Uygarlık, gereksiz gereksinimlerin, sonsuz sayıda artmasıdır -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Murat, askerden yeni gelmişti, sarışın yakışıklı bir gençti. Metin'le çocukluk dönemi beraber geçtiği için Metin ona ''Amca'' diyememişti. Uyarı afişlerine iyice yaklaştı, dört kişinin robot resmi çizili olan uyarıdaki yazıları merakla okumaya başladı. Biri ceza evinden kaçmış, diğer üçü sınırlardan sızmış dördüde aynı yasa dışı örgüte bağlı. İsimlerini okumaya başladı. Son isme gelince şimşekler çaktı kafasında. Suriye'de bomba eğitimi almış olan bu tehlikeli insanların yerini bilen ya da gören jandarmaya bildirsin. Aksi taktirde suçlu bulunacakları bildirilir. Ayakta durabilmek için çaba sarfetti. Olduğu yerde sendelemeye başladı, içinde meydana gelen depremlerin dışa vurumuydu. Öğrencilere dönerek sordu -- Bu afişler kaç gündür ki burada ? Kısa boylu sıska olanı cevap verdi -- Az önce yapıştırdılar Murat'ta yine şimşekler çaktı, volkanlar patladı depremler oldu. O anda aklına gelen tek şeyin belirtisiydi bunlar ve o düşünceyle İstiklal caddesine doğru koşar adımlarla ilerlerken aralarda bir sokakta gözden kayboldu. Az sonra demir kapılı bir bahçenin önündeydi. Elini parmaklık demirinden içeri uzatıp kapının dilini çekti. Bahçeye girdi ve tek katlı müstakil bir evin önünde durdu. Bahçe çok bakımlıydı, yer yer açmış lalelerin sümbüllerin çeşit çeşit çiçeklerin üstünü meyve ağaçları gölgeliyordu. Ev kireçle yeni badana yapılmış olmalıydı ki, yerlere kireç damlaları dökülmüştü. Zile uzanırken yan daireden bir ses duydu -- Bağdagül evde yok gardaş -- Nereye gitti aceba? -- Bu sabah saçı sakalı uzamış biri geldi, kocasıymış onunla gidecekti. -- Sağol bacı Kadın, elindeki paspası silkelemeye devam ederken, Murat evin diğer tarafına geçti. Burada küçük ve demirsiz bir pencere mevcuttu. Camda çatlaklık olması işine yaramıştı. Önceden yarısı kırılıp düşmüş ve kırılan yere kabaca bir camla yama yapılmaya çalışılmıştı, ancak dokununca lingir lingir oynuyordu. Eliyle camı içeri itti, içerdeki masanın üzerine devrilen camın ardından elini uzatarak pencereyi açtı, çevik ve tek hareketle içerdeydi. Evi kontrole başladı sessizce, banyo kapısı açıktı ve içerde kirden rengi belli olmayan çoğu yeri yırtık pantolon ve gömlek duruyordu. Lavabonun kenarlarına dökülmüş uzun kıl tutamları vardı. Ağabeyine ait olduğundan emindi. Hemen salona geçerek telefona yaklaştı, o anda dış kapının açıldığını farketti, aceleyle yakınında duran divanın altına saklandı. Gelenlerin kimler olduklarını anlamak için divanın etekleri altından gözetlemeye koyuldu. Gelenler yengesi ve ikiz yeğenleri Taner'le Taşkın idi. -- Babanız içerde çocuklar. Kapalı olan koridor kapısını açarak içeri süzüldüler. Murat, kulaklarına inanamıyordu, demek ağabeyi evin içindeydi. Çocuklar birbirlerine bön bön baktılar, annelerinin sesiyle irkilerek odaya girdiler. Az sonra oda kapısının kapandığını anlayan Murat, bulunduğu yerden çıkmaya hazırlanırken ayak sesi duyarak olduğu yerde kalakaldı. Gelenin kim olduğuna baktı, Bağdagül'dü. Dış kapıyı kilitlemiş ve açık olan mutfağın kapısına yaklaşarak düşen camı görmüştü. --A a, bu cam rüzgarda düşecek kadar oynak değildi, üstelik bugün hiç rüzgar esmedi ! Eline ekmek bıçağını alarak mutfaktan çıktı. Murat, kötü şeyler olacağını sezinleyerek divanın altından kayıp yanında ki kanepenin arkasına geçti. Bağdagül'ün banyodan çıkıp başka odaya girdiğini anlayınca, yerinden fırlayarak az önce içeri girdiği yerden şimdi dışarı kaçmayı düşünüyordu. Elini kapının koluna uzattı ve heyecandan yüzü bembeyaz oldu. Kapı kilitliydi, banyoya koştu orası da öyleydi. Anlaşılan, Bağdagül kontrol ettiği odaların kapılarını kilitliyordu. -- Oo, kayınço demek hırsız sendin? -- Şeyy... -- Ne arıyorsun benim evimde? -- Çarşıda ki afişlerde ağabeyimin adını okudum ve robot resmini de gördüm. Köye gideme- yeceğini de bildiğim için buraya uğradı mı diye bakmaya gelmiştim! -- Sus z..... , ağabeyin burda ama, burdaki ağabeyin değil katilin de olabilir, ona senin buraya çapkınlık için geldiğini söyleyeyim mi ha söyleyeyim mi. -- Yo, hayır bunu yapamazsın ! -- Hem de öyle bir yaparım ki, ya ağabeyin burdan gidene kadar kömürlükte kalırsın ya da yarın leşin Kızılırmak ta olur. Ağabeyinin vatan haini olduğunu öğrenmenin şokuınu üzerinden atamadan, bir da bu olay gelmişti başına. Kuzu kuzu Bağdagül'ün önüne düşüp dışarı çıktılar. -- Bak yenge ben gidiyorum. -- Yook, öyle kabala mı, gidip ağabeyini ihbar edeceksin değil mi z...... oğlu -- Sus lütfen anama laf etmeye hakkın yok, kadın ölüp gitmiş zaten! Karşısında duran insan değil taş bir heykeldi sanki, söylenenlere aldırmayan.. Küçücük kapısı olan, penceresiz, pis kokulu ve karanlık bir yere hapsedildi. Sigara kullanmadığı için üzerinde ateşte yoktu bulunduğu yeri aydınlatacak. Zaten içi de o karanlık yer kadar karaydı aldırış etmedi durumuna. Şaşkın bir vaziyette ağabeyinin gitmesini ve Bağdagül'ün onu çıkarmasını beklemekten başka çare olmadığını düşünüyordu. Diğer tarafta Murat'ın köydeki büyük ağabeyi Aliş, hala kardeşinin eve dönmediğini öğrenince merak etmeye başladı. -Murat hala gelmedimi hanım? -Yok bey, şimdiye kadar gelmesi lazımdı. -Allah Allah, biraz daha bekleyelim bakalım. -K. köyüne gitmiş olmasın? -Bak o olabilir, ben köy odasına gidip telefon açayım yengeme. Orda da yoksa Şarkışla'ya gidip ararım geç kalırsam merak etme. Hava iyice karamıştı. Murat saatinin ışığına bakarak zamanın kaç olduğunu öğrendi, 18.50 ydi. Anahtar deliğinden artık ışık sızmıyordu. Başını tozlu duvara yasladı, yaşlı babasını ve ağabeylerini düşünmeye başladı. ''Keşke Yakub peygamberin oğlu Yusuf a.s. gibi (Kurtlar yemiş) deselerdi , keşke kurtlar yeseydi de bu günleri görmeseydik'' Diyerek ağlamaya başladı. Adam son nefesinde bile ''Yusuf...Yusuf...''Diyerek can vermişti. Ağabeylerini düşündü sonra... Sonra... Okul hadamesinin ''Bu saatte göremezsiniz şu anda yemekteler'' demesine rağmen Aliş yemekhaneye doğru ilerliyordu. Ellerini yıkamış içeri girmek üzere olan bir öğrenciye Çetin Ünalan'ı çağırmasını rica etmişti. Biraz sonra okul müdürü karşısına dikilerek, - İçeri nasıl girdiniz ? - Bahçe kapısı açıktı öğretmen bey. - Ben bu okulun müdürüyüm - Özür dilerim müdür bey yiğenime bişey sorup gidecektim - Burası yatılı bir okul hemşerim, dingonun ahırı değil, kafan estikçe her saatte gelemezsin. Tartışmayı ince bir ses böldü - Amca ne oldu? - Çetin oğlum, Murat emmin seni bırakınca nereye gideceğini dedi mi sana? - Beni bırakıp köye dönecekti Müdürün öfkeli sesi: - Madem kardeşiniz kayıp, jandarmaya bildirin kardeşim. - Kusura bakma müdür, iyi akşamlar, Çetin oğlum sen merak etme Müdür, Aliş'i bahçe kapısına kadar götürüp bekçiyi sorgulamaya başladı. - Bu şahsı içeri kim aldı? - Haberim yok müdür bey - Bu kapıdan girip çıkanlardan nasıl haberdar olmazsın bekçi efendi? Bir daha böyle birşey olursa işine son veririm. - Cigara aldım garşı bakkaldan o ara... - Suuuuuss...Bitii. Aliş'i dışarı çıkarıp ardını döndü gitti. Aliş'te kardeşinin eve dönüp dönmediğini öğrenmek için postaneye doğru gitmişti. Köyü arayıp Murat'ın hala dönmediğini öğrenmişti. İkiz yeğenleri Taner'le Taşkın'ı görmeye gitmiş olabileceğini düşündü. Orada da bulamazsa ne yapacağını düşünüyordu. Demir kapıdan bahçeye girdi. Giriş kapısının önünde durarak ayakkabılara baktı. Murat'ın ayakkabısı yoktu. Yine de zile bastı. İçerden ince bir ses duydu. - Kim o ? -Benim Aliş, Murat burda mı? Kapı yarı aralandı, Bağdagül soğuk umursamaz bir tavırla soruyu yanıtladı. - Yok Aliş ağabey Murat gelmedi buraya, iyi akşamlar. Kapı suratına kapatıldı. Laf yemiş suçlu gibi hissetti kendini, ardını dönüp giderken ateş püskürüyordu. -Zalim, kapıyı açıp yeğenlerimi bile göstermedi. Evin içinde masum maskesi takınan Bağdagül, erkeğine cilve yapıyordu. Yusuf Bağdagül'e sordu, -Kimdi o gelen? -Komşuydu Yusuf'um Bağdagül'e yüklü miktarda para bırakmıştı. Kendi üzerine beş kuruş bile almadan. Kısa bir süre sonra döneceğini ve onları da alacağını vaade diyordu, mutlu bir hayat şarkısı fısıldıyordu kadınına, oğullarına. Saate baktı,Zamanının geldiğine karar verdi. - Benim gitme vaktim geldi, beştepelere kadar gidince arkadaşlarımı bulurum. İstanbul'da ki eylemimizden sonra sizleri yanıma alacağım. Oğullarım ananız size emanet. Işığı açmayın karanlıkta kimse farketmeden çıkar giderim. Gözleri yaşlarla dolan Bağdagüle baktı -Bırak bu işleri evine dön. -Zaten döneceğim için vedalaşmıyorum, artık ben bu işi bıraksam da bu iş beni bırakmaz. Hadi eyvallah... -Güle güle Yusuf'um... Jandarma komutanlığının önündeki nöbetçi erden izin aldı. Üzerinin de aranmsından sonra komutanlık binasına girdi. Gözüne ilk ilişen jandarmaya ''Gardaşım gayboldu'' dedi. Jandarma eri Aliş'i komutanın odasına kadar götürüp biraz beklemesini söyledi, içeri girdi. Bir dakika sonra kapıyı açıp Aliş'i içeri aldılar. -Selamun aleykum komutanım. -Ve aleykum esselam. Otur hemşerim. Kardeşinizin cinsiyeti nedir? -Erkek, askerden yeni geldi. -Adı? -Murat Ünalan. Komutan kısa süreli bir şaşkınlık evresinin ardından sonra. -R. köyünden mi? -Hee komutanım nerden bildiniz. -Yusuf Ünalan'ın neyi oluyorsunuz? Aliş hayretle cevap verdi, -11Yıldır ki kayıp gardaşımdır. -Hayret, desenize jandarma bugün iki kardeşi birden arayacak? -Anlamadım komutanım -Anlatayım, bugün akşam saatlerinde R.köyündeydik, kardeşleriniz de buradan az önce ayrıldılar. Yusuf Ünalan ve aynı örgütten üç kişi şu anda Şarkışla topraklarındalar ve yakalanmak üzereler izlerini bulduk. -Ne çetesi komutanım -P.K.K -Yoook bu olamaz. Yusuf teröristmi olmuş? Bu imkansız, Murat'ı da mı onuda mı o götürdü. Bağdagül... Mutlaka Bağdagül'e uğrayacaktır komutanım. -Bağdagül de kim? -Yusuf'un imam nikahlı avratı. -Kardeşleriniz bundan bahsetmemişti. -Ailecek onu sevmeyiz, yok biliriz ondandır ya da korkmuşlardır, az önce köyü aradım bu olup bitenleri bile diyen olmadı bana şimdi duyuyorum. -Bahsettiğin Bağdagül'ün evi nerde? -Burada, istiyorsan hemen gidelim komutanım. Saat 21.30 du. Açlığın getirdiği halsizlikten çok girdiği şoktan etkilenmişti. Yusuf ağabeyi hala buradamıydı merak ediyordu. Ona küçük kardeşi olarak sarılmayı ellerinden öpmeyi hayaletti önce, kanlı eller yaralanmış insanlar gelip durdu gözlerinin önüne. O artık eski Yusuf olamazdı, birçok sıfatını kaybetmiş olmalıydı. -Yusuf... Yusuf... Karanlığın içinden gelen bir sesti bu. Yusuf, şerit gibi uzayan yolun kenarlarındaki tarlalardan yürüyordu farkedilmemek için. Karanlıkta onun Yusuf olduğunu kim anlamıştı, düşündü. Ses fısıltı şeklinde geldiği için anlayamadı önce. -Cem! Sen misin Cem? -Benim Yusuf, bu tarafa gel. Tabancasının emniyetini açtı, eli tetikteydi, her an gelebilecek bir kurşun ihtimali düşüncesiyle, itinalı adımlarla yol kenarında ki hendeğe doğru yaklaştı. Karanlıkta bir çok nesne iyi kötü farkediliyordu, fakat bu hendekte farkedilen tek şey koyu bir siyahlıktı. -Orda ne işin var niye açığa çıkmıyorsun niye Şeref gille gitmedin? -Şeref telsizi açık unutmuş, radar da sinyallerimiz tesbit edilmiş olmalı ki hemen yerimizi buldular. Omar da kaçtı. Ben yaralandım. -Ne, bu olamaz! Tabancayı beline takarak hendeğin içindeki arkadaşının yanına gitti, pekte derin bir hendek değildi. -Benim Yusuf olduğumu nerden bildin? -Eee, o kadar da olacak. Yıllardır arkadaşımın karanlıkta nasıl nefes aldığını, ayaklarının otlar üzerinde nasıl hışırtılar çıkardığını bilmez miyim! -Yaran nerende, çok mu? -Iskaladılar ama canım çok yanıyor, sıyrık olmalı kanamam zor durdu. -Sarmalıyız -O işler tamam -Anlatsana nasıl bu hale geldin -Acemi çaylak aptallığından telsizi açık bırakmış, radar da sinyallerimiz tesbit edilmiş olmalı ki buldular bizi. -Bile bile açmıştır o namussuz. -Zaten ona güvenmiyordum, af yasasından yararlanacaktır kesin, öbür hapisane kaçkını da saldırı sırasında kaçtı. Şimdiye kadar beş tepelere varmıştır ya da o anlaştığımız restoran otelinde dinleniyordur. -Ne yani, çatışmaya girmedi mi? -Dediğim gibi Şeref yakalandı, teslim oldu demek daha doğru olur ya... Ben de yaralandım, arkamı döndüğümde Omar yoktu. -Fazla zaman yok kalk. -Hayır. Şeref yakalandığına göre herşeyi söylemiştir. Şu anda çember içinde olmalıyız. -Cesaretini topla biraz, az mı çember kırdık. -Yaram bacağımda yavaşça kaldır beni. -Bak. Kuzeyimizde bir köy var, lambalarını görüyor musun? Cem iniltiyle karışık bir sesle cevapladı. -Kanamam tekrar başladı. -Senin yerinde başkası olsaydı öldürüp başımın çaresine bakardım arkadaş bu riske girmezdim ama korkma sen kurtulacaksın seni öldürmeyeceğim. -Evet, ı...I...Işıkları... Görüyorum...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yasemin İnci, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |