Bilen sever. -Leonardo da Vinci |
|
||||||||||
|
Yaşar, günlerdir üzerinde çalışmaya çalıştığı eseri üzerine konsantrasyonunu bir türlü toplayamıyor; kendisiyle bir küçük tarağa anlaştığı yayınevi sahibine karşılığında ve bugün yetiştirmeyi söz verdiği eserini tamamlamayı başaramıyordu. Odası kızılca kıyamet Ağustosu’nu andırıyordu. Masmavi bir elma, masasının üzerinde duruyor; orman siyahına boyanmış ufacık bir çilek, masanın yanındaki sehpanın üzerinde, sandalyenin altında duruyordu. Işıklar söndü birden, elektrikler kesilmişti. ‘Kahretsin, insan olmaktan kesilsin insan bir gün; görürüm o zaman bu aptal elektrik şirketini!’, deyiverdi Yaşar. Elektrik idaresi özelleştirilmişti. Emekli bir albay tarafından yönetiliyordu. Albayın ayakkabı rengi pembeydi. Bir anda odada inanılmaz bir şeyler oldu. Koskoca bir vakum, odanın ortasında, havayı yarmışçasına ortaya çıkıyor, beliriyor ve kayboluyordu. Suya boyanmış bir boynu bükük girdap misali dalgalanıyor, yaydığı soğukluk ve korku, insana bir Stephen King romanını hatırlatıyordu. Bu sırada bir karı-koca, aynı apartmanda seks yapıyordu. Yere yığılmıştı. ‘Sen misin gelen yoksa aynı anda hem fahişe, hem bakire olan ilham meleğim’, diye seslendi turuncu girdaba Yaşar. Girdabın içinden iri, masmavi peleriniyle tuhaf, kalem biçiminde, ucu sivri bir adam belirdi birden. ‘Merhaba efendim, size hizmet etmek üzere buradayım!’, diye odanın ortasına zıpladı garip adam; girdabın, turuncu vakumun içinden. Büyük bir vakurla ve heyecanla, bir koşu gidip, içeriden getirdiği et soteli makarnayı ikram etti adama Yaşar, ‘Uzaktan gelmiş olmalısın, yemek istemez misin?’. Adam cevap verdi: ‘Ne biçim bir kolektivizmdir bu sevgili efendim? Bilmez misin ki; et sote diye bir şey yoktur, yalnızca kıyma vardır! Ah, kıymanın bireyselliğinde bulur hayatı şekilsiz insan yemeği!’. Yiyeceği, tabağıyla birlikte yere koydu. ‘Ne istiyorsun o zaman benden, ey kalem gözlü, sivri burunlu adam?’, diye sordu. Adam şöyle söyledi: ‘Ben, senin gelecekte yazacağın bir romanın başkarakteriyim; ben deniz Karamazov Kardeş, ey tatlı efendim!’ ‘Merhaba o zaman! Neden gelecekten geldin, geçmişe geçmişten yaklaşmak varken? Geçmiş, gelecekten daha gerçek değil midir?’, dedi Yaşar. Adam şöyle yanıt verdi: ‘Geçmiş, senin yaşadıklarındır; fakat seni ayakta tutan, yaşayabilme ihtimalin olan şeyler değil midir? Geçmiş bir altın çağsa, şu an için yaşamanın anlamı ne olabilir? Sana iyi haberler getirmek için gelecekten geldim.’ ‘Pekâlâ, öyleyse, bir yazarım ben. Bana edebiyat hakkında bildiklerini anlat, lütfen’, dedi Yaşar. Adam gırtlağını temizledi tükürük bezi yardımıyla, bir başka cehennemde, kirli bir masayı el beziyle temizlerken bir kokona kadın. Şu şekilde konuştu sonra: — ‘Edebiyat, her şeyden önce reformisttir, dostum! Kurgusal olan bir edebi eser yaratarak, reel olanı değiştirebilir misin? Kapkara kırıklarla dolu bir kalple, senelerce odanda romanlar okudun, peki iyileştirdi mi bunlar kalp kırıklıklarını? İyileştirseydi sanatçı kalabilir miydin, söyle bana tatlı efendim?’ Yaşar düşündü: ‘Doğru söylüyorsun, sanatın varlık nedeni, yabancılaşma ve kimliksizleşme değilse, nedir? Kendini dilediğin gibi ifade ediyor, kendini gerçekleştirebiliyorsan; neden hayatta bir başka kurgusallık yaratmakla uğraşasın ki? Uyku yoksa rüya yoktur. Sanat, ancak bilinçdışı süreçlerin hapsettiği tertemiz arzu, emel ve isteklerinin nesnelliğinde parıldayabilir.’, dedi. ‘Elbette!’, dedi adam ve devam etti: ‘Maddi biçimler ve reel ilişkilerdir canını yakan; canını yakandan soyutladığın bir sanat mıdır dertlerine çare olacak olan? Sanmıyorum’. ‘Haklısın, ama sanatçının reformist olmasıyla neyi kast ediyorsun?’, diye sordu Yaşar. Adam yanıtladı: ‘Maddi var oluş biçimlerinden ayırdığın, onunla bir arada güzelliği yaratabileceğine inandığın herhangi bir düşünüş, imgelemin reformizmi adından daha layık bir isme sahip olabilir mi?’. ‘Bunu ben de çok düşündüm aslında’, dedi Yaşar. ‘Hayal ettiğin şeyin gerçek olmadığına hakikaten inansan, söyle, saatler harcar mıydım masanın başında çalışarak, hiç durmadan?’, dedi. ‘Sorunu olmayan hayal kurmaz ve hayal kuran, kurmayana göre hayallerinin daha gerçek olduğuna inanan insandır’, diye konuştu adam. ‘Gerçek olması olanaksız bir hazinenin uğruna tüm ömrünü harcar mıydın?’. Devam etti: ‘Sanatçı, gerçeklik hissini kaybedendir’. ‘Bu konuşmalardan sonra bütün bildiğim’, dedi Yaşar, ‘ne yazacağıma dair hiçbir şeyi bilmediğimdir’, diye devam etti. ‘Güzel’, dedi adam, ‘Şimdi sanatçıya düşen, bir ruh hastası olmaktır, bilmen gereken tek şey bu. Gerçeğin içinde bir terapi unsuru yaratmak yerine, neden gerçekle masalı bütünleştirmek için uğraşmıyorsun?’. ‘Nasıl?’, dedi Yaşar. ‘Buna toplumsal devrim derler. Söyle bana, bir masalın gerçekleşebileceği ümidine sahip olmayan çocuk, dinler mi masalı? Monist olmalısın. Eğer gerçeklik masalsılaştırılamaz bir şey ise, intihar etmek dışında seçeneğimiz kalır mı? Bu, sanatın yitimidir’, diye konuştu adam. ‘Nasıl?’, dedi Yaşar. ‘Sanat virtüel, taklit bir gerçeklikse ve gerçekliğin yanına iliştiriliyorsa, üstelik masalsılaştıracağımız bir dünya varsa karşımızda; sanatın yitimi değil midir sanatın nesnelleştirilmesi?’, dedi adam. ‘Fakat bizim buna vaktimiz yok. Sen, seçilmiş olansın. Beni Tanrı görevlendirdi’, diye sözlerine devam etti. ‘Peki, ne yapmalı?’, dedi yazar. ‘Tüm sanat, bilinçdışında vakumlanan arzunun nesnelliğinden kaynağını alır. Arzu atölyesi, üretir benliğini ve sen çıkarsın ortaya, benliğin örselendikten sonra hayat çıngıraklı yılanıyla!’, dedi adam. ‘Arzunun yitimi, sanatın başlangıcıdır ve arzunun, nesnesine karşı konumlandırılmasıdır senin yapman gereken, anti-sanat!’ ‘Hala ne yapmam gerektiğini tam olarak söylemedin’, dedi Yaşar. Adam doğruldu: ‘Gel benimle, sanatın yittiği çorak memlekete. Orada yazarsın en güzel şiirlerini’, dedi. Emin olamadı Yaşar. Ne yapmalıydı? Kapı çaldı. ‘Bir saniye, geliyorum’, dedi Yaşar, adama. Kapıyı açtı. Yüzüne bir anda, ilk saniyesinde gözlerini kör eden bir parfüm sıkıldı iyi niyetin yokluğu tarafından. Kokladığı parfüm, ‘Yapma, onunla gitme, kalıp gerçekleştirmen gereken bir devrim var!’, diye seslendi. Gözleri yeniden görmeye başladığı zaman, duyduklarına çok şaşırdığını anladı. Tekrar sordu kendisine, ‘Ne yapmalı?’, sorusunu. Odaya gidip, adama, ‘Sanat, nesnelliğin yitimiyse, bunu burjuva edebiyatçılara bırakmalı, ben gelmiyorum’, diye söyledi. Adam konuştu: ‘Senden istediğim estetik değil ama estetiksizlik, belki estetiksizliğin estetiği. Tekbiçimliliğe karşı, çok biçimsizliği öne çıkarmayı becermeni öneriyorum!’, diye söyledi, ‘Çok biçimsizliktir biçim arayışını ortadan kaldıran; binlerce biçimsizle kuşatmalı anne kokulu edebiyatçıları, oysa erkek edebiyatçılar, literal Maoistlerdir, ‘Lolita’ özlemli edebiyat dergilerini yeraltından kuşatan, onlara karşı konumlanan ve yerinden eden onları!’ Yazar, ‘Bilinçdışıyla, bilinç arasındaki açıdır sanatı yaratan. Sanat sönümlendiğinde var olur aslında yaşam, benim sana ihtiyacım yok!’, dedi adama. ‘Peki ya, seninle benim aramdaki ortaklık, sanat ve sanatçı arasındaki diyalektik ilişki ne olacak?’, diye sordu adam. ‘Sanata dair söyleyeceğim tek şey, nesnelerin ruhsuzluğunda, birbirine indirgenebilir ve eşitlenebilir bir tını bulur sanatçı; öyle olmasaydı yalnız sanatçıların gördüğü nesnelerde ve her nesneye ilişkin yaratılabilen tüm bu eserlerin bir anlamı olur muydu? Onlarda ortak bir şey olmalı. İşte sanatsal değer-teorisi! Bunu bulan şairlerin Marx’ı, sanatın ölümünü gerçekleştirecek aslan parçasıdır’, dedi Yaşar. ‘Git, seni daha fazla görmek istemiyorum’. Birkaç saniyede ortadan kayboldu girdap ve adam. Yaşar, bir daha asla yazmadı. ‘Yerinden edilebilirlik’, dedi Yaşar, ‘işte sanat eserinin konusunda bulunan ve asıl olan nitelik! Ancak yerinden edildiğinde edebileşir nesnellik.’ Bu arada, turuncu deri ceketli ineğin sırtındaki kene, susuzluğunu gidermeyi başarmıştı. Hikâyesizliğe doğru uçuverdi…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Halit Yerlikhan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |