bahsediyorsunuz. Akla hemen seyirci yetiþtirmek ne demek sorusu geliyor. Gerçekten, seyirciyi nasýl yetiþtireceksiniz?
Özdemir Nutku – Seyirci, oyuncu ile birlikte yetiþtirilir. Ben ona inanýyorum çünkü en büyük etkileþim oyuncu ile seyirci arasýndaki o elektriklenmedir. Onun için oyuncu iyi olursa seyirci de iyi olur ve çok þey öðrenir. Zaten seyirci olmazsa oyuncunun da olmasýna gerek yok. Bunlar, birbirlerinin ikiz kardeþleri hatta yapýþýk kardeþleridir diyebiliriz. Birbirinin tamamlayýcýlarýdýr.

SDK – Her oyunun sonunda düþünmeden ayaðý fýrlayarak deli gibi alkýþlayanlar göz önüne alýndýðýnda, seyircilerin de eðitilmesi lazým geliyor galiba deðil mi?
Özdemir Nutku – Tabii ki. Ben ‘Alkýþlarla Öldürenler’ yazýmý o nedenle kalemle aldým. Þimdi seyirci her þeyi alkýþlýyor. Her þeyde ayaða kalkarak alkýþlýyor. Neden ayaða kalkýlýr? Hakikaten, “üstün” bir sanat performansý gördüðünüz zaman ayaða kalkarsýnýz. Ayaða o zaman kalkýlýr. Çünkü seyirci tarafýndan sanatçýya yapýlacak en “yüksek” þey odur. Türkiye’de artýk seyirci her an, her þeyde ayaða kalkýyor. Çocuðunun müsameresi var ayaða kalkýyor, sonra beþ para etmez bir tiyatro oyunu için ayaða kalkýyor. Alkýþlar arasýnda bir fark olmadýðý için de nasýl olsa alkýþlanýyoruz, sen istediðin kadar beðenme, bak seyirci ne kadar çok alkýþladý diyerek, yerimizde sayýyoruz, biz “tiyatroyu alkýþlarla öldürüyoruz”. Mesela, buraya bir tiyatro topluluðu geldi. Bunlardan 8-10 tanesi benim sevdiðim öðrencilerimdi. Koþa koþa gittim. Oyun güzeldi de. Oturduðum yerde alkýþlýyorum. O sýrada, arkadan “kendini bilmez” bir haným geldi. “Siz neden ayaða kalkmýyorsunuz? Bakýn, bütün salon ayakta alkýþlýyor” dedi. “Ben, neye ayaða kalkacaðýmý, neye kalkmayacaðýmý, kime ayaða kalkýp, kime kalkmayacaðýmý da iyi bilirim ama siz isterseniz ‘amuda kalkabilirsiniz’” dedim. Kadýn bir þey söyleyemedi, döndü gitti. Sonra öðrendim ki bizim çocuklardan birinin annesiymiþ. Ben öðrencilerime, yetiþtirdiklerime ayaða kalkarým ama “çok büyük bir sanatçý” olurlarsa. Orada ufak bir rol oynamýþ, doðru oynamýþ diye de ayaða kalkýlmaz. Alkýþlýyorum. Daha ne yapayým? Yýldýz Kenter, Müþfik Kenter, Genco Erkal, Çetin Tekindor’ da ayaða kalkar alkýþlarým ama burada da öncelikle sanatçýnýn performansýný beðenmem lazým. Eðer bu deðerlendirmeyi seyirci yapamazsa ve her önüne gelene alkýþ tutarsa, hani politikacýlarda da vardýr ya “þakþakçýlar” ayný öyle, bizim tiyatromuz da “þakþakçýlar seyirliðine, topluluðuna” döner. Bizim bir de, alkýþlamama hatta yuhalama, ýslýklama hakkýmýz var. Bu tamamýyla toplumun aynasýnýdýr. Ayný þekilde, seçimlerde de nasýl oy verdiðimizi görüyorsunuz. Bazý politikacýlar geldiði zaman yanlarýnda bazý “alkýþçýlar” görürsünüz, çevreye bakýnýrlar kim alkýþlamýyor diye tespit etmeye çalýþýrlar, sýrf baský kurmak için. Ýnþallah yeni yetiþen kuþaklar “deðerlendirme hakkýný” doðru biçimde kullanýrlar. Bu arada, sýrf karþý çýkmýþ olmak için de karþý çýkmamak lazým tabii. Ýnsan deðerini bilerek içtenlikle alkýþlamalý. Deðersiz bir þeyse niçin alkýþlýyorsunuz ki? Buz gibi otur orda. Biz alkýþlamama, yuhalama hakkýmýzý kullanmýyoruz ama batý toplumlarýnda, oyunu beðenmediði için sahneye ayakkabýsýný fýrlatan insanlar gördüm. O kadar beðenmemiþlerdi. Islýklar gýrla gitmiþti. 1965’de Almanya’da bir Tiyatro Festivali’nde, küçük bir kasabadan gelen bir grubun oyununda oldu bu. Adam ön sýrada oturuyordu, oyun kötü diye sinirlendi ayakkabýsýnýn tekini çýkarttý, sahneye fýrlattý. Bir baþkasý kalktý, sahneye çýktý ve perdeyi tutup kapatmaya kalktý. Yani, oyun o kadar beðenilmemiþti. Mesela, Viyana Operasýnýn “terbiyeli” seyircisi. Erkekler smokinlerini, kadýnlar tuvaletlerini giymiþler, hiç ummazsýnýz. Beðenmediler mi onlar da ýslýklýyorlar. Ama onlarda, bu “deðerlendirme” kabiliyeti var. Viyana’nýn nüfusu birkaç milyon ama þehirde 99 tane tiyatro topluluðu bulunuyor. Biz de tiyatro kavramýný bilmiyorlar, deðerlendirmeyi ise hiç bilmiyorlar. Popüler kültür ön plana çýktýðý takdirde, bu kavram karmaþasý bir süre daha devam edecek. Popülizm aþýklarý çoðalmaya devam ettikçe, halk inlemeye devam edecek. Halk inlediðini “fark etmiyor” ama aslýnda, kültürel açýdan tek kelime ile “inliyor”. Her þey birbirine baðlý. Ekonomisi, sanatý, kültürü birbirine baðlý. Bu ülkenin ekonomisi, adam baþýna gelir seviyesi yükselmedi mi, bunlar da yükselmeyecektir. Ýlerde inþallah yükselir, umutsuz da yaþayamayýz.

SDK – Bu koþullarda, bir “seyirci kimliði” oluþturmamýz gerekiyor deðil mi?
Özdemir Nutku - Kitapta, oyuncunun kimliðinde ne söylüyorsam, seyircinin kimliði için de ayný þeyleri söylüyorum. Ýlk önce “gerçek anlamda” tiyatro seyircisinin yetiþmesi lazým.
Gerçek seyirci, tiyatronun bir “ihtiyaç” olduðunu anlayan ve küçük yaþlardan itibaren çocuklarýný tiyatroya götüren seyircidir. Tiyatro boþ vakitleri, deðerlendirmeye yönelik bir eðlence olarak görüldüðü için böyle oluyor. Bu düþünceyi kýrmak için ilk önce devletin baþýna gelenlerin “eðitilmesi” lazým. Devletin baþýna gelenler sadece “göbekten” hoþlanýyor. Bizim devlet büyüklerimiz, çocukluktan itibaren belli bir düzeyde, sanat duyarlýlýðý içinde yetiþtirildikleri takdirde bunlar deðiþecektir. Yoksa birbirine benzeyen politikacýlar ile bunlarýn hiçbiri deðiþmez. Burada, toplumun kimliði neyse, bireylerin kimliði de odur. Tabii bir noktayý vurgulamak lazým, toplumda kimliði olan, kimlik arayan, daha kimliði oluþmamýþ, tam oturmamýþ bireyler de vardýr. Ama toplum içinde hangi kimlik aðýr basýyorsa, o toplumun kimliði odur. Dolayýsýyla, seyircinin kimliði de bulunduðu topluma baðlý. Yani burada her þey birbirine baðlý devam edip gidiyor.

SDK – Bütün konuþtuklarýmýz göz önüne alýndýðýnda, kitabýnýzda sözünü etmiþ olduðunuz ve tiyatroyu ileriye götürecek “deneysel tiyatro” kavramý çok ütopik bir düþünce gibi kalýyor deðil mi?
Özdemir Nutku – Ýlk akla gelen soru bu “deneysel tiyatroyu” gerçekleþtirecek elemanlar nerede sorusu olmalý. “Deneysel tiyatro”nun gereklerini yerine getirebilmek için ilk önce, eðitilmiþ elemana ihtiyacýnýz var. Bir fizik, kimya laboratuarýna bakýn. Bilimsel araþtýrmayý yürütecek bilim adamýnýn deneylerini yapabilmesi için bir takým elektronik aletlere ve malzemeye ihtiyacý vardýr. Tiyatronun malzemesi ise “yetiþmiþ oyuncudur”. Tiyatroda, deneysel bir çalýþma yapacaksýnýz, bedenin elindeki teknik sorunlarýný çözmüþ, gerekli eðitimi almýþ yetiþmiþ oyuncuya ihtiyacýnýz var demektir. Eðitilmemiþ amatörlerle deney yapamazsýnýz. Ýmkaný yok. Olanaksýz. Yeni bir buluþ yapacaksýnýz, hangi alanda olursa olsun, en iyi elemanlarý yanýnýza alýrsýnýz öyle deðil mi? Deneysel Tiyatro’nun gerçekleþtirilmesi için deneyi yürütecek olan kiþinin çok birikimli, üstün zekalý bir sanatçý olmasý lazým ve yanýna alacaðý kiþilerin de onun kapasitesine uyum saðlayabilecek yetiþmiþ oyuncular olmasý gerekir.

SDK – Herkesi oyuncu olmaða heveslendiren etkenlerden biri de “ne kadar kolay, bunu ben de yaparým” duygusu olabilir mi?
Özdemir Nutku - Seyirciye basitmiþ ve kolaymýþ gibi görünen þey aslýnda çok çalýþýldýðý ve çok zorluklarla elde edildiði için öyledir. Seyirciye doðal gelmeyen þey zaten çalýþýlmamýþ olan þeydir. Sözgelimi, Commedia dell’ Arte’de, müthiþ bir beden dili, müthiþ bir ses ve konuþma müziði vardýr. Pantolone basdýr, Arlecchino tenordur, Colombina mezo sopranodur. Ses deðiþimleri ile öyle bir orkestrasyon içine girerler ki, Commedia dell’Arte’yi anlamak için Ýtalyanca bilmek þart deðildir. Orada seyirciye anlatýlmak istenen þey en basit haliyle ifade edilir. O basiti bulmak zordur.

SDK – Kitabýnýzda oyuncular iki türlüdür diyorsunuz. Bir, canlandýrdýðý kiþiyi kendi kimliði ile yansýtanlar, bir de canlandýrdýðý kiþiyi o kiþilikle yansýtanlar. Bunu biraz açar mýsýnýz?
Özdemir Nutku – Bir aktör, artýk alýþtýðý gibi, canlandýracaðý rol eðer konu olarak kendi kiþiliðinden çok uzakta deðilse, ben bu rolü oynarým diyor. Mesela 17. yüzyýlda geçen bir hikayeyse, o dönem kostümlerini giyeceðim, kendimden baþkasýný olacaðým, bu roldür diyor. O aktöre, sen bu çocuðun amcasýný oynayacaksýn dediðiniz zaman, bundan hoþlanmýyor. Önemli olan, kendi kimliði ile baþkasý olabilmektir. Neden bir sürü Hamlet var? Lawrence Oliviere’nin, Hamlet’i baþka, Kenneth Branagh’ýn oynadýðý Hamlet baþka, John Guilgud’un canlandýrdýðý Hamlet daha baþka. Bu sanatçýlar, rolü verirken kendi kimliklerini de unutmuyorlar. Çünkü kimliði olan sanatçýlar. Bir rolü oynamak nasýl olabilir? Lawrence Oliviere þöyle oynuyor, sen de böyle oynayacaksýn mý diyeceðim? Bazýlarý film seyreder. Ben film seyretmem ve seyrettirmem de. Daha önce oynanmýþ olandan yola çýkarak, oyuncularýn rol çýkarmalarýný istemem. Tiyatroda yaratýcýlýk demek, o rolü kendi baþýna bulmak demek. O nedenle, oyuncunun kendi kimliðini bulabilmesi için oyuncuyu rahat býrakýrým, serbest býrakýrým. Yönetmen olarak, eðer küçük ayrýntýlarda biraz yanlýþlar varsa, kaymalar varsa onlarý düzeltirim. Ama bir çalýþma programým vardýr. Arkadaþlar ben bu oyunu þöyle þöyle koymak istiyorum. Þu rollerde þu vardýr. Rollerinizi iyi okuyun, bir daha ki provamýza benimle tartýþmak üzere gelin derim. Sonra, oyuncunun rolünü araþtýrmasýný beklerim. Onun için de “bedenden” baþlamak lazým. Benim Türk Tiyatrosunda, oyuncularda gördüðüm en büyük kusur nedir biliyor musunuz? Sesini, yüzünü gayet güzel kullanýr hatta ellerini ama “belden aþaðýsý ölüdür”. Belden aþaðýsýný kullanmayý bilmez. Hepsi için bir genelleme yapmýyorum, tabii ki belden aþaðýsýný kullanabilen çok iyi, gerçek tiyatro sanatçýlarý var ama genel olarak Türkiye’de tiyatro oyuncularý, vücutlarýný bir “enstrüman olarak görmüyor”, çünkü vücutlarýný bir enstrüman olarak kullanmayý bilmiyorlar. Madem oyuncu “eðitim” görmüþtür ve “bedenini bir enstrüman olarak görmesi” lazým, o zaman sahneye çýktýðý zaman onu serbest býrakacaksýnýz ki rolünü kendisi bulsun. Eðer bir yanlýþlýk görürseniz neden böyle yaptýn diye soracaksýnýz. Neden böyle yaptýn? Sonra, ikaz edeceksiniz. Eðer böyle yaparsan, bu rol buraya doðru gider diye açýklayacaksýnýz ve oyuncunun rolü kendisinin bulmasýný, araþtýrmasýný saðlayacaksýnýz.

SDK – Gelelim sahneye koyduðunuz sayýsýz oyuna. Fakat ben özellikle günümüze yaptýðý göndermeleri nedeniyle, oyunlarýnýzdan sadece birinden “At” oyunundan bahsetmek istiyorum. Geçtiðimiz yýllarda Ankara Devlet Tiyatrosu Ýrfan Þahinbaþ Deneme Sahnesinde sergilenen oyunun neden bu kadar önemli olduðundan bahsedebilir miyiz?
Özdemir Nutku – Macar yazar Gyula Hay’ýn hapisteyken kaleme aldýðý, faþizmi eleþtiren ve yöneticilerin ellerindeki gücü ne kadar yanlýþ kullandýklarýný gösteren bir oyun. At, dönemin Roma Ýmparatoru Caligula’nýn atýný Roma senatosuna konsül seçtirdikten sonra yaþananlarý konu alýyor. Toplumda birdenbire her þey deðiþiyor. Kadýnlar, son modaya göre saçlarýný at kuyruðu yapýyorlar, kiþner gibi gülüyor ve atýn rahvan yürüyüþünü taklit ederek ortalarda dolaþýyorlar. Son derece alaycý bir oyun. Yumuþak eldiven giymiþ bir taþlama. Hiç acýtmýyor gibi görünüyor ama içinde çok sert eleþtiriler var. Burada, halk diktatörünü kendi kendisine seçiyor. Guyla Hay, Caligula’dan yola çýkarak, Hitler Faþizmini, Mussolini ve Stalin’in faþizmini eleþtiriyor. Oyunda, Caligula’nýn ‘Ben Tanrýyým, ben herkesten üstünüm’ demesinde ki aþaðýlýk kompleksini, yetersizliðini ve yalnýzlýðýný görüyoruz. Fantastik bir yapýya ve geniþ bir hayal gücüne dayandýðý için bu oyuna ‘büyüklere masallar’ da diyebiliriz. Burada anlatýlan politika dünyasý týpký bir sirk atmosferine benziyor.

SDK- Oyun kadar yazarý Gyula Hay da “çok özel” biri deðil mi?
Özdemir Nutku - Gyula Hay, Macar yazýnýnýn en güçlü kalemlerinden biri. ‘At’ oyunu onun Türkçe’ye çevrilen ve Türkiye’de oynanan “tek” eseri. Gyula Hay bu oyunu, Doðu Berlin’de hapiste olduðu 1959 yýlýnda tasarlýyor. 1960 yýlýnda hapisten çýktýktan sonra da yazýyor. Yazar hayatý boyunca, Macaristan’da sol faþizm ve Almanya’da sað faþizm ile mücadele ettiði için uzun yýllar eserlerinin basýlmasý ve sahnelenmesi yasaklanmýþ daha sonra bu yasak kalkmýþ ve serbest býrakýlmýþ. Oyunun dünya prömiyeri ilk defa 1970’li yýllarda Salzburg Þenliðinde gerçekleþtiriliyor ve Gyula Hay 7 Mayýs 1975’de Ýsviçre’de hayata gözlerini yumuyor. Kendisi mühendislik eðitimini Almanya’da yaptýðý için oyunlarýný hep Almanca yazmýþ. Bu nedenle bu oyunu, Almanca’dan Türkçe’ye 1960’lý yýllarýn sonunda çevirmiþtim ve oyunu þimdiye kadar üç defa sahneye koydum. Ýlki, 1960’lý yýllarýn sonunda Ankara Dil Tarih ve Coðrafya Fakültesi’nde öðrencilerle birlikte oynandý. Sonra, 1980’li yýllarda Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öðrencileri ile birlikte tekrar sahneye koydum ve oyunu Ýstanbul Festivalinde sergiledik ve oyun festivalde çok beðenildi ve büyük baþarý kazandý. Üçüncü defa profesyonel anlamda, dört yýl önce Ankara Devlet Tiyatrosu Ýrfan Þahinbaþ Deneme Sahnesinde sergilendi.

SDK – “At” konusu itibariyle tarihi bir hikaye gibi gözükse de tüm zamanlara ve demokrasi sürecini tamamlayamayan tüm toplumlara ayna tutan bir eser. Ýki yüzlü insan olgusundan, toplumda birey olarak var olmaya çalýþan insana kadar çok geniþ bir yelpazede demokrasi, özgür birey ve düþünme gibi kavramlarý irdeliyor diyebilir miyiz?
Özdemir Nutku - Sirk atmosferi içinde geçen oyunda, Roma imparatoru Caligula, yetersizlik duygusu ve aþaðýlýk kompleksi altýnda ezilen yalnýz bir karakter olarak karþýmýza çýkýyor. Ve oyun boyunca elinde at terbiyecisi gibi bir kýrbaç taþýyor. Oyunun bir yerinde, Caligula, “Roma’nýn aslanlarý” diyor. Ben de yuvarlak halkalar yaptýrdým. “Roma’nýn aslanlarý” deyince, askerler halkalardan atlýyordu. Buradaki “aslanlarýn” saçlarý yele gibi. Oyunda, böyle küçük, hýnzýr espriler vardý. Ayrýca oyundaki üç senatörden de bahsetmek lazým. Onlarý üç maymuna benzetiyoruz. Bunlar; “konuþmayan”, “duymayan” ve “görmeyen” üç maymun. Hareketleri ve makyajlarý ile üç maymunu anýmsatýyorlar. Askerler ise fýrça gibi miðferler takýyorlardý. Oyunda Caligula’nýn komutaný ve onun pohpohlayýcýsý Makro askerlerin saçlarýný tarayýp “týmar” etsin diye. Oyuncular ayaklarýný, atýn ön ayaðýný yere sürdüðü gibi sürüyor ve baþlarýný hareket ettiriyorlardý. Oyunda, “At” yani “Ýnkitatus” konsül olduktan sonra dalkavukluk eden kesim, “konsül bizim idolümüz ona tapýyoruz” der.

SDK - Bir ata öykünen koca bir toplum. Roma Ýmparatoru Caligula’nýn bizzat konsül seçtirdiði pek soylu ve muhterem “atlarý” Majesteleri Ýnkitatus. Durum böyle olunca, toplumun tavrý da deðiþiyor elbet. Modadan, sosyal olaylara kadar artýk her þey “At Hazretlerinin” tercihlerine ve eðilimlerine göre belirlenecektir deðil mi?
Özdemir Nutku - Oyunun bir yerinde, Atýn, ‘Ýnkitatus’ un, halk tarafýndan çok beðenilmesi üzerine Caligula çok kýskanýyor ve balkondan bakarak “Ya, son zamanlarda hiç çok yaþa Caligula diyen olmadý” deyince metresi Lolya, “Hemen evlendir. Evlenince modasý geçiverir” diyor. Atý, Roma’nýn en güzel kýzý ile evlendirmeye karar veriyorlar. Bu kýz da Roma’da At modasýna uymayan, direnen tek kiþi ve gönlü de At’ýn sahibi Selanos’da. Selanos geliyor ve kýzý bir þekilde evlenmeye ikna ediyor. Bir de Milonya meyhanecinin eþeði var. O da Ýnkitatus’a vurgun. Sonra olaylar çok eðlenceli bir þekilde geliþiyor. Daha öncede söylediðim gibi “At” oyunu faþizmi eleþtiren ve yöneticilerin ellerindeki gücü ne kadar yanlýþ kullandýklarýný gösteren bir oyun olmasý bakýmýndan çok önemli. Yukarýda verdiðimiz örneklerden de görüleceði gibi son derece alaycý bir oyun. Bu oyuna, yumuþak eldiven giymiþ bir taþlama diyebiliriz. Hiç acýtmýyor gibi görünüyor ama içinde çok sert eleþtiriler var.

Büyük usta Özdemir Nutku’nun, yazdýðý kitaplarýn, sahnelediði oyunlarýn, tanýklýk ettiði olaylarýn, 60 yýllýk bir deneyim ve birikimin bir söyleþiye sýðabilmesi doðal olarak imkansýz. Bu nedenle, günümüz toplumunun içinde bulunduðu þartlarý göz önüne alarak özellikle seçtiðimiz örneklerle, büyük ustanýn sorumluluk bilinciyle yol gösteren tavrýný vurgulamaya çalýþtýk. Söyleþiyi yine Prof. Dr. Özdemir Nutku’nun kendi sözleriyle bitiriyoruz. Ne demiþti büyük usta?

“Ýleriye ne býrakacaðýz? diye düþünmeliyiz.”

Hocalarýn hocasý Prof. Dr. Özdemir Nutku’nun “Tiyatroda 60.” yýlýný kutluyor, sevgi ve saygýyla nice tiyatro dolu yýllar diliyoruz…







Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn söyleþi kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Bir Varmýþ Hiç Yokmuþ
"Beni Ben mi Delirttim?" : Ferhan Þensoy
Sineklidað"ýn Efsanesi : Keþanlý Ali"nin Ýbretlik Öyküsü
Tek Kiþilik Oyunlarýn Efsane Ýsmi : Müþfik Kenter
Yaðmur Yaðýyor, Seller Akýyor, Kral Übü Camdan Bakýyor
Rüzgara Býrakýlan Þiirler: "Ýpek Yarasý" ve Ahmet Günbaþ
Yazýyla, Resimle ve Fotoðrafla Geçen 60 Yýl: Fikret Otyam
Caz Fotoðraflarýna Aþýk Bir Usta : Aykut Uslutekin
Mustafa Kemal'in Latif'i
Ruhi Su Ýle Birlikte 40 Yýl : Sýdýka Su

Yazarýn Ýnceleme ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
'Kafkas Tebeþir Dairesi'nin Sebeb-i Hikmeti... ''
Ermiþler Ya da Günahkarlar, Ýyilik Ya da Kötülüðün Dayanýlmaz Lezzeti…
Uluslarararasý Ýzmir Festivali 20. Yaþýný Kutluyor.
Anton Çehov'dan Arthur Miller'a, Modern Zamanlarda Düþlerin
Ahmet Adnan Saygun"un Mirasýný Taþýyan Onurlu Bir Sanatçý : Rengim Gökmen
Sahibinden Az Kullanýlmýþ "Ýkinci El" Stratejiler
Ýlhan Berk"in Þiirleri ve Sait Faik"in Öykülerini Gravürde Eriten Adam: Fatih Mika
Efes'li Herostratus ve 'Hukukun Üstünlüðü Ýlkesi'
Tanrýlarýn Takýlarý
Ruhi Su"nun Ýzinde : Köy Enstitüleri

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Ýbneler ve Çocuk Cesetleri [Þiir]
Komþu Çocuðu [Þiir]
Bir Bardak Soðuk Suyun Hatýrýna… [Þiir]
Ýhtiyaçtan [Þiir]
Deli mi Ne? [Þiir]
Sakýz Reçeli Seven Yare Mektuplar [Þiir]
Bir Nefes Alýp Verme Uzunluðunda… [Þiir]
Lord'umun Suskunluðunun Sebeb-i Hikmeti... [Þiir]
Pimpirikli Hanýmýn, Pimpiriklenmesinin Nedeni… [Þiir]
Yere Göðe Sýðamýyorum… [Þiir]


Seval Deniz Karahaliloðlu kimdir?

Bazý insanlar için yazmak, yemek yemek, su içmek kadar doðal bir ihtiyaçtýr. Yani benimki ihtiyaçtan. Bir vakit, hayatýmla, ne yapmak istiyorum diye sordum kendime? Cevap : Yazmak. Ýþte bu kadar basit.

Etkilendiði Yazarlar:
Etkilenmek ne derecede doðru bilemem ama beyinsel olarak beslendiðim isimler, Roland Barthes, Jorge Luis Borges, Braudel, Anais Nin, Oscar Wilde, Bernard Shaw, Umberto Eco, Atilla Ýlhan, Ýlber Ortaylý, Ünsal Oskay, Murathan Mungan,..


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloðlu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.