Düşmekten yükselme doğar. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Hepisinin kadına bakışında ortak bir payda vardı: Açıkca söylemeseler de kutsal kitaplarda kadın için yazılanlara canı gönülden inanmış, biliçlerine kazımışlardı. Onlara göre kadınlar, erkekler için yaratılmışlardı. Onların cinsel açlıklarını doyurmak, olgunlaşamış kişiliklerine, komplekslerine derman olmak için vardı kadınlar. Erkekler için aşk da, sevişme de, evlilikte tek kişilikti. Kitaplarında kadının adı ve yeri yoktu. Geleneksel görüşleri aştıklarını, kadını kendileriyle eşit gördüklerini söyleyenler bile fırsatını bulunca, maskelerini çıkartıp kafalarıyla değil belden aşağıları ile düşündüklerini göstermişlerdi. Kadın elde edilinceye, yatağa düşürülünceye kadar, övgüye, sevilmeye, aşık olunmaya değerdi. Erkeğin altına yattıktan sonra, kullanılmış bir mendil gibi çamaşır sepetine atılabilirdi... Bunu o da defalarca yaşamış, onuru incinmiş, kadınlığı örselenmişti. Tüm erkelere kuşkuyla bakıyordu. Onlardan korunmak için bedeninin, yüreğinin çevresine görünmez bir duvarı örmüştü. Kendisine yanaşan erkeler sınırı aşınca bu görünmez duvara çarpıyor, ona yanaşamıyorlardı. İlk bakışta o korunma duvarını göremeyen erekler, onun saklamadığı dişiliği karşısında, av bulmuş vahşi bir hayvanların şehvetli mırıltı ve bakışlarıyla ona yanaşmaya, onu, pençelerinin arasına almaya çalışıyorlardı. Oysa av diye düşündükleri kadın için onlar, ipleri kadının elinde olan kuklardı. Her an ipleri çekilebilir, sahnenin dışına bırakılabilirlerdi. Ama nihayet o bir kadındı, duyguları, cinsel, tensel, ruhsal gereksinimleri vardı. İltifatlar, övgüler işitmek, beğenildiğini, arzulanıldığını hissetmek çok hoştu. Bu istekleri, duyguları bastırarak yaşamak zorunda bırakılmak onu yıpratmıştı. Tüm olumsuz deneyimlerine karşın erkek düşmanı bir kadın, fanatik bir feminist olmamıştı, olmayacaktı da. Herşeyden önce onun insancıl yanı buna engeldi. Zaman zaman ortamın oluştuğu durum ve mekanlarda, yeni hayal kırıklıkları pahasına da olsa, erkeklere şans tanımaktan yanaydı. O akşam, iki bayan arkadaşı ile birlikte birşeyler içmek, sohbet edip müzik dinlemek için çıkmışlar, arada bir takıldıkları müzikli bir lokantaya gitmişlerdi. Bir süre sonra tanıdığı bir doktor, yanında iki erkek arkadaşıyla gelmiş karşılarındaki masaya oturmuşlardı. Doktorun yanındaki erkeklerden birini tanıyor, ama eski film yıldızlarını anımsatan ortayaşlı yakışıklı adamı ilk kez görüyordu. Doktorla uzaktan selamlaşıp birbirlerine gülümsediler. Sonra masadaki bayan arkadaşlarının sohbetine tekrar katıldı. Havadan sudan, şundan bundan konuşuyorlardı. O da arada bir söze katılıyor, ceviz kabuğunu doldurmayacak şeyler söylüyordu. Diğer iki bayan arkadaşının varlığına rağmen kendini yalnız hissediyordu. Hoperlörlerden yükselen hüzünlü müzik, içtiği kırmızı şarap, yalnızlık duygusunu iyice artırmış, ince bir hüzün yine içini sarmıştı. Bir ara doktorla arkadaşlarının oturduğu masaya göz attığında doktorun, yanındaki yakışıklı adama kendisini işaret ederek birşeyler anlattığını fark etti. Acaba kendisi için neler anlatıyor, neler uyduruyordu? Ancak adamın gözlerinde o avlanmaya hazırlanan vahşi yaratıkların izleri yoktu. Bu güne değin pek rastlamadığı türden, doğal bir içtenlik vardı bakışlarında. Tekrar bakışları karşılaştığında, adam kırmızı şarap kadehini kaldırarak kadını zarif bir şekilde selamladı. Kadın, gayri ihtiyari önündeki kadehi alıp ona karşılık verdi, ikisi aynı anda kadehlerinden bir yudum aldılar. Şarapla birlikte kadın içine sanki bir sıcaklık aktı. Bu onu uzursuzlandırdı. Kafasından geçenleri atmaya ve duygusal korunma duvarını örmeye çalıştı. Ama beceremediğinin farkına varınca iyice kaygılandı. Kadın içine dönmüş, duygularının çözümünü yapmaya çalışırken; esmer bir genç kadın ona „Buyrun, sizin için,“ diyerek koca bir demet kırmızı gül uzattı. Kadına bir şey sormadan bakışları ona eski film yıldızlarını anımstan adama yöneldi. Adam, boynunu bükmüş mahsun bir ifadeyle çiçekleri kabul etmesini istiyordu. Ne kadar uzun zaman geçmişti, bir erkek tarafından çiçekle onurladırılmayalı, kadınlığı okşanılmayalı. Çiçekleri alıp buğulu gözlerle kokladı. Yalnızlığına bir yıldız gibi akan adama uzun siyah kirpikleriyle teşekkür etti. Adam gözlerinde kabul görmenin sevinci kadehini kadırdı. Karşılıklı şaraplarından derin birer yudum aldılar. Bu yudumla birlikte, artık koruma duvarının yıkıldığının farkına vardı. Duvarını bu akşam yeniden kurması olanaksızdı. Bunu farkedince rahatladı. Bu gece hayatında belki yeni bir sayfa, yeni bir başlangıç olabilirdi. Duygularını özgür bıraktı. Adam sanki bunu farketmişti; elinde şarap kadehi kalktı, kadının oturduğu masaya geldi. O ayakta kadın masada bir süre bakıştılar: Kadın, yakından daha yakışıklı olduğunu gördüğü erkeğin bakışlarından heycanladı, gözlerini kaçırmak zorunda kaldı. Kalbinin çarptığını, yüzünün hafif ateşlenip, pembeleştiğini hissetti. Adam, „Beni kırmayıp gülleri kabul buyurduğunuz için size teşekkür ederim. Rahatsız etmezsem birlikte oturabilir miyiz?’’ diye sordu. Ve „Lütfen, beni kırmayın“ diyen bakışlarla gözlerinin ta içine baktı. Arkadaşlarından itiraz gelmeyince kadın: „Tabi, niçin olmasın? Buyrun lütfen“, dedi. Yanındaki sandelyeye koyduğu çantasını alıp, adama yer açtı. Adam kadının tanışmak için uzattığı yumuşak eli bir kuşu tutar gibi tutarak dudaklarına götürüp zarif bir şekilde öptü. Kadının şaşırdı, tenine değen dudakların yarattığı elektiriklenme heycanını iyice artırmıştı. Elini adamın elinden yavaşca kurtardı, şarap kadehini kaldırarak; “Tanışmamıza,” dedi. “Güller için çok teşekkür ederim.” Ardından, korunma duvarının yıkılmasıyla içine düştüğü güvesizliği engeller umuduyla, “Arkadaşlarınız da istiyorlarsa buyurabilirler,” dedi. Kalabalıkta daha güvenli olacağını düşünüyordu. Diğer iki erkek de içkilerini alıp kadınların masasına yerleştiler. Selamlaşma ve tanışma faslından sonra yeniden içki ısmarladılar. Bir anda oluşan sıkıcı sesizliği müzisyenler için ayrılmış olan küçük sahneden gelen güzel bir keman sesi doldurdu. Garson içkileri getirdi, kadehler havaya kalktı, şerefe, sağlığınıza eşliğinde tokuşturulup içildi. Bir süre devam eden oratak sohbet, daha sonra ikili konuşmalara dönüştü. Kadın fazla göz göze gelmemeye dikkat ederek adımı incelemeye koyuldu. Onu şimdiye kadar tanıdığı, tanımladığı erkek „tür“lerinden hiç birine katamadı. Esmer teni, yapılı bedeni, yakışıklı yüz hatları, zevk sahibi olduğunun gösteren giyimi, dikkati çeken saati ve sağ elindeki sovalye yüzükle, gerçekten 50 yılların siyah beyaz filmlerindeki artisteleri hatırlatıyordu. Entel rollere soyunan, yüzeysel adamların ya da sonradan görme maçoların havası yoktu onda. İnsanı etkileyen bir doğallığı, doğrudanlığı vardı. Konuşurken japtığı jestler, mimikler, el hareketleri onun şovelye ruhunu ele veriyordu. Kadın, adama olan ilgisi daha çok arttı. “Sizi ilk kez görüyorum. Biraz kendinizi tanıtırmısınız? Kimsiniz, nesiniz buradan mısınız?” diye sordu. Adam kendisine ilgi duyulmsından hoşlanmıştı. Kısa tümceler, abartısız betimlemlerle kendini anlattı. Orta Anadolun'un küçük bir ilinde dünyaya gelmişti. Sonra sanat okuluna giderek, matbacılık öğrenmişti. Önüne çıkan olanakları değerlendirerek matbaacılık alanında ülkesinin en yetkin uzmanlarından biri olmuştu. Sık sık yurt dışına çıkıyor kurslara, seminerlere katılıyor, bilgi artırıyordu. Bir süredir İtalya'daydı. Daha önce gelip gittiği Almanya'ya bu kez doktor arkadaşını ziyarete gelmişti. Almanya’yı değil ama İtalya'yı ve İtalyanları sevmişti. Orada görmediği gezmediği yer kalmamıştı. “İnsan Avrupa'da yaşayacaksa İtalya'da yaşamalı. Sizin gibi hoş, kültürlü bir bayana da İtalya'da yaşamak yakışırdı” , diyerek sözlerini noktaladı. Sonra şarap kadehini kaldırıp, “Sizi tanımanın mutluluğu ve şerefine!” dedi. Birlikte şarap kadehlerini boşalttılar. Kadın giderek erkeğin çekim alanına girdiğini, birbirini çeken kutupların elektirik akımıyla yüklendiğini hissediyordu. Etrafına ördüğü koruma duvarı tamamen yıkılmış, herzaman yaptığı gibi - erkelerce yanlış anlaşılabilecek- söz ve davranışlarını denetlemekten de vaz geçmişti. Kendini bir kuş gibi özgür ve kadın hissediyordu. Giderek yükselen müziğin sesinden birbirlerini duymakta zorlandıklarını için başlarını birbirine yakınlaştırarak konuşmaya çalıştılar. Birbirlerinin sıcak nefeslerini, bedenlerinden yayılan insanın içini gıcıklayan parfüm kokularını algılıladıkça aradaki o küçücük mesafe de giderek yok oluyordu. Kendi aralarında sohbet eden masadaki diğer arkadaşlarını çoktan unutmuşlardı. Dans etmeye uygun bir müzik çalmaya başladığında adam kadının elini tutup: “Benimle dans eder misiniz,” diye sordu. “Evet” yanıtı alacağından emindi. Birlikte kalkıp dans edilen alana yürüdüler. Adam sırıtmayan bir nezaket ve zerafetle kadının elini tutup beline sarıldı. Keman ve gitar eşliğinde çalınıp söylenen şarkının ritimlerine uyarak dans etmeye başladılar. Kadın ne kadar uzun zamandır bir erkekle dans etmediğini anımsadı. Adeta dans etmeyi unutmuştu, içitiği içkinin ve özgür olmak için verdiği kararın rahatlığıyla kendini adamın bedensel egemenliğine teslim etti. Adam onu bir kuş gibi kavramış, müziğin hareketli dalgalarında gezdiriyordu. Müzik bittiğinde, kadının kalbi küt küt atıyor, hafif başı dönüyordu. Adam elinden tutup masaya getirdi. Kadının sandalyesini çekip oturmasına yardım etti. Ardından kadının elini dudaklarına götürerek teşekkür etti. Kadın, “Çok uzun zamandır böyle dans etmemiştim,” dedi. “Nerdeyse dans etmeyi unutmuşum. Umarım sizi güç duruma düşürmedim?” “Hayır,” dedi adam; “ne münasabet hem de siz çok güzel dans ediyorsunuz. Önemli olan dans ustası olmak değil kendini duyguların ve müziğin akışına bırakmak. Her kadın bunu yapamaz, hele tanımadığı bir erkekle dans etmek zorunda kalırsa.” Sonra kadının masadaki elini iri avuçlarının içine alarak, okşadı. Gözlerinin içine bakarak, “Çok hoş ve güzel bir kadın olduğunuzu biliyor musunuz? Hele gülünce!” dedi. Sözler sanki adamın dilinden değil elinden dökülmüştü. Adamın avcundaki elinin parmak uçlarından ta kalbine kadar bir sıcaklığın yayıldığını hissetti. Bu kez elini adamın avcunun içinden çekmedi. Adam, avcunda kadının eli, ona iyice yaklaşarak iltifat etmeyi sürdürdü. Söyledikleri bir kadının duymaktan hoşlanacağı şeylerdi. Kadın, yorumsuz, söylenenlerin altında yatanları arama çabasına girmeden dinliyordu. Karşılaştığı diğer erkeklerden farklı bir dili farklı bir üslubu vardı. Sırıtmayan, batmayan, insanı sıkmayan bir bir soyluluk seziliyordu. Bu sırada insanın kanını coşturan hızlı bir parça çalmaya başladı. Bu kez kadın, „Tekrar dans edelim mi?“ diye sordu. Artık vücüdunda ne bir gerilme ne de kasılma vardı. Bir kuş gibi hafiflemişti. Kendini adamın kollarına istekle bıraktı. Arka arkaya gelen iki hareketli parçaya uyarak dans ettiler. Masalarına döndüklerinde arkadaşlarının gitmişti. Karşı karşıya oturdular. Garsonun bardaklarına döktüğü kırmızı şaraptan birer yudum aldılar. Bu kez kadın adamın masanın üstünde duran ellerini tutarak: „Teşekkür ederim!“ dedi. „Bu geceyi unutmayacağım, bana hoş ve güzel bir anı bıraktınız.“ Adam, „Ama ben sizin belleğiniz de sadece bir anı olarak kalmak istemiyorum!“ diye yanıtladı. „Sizin kalbinizde, gönlünüzde bir yerim olsun. Ama o yeri bir gece de kazanamayacağımı biliyorum. Siz o kadar kolay fethedilir bir kadın değilsiniz. Bana bir şans tanıyın sadece bu geceyle kalmasın, lütfen.“ Kadın, adamın parmağındaki şovalye yüzüğü işaret parmağı ile okşarken; kendi kendine konuşur gibi. „Gerçek sevgi ve aşk öleli çok oldu. Ama belki şovelyeler onu yeniden yaşama döndürür...kimbilir.“ dedi. Sonra, kadehini kaldırdı ve „Şovalyelerin şerefine!“ dedi. Adam „Gururlu ve soylu kadınlara,“ diyerek kadının iltifatına karşılık verdi... Şarapları bittiğinde tüm müşterilerin gittiğinin, sadece kendilerinin kaldığının farkına vardılar. Adam garsona işaret etti. Yüklüce bir bahşiş vererek hesabı ödedikten sonra garsonun kulağına birşey fısıldadı. Garson gidince sigara paketini kadına tutu; „Bu günün son sigarası olsun. Buyrun.” İlk nefesin dumanlarını havaya üflemişlerdi ki, yeniden bir keman sesi yükseldi. Romantik ve yavaş bir parçanın ardından nefis bir tango kulaklarını doldurdu. Adam, kadına doğru eğilip, „Bu da gecenin son dansı olsun, lütfeder misiniz?” dedi. Kalktılar. Birbirine yapışmış olan vücutları aynı hareketleri yapıyor, arada bir yanakları birbiribine değiyor, parfümlerinin, tenlerinin kokusu birbirine karışıyor, bundan erotik bir haz duyuyorlardı. Adam, kadının kulağına, “Paris'te Son Tango filmini hatırlıyor musunuz?“ dedi. „Ama bu bizim son tangomuz olmamalı, anlıyor musunuz? Şimdiye değin onca kadın tanıdım, siz başkasınız, ben sizde hoş bir anı olarak kalmak istemiyorum.” Kadın sarhoşluğun, baş dönmesinin, çoşkunun içinde; „Şovalyelerin isteğini kırmamalı, onlar başkadır!”diyerek ona daha bir sıkı sarıldı. Tango bittiğinde bir süre daha adamın kolları arasında kaldı. Sonra yavaşca kendini çekti. Garsonun tuttuğu mantosunu giyerken aklına „Kül Kedisi“ masalı geldi. Bir an kendisini Kül Kedisi olarak düşündü. İçinden bunca sene sonra külkedisi sendromuna kapılmakta varmış, diye geçirip güldü. Sonra da, ‘’Kimbilir belki de yanlışımız masallara inananmakta!” dedi. Garsonun tuttuğu kapıdan geçip sokağa çıktılar. Kadın dışarda başlayan sabahın serinliği ve henüz laciverti çözülmemiş gökyüzündeki yıldızların parlaklığı ile ürpererek adama sokuldu... © Mevlüt Âsar
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © M. Asar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |